23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 18 NİSAN 2021 PAZAR gorus@cumhuriyet.com.tr OLAYLAR VE GÖRÜŞLER İlhan Başgöz’ün ardından NEŞE DOSTER EĞITIMCI / YAZAR Yolumuzun yıllar önce kesiştiği dünyaca ünlü halkbilimci Prof. Dr. İlhan Başgöz’ün vefat haberini duyunca çok gerilere gittim... 1980’li yıllar. Kars’ta kütüphane müdürü olarak görev yapıyorum. Elinde Kültür Bakanlığı’nın resmi yazısıyla kütüphanemizde araştırma yapmak üzere ABD’den, Indiana Üniversitesi’nden bir bilim insanı geliyor. Uzun süre kalıyor. Araştırmasını yapıyor. Notlar alıyor. Yöreyi, yöre insanını tanımaya çalışıyor. Sohbetlerimizden birinde, büyüklerin adını küçüklere vermek; görev yaparken iz bırakan vali, doktor, komutan, öğretmen gibi kamu çalışanlarının isimlerini çocuklarda yaşatmak; popüler siyasi figürlerin, sevilen, sayılan Türk büyüklerinin adını çocuklara koymak âdet ve gelenek olduğu için “Yöremizde Kadın ve Erkek İsimleri” konulu çalışmamdan söz ediyorum... ‘Sen misin araştırma yapan!’ Çalışmamı ilginç buluyor. Bir örneğini istiyor. Aradan bir süre geçiyor. Indiana Üniversitesi’nden adresime gelen mektup, çalışmamın, üniversitenin Türkoloji kürsüsünce çok önemsendiğini, bir bildiri sunmak üzere davet edildiğimi yazıyor. Mektubun altında Prof. Dr. İlhan Başgöz’ün imzası var. O gün duyduğum gururu anlatamam... Sonra ne mi oluyor? Yerel basın, haberi manşetten veriyor. 10 Nisan 1983 tarihli Hürriyet gazetesi, resimli haberinde şunları yazıyor: “Kars Kütüphane Müdürü, Indiana Üniversitesi Türkoloji kürsüsü tarafından 1922 Mayıs tarihleri arasında düzenlenen Uluslararası Türkoloji Kongresi’ne konuşmacı olarak çağrıldı.” Bu yazıyı yazarken Van’da Oya Aşkın’ın olağanüstü sofrasında ağırlandığımız yemekte alçakgönüllülüğün, sevecenliğin, zarafetin, kibarlığın ne olduğunu bilen İlhan Başgöz’ün insanın yüreğini ısıtan sözlerini hatırladım. Geride bıraktığı büyük bilimsel mirası, yaşamdan beslenen kültürel birikimini, engin bir gönül borcuyla selamlıyorum. Ardından ne mi oluyor? Bağlı olduğum Kültür Bakanlığı’ndan üst düzey bir yetkili arayarak “657’ye tabi bir devlet memuru olarak basına bilgi verdiğim gerekçesiyle hakkımda soruşturma açıldığını, kongreye katılırsam müstafi sayılacağımı bildiriyor”. Bir anlamda, “Sen misin araştırma yapan!” demenin resmi ağızdan anlatımı olan bu telefon üzerine kongreye gitmiyorum. İlhan Başgöz’ün yurtseverliği Aradan yıllar geçiyor... Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın, yüreklerini ve bilgilerini birleştiren alçakgönüllü bilim insanlarını toplayarak üniversiteyi bilim, kültür ve sanat merkezi haline getirmeye çalışıyor. Ülkemizin doğusunda, dağların arasında, abartısız, gösterişsiz, sessiz sedasız çalışan bu bilim yuvası, Bitlis’ten Hakkâri’ye, Muş’tan Kars’a, Anadolu’nun her yerinden koşup gelen gençlere umut oluyor. Yücel Hoca, o yıllarda Indiana Üniversitesi UralAltay Dilleri Bölümü’nde Türk halk edebiyatı folklor ve etnografya uzmanı olarak görev yapan Prof. Dr. İlhan Başgöz’ü de unutmuyor elbette. Van’a, üniversitede çalışmaya davet ediyor. Prof. Dr. Başgöz de “baş göz üstüne” diyor ve koşarak geliyor... 2007’de, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nin daveti üzerine bir konferans vermeye gidiyorum. Karşımda Yücel Aşkın’ın yanında, İlhan Başgöz oturuyor. Konuşmam bitiyor. Sohbet başlıyor. Yıllar önceki davet mektubunun altında imzası olan İlhan Başgöz, o keskin zekâsıyla bana, Indiana Üniversitesi’nin çağrısına niçin kayıtsız kaldığımı soruyor. Yanıt vermekte zorlanıyorum. Bu olay kişisel tarihimin “keşke” dediğim olaylarından olduğundan İlhan Başgöz Hoca’nın sorusunu yanıtlamakta zorlanıyorum ve sözü hocaya bırakıyorum. İlhan Başgöz Hoca şöyle diyor: “Ben Cumhuriyetle yaşıtım. Cumhuriyetimiz, 7 büyük savaşın ardından kurulmuştur. 1856 Kırım Harbi, 18771878 OsmanlıRus Savaşı, 1897 OsmanlıYunan Savaşı, 19111912 Trablusgarp Harbi, 19121913 Balkan Savaşları, 19141918 Birinci Dünya Savaşı, 19191923 Kurtuluş Savaşı. Kurtuluş Savaşı vatandaştan yalnız canını, kanını istememiştir. Atını, arabasını, kağnısını, sabanını, hayvanını, çorabını alarak kazanılmıştır. Türk köylüsünün yanında Türk aydınlarının en yiğit, en idealist, en iyi eğitimlileri geri gelmemiştir. Büyüklüğü, harabeye dönmüş bir memleketten, bitmiş bir ekonomiden, yepyeni ve özgür bir vatan çıkaran Gazi Mustafa Kemal’in başarısında gizlidir.” Bu yazıyı yazarken Van’da Oya Aşkın’ın olağanüstü sofrasında ağırlandığımız yemekte alçakgönüllülüğün, sevecenliğin, zarafetin, kibarlığın ne olduğunu bilen İlhan Başgöz’ün insanın yüreğini ısıtan sözlerini hatırladım. Geride bıraktığı büyük bilimsel mirası, yaşamdan beslenen kültürel birikimini, engin bir gönül borcuyla selamlıyorum. Işıklarda uyusun... İlhan Başgöz Büyük Ozan Nâzım’ın “Bu memleket bizim dostlar” dizeleri onun kılavuzuydu. Zor koşullarda bile Türkiye’de Bilkent’te, Van Yüzüncü Yıl’da, ODTÜ’de dersler verdi. Bundan mutluluk duydu. Zarif ve bilge bir Türkolog UMUT ÖZKAN / EĞITIMCI İlhan Başgöz Hocam, yaşama gözlerini yumdu. Bir tarihti. Türk edebiyat, folklor ve kültür hayatının yaşayan en büyük tanığıydı. Anıtlaşmış bir kültür abidesiydi. Yaşamın “hem hazanın hem baharın”ı görmüştü şair Nabi’nin dizeleriyle. İlhan Başgöz, haksızlığa uğramış aydınlardandı. Büyük Ozan Nâzım’ın “Bu memleket bizim dostlar” dizeleri onun kılavuzuydu. Zor koşullarda bile Türkiye’de Bilkent’te, Van Yüzüncü Yıl’da, ODTÜ’de dersler verdi. Bundan mutluluk duydu. Bir fotoğrafta bastonuyla yürürken bile eğilmemeye çalıştığını, dimdik yürüdüğünü görmüştüm. Yaşamda da öyleydi. Hayatını okuduğumda fikri olarak ne kavgalar ne mücadeleler vermişti. Hem de kıskanılacak kavgalar. Çok ağır hastaydı. Yüz yaşındaydı. Ama aklında yirmili yaşlarda hayatı birlikte paylaştığı fakülte arkadaşı Enver Gökçe vardı. Gökçe’nin can arkadaşı “Uzun İlhan’dı” o. “Öleceksem ülkemde öleyim” demiş, uzun yıllar kaldığı yad ellerden dönmüştü. Çok hastaydı. Havaalanında “Senin emekçin olaydım / şen olası türküsü / dost kokusu, dost selamı Türkiye” şiirini okudu. Koca Veysel’in “Selam saygı hepinize / Gelmez yola gidiyorum / Ne karaya ne denize / Gelmez yola gidiyorum” dizelerindeki gibi bir durum vardı ama ona yakıştıramıyorduk hiçbirimiz. Tam bir gönül insanı Bir video ile “dostlar”a teşekkür ederken kelimeleri tek tek vurguyla, sevgi sözcüğünü dilinden düşürmeden öyle güzel konuşuyordu ki... Cemal Süreya ne güzel söyler: “Her ölüm erken ölüm / Ölüyorum Tanrım / Aldığın şu hayat fena değildir / Üstü kalsın.” Yaşayan en büyük Türkolog, halkbilimci denirdi kendisine ama tam bir gönül insanıydı. Ne büyüklük ne kibir... Şarkışla’da Veysel ile yer sofrasına da oturmuş, Başbakan Bülent Ecevit ile dostluk kahvesi de içmiştir. Dostlara kavuştu... Onu sonsuzluğa , bir “gülistan” ile uğurluyoruz. Bu toprakların Karacaoğlan’ını, Yunus’unu, Hoca Nasrettin’ini, bir bilim insanını, bu toprakların aydınını yolculuyoruz, dimdik bir çınarı ebediyete uğurluyoruz. Dostları, Pertev Naili Boratav Hoca, can arkadaşı Enver Gökçe, Âşık Veysel, Ali İzzet daha nice nice niceleri şimdi onunla... “Kimler gülmüş, kim gülecek / Murat yalan ölüm gerçek / Dostlar beni hatırlasın.” “Ölüm adın kalleş olsun.” Işıklar içinde uyu değerli hocam. Ruhun şad olsun. Kamuoyunun yargıya sorduğu sorular Kamuoyunda, icranın söylemlerine ve eylemlerine göre tutum ve davranış gösterdiği hakkında yaygın ve derin bir kanı olan yargı mekanizması ve yargı kararları hakkında pek çok soru soruluyor. Ben bir hukukçu değilim... Haklarında sorular ve kuşkular oluşan kararları ve olayları da özel olarak incelemedim. Fakat bir toplumbilim öğrencisi olarak, kamuoyunda oluşan eleştiri ve sorulara kulaklarımı tıkamam, gözlerimi kapatmam olanaklı değil. Bu nedenle, bu Pazar da bu soruların bazılarına burada yer vermek istiyorum: 1 Tarafsız ve doğrudan icra yetkisi olmayan, yargıyı doğrudan etkileme gücü bulunmayan bir cumhurbaşkanı için olan “cumhurbaşkanına hakaret” maddesi, niçin icranın başı olan, yargıyı etkileyen, Meclis’in birtakım yetkilerini kullanan cumhurbaşkanını eleştirenler için hâlâ kullanılmaktadır? İcranın eleştirilmesi Demokrasinin ve Hukuk Devletinin en temel kuralı değil midir? Bu madde Anayasa’ya aykırı değil midir? Bunu iddia edecek hiçbir yargıç yok mudur? 2 Kamu menfaatlarını ve kamuya verilen zararları ilgilendiren haberlere niçin yargı kararlarıyla sık sık erişim yasakları ve erişim yasaklarına da erişim yasakları getirilmektedir 3 Cumhurbaşkanı niçin sık sık, kendisini eleştiren veya kendisine muhalif görüş bildiren insanlar hakkında yargıyı göreve çağırmakta, savcılar ve mahkemeler de niçin bu yönde hızla harekete geçmektedirler? Bu davranış, zaten yıpranmış olan yargıya güveni temelinden sarsan bir süreç değil midir? 4 Emekli Amirallerin, Montrö’nün tartışılması ve TSK’ye tarikatçıların sızmaları konularında uzmanların ve kamuoyunun zaten defalarca dile getirdikleri kaygıları içeren açıklamalarında, hiçbir kanıt olmamasına karşın, “Darbe iması” gibi bir suçlamayla gözaltına alınmaları “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” diyen Anayasa’nın 26’cı maddesine aykırı ve dolayısıyla Anayasa’yı ihlal eden bir uygulama değil midir? “Birinci Silivri Trajedisi Dönemi”ndeki Ergenekon ve Balyoz davalarını anımsatan biçimde bu soruşturmanın ikinci bir dalgayla yaygınlaştırılması “Yeni bir Ergenekon/Balyoz operasyonu mu tezgâhlanmakta” sorusunu gündeme getirmez mi? 5 Birinci Silivri Trajedisi Dönemi’nde, çağrıldıkları zaman, haksız yere hapsedileceklerini bile bile yurtdışından dahi gelerek teslim olan subayların bulunduğu bir kesimin “denetimli serbestlikle” serbest bırakılmalarının ve “kaçmasınlar” diye ayaklarına elektronik kelepçe takılmasının mantıki bir sebebi var mıdır? 6 Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin tahliyesini istediği Ahmet Altan salıverildiği halde, aynı mahkemenin defalarca tahliyelerini istediği Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş niçin hâlâ hapistedirler? 7 Ahmet Altan’la aynı davadan yargılanan ve mahkum olan Nazlı Ilıcak, Cumhurbaşkanı’ndan merhamet dilediği bir mektup yazdıktan sonra salıverildiği halde, Ahmet Altan niçin hapiste kalmaya devam etmişti? 8 Medyada, FETÖ/PDY üyeliği veya darbecilikle suçlanan zenginlerin kurtuldukları, yoksulların ise mahkum oldukları, bu davalara bazı avukatlık bürolarının etki ettikleri konularında ciddi iddialar yayımlanmıştır... Bu iddiaların yarattığı kuşkular nasıl giderilecektir? 9 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden dolayı, olaydan habersiz, emirle otobüslere bindirildikleri söylenen öğrencilerin, haksız yere mahkum edildiklerine ilişkin iddialar ikna edici bir biçimde yanıtlanmış mıdır? 10 KHK’lilerin kendilerine yapılan haksızlıklara karşı yeterli itiraz yollarının olmadığı veya olduğu belirtilen bu yolların yeterince çalışmadığı öne sürülmektedir. KHK’lilerin itirazları hızlı ve etkin bir biçimde sonuçlandırılamaz mı? 11 Gergerlioğlu’na, hem yargılandığı davada hem de dokunulmazlığının kaldırılmasında haksızlık ve hukuksuzluk yapıldığı iddialarına yeterli düzeyde inandırıcı yanıt gelmeden, aynı zamanda, HDP’ye kapatma davası açılmıştır. Şimdi aynı süreç CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu için de başlatıldığına göre onun da sonucu Gergerlioğlu, Demirtaş ve HDP olaylarını andıran biçimde mi gelecektir? 12 Hapisteki bebekler, çocuklar, anneler, hastalar konularındaki sorunları ne ölçüde devam etmekte, bu konuda birtakım önlemler alınmakta mıdır? 13 “128 Milyar Dolar Nerede” afişlerinin indirilmesine karar veren mahkemeler aynen Emekli Amiraller konusunda olduğu gibi Anayasa’nın 26. maddesine aykırı hareket etmemişler midir? HHH Değerli okurlarım, bağımsız bir yargı Demokrasinin ve Demokrasinin temeli olan Hukuk Devleti’nin “olmazsa olmaz” önkoşuludur! Yargıyı araç olarak kullanan politikacıların hava değişir değişmez sorumluluktan nasıl kurtuldukları ve yargı mensuplarını nasıl suçladıkları tarihteki pek çok örnek yanında şu anda bile ülkemizde yaşanan acı gerçeklerden biridir. Ben hâlâ ülkemizdeki yargı mensuplarının çoğunluğunun, vicdanlarına, evrensel hukuka, uluslararası anlaşmalara ve anayasaya, özetle; Anayasaya ve Hukuk Devleti’ne bağlı olduklarına inanıyorum. Dilerim zaman beni haksız çıkarmaz! Türküsünü yitiren toplum NUSRET ERTÜRK / EĞITIMCI Yaşar Kemal, Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca adlı yapıtında türkülerini unutan karıncaları konu alır. Karıncalar, sonra sonra karınca olduklarını bile unuturlar. Anlatılan, bir halk masalında geçtiği için daha da önem taşıyor. Türkülerin tılsımı tınısında saklıdır. Örneğin yazılışından seksen, doksan yıl sonra bile Onuncu Yıl Marşı’nı duyunca derleniyoruz, toparlanıyoruz, coşuyoruz. Atabarı çalınırken kalkıyoruz oyuna katılıyoruz. Son yıllarda Onuncu Yıl Marşı’na karşı kimi çevrelerce uygulanan yasağı anlamakta güçlük çekiyoruz. Atatürk’ün Cumhuriyetini, devrimlerini içlerine sindiremeyenler, onun türküsünü unutturma yolunu tutuyor. Bir yerin türküsünü dinlemeden orada yaşayanları yeterince tanıyamayız. Kişilerin alışkanlıklarını, özlemlerini sezemeyiz. Türküsünü dinlemediğimiz yeri sevemeyiz. Halk türkülerinde, öncelikle o toplumun temel duyguları, düşünceleri saklıdır. Toplumu diri tutan, birliğini sağlayan önemli bir etkendir, türküler. Türküyle ağlarız, türküyle güleriz. Türkülerin kişiliğe katkısı büyüktür. Bilge boşuna dememiş: “Bir ulusun türkülerini yapanlar o ulusun yasalarını yapanlardan daha güçlüdür.” ‘Türk’ü seversen, türkü söyle’ Barış, sevgi, doğa, yaşam üstüne söylenecek bir türkümüz olsun; o zaman bizi tutan olamaz. Türküler mutluluğun bir göstergesidir. Hamamda, otomobile binip uzun yola çıkanda dilimizden türküler dökülür. Usta şair Metin Demirtaş, Türkülerde Gezer Adları adıyla bir kitap yazdı. Bir adın türkülere girmesi, türkülerde gezmesi değerlidir. Sonsuza dek dünyayı dolaşır, türkülerde yaşar. Bizde olduğu gibi başka ülkelerde yöneticilerce kimi türküler yasaklanıyor mu acaba? Geçen yıllarda, askerlerin koşarken söyleyip tempo tuttuğu Yaylalar türküsü yasaklanmıştı! Oysa bu türkü sevda tüten bir Anadolu (Erzurum) türküsüdür. Köyünden askere alınan Mehmetçik duygulandığında ne söyleyecektir? “Komşu kızını zapteyle/ Yaylalar yaylalar/ Bizim oğlan âşıktır / Dilo dilo yaylalar.” Mehmetçiğin Batı müziği söylemesi beklenemez. Yine yakın yıllarda Onur Akın’ın Artvin’de Bahar adlı şarkısı TRT’de yasaklanmıştı. Bunlara başka örnekler eklenebilir. Ama bütün bunlar bizim türkülerimiz, acılarımız, sevdalarımız, umutlarımız, coşkularımız. Ömrünü türkülere adamış sanatçımız Muzaffer Sarısözen’in bir anımsatması: “Türk’ü seversen, türkü söyle.” Yürekler türküyle dile gelir. Bedri Rahmi Eyüboğlu, türkülerin güzelliğine vurgundu: “Ah bu türküler / Türkülerimiz / Ana sütü gibi temiz / Mis gibi insan kokar / Mis gibi toprak kokar / Hilesiz hurdasız.” Bırakmamalı, sahip çıkmalı Türkülerimizin değerini bilmeliyiz. Her gün dilimizde birkaç türkü olursa yaşamın rengi nasıl değişiyor göreceksiniz. Biz türküleri bırakmayınca onlar bizi bırakmaz. İyi ki benliğimizin besini türkülerimiz var. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın görüşü de anlamlı: “Birbirimize / Kardeşim derken / Neden / Türkü söylüyor gibiyiz?” Yaşar Kemal, türkülerini unutan toplumun kitabını boşuna yazmadı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle