27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 20 MAYIS 2007 PAZAR 12 PAZAR KONUĞU leyla.tavsanoglu?cumhuriyet.com.tr AKP’den aday olmayacağını açıklayan milletvekili Turhan Çömez’den Erdoğan’a gönderme: Atatürk de Vahdettin’e bağlıydı SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU Dr. Turhan Çömez AKP liderliğinin sivri dili yüzünden eleştirdiği isim. Parti içi demokrasinin yetersizliğini ve hükümetin pek çok icraatını eleştirdiği için epeyce bir süredir AKP içinde muhalif ses olarak biliniyordu. Sonunda kararını verdi ve bu seçimlerde partisiyle yollarını ayıracağını duyurdu. Şimdiki kararı bir süre siyasetten uzak durmak. Çömez’le bu kararı almasına yol açan nedenleri, hükümetin yarattığı sanal tartışma gündemlerini, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde izlenen siyaseti ve Genelkurmay’ın bildirisini konuştuk. Çömez, özellikle izlenen ekonomik politikadan rahatsız olduğunu gizlemiyor ve cari açıklar konusunda Devlet Bakanı Abdüllatif Şener’le aynı görüşte olduğunu söylüyor. Tayyip Erdoğan’ın “Genelkurmay Başkanı bana bağlıdır” cümlesine ise şu göndermeyi yapıyor: “Atatürk de Vahdettin’e bağlıydı.” Siz bu seçimlerde neden AKP’den yeniden adaylığınızı koymuyorsunuz? ÇÖMEZ Aslında bu soruların başka versiyonlarını zaman zaman eleştiri, zaman zaman da tavsiye olarak uzun zamandır duyuyordum. Bugünlerde “Neden hâlâ o partidesin” diye soranların yanı sıra “Neden o partiden aday olmuyorsun” diye de soranlar var. Ben TBMM’ye bir siyasi partinin çatısı altında girdim. Benim siyaset, etik anlayışım o partinin çatısı içinde, fevkalade bir şey olmadığı takdirde süreci tamamlamayı gerektirir. O nedenle son güne kadar partimin çatısı altında, milletin bana verdiği sorumluluğu yerine getirmeye özen gösterdim. Siyasete girerken beni bağlayan partimin programı, tüzüğü ve hükümetin programıydı. Ancak geçen zaman dilimi içinde bazı politikalarda, bazı yaklaşım biçimlerinde, bazı projelerde benim tecrübelerim, vizyonum ve algımla örtüşmeyen bir süreç yaşanmaya başlandı. Sorumluluğum gereği yanlış bulduklarımı önce tartışmaya, sonra da eleştirmeye başladım. Zaman zaman bunlar kamuoyunda farklı çıkışlar ya da parti içi muhalefet gibi değerlendirildi. Peki, parti içi muhalefet yapmadınız mı? Öyle değil. Bu tamamıyla parti içi, olgun demokrasinin gereğiydi. Ben tüm bu söylemlerimi ve davranışlarımı yine millet adına yaptım. Fakat geçen zaman içinde partimin bazı yöneticilerinin uygulamalarıyla benim görüşlerim arasında ciddi ayrılıklar ortaya çıktı; derin fay hatları oluştu. Bu nedenle aynı çatı altında siyaset yapmamın doğru olmayacağı kanısına vardım. Dolayısıyla da önümüzdeki dönem AKP’den milletvekili adayı olmama kararı aldım. Talan ve ahlak dışılık düzeni Siz, seçmenleriniz Balıkesirlilere bir veda mektubu yazarak “Benim gördüklerimi ve yaşadıklarımı siz de yaşamış ve görmüş olsaydınız siz de böyle bir karar alırdınız” dediniz. Neler gördünüz ve yaşadınız ki bunlar sizi böyle bir karar almaya sevk etti? Ben farklı ideallerle siyasete girdim. Benim siyasetteki tek beklentim ülkeme hizmet edebilmekti. Benim geldiğim yer belli. Küçük bir Anadolu köyünde hayata başladım. Hayatımın her evresi bir cam gibi berrak ve nettir. O köyden beni buralara taşıyan milletime karşı çok önemli bir sorumluluğumun olduğuna inandım. Hep bu duyguyla hareket ettim. Ancak Türkiye’de siyaset yapılanması ne yazık ki bizim ideallerimizin çok dışında gerçekleşmiş. Nasıl? Millet adına ne kadar hizmet etmeye özen de gösterseniz, ne kadar da ‘ Anayasa açık, Genelkurmay Başkanı Başbakan’a bağlı değil, sadece sorumlu. ’ doğruları söyleseniz, ne kadar özgün, gerçekçi ve yararlı projeler de ortaya koysanız, siyasetin genel dokusu bunu zaman zaman reddediyor. Bu reddediş sürecinde hem siz hem de mensup olduğunuz kurum zarar görüyor. Çok örnek yaşadım. Bu yaşadığım örnekler esnasında hem ben önemli ölçüde örselendim hem mensubu bulunduğum parti bundan yara aldı. Oysa daha akıllı yöntemlerle farklı düşünce, vizyon, bilgi birikimi ve tecrübeyi biz hem ülkenin hem partinin lehine kullanabilirdik. Ama mensubu bulunduğum parti bu samimi duruşu, iyi niyetli ikazları zaman zaman farklı algıladı. Sanıyorum onlar da benim ortaya koyduğum tavırlardan önemli ölçüde rahatsız oldular. O nedenle yüksek perdeden eleştirdiğim politikalarla aynı kulvarda olmanın siyasal etik bakımından doğru olmayacağını düşündüm. Devlet Bakanı Nimet Çubukçu’yla bir anlaşmazlığınız oldu. Çocuk yuvaları ve yurtlarında kayıp çocuklar bulunduğunu ortaya çıkardığınız için parti içinde epeyce tartışmaya neden olmuş, “Ne üstünüze vazife bu?” gibi tepkilerle karşılaşmıştınız. Siz bile bunu Nimet Çubukçu’yla yaşadığım bir sorunmuş gibi algılamışsınız. Türkiye’de bir soruna parmak bastığınız zaman herkes bunun Bakanı Sayın Unakıtan’a uzun bir mektup yazdım. O mektubun içine de o arsaya dair küçük bir cümle yerleştirdim. Mektubu yazmamın hemen ardından Bandırma Tapusu kayıtlarına baktım. Gördüm ki arsa el değiştirmiş. Hem de 1 trilyon 650 milyar liraya. Yani 1 trilyon 250 milyar liralık bir kârla başkasına devredilmiş. Bandırma’nın Edincik beldesi sınırları içinde olan bir arsa bu. Ben beş yıldır milletvekilliği yapıyorum ve beş yıldır Edincik’in o yoksul halkına zeytinlerini sulamak için gölet parası bulmaya çalışıyorum. Bunun için de 1 trilyon liraya ihtiyacım var. Ama öte yandan bir kişi bir arsayı devletten alıp bir başkasına satma yoluyla akşamdan sabaha 1 trilyon 250 milyar lirayı cebine indiriyor. Turhan Çömez olarak ben bu işin üzerine gitmeli miyim, gitmemeli miyim? Gitmezsem milletle ve kendimle kavga ederim. Üzerine gittiğim zaman da başkalarıyla kavga ediyorum. Ben milletle ve kendimle kavga etmek yerine başkalarıyla kavga etmeyi tercih ediyorum. Garip bir Cumhurbaşkanlığı seçimi süreci yaşadık. Hatta yurtdışından, Avrupa Parlamentosu’ndan kimileri bu seçimin bir oyuna dönüştürüldüğünü bile söylediler. Şimdi öğreniyoruz ki Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül’ün aday mazlum ve mağduru oynarlar mı? İnsanlar, “Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde AKP mağdur edildi” diyebilir. Ama “AKP bu süreci iyi yönetemedi. Biz onlara anayasayı değiştirebilecek güç ve kudreti verdik. Ama bunu değerlendirmedi” de diyebilir. Terazinin ne tarafının ağır basacağını önümüzdeki sandık gösterecek. Ama ne olursa olsun biz bu ülkede uzlaşı kültürünü tesis etmeliyiz. Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde yaşanan olayların her biri siyasal tarih tarafından değerlendirilecektir. Ben bu sürecin böyle yaşanmamış olmasını arzu ederdim. Demokrasi hedef tahtası değil Kamuoyunda Erdoğan’ın Gül’ü aday göstererek bir taşla iki kuş vurduğu ve hem Gül hem de Arınç’ı etkisizleştirdiği gibi bir kanı var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Ben buna katılmıyorum. Çünkü Sayın Başbakan’la hem Gül hem de Arınç’ın çok eskiye dayanan ilişkileri var. Ama tabii siyasal sonuç olarak kim ne kazanmıştır, kim kaybetmiştir? Bunu bugünden irdelemek ve değerlendirmek çok kolay değil. Yine AKP yöneticilerinin mağdur ve seçimi sürecine dönersek… Benim çok açık bir iddiam var. Türkiye’de seçim yasası ve siyasi partiler yasası bugünkü gibi olmasaydı biz böyle bir Cumhurbaşkanlığı seçimi süreci yaşamazdık. Neden? Bir seçime gidiyoruz. Şu anda her siyasi parti adaylarını belirliyor. Ama tabanda ve arazide çalışan yok. Herkes Ankara’da, genel merkezlerin önünde. Milletvekillerini genel başkanlar ve lider kadrosu belirleyecek. Millet de 22 Temmuz’da sandık başına giderek belirlenmiş olan bu listeleri bir noter gibi onaylamak zorunda kalacak. Bir kere bu sistemin ne kadar demokratik olduğunu tartışmamız lazım. Sadece bu dönemde seçim ve siyasi partiler yasalarını biraz daha demokratik hale getirseydik, sadece tercihli sistemi getirseydik, bugün parlamentonun formasyonu çok daha başka olurdu. O tercihli sistemden gelebilecek seçilmişler o zaman kaderlerini liderlerinin iki dudağı arasına hapsetmeyecek, milletin beklenti ve talepleriyle hareket edeceklerdi. Öyle seçilmiş bir parlamento, Cumhurbaşkanlığı krizini bu ülkeye yaşatmazdı. Demokrasiyi hedef tahtası haline getirmeyelim, dediniz. İyi de bu hükümet erken seçime karar verince birden P O R T R E Dr. TURHAN ÇÖMEZ Balıkesir’in Gönen ilçesine bağlı Paşaçiftlik Köyü’nde 1965’te doğdu. Ortaöğrenimini Bandırma İmam Hatip Lisesi’nde, yükseköğrenimini İÜ Çapa Tıp Fakültesi’nde yaptı. Bir yılı aşkın süre Erzurum İl Sağlık Müdür Yardımcısı olarak mecburi hizmetini tamamladı. Tıpta uzmanlık sınavını kazandıktan sonra İstanbul’da Vakıf Gureba Hastanesi’ne cerrahi asistanı olarak girdi. Bir süre Başhekim Muavinliği yaptı. AKP kurulunca Tayyip Erdoğan’ın özel kalem müdürü ve danışmanı oldu. 2002 seçimlerinde Balıkesir’den milletvekili seçildi. arkasında bazı bireysel sürtüşmeler arıyor. Benim niyetim ne Nimet Çubukçu’nun şahsıyla mücadele etmek ne de bir başkasını hedef haline getirmek. Bunların hepsi benim arkadaşlarım. Birlikte siyaset yaptık. Ama ortada bir gerçek, bir yara var. Bu ülkenin çocuk yurtlarında 1400 yavrumuz kayıpsa ve bunlar resmi kayıtla kanıtlanmışsa ortada ciddi bir dram vardır. Benim parmak bastığım bu. Ben milletvekili kimliğimle ziyaret ettiğim bir yurtta 33 yavrunun orada olmadığını belgeleriyle ortaya koydumsa bunun hesabını sormak benim siyasal yükümlülüğümdür. Siz kendi bölgenizde de bazı karışık, kirli işleri ortaya çıkardınız. Bu yüzden de parti yönetiminin kızgınlık şimşeklerini üzerinize çektiniz. Bunlardan örnekler anlatabilir misiniz? Benim bölgemde birkaç yıl önce devlete ait bir arsa bana göre ederinin çok altında bir parayla satıldı. Alan kişileri biliyorum. Bu satış işlemi sırasında alan kişilerin yakın çevresiyle görüştüm. Hukuka ve ahlaka aykırı bir duruma tanık olursam bunun hesabını size sorarım, dedim. Arsa dört yüz milyar liraya satıldı. Ne kadar büyüklükte ve nasıl konumda bir arsa bu? Denize sıfır ve içinde dinlenme tesisleri bulunan 30 bin metrekarelik bir arsa. Kamuoyunun yakından bildiği Maliye gösterildiği günün sabahı evinden çıkarken Gül’ün aday olacağını bir tek karısına söylemiş. Siz bunu devlet mekanizmalarına uygun bir Cumhurbaşkanlığı seçimi olarak değerlendiriyor musunuz? Cumhurbaşkanlığı seçim süreci daha iyi sevk ve idare edilebilirdi. Ülkenin gündemi dar bir koridora sıkıştırılmayabilirdi. Bunun için Türkiye’nin temel dinamikleri ve değerlerinin iyi görülmesi, iyi hesaplanması, herkesin yetki ve sorumluluklarını iyi değerlendirebilmesi gerekirdi. Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde adayların çok önceden ortaya çıkmasını, milletvekilleriyle ve halkla yakın temas sağlanmasını ve her şeyin kamuoyu tarafından bütün netliğiyle bilinmesini tercih ederdim. Parlamentoda grubu bulunan ve bulunmayan siyasi partilerle öncesinden yeteri ve gereği kadar pozitif diyalog kanallarının kurulabilmesini arzu ederdim. Bu, Türkiye’de uzlaşı kültürünün varlığını insanlara hissettirirdi. Bugün istemediğimiz, ama birileri tarafından provoke edilen bu kamplaşma zemininden de uzaklaşma olanağımız olurdu. Güç benim ve ben her şeyi yaparım, diyebilirsiniz. Ama aslolan uzun vadeli, gerçekçi ve yararlı sonuçlar alabilmektir. İstenilen aday seçilmediği için yeniden mazlumu oynamaları konusuna dönersek… Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda CHP’nin Anayasa Mahkemesi’ne başvurusunu yaptığı günün akşamı Genelkurmay Başkanlığı’ndan emuhtıra denilen bildiri geldi. Bunun üzerine, “Asker yeniden müdahale ediyor” gibi yakınmalar geldi. Sizce bu haklı bir yakınma mıydı? Gelişmiş demokrasilerde tüm kurumların yetki ve sorumlulukları bellidir. Gelişmiş demokrasilerde tüm kurumlar açık biçimde çalışırlar, birbirleriyle rekabet etmezler, birbirleriyle sinerji oluştururlar. Kurumlar ve güç merkezleri birbirinin ne rakibidir ne alternatifidir. Siyaset kurumunun, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK), yargının, üniversitelerin, sivil toplum kuruluşlarının (STK), bürokrasi kademesinin, sanat dünyasının, medyanın yetki ve sorumluluğu bellidir. Birbirimizin alanlarına müdahale etmezsek ve birbirimizin alanlarına müdahale edebilecek zeminleri oluşturmazsak, birbirimize güvenip birbirimizle sinerji oluşturursak ancak bu ülkeye yararlı hale gelebiliriz. Hiç kimsenin demokrasiyi hedef alma lüksü olamaz. Ve fakat hiç kimsenin de demokrasiyi hedef tahtası haline getirme lüksü de olamaz. Yine Cumhurbaşkanlığı birtakım reformlara da özendi. Cumhurbaşkanını halk seçsin, seçimlerde iki sandık koyalım, gibi açıklamalar yaptı. Bu kararı verinceye kadar aradan beş yıla yakın zaman geçti. Daha önce sizce akılları neredeydi? Ben cumhurbaşkanını halkın seçmesini doğru buluyorum. Ama bu, sistemi tepeden tırnağa yeniden ele almayı gerektirecek bir süreç. Bunun tüm sonuçlarını en ince ayrıntılarına kadar devletin tüm kademelerinde ve sivil toplumda tartışabilmemiz gerekirdi. Biz bu tartışmayı iktidarımızın başında yapsaydık çok sağlıklı sonuçlar elde ederdik. Ama tıkanmış bir sürecin ardından bir nefes almak adına atılan bu adımı çok da gerçekçi bulmuyorum. O nedenle de yaptığımız ve yapacağımız işleri gerçekçi zeminlere oturtmak zorundayız. Her şeyi tartışalım. Ama sonuçta ortak bir akıl çıkaralım ve bu ortak akıl kimsenin siyasal çıkarlarına değil ulusa hizmet etsin. Biz bugün varız, yarın olmayacağız. Birey olarak da parti olarak da olmayacağız. Ama bu ülke hep var olacak. Bizim bugün Türkiye’nin on, on beş, elli yıl sonrasını hesap etmemiz lazım. Bugün hep tartıştığımız sanal gündemler. Bu sanal gündemlerle, bu sürtüşmelerle Türkiye’yi bir yere taşıyamayız. ‘ Güç benim ve ben her şeyi yaparım, diyebilirsiniz. Ama aslolan uzun vadeli, gerçekçi ve yararlı sonuçlar alabilmektir. ’ ‘ Abdüllatif Şener’in de cari açıktaki büyüme konusunda benimle aynı fikirde olduğuna eminim. ’ Ekonomide istikrar aldatmacası TSK’nin bildirisine dönmek istiyorum. Bunun tartışmaları yapılırken Erdoğan çıktı, “Genelkurmay Başkanı bana bağlıdır” dedi. Oysa anayasada Genelkurmay Başkanı’nın Başbakan’a karşı sorumlu olduğu yazılı. Erdoğan’ın bu sözlerini nasıl değerlendirdiniz? Kurumların birbiriyle olan ilişkisini toplumun önünde tartışmak ve yeni tartışma odakları oluşturmak çok sağlıklı değil. Anayasa açık. Genelkurmay Başkanı Başbakan’a karşı sorumlu. Bu açıdan bu konuyu tekrar tekrar Türkiye’nin gündemine getirmenin doğru olmadığını düşünüyorum. Biz Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu günden bugüne kadar bu ülkenin temel dinamiklerinin nasıl işlediği konusunda hâlâ soru işaretlerine sahipsek yanlış olur. Türkiye’nin Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana aldığı çok mesafe var. Biz bunu daha ileriye götürmek yerine hâlâ kamuoyu önünde tartışmaya açarsak devlete zarar vermiş oluruz. Türkiye’nin bu kadar önemli gündemleri varken kalkıp da bu yetki ve sorumlulukları ısıtıp ısıtıp tartışma zeminine taşırsak millete haksızlık etmiş oluruz. Atatürk bunları öngörmüş olmalı ki, “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” demiştir. Ama bu hâkimiyeti hangi koşullarda ve nasıl kullandığınız ya da kullanamadığınız çok önemlidir. O nedenle siyasi partiler ve seçim yasalarına atıf yaptım. Siz hâlâ Genelkurmay Başkanı kime bağlı tartışmasını gündeme taşırsanız birileri de kalkar, “Atatürk de Vahdettin’e bağlıydı” der. Bu tartışmanın sonu gelmez. Anayasada her şey açıkça yazılıdır. Bu tartışmayı burada kesmenin bence faydası vardır. Bu hükümet halkla ilişkileri çok iyi biliyor. Ekonomi tozpembe gösteriliyor. En ufak bir tartışma zemini açılsa, “Kriz çıkar. Ekonomik istikrar bozulur” öcüleri ortalığa saçılıyor. Resmi rakamlara göre bu ekonomik istikrardan 75 milyon insan içinde 100 bin kişi yararlanıyor. O zaman bu nasıl bir ekonomik istikrar? Dünyada bir reel bir de sanal ekonomik süreç yaşanmaya başlandı. Bizim reel ekonomiyi tartışmamız lazım. Bunun özeti de ne üretiyoruz, ne satıyoruz, ne kadar para kazanıyoruz, ne kadar büyüyoruz, ne kadar istihdam yaratıyoruz? Türkiye’deki ekonomik parametreler dünyanın hiçbir yerinde görülmediği kadar karmaşık ve paradokslarla dolu. Ekonomi defterini açtığınız zaman karşınıza iki sayfa çıkıyor. Bu iki sayfadaki rakamlar birbirini yalanlar ya da birbiriyle çelişir bir görüntü ortaya çıkarıyor. Bu ülkenin GSMH’sinde ciddi bir artış var. Beş yıl içinde kişi başına gelir ikiye katlandı, enflasyon düştü, döviz tarihin en düşük düzeyinde, büyümemiz yüzde 30 arttı, diyoruz. Bunlar söylendiği zaman Türkiye’nin dünyanın en mükemmel ekonomisine sahip olunduğu kanısına varabilirsiniz. Ama sayfanın bir de öbür tarafına bakmak lazım. Yüzde 30 büyüdük ama aynı zamanda yüzde 30’luk bir istihdam üretmemiz gerekiyor. GSMH büyüdü ama Türkiye’ye giren sıcak para, yabancı portföy yatırımı tarihin en yüksek düzeyinde. Borsanın yüzde 80’i yabancı şirketlerin elinde değil mi? Evet. Finans sektörünün neredeyse yarıdan fazlası yabancıların elinde. Elinizdeki KİT’lerin neredeyse tamamı yabancılara teslim edilmiş. Yabancı sermaye Türkiye’ye istihdam üretmek, yatırım yapmak, knowhow üretmek, ihracat yapmak, katma değer ortaya koymak için gelmiyor. Hükümete bununla ilgili yönelttiğim bir soru önergesine yanıt alamadım. Türkiye’nin ihracatı önemli ölçüde arttı, diyoruz. Ama ithalatı ihracatının üzerine çıktı. Buna paralel olarak cari açıkta çok ciddi bir büyüme var. Devlet Bakanı Abdüllatif Şener de cari açıktaki büyümeye dikkati çekmedi mi? Sayın Şener’in de benimle aynı kanıda olduğundan eminim. Şu anda artan bu cari açığın kapanması için dışarıdan gelen sıcak paraya, sattığımız KİT’lerin ve bankaların paralarına muhtacız. “Yarın ne olacak” sorusunun cevabını hiç kimse bilmiyor. Türkiye’nin tüm sektörlerinin yabancı alternatifleriyle rekabet edebileceği koşulları ve imkânları hazırlamamız lazım. Sayın Başbakan’ın ifadesidir. Son iki buçuk yıl içinde bu ülkeye 38.5 milyar dolarlık kaçak akaryakıt girdiyse bunun hesabının birilerinden sorulması gerekir. AKP’den yeniden adaylığınızı koymama kararı sizi üzdü mü? Onlar beraber yola çıktığım arkadaşlarım. Hepsine çok büyük saygım ve sevgim var. Koşullar uygun olsaydı aynı saflarda siyasi mücadele verebilmeyi arzu ederdim. Ancak gelinen süreç ne yazık ki buna olanak tanımadı. Yolları açık olsun. Kendilerine önümüzdeki seçimlerde başarılar dilerim. ‘ Son iki buçuk yıl içinde bu ülkeye 38.5 milyar dolarlık kaçak akaryakıt girdiyse bunun hesabının birilerinden sorulması gerekir. ’ CUMHURİYET 12 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle