18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 4NİSAN1993PAZAR 8 PAZAR YAZILAM Yınühşmda hemşeri bııbnak MOSKOVA HAKAN AKSAY Türk müsünüz? Yundışında geçirdiğim on yılı aşkın süre ıçınde, Türkçe olarak sorulan bu so- ruyla çok karşılaştım. Yurtdışına çoktan alışmış biri olarak, bir yerde Türkçe ko- nuşan insanlara rastladığımda onlarla tanışarak ülke özlemini gjderme gereksi- nimı duymuyorum. Ama baa Türklerin, yalnız hemşenlerine gösterdikleri sıcaklı- kla yanıma yaklaşıp. ilk olarak aynı ülke- den olma ortak özelliğimizi vurgulayarak söyleşi başlatma ginşimlerine de karşı çıkmıyorum. - Evet, Türküm. Bu yanıt, hıç tanışmayan ve sözgelimi Adana'da ve>a İstanbul'da karşılaşsalar birbirlerine kesinlikle ilgi göstermeyecek iki insanın dostluk denemesinın baş- langıcı oluyor. Yaşlan, meslekleri, huy- lan. tuttuklan lakımlar. hoşlandıklan ye- mekler, ıçkıler ve kadınlar çok farklı da olsa yalnızca yabancı bir ülkede buluşan hemşeriler olarak birbirlerine özel bir saygı gösteriyorlar En azından başlangı- çta. - Rusya'da ne iş yapıyorsunuz? Bu soru da yabancılardan oluşan de- nizde küçük bir Türk adacığı oluşturan iki kişinın birbirlerine duyduklan merakı gidermek için sıralayacaklan çok sayıda sorunun işaretıni veriyor. - Nc kadardır Rusya'dasınız? - Nerede oturuyorsunuz? - Nasıl, Rusya'da yaşamak hoşunuza gidıyor mu? Son soru birazriskiçeriyor. Ortak yön- lcrinızı perçmlemerıize yarayabileceği gıbı. bambaşka iki ınsan oldugunuzun ortaya çıkmasına da yol açabiliyor ba- zen Rusya'ya, geçmişine. geleneklerine, politıkasına, liderlenne ve geleceğinin nasıl olmasına ilişkın fikiraynlıklannı su üzenne çıkarma tehlikesi taşıyor. - Ruslan nasıl buluyorsunuz? İşte dananın ku> ruğunu koparabılecek bir soru daha. Hıç tanımadığı bir insana, yalnızca aynı ülkeden olduğu ıçin yakla- şan kişi, yeni başlıyor görünen dostluğu pekıştirmek için karşılaştığınız yerdeki tüm ınsanlan ikiye ayırabıliyor: Siz Türk- ler ve... öteki herkes. Sizinle yakınlaşmak için. öteki herkesle uzaklaşmayı koşul sa- yabiliyor. Ruslann dedikodusunu yap- maya ya da biz Türklerin ne kadar üstün olduğumuzu anlatmaya girişebiliyor. Haklı şeyler de söyleyebiliyor. Ama pek çok hatalı, abartmalı ve subjektif yaklaşı- mdan da kendini koruyamıyor. - Memleketi özlcdiniz mi? Bu soru ilk bakışta zararsız görünüyor. Herkesin kendi ülkesi, müziği. yemekleri vb. üzerine söyleyebileceği olumlu şeyler bulunuyor. Ama olumluluklar belirtibr- ken vurguyu güçlendirme isteğiyle başka ülke ve halklann olumsuzluklanna dahp gidilebiliyor. Söyleşinin düzeyı iyice dü- şerek, memleketimizin "Taşı toprağı altın" ılan edilirken bütün dünya bir Türk'e feda edilebiliyor. İnsanın yundışında bulunmasına karşın dünyayı yalnızca kendi ülkesınden ıbaret görmeye devam ettiği; günahlan ve sevaplanyla birlikte diğer halklann da pek çok öğreü'ci yanlan, ılginç tarihleri, gelenekleri, kültürleri, ulusal karakterleri vb. olduğunu kabul ctmediği ortaya çıkıyor. Boş bir geyik muhabbeti ve kaba bir mılliyetçilikle iç boşalülıyor. Ve veda- laştıktan kısa süre sonra birbirinizi unu- tabiliyorsunuz. Tabii. bütün bunlann tersine olması ve ilk soruyla başlayan söyleşiden. ilginç fi- kir ve gözlem alışverişi, hatta güçlü bir dostluk çıkması da olası. Ama on yılı aşkın süredir, yanıma yak- laşıp bana Türk olup olmadığımı soran- larla yapüğım söyleşüere dayanarak bu konuda fazla şanslı olmadığırru düşünü- yorum. Yine de sorulan soruya aynı yanıtı ver- mek gerekiyor - Evet, Türküm... r------ ı ı I I I I I I I I I Le Moııde bîr 50 yıl daha çıkacakAvrupanın saygın gazetesı Fransız "Le Monde-Dünya" yı yayımlayan şırketin sü- resinin. 10 Ârahk I994'ten geçerli olmak üzere 50 yıl daha uzalılmasına ilişkin karar uygulamaya konuldu. Ikınci Dünya Savaşfnda ağustos 1944te Paris'in kurtulmasından dört ay sonra yayımlanmaya başlayan "Le Monde" ga- zetesini çıkaran şirketin, 50 yıllık olan ticari imtiyaz süresi önümüzdeki yıl sonunda 10 aralıkta bitmekteydi. 1240 hisseden oluşan "Le Monde Şirke-, n'nin genel kurulunda alınan karar gere- ğince Le Monde yine akşam gazetesi olma özelliğini de sürdürecek. Muhabir "Sirius"un girişimi Gazetenin kurucusu Hubert Beuve- lVlery adında. Hıristiyan-demokrat cğılimlı bir hukukçuydu. 1928-39 yıllan arasında Prag'da Fransız Enstitüsü Hukuk Bölümü Müdürü iken aynı zamanda "Le Temps" gazetesinin muhabirliğıni de "5/r/j«"tak- ma adıyla sürdüruyordu. İşgalden kurtulan Paris'e döndüğünde Beuve-Mer> bu gazetenin bulunduğu bı- naya yerleştı. Bu dönemde Fransız yöneti- mi "Nazilerle işbırliği yapan kuruluşlann mal varhklanna" el koyuyordu. Le Monde maddi bunahma girince 3-4 yıldır kullanılan bu bina satıldı ve maddı düzelme sağlandı. Bu düzelme, yeni bina ve yeni baskı makinesi demekti. Yatınmlar yapıldı, ancak yeni baskı ma- kınesinden kira karşılığı yararlanma vaa- dınde bulunan "Le Parısien" ve "Liberati- on" gazeteleri fıkir değiştirince Le Monde yeni mali zorluklarla karşı karşıya kaldı. Buradan da göç başladı. Normal ile tabloid boy arasında, alışılmışın dışında boyutlardaki Le Monde gazetesi akşamlan en az iki baskı yapıyor. Yarınki gazete İlk baskı kent merkezınde saat 14'te saü- şa çıkarken, ikinci baskı için borsa sonuç- lan bekleniyor ve ancak 1 7'den sonra oku- ra ulaştınlıyor. Gazete olağanüstü durum- larda ücüncü, olağanüstü haberlerde ise dördüncü baskıyı yapıyor. Avrupa fıkir dünyasında büyük etkinliği olan bu gazetenin trajı ortalama 500 bin kadar. Fransa'daki gelenek geregi öteki akşam gazeteleri gibi Le Monde da piyasaya çıküğı an bir gün sonrasının tarihini taşı- yor. Kurucusu Beuve-Mery I969'da genel yayın yönetmenliğinden emekliye aynldı- ktan sonra gazetede kendisine verilen bir odada çalışmasını ve yazılanru sürdürdü. Kendisini izleyen üç genel yayın müdürü de seçimle bu göreve geimışlerdi Bugünkü genel yayın yönetmenı Jacques Lesoume da seçîmle geldıği halde gazeteci değildi. Kendısı ekonomi ve toplumsal sorunlarda başanb bir uzman-yönetmen olarak kabul ediliyor. Gazetenin mali sorunlannı "Yönetim Kurulu" çözümlüyor, politikasını ise "Yayın Kurulu" saptıyor. Le Monde'un son yıllarda ilginç bir özel- liği var. Her sayı ile birlikte (ekonomi, sa- nat, kitap, tunzm ve TV gibi) değişik ko- nularda "ikinci" bir gazete veriyor. Dünyada geniş büro ve muhabir kadro- suna sahip gazetenin aynca başta "Le Monde Diplomatıque" gibi çeşitli özel ko- nulan ıçeren özel yayınlan da var. Kısa bir süre önce de kitap yayınlanna başladı. Vakıf türii şirketleşme 1240 hisseden oluşan Le Monde'un özel (A) hisseleri kurucu ile genel yayın yönet- menleri ile yöneticilere ait olup toplamı 500'ün altında bulunuyor. Buna karşılık "Le Monde Şirketi"ne bir anlamda "vakıf yapısını getiren ilginç bır başka özelliği var. Buna göre yazarlann kurduğu bir derneğin 400, çeşitli kadro- lann oluşturduğu bir başka derneğjn 63 ve öteki çalışanlann kurduğu ücüncü derne- ğin ise 51 hissesi bulunuyor. Tüm çalışan- lann bu hisseleri (B) tipinde. Bu arada "Le Monde Okurlan" da bir anonim şirket kurarak "Le Monde Şirketi- nden 140 adet (Dl) hissesi satın almış. Şirketin yapısındaki bu özelüklerden do- layı gerek gazeteciler ve gerek okurlar Le Monde gazetesinin ekonomi ve politik çiz- gisine bir başka türlü sahip çıkmanın hazzını duyuyorlar. Bu yapılaşmanın yarattığı "saygınlık" ve "ekonomik güç" gazetenin 10 Arahk 1994 tarihinden geçerli olmak üzere bir 50 yıl daha yayımlanmasına olanak sağhyor. Ana gazetede hiçbir fotoğraf kullanıbnı- yor. Buna karşılık aylık özel yayınlannda rcnge yer veriliyor. Le Monde birinci sayfa- da sadece kitap ve benzen ilanlara yer ve- rirken, son zamanlarda yapılan bir değişik- likle renkli ve çeşitli reklamlar da yayunla- maya başladı. Ingilizlerde dusalacak Türkmen kızlanndan turistlere ' ler kızlı erkekli Aşkabat'a gelen ilk turist kafîlesini halk o>ımlanyla karşdadı. Türkmenıstan, eski Sovyetler Büiiğinden aynldıktan sonra turizme bö- yök umutlar bağlamış durumda. Aşkabat yönetimi yabancılann Ugisini geleneksel kültürierine ve tarihi güzeOikkrine çekmeye çalışıyor.(REUTER) Bir lavabo düşunün. tki ke- nannda iki ayn musluğu olsun. Musluklar öyle bir yerde dur- sun kı elınizı lavabonun kenan- na sıkışürarak yıkamak zorun- da kalın. Üstelik bu musluklar- dan bırinden soğuk, birinden sıcak su aksın. Suyu ılıtamayın Hele sıcak su iyice ısınınca elinı- n altında tutamaym bile. Aynı şeyi banyo küvetinde de göreceksiniz: İki ayn musluk. Ingiltere'de kaç yüz bin evde hala aynı sistem kullanıbyor. Her ne kadar geçen yüzyıldan kalma bu alışkanlık yavaş ya- vaş ortadan kalkıyorsa da Ingı- liz banyo- tuvalet geleneği, Av- rupa'nınkiyle boy ölçüşmekten henüz uzak. Çünkü hala, bu iki ayn musluktan çıkan suyu bir- leştirmek için plastik borular satıhyor. İki uçlu borunun bir ucuna sıcağa, bir ucunu soğuga takıp bundan bir duş üretiyor- sunuz. Ama ne yank kı aynı şeyi la- vaboda yapmak mümkün de- ğil. Orada eliniz, ya yanmak ya donmak zorunda. . Yeni yapılarda ise bu iki muslukluluk tarihe kanşıyor. Çünkü Ingilizler. dış dünya ile ılişkide buluna buluna. isteme- ye istemeye yabanalann alış- kanlıklanyla karşılaşıp hayatın çok daha kolay yaşanabileceğı- nı gördüler. Eski alışkanlıklannın tu- haflığmı fark ettiler. Ve duşa LONPRA EDtP EMİL ÖYMEN Zoraki evliliğe ahşmak zor olacakAlmanya'daki teievizyon ekran- lannda bogünlerde bir Abnania Türk'ün garip ittifakına tanık oluyo- ruz. Birinci kanal ARD'de yayımlan- cnakta olan "Motzki" adlı >anmşar saatlik dizinin konusu iki Aİmanya'- nın birleşmesi. Poiitikacıların da- yaÇığı bu zoraki oliliği hiç içine sin- diremeyen sıradan >atandaş Motzki, Berlin'in babsında oturuyor ve Du- var'ın açıMığı günü "hayatınm en bahtsız günü" olarak niteb'yor. Çün- kü Batı Bertin'deki bütün rahat kaçmtş, pahalılık ve kuvruklar baş- göstermiş, hırstzlık ve soygun olay- lan alıp başını yürümüş. Neden? Ta- bii Doğu Almanlar yüzünden. Gözle- rinden örürü erken emekliye avrumış bir şofor okulu hocası olan Motzki'- nin halinden en iyi aniayan kişi. komşusu bir Türk. Gülûşan adlı Türk manav, Motzki'nin gözûnde Djvar'ın doğusundaki "tembel, geri kabnış ve açgözlü" soydaşianndan çok daha çaiışkaıı ve dürüst. Üstelik Almanla- ra hizmet vermeyi kendine görev bili- yor. Evinde otunıp eskiyi yadeden ve Doğu Aunanlara sövüp duran Motz- ki'nin yanında, ölen kansmın kızkar- deşi yani baldızı var. Motzki'nin baldızı Doğu Berlinli. Dul eniştesinin evinde maaşla hizmetçilik yapıyor. Ve Güiüşan'ın tenâne ona daima agzının payını veriyor. "Motzki" adlı dizi, yayına baş- ladığında Doğu Almanya ayağa kalktı. Ne de olsa dizide onlara çok ağır hakaretler edüiyordu. Senaryo- yu yazan ve diziyi çeken Alman yö- netmen Wolfrang Menge, kahra- manına gerçekten dudak tsntan şey- ler söylermekteydi. Kara mizah snur tanımıyordu. Örneğin "Doğu AJ- BERLIN DtLEK ZAPTÇIOĞLU manya'da boşhıkta kalan insanlann kendilerini balkon demirierine asa- rak intihar ertiğini" söyleyen baktızK na Motzki'nin cevabı şöyİeydi: "Yok canım, sizin balkon demirleri o kadar ağırlığı çekmez ki." Motzki, Doğu Almanya'da kırk yüda hiçbir şey üre- tilmeyip yan gelip yatüdığını ve bu- gün tüm y ükün kendilerine bindirikli- ğini söylerken milyonlarca Batı Al- man'ın düşüncesıne tercüman oluyor. Batı Almany a'da sürekli olarak Doğuhı soydaşlarına küfreden bir ke- simin abartılı temsilcisi olarak Motz- ki mangalda kül bn-akmıyor, üstelik bakhzma "serbest pazar ekonomisi" ve "demokrasi" dersleri »erip duru- yor. Baldız ise "saf ama dürüst" ve sonunda haklı çıkan o. Baküzın kim- liğindeki Doğu Alman, kapitalizmi elestirip bütün çarptklıklan gözler önüne seriyor. Nitekun Doğu Alman- lar başta diziye, önyargılan körükk- diği gerekçesiyle şidderJe itiraz eder- ken şimdi her salı akşamı saat dokuz- da ekran başına gecmeden edemiyor- lar. Çünkü sonunda iğne kendilerine batsa da çuvaldız Motzki'nin baldın- na saplanıyor. Doğu Alman baldız, Batıiı eniştesine ne denü bencil, dar görüşlü ve haksız olduğunu gösteri- yor. Gelefim Türk'e. Gerçekten Türk'- ün bu senaryoda ne isi var? O biraz Brecht'vari bir "yabancdaştırma öğesi", biraz da orta oyununu çağnştıran bir tip. Gecen haftaki bö- lümde Motzki Türk manavmı Doğu Almaniara karşı övdükten sonra şöy- le diyordu: "Ben onun Türk olduğunu hiç yüzüne vurmuyorum, ona insan muamelesi yapıyorum. O zavalh bir Türk de olsa vergisini muntazaman ödeyen, çalışkan biri. Ya siz? Siz ar- mut piş ağzuna düş diye bektiyorsu- nuz." Ama dizi kahramanı Motzki'- nin "Türk dostluğanun" da bir smın var. Manav Gülüşan'la ahbaplığı, Türk de Doğu Almaniara sövüp say- maya başladığı anda bitiyor. Çünkü Motzki. her ne kadar onlara kızsa bile vatandaşlannın bir Türk tarafı- ndan kötülenmesûie karşı tahanunül- süz. Kssadan hisse: Herkes Kaddini bümeü. fkinci hisse: Almanlann bu evliliğe alıynaa daha çok zaman ala- cak. alıştılar aruk büyük ölçüde. Kıta Avrupası'nda son dere- ce doğal bir yıkanma biçimi oysa duş. Ama Ingilizler, banyo küvetini doldunıp içine girmeyi ve bundan sabunlu çıkıp, yani duş yapmadan çıkıp kurulan- mayı severler. Aynı şekilde, la- vaboyu doldunıp, içindeki suy- la el yüz yıkamayı da. İki ayn musluğu tuhaf bulmamalan bundan. İngilizler, istatistiklere gü- venilecek olursa sabahlan 7-9 arasında Avrupa'da en çok su tüketen ulusmuş. Bu, hüküme- tin resmi rakamlan. Ancak ge- nel kanı, sıradan orta sınıf İngi- lizın temızlik anlayı^ının "epey tartışmab" olduğu şeklinde. Üst sınıftan aşağı doğru indik- çe. temizlik anlayışı hızla kirle- niyorçünkü. Evlerinde sürekli kızartma yapıp yedıkten sonra üst-başı- na sınen kokularla dolaşmakta bir sakınca görmez orta sınıf İngiliz. Evlerindeki kedi- köpekler mutfak masalannın üzennde dolaşır. Dıştan bakıldı mı kartpostala fotoğraf olacak evlerin tuvakt ve banyolan, acmacak bir ilgisizlik içindedir genellıkle. Hele eski konaksı evler daı- relere bölününce, mecburen bir odayı da banyo-tuvalet yap- mak gerektiği için. bunlar ya normal oda büyüklüğünde tu- haf mekanlardır ya da 'aralık' şeklinde uydunılmuş yerler. P anlatılanlardan "İngilizler pis anlamı çıkmasın. Elbette değil- ler. Sadece temizlik anlayışlan farklı. Genel tuvalet durumu konu- sunda onlann da Türkler hakkında söyleyecek çok sözü var. Ve üstelik. banyolannda bızim hiç akıl edemediğimiz bir başka abşkanlıklan da şu: Ban- yoda elektrik düğmesi bulun- maz. Tavandan bir ip sarkar. İpi çektiniz mi ışık yanar. İngiliz, duşa ahşsa bile banyosunda gü- venbkten vazgeçecek değil. ISJANBUL BUYUKŞEHIR BELEDIYESI FOTOĞRAFLARLA 4.HİZMET YILI SERGİSİ ne Tüm İstanbullular Dâvetlidir! Prof.Dr.Nurettin Sözeri Büyükşehir Belediyesi Başkanlık Binası Kokteyl Salonu'nda ve Kadıköy (Caddebostan) Kültür ve Sanat Merkezi'nde. ı ı I I I I I I I I I I J IstaıdnıTa takdaıılarBirkentte resmen "takılmabi- lir". Kavafis'in dediği ve Cevat Çapan'ın bize başanyla ak- tardığı gibi "Bu şehir arkandan gelecektir" saptaması gerçek olabilir. Kentler vardır. kişide izdüşümünü bırakır. O senin "arkandan gelmezse" sen onun peşinden gidersin. Işte 1835-1920 yıllan arasın- da yaşamış olan îsveçli fotoğraf sanatı öncüsü G.Berggren böy- le yapmış. Takıbnış kaknış fs- tanbul'a, bir rastlanü eseri uğ- radığı bu ölümsüz kente. Kah- verengi-beyaz karelerinin önemlı bolümü, ölümünden sonra İstanbul'dakı bir yabana hastanenin mahzeninde bulun- muş. Şimdi bu fotoğraflar, ken- tin turistik yerlerinde güzelce ambalajlanmış olarak konuk- lara satıbyor. Stockholm'de bir İstanbul Enstitüsü olduğunu biliyor muydunuz? Bu enstitü, gerek İstanbul üzerine yaptığı ciddi çalışmamalarla gerek de İstan- bul dostlannı bir araya getir- mekletanınıyor. Eric von Post, bir başka İs- tanbul vurgunu Isveçb. 1953'de "İstanbul'da Avarece" olarak adını çevirebileceğımiz bir kitap yayımlamış. İstanbul'da 5 yıl yaşadıktan sonra ortaya çıkan bu yapıt, İstanbul'un yazan. nasıl "geleneksel ve ekonomik olarak başkent yapan" özellik- leriyle etkilediğini dile getiriyor: "İnsan bir yaz günü Galata'- nın karanbk sokaklanndan ge- çerek, kentin en eski semti olan Stambul'a uzanan köprüye ge- ünce, hem denizde yansıyan gü- neşten gözü kamaşır, hem de çevredeki gürültüden kulaklan uğuldar. Tramvaylar, arka ka- pılannda asılan oğlanlarla tın- gır tıngır gecer; sokak satıalan, kartpostaldan simite, içme su- yundan bilmem neye sattıklan mallan bağırarak duyururlar ve bu arada Boğaz gemilerin- den biri sesini duyura duyura yanaşı." İsveçli yazarlar arasında, İs- tanbul tutkunu olanlann sayı- lan az, ama azımsanacak gibi değil. Biri, Kaj Falkman, şu an- da İsveç'in İstanbul'daki Baş- konsolosu. Kendisı araştırmacı bir yazar. Bildiğimiz kadanyla, Lizbon'da büyükelçi olmak ye- rine İstanbul'daki görevini yeğ- lemiş. İki yıl önce TÜYAP Ki- tap Fuan'na katılan İsveçb iki yazar dostumla birbkte Falk- man'ın Beyoğlu'ndaki konso- losluğa dahıl rezıdensinde bu- lundum. Bu tarihi bina, İsveç Krabyeti'nin yundışındaki en eski temsilciliği. Binanın ikinci katında salondaki du\ara boy- dan boya kara kalera olarak eski İstanbul'un denizden görü- nüşü çizihniş. Yü/.yıhmızın başından olduğu, Kaj ve eşi Sigrid tarafından bize acık- landı. Kaj Falkman, semt adla- nnı şaşılası bir doğrulukla belit terek şimdi hangi çirtin yapı- nın, bu göriintünün neresini bozduğunu tek tek dile getirdi. İsveç Dışişleri Bakanbgı'nın, yaırtdışındaki tüm temsilcilikle- rine giden "Briefing" adlı dergi- nin son sayısında Kaj Falk- man'ın "İstanbul: Bir Dedektif Romanındaki İpuçlan" adlı yazısı yayımlandı. Bu yazıda Falkman, İstanbul'un nasıl gi- derek bolgede ağırbğım duyu- ran bir kongre kenti olduğunu vurguluyor ve Türklerin, "Av- rasyanın kalbinde" olauklannı yazıyor. Bu arada Pekin'le İs- tanbul arasındaki "İpek Yolu"- nun yeniden acılabilectğinden ve Avrupa'ya, Boğaz altında yapılacak bir tünelle ulaşabile- ceğinden de söz ediyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle