27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
11 HAZİRAN 1989 PAZAR KONUĞU CUMHURİYET/17 IstanbulKültürve Sanat Vakfı'nın löyıllık GenelMüdürü Aydın Gün: Aydın Gün yaklaşık 50 yıldır sanat dünyamızın içinde. Hem sanatçı hem de yönetici olarak görev yapmış bir kişi. Yıllardır da Istanbul Kültür ye Sanat Vakfı'nın Genel Müdürü olarak Uluslararası İstanbul Festivali'nin başında. Ama Aydın Gün aynı zamanda ülkemizin temel kültür sorunlan üstüne sürekli düşünen, temel kültür politikası ya da felsefesine açıkhklar getirmeye çalışan bir kişiliğe sahip. Kültür Servisi Şefîmiz Celâl Üster, yıllarını kültür ve sanat dünyamızın en "sıcak" yerlerinde geçiren Aydın Gün'le Türkiye'nin bugün içinde bulunduğu kültür ortamını, Türkiye'de operamn sorunlannı, önümüzdeki hafta 17. si başlayacak olan Uluslararası îstanbul Festivali'ni konuştu. lİlkemiz kalitesizliğiıı işgali altında PAZAR KONUĞU ma Operası"nın konusu bir Türk sarayında geçer. Buna rağmen bu eser tipik bir ulusal Avusturya operasıdır. Sözlerimin yar.lış anlaşılmasını önlemek için şunları ilave etmekte yarar var: Ulusalyerel konu bir eserin ulusal olmasının engeli değildir hiç kuşkusuz, yardıracısı da olabilir; fakat tek başına konusunun ulusal olması operanın ulusal olması için yeterli değildir. lanıyor? festival, bilinçli ve özverili çalışmalanyla köklü ve yapıcı bir umudun ve sevginin eseri olarak kuruldu. tgramlar hangi değerlere göre ayar FESTİVAL İHTİYACI ıBüyük kentlerdeki çağdaş festivaller nasıl bir gereksinimden kaynaklamyor sizce? SÖYLEŞİ CELAL ÜSTER Sayın Gün siz yaklaşık 50 yıl önce operamızın ilk tenoru, ilk opera rejisörü olarak, daha sonra başrejisör, İstanbul Operası'nın kurucusu, Devlet Operası Genel Müdürü olarak görev yaptınız. 17yıldan beri de htanbul Kültür ve Sanat Vakfı'nın Genel Müdürlüğü'nü yürütuyorsunuz. Ktsacası bir kültürsanat adamısınız... Uluslararası tstanbul Festivali üstüne yapacağımız söyleşiden önce ülkemizdeki kültürsanat konuları hakkmdaki genel görüşlerinizi açıklamanızı isteyeceğim. Bugünkü halı ile ülkemizdeki kültürsanat politikasını nasıl buluyorsunuz? Önce şunu söylemek isterim Sayın Üster: Ne kadar iyi niyetli olursak olalım ülkemizdeki kültürsanat tablosuna baktığımız görünen manzara üzücü, umut kına ve ürkütücüdür; sanat ortaınınuz büyük birikimine ve gücüne rağmen umutsuz bir kargaşa ve şaşkınlık içindedir. SosyaJekonomiksiyasal sorunlann tozu dumanı arasında kalan kültürsanat sorunlarımız tercihler hiyerarşisindeki yerinden kovulmuş indi, keyfi, duygusal yaklaşımlarla sulandınhp, anlam ve gücünü yıtırme aşamasına getirilmiştir. Kanımca geleneği sürdürmeyi amaçlayan bir kültür hareketi ile gelişip döniışme>i amaçlayan bir kültür hareketinin çelişkilerinden kaynaklanan bir bunalım evresi yaşamaktayız; kültür sürekli olarak yeniden yaratılan ve yaratan değerler bütünüdür. Kültüru gelişmezlik ve değişmeziik mengenesine sıkıştırmak onu kendi özünden boşaltmak, dumura uğratmak demektir; vebadan korkar gibi "değişme"den korkanlanmızın sayısı gün geçtikçe çoğahyor; her buyük yenilik yeni haklar, yeni çıkarlar ve yeni idealler yaratır; hem yaratıcı hem de yıkıcı olur zorunlu olarak yenilik. Bu yüzden de korkutucudur. Konfiçius "En yüksekteki bilginierlc en aşağıdaki budalalar degişmez" demesine rağmen yeniliğe, değişime ayak direyen maziperestlerin sayısı durmadan artıyor. Oysa bir toplumda dün, yani "geçmiş" "bugün"ü yönetiyorsa o toplum hastadır; kültür insan bilincinin sürekli devinimi ve evrimidir. Bir ünlü yazar "Insanoglu kendi bilincine varmış olan evrimdir" diyor. Kültürler de doğadaki canlılar gibidir. "Hem direnebilen hem de degişebilen külturler canlı kalmayı başarabilirler.." Sanatçılan ve duşunürleri tarafından yenilenemeyen bir kültür, önünde sonunda ufalanıp yok olmaya mahkumdur; gelişmenin ve değişmenin gücüne inanan kültürler ölumsüıluğü de keşfetmis olurlar. Bir ülke kultürünün niteliklerini belirleyen en emin ölçüt o ülkenin yetiştirdiği yaratıcı dehalardır. Kendini yenileyemeyen, geleceğin hazırlanmasına katılmayan sanatçıya sanatçı demek bile guçtür. Bakın Pkasso'yu anlatırken ne diyor Paol Eiuard: "Bir tek resim çizme tarzı vardır, devinimdir bu, tinin ve elin devinimi; Picasso belki elli bin desen, on bin tablo, bin beykel yaptı, hepsi yeni, hepsi degişik, kendini hiçbir zaman tekrarlamaz. ona göre gerçek yaşam biçimi olan çalışma, ellerin çalışması, bir önceki anın gölgesine hiçbir zaman katlanmadı.. Gözleri ve elleri hiçbir zaman demir atmadı." Sanatta kestirme yol yoktur. Fakat görüyoruz ki, iş hayatındaki "köşeyi dönme" olgusu sanat yasanumıza da giriyor butün çirkinliği ve arsızlığı ile. Ülkemizdeki "kitle kültuni", "arabesk sanat", "uyusmacı yazın" gibi çöküşmenin tamtam sesleri olarak tanımlayabileceğim çirkinlikler her gün biraz dahs yaklaşmakta ve içimize kök salmaktadır. Son yıllarda kültürümüze ve yaşamımıza bir virüs daha girdi. Bu virüsün adı ekonomizmdir; insanın insanhğını ezıp ufalayan ekonomizm. Bakın ünlu sanat yazan Glive Bell "Uygarlık" isimli kitabını nasıl bitiriyor: "Bir uygarlık isteği Seylan'ın Veddhalannda, Altın Sahilinin megeleri arasında bir gün uyanabilir. Ama borsalarda ve ticaret birliği kongreierinde bunun esintisine bile rastlanamaz." SosyaJekonomiksiyasal kargaşaların getirdiği büytik bir kültür bunalımı içinde olduğumuzu tekrarlamak isterim. Ülkemiz adeta kalitesizJik işgali altmdadır. tşgallerin en ağırı, en dayanılmazı da budur sanırını. Ozellikle sanatsal beğenilerimizdeki yozlaşma ürkütücü boyutlarda gelişmektedir. KültürelsanatsaJ duzeysizlik, kalitesizlik kötü haber gibidir; bütOn engelleri ve uzakiıkları bir anda aşarak en gizli köşelere kadar uiaşır. Bir sarmaşık kadar arsızdır kalitesizlik.. Tabii bir insanın beğenisi bugünden yanna kolayca edinilecek basit bir bilgi değil, bir birikim, bir yaşam biçiminin meyvesidir. tnsanlar sadece bilimsel bilgi birikimleri, yaşam deneyimleri ile değil, büyük bir çaba ile yarattıkları kendi beğenileri ile seçkinleşirler. Beğenme ciddi bir sorumluluğu da yüklenmek demektir. İnsanoğlu biraz da kendi begenileri ile yönetir dünyayı. yönetir, geliştirir ve degiştirir... • H İ / V A r 4 böyle bir ortamda kültürsanat politikasına gelirsek... Ben kendi hesabıma, politika sozcüğünün zamanla anlarrunı ve güvenilirliğini kaybetmiş olmasından dolayı, kültür sanat politikası deyimi yerine kültürsanat felsefesi deyimini tercih ederim. Neyse biz gene alışılmışı kullanalım. Kültürsanat politikası gündeme geldiği zaman aklımıza ilk gelen bu işi hükümetin ya da Kültür BakanlığTnın yönlendirmesidir. Kültürsanat politikasını hükümetten beklemek arabayı atın önüne koşmak gibi ters geliyor bana. Bakın ünlü sanat tarihçisiG. Lukacs ne diyor bu konuda: "Hiçbir önlem, kuram ya da güdümlülük sanata yeni bir gelişme yönü getiremez." Kültürsanat politikasının kaynağı bakanJık değil, kültür ve sanat insanıdir. Sanat, tarihin hiçbir aşamasında kanunlarla, yonetmeliklerle ve komisyonlarla yönlendirilmedi. Bunu ancak ve ancak toplum içinde yaşayan ve tarihin öncülüğünde yerini almış olan gerçek sanatçılar yapabilir. Onlann yarattığı eserler de çağın sanat politikasını oluşturur. Sanatın devlet eli ile biçimlendirilip yönlendirilmesi sanatın hem var oluş nedenlerine hem de özüne ters düşer. Bu yol bir kere açıldı mı sonunda siyasiler ile biirokratlann "Şu lamuyu işleyin", "Bu eseri oynamayın" diye emir vermelerine kadar dayanır. Hükümetin görev i sanat ve kültürün gelişmesi, yenilenmesi ve toplumsallaşması için gerekli olan altyapı olanaklannın ve ortamın yaratılmasına yardımcı olmaktır; sanatı ve sanatçıyı yönlendirmek ve yönetmek değil. Ayrıca hükümet sanatçının değil, sanatın, gerçek sanatın koruyucusu olduğu takdirde bu konudaki görevini yerine getirmiş olur. Yoksa sanatçıyı altın yumurtlayan bir tavukmuş gibi beslemeye kalkarsa, o tavuk altın değil, yumurta bile yumurtlayamaz sonunda. "En iyi hükümet en az yöneten hakümettir" diye bir özdeyiş vardır. Başka alanları bilmenı, ama bu özdeyişin en uygun düştüğü konu kültürsanat konusudur. Bu özdeyişi şöyle değiştirebiliriz belki. "Kültür ve sanatı en az yöneten hükümet en başarıb hükümeHir." Bakanlık, kültür politikası ureten değil, kültür politikası üretilmesine yardımcı olan, ortam hazırlayan bir kuruluştur. Buna ulaşmanın en emin yolu ise katılımcı ve çoğuicu demokrasiye inanmaktır; toplumda sağlam ve çağdaş bir beğeni potansiyeli, sanatçılarda güçlü bir yaratma sevki ve inancının varlığı ile mümkündür. Ülkemizde çok dramatik boyutlar kazanan "kitlesd kültür" engelinin aşılmasına da ancak bu ınançla ulaşılabilir. Bugün için öncelik taşıyan sorunlardan biri de şudur yöneticiler için: Sanatçı yetiştiren öğretim ve eğitim kurumlan ile yaratıcı İcurum ve kuruluşlar arasındaki eşgüdümleme ve uyum mekanizmalannın yenilenip yetkinleştirilmesi... Kurumlar arasındaki işlevsel bUtünleşmeye duyulan gereksinim son kerteye dayanrruştır. Tek yanlılık ve bağnazlıktan başka ideolojik çelişki ve çarpıklıklar sanatsal ve eğitsel üretim kısırhklanna sürüklemektedir sanat ortamımızı. Birkuruluşun diğer bir kuruluşu, bir sistemin diğer sistemi karşılıklı olarak yoksadığı, hatta baltaladığı bir ortamda basarıh, eğitsel ve sanatsal çalışmalar, gelişmeler, atılımlar yapmak mümkün değildir. Sürekli olarak yaratıcı düşünceyi öngören bir kültürsanat felsefesine ve eğitim politikasına gereksinim son haddinde çoğalmıştır. ")peramız için ne düşünüyorsunuz? kiye'de ulusal opera kurulabildi mi? Tür 1918 doğumlu Aydın Gün, Ankara Devlet Konservatuvarı'nm ilk mezunlarmdan. Gün, yıllarca Türkiye'de ve yurtdısında önemli operalarm baş tenor rollerini üstlendi. Ünlü Alman yonetmen Carl Ebert'in öğrencisi, daha sonra asistanı olan sanatçı, opera yönetmenliğine 1951 'de "Rigoletto"yla başladı. Gün, yurda dönüşünde Ankara Devlet Operası Baş Rejisörlüğü 'ne atandı. Aydın Gün, daha sonra İstanbul Operası'nı kurdu, 1965'te ise Ankara Operası'na Genel Müdür ve Baş Rejisör olarak atandı, daha sonra İstanbul Operası Müdürlüğü ve Baş Rejisörlüğü 'ne getirildi. ttalyan operalarmı sahnelemedeki başansından ötürü ttalyan hukümetince Commendattore nışamyla ödüllendirildi. 1974'te Uluslararası htanbul Festivali'nin başına geçen Gün, festivaldeki başarısı dolayısıyla Avrupa Konseyi Kültür ödülü'ne değer görüldü. Aydın Gün, 1975'te Çekoslovak hükümetinin Smetana ödulü 'nü alırken, 1988'de de Devlet Sanatçısı unvanını aldı, ayrıca Fransa Kültür Bakanlığı'nın Officier nişanına değer bulundu. Çağımızın sehirleri siyasal karargâhlı şehir, ticaret şehri, sanayi şehri, sayfiye, eğlence şehri ve kültür şehri olarak sınıflandınlıyor. Büyük metropoller ise yukanda sayılan özelliklerin hepsini kendinde toplama yarışı içindedir. Bu olgu birçok çelişki ve kargaşayı da getiriyor gündeme. Ünlü sosyolog ve yazar Galbraith "Bir ülkenin kalkınmışlık ölçüsünü ulosal üretimden ya da üretimin yapısal kaynaklanndan çok, kentleşmesinin kapsamı belirler" diyor. tkinci Dünya Savaşı'ndan sonra teknolojinin hızını arttırışındaki (ozellikle kitle iletişimi alanında) tavır ve tutkusu, şehirlerin hem yapılaşma biçimini hem de fonksiyonlarını altüst etmekte ve kendi istekleri istikametinde gelıştirip değiştirmektedir. Çok değil, 4045 yıl önce, savaşın uluslar, kıtalar ve insanlar arasında açtığı derin ve kanlı uçurumun anlamsızlığı vurgulanıyordu tüm ülkelerde. Birbirlerinin aamasız korkusu ve düşmanı olan buyuk şehirler bu yeni bilinçlenme ile, "kardeş şehir"ler olarak ilan ediyorterdı birbirlerini; Berlin Filarmoni Orkestrası Tel Aviv Festivalleri'ne katıhyor, New York Balesi Tokyo'da temsiller vermeye başlıyordu. Çünkü herkes şunu biliyordu artık: Kişilerin, toplumlann, ülkelerin ve kıtaların arasındaki uçurumu kapatacak en sağlam köprü kültür ve sanattır. Bütün siyasal ideolojiler, bütün izmier görecelidir, ölümlüdür. Oysa sanat gerçeklik'in ve yaşam'ın kendisidir. Her şeyin maddi değer ve sağladığı çıkarla ölçüldüğü dünyamızda, bu nedenle insamn içini karartıp cökerten dünyamızda, tarihin hiçbir doneminde olmadığı kadar ihtiyacımız var sanatın aydınlatıcı ve yüceltici gücüne.. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yalnız Avrupa1 da 1800'ün üzerinde festival yapılmasının nedeni budur. Her ülke anlayış, tasarım ve hayal güçlerini festivallerin aydınlık platformlannda sergileyerek insan olmanın tadını ve sevincini yaşamak ıstıyor; yaşamın evrensel akışım gözlemleyerek, bu akışa katılarak gururlanmak istiyor; sanatırnnsani değerleri çoğaltma yolundaki sınırsızlığından payını almanın sevincini duymak istiyor. Bu düşüncelerin ürunü olan Uluslararası İstanbul Festivali her yıl binlerce sanatçıyı ülkemize çağırarak sanatçılarımızın, sanat çevrelerimizin ve halkımızın gezegenimizde yaşayan başka toplumlar ve onlann sanatçıları ile dert ve sevinç ortaklığı kurmalarını sa61ıyor. Festival repertuannda yer alan topluluklann programları kendileri tarafından teklif edilir. Genel olarak vakfımız büyük bir engel yoksa bu programları aynen kabul eder. Sanatçılara program empoze etmek ya da "program sansür"ü uyguiamak bizim konuya bakışımızla bağdaşmaz. Ancak aym yıhn repertuannda iki sanatçı ya da iki topluluk, aynı eseri icra etmek isterse biz bu konuda iki tarafa da bir uyarıda bulunuruz. Buna rağmen ısrar edilirse vetomuzu kullanmayız. örneğia bu yıl Scala Yayh Çalgılar Orkestrası ile Moskova Virtüozlan çalacakları parçalar arasında aynı eseri, Vivaldi'nin Mevsimler'ini çalmayı önerdiler. Biz iki tarafı da bu düplikasyon için uyardık. tki taraf da ısrar edince programı değiştirmeye, yani topluluklardan birinin repertuardan çıkartılmasına gitmedik; hatta bir Italyan Orkestrası ile bir Sovyet Orkestrası'nm iki ayn yonımunu sunmamn dinleyicilerimize zevkli bir kıyaslamaya imkân vereceğı için ilginç bile olabilacegini düşündük. Aym olay Hüseyin Sermet ile Tamas Vassari arasında cereyan etti. İki sanatçı da aynı konçertoyu çalıyor bu yıl. Hüseyin Sermet gelişme çizgisini süratle yukarılara çıkaran çok değerli bir sanatçımız. Tamas Vassari ise bir dünya ismidir. Bu iki sanatçıdan aym koncertoyu dinlemenin gerçek sanatseverleri çok memnun edeceğini umuyoruz. Hiç kuşkusuz bu bir üstünlük yanşması değil güzellik buluşması olarak yorumlanacaktır iyi niyetli sanatseverler arasında. Tabii repertuanmızdaki diğer 200*6 yakın eser tek başına çalınıyor festivalimizde. GELENEKSEL SANATLAR ~ WHK^Festivalde geleneksel sanatlann yeri ve toplumun ilgisi konusunda ne diyeceksiniz? Toplumumuzun, tarihseltoplumsal koşullann zorlamasından kaynaklanan çok çeşitlı kültürel düzey farklılıklanna sahip olduğu bilinmektedir. Bu nedenle geleneksel sanatlara gösterilen ilgi de farklıhklar gösteriyor doğal olarak. Kurulduğu yıldan beri vakfımızın en önemli sorunlanndan biri, sanat türleri arasında farklılığı ve çeşitliliği toplumumuzun yukanda sözünü ettiğim "kültürel düzey farklılıklarT'na göre ayarlanmasıdır. Bu nedenle örneğin; müziğın çoksesli muzik, geleneksel müzik, folklor, caz ve pop müziği, operavokal müzik ve dans başlıkları altında ayn ayn ele alarak programlanması yapılmaktadır. 'eleneği sürdürmeyi amaçlayan bir kültür hareketi ile gejişip dönüşmeyi amaçîayan bir kültür hareketinin çelişkilerinden kaynaklanan bir bunalım evresi yaşıyoruz. Kültürü gelişmezlik ve değişmeziik mengenesine sıkıştırmak, onu dumura uğratmak demektir. Değişmeden vebadan korkar gibi korkanlanmızın sayısı gün geçtikçe çoğahyor. Bir kişiyi ya da toplumu kendi kültürel yapısından ve o kültürün değerler sisteminden soyutlayarak gerçekleştirilecek sanatsal etkinlikler başanya ulaşamaz; hatta kuramsal olarak üstünlüğü bütün uzmanlar tarafından kabul edilen sanatsal etkinlikler bile karşı hareketleri, tepkileri giderek tutuculuğu, fanatizmi getirir. Bu nedenlerden dolayı geleneksel sanatlara diğerleri ile denge ve uyumu bozmayacak bir biçimde yer veriyoruz programlarımızda. Yalnız şunlan da hiç unutmuyoruz: Yaşayan gelenek her devirde yenilenebilen bir değerler bütünüdür. Yenilenme yeteneğini kaybeden gelenek ölü gelenektir. Yeruliği, yenilenmeyi gelenek haline getirmeyen toplumlann ne folkloru kalır ne de geleneksel sanatı. Kultur adamı Sanat ve kültür dünyamızda yıllann deneyimine sahip olan Aydın Gün, gerçekleştirdiğı onca ışin ortasında son derece alçakgönüllü bir kişiliğe sahip. Ancak çeşitli sorunlar üstüne konuşmaya başladığında, yalnızca kendi alanında bir sanatçı, bir yönetmen ve bir yönetici olmadığı; toplum üstüne, kültür üstüne. sanatın temel işlevleri üstüne sürekli düşünen bir insan olduğu apaçık ortaya çıkıyor. Aydın Gün, Türkiye'nin günümüzdekı kültür ortamı konusunda pek fazia lyimser değil. "Yeniliğe ve değişime ayak direyen maziperestlerin sayısının durmadan arttığı" kanısında. Sanatçılan ve düşünürleri tarafınSanınm önce ulusal kavramı üzerinde durmak gerekiyor. Ulusal kavramı halk kavramı gibi tarihi bir kategoridir. Yani çelişir, değışir ve dönüşür; Tanzimattaki ulusallık kavramı ile tstiklal Savaşı sırasındaki ulusallık kavramlan aynı değildir. Çunkü ulus da gelişip değışir. Genel olarak ülkemizde "ulusal kavramı" evrensel kavramının karşıtı imiş gibi yorumlanır. Oysa "ulusal kültür" "evrensel kültür"ün karşıtı değil, onun vazgeçilmez yaratıcı kaynağıdır. Konuya bü çerçevede bakınca Türkiye'de ulusal dan yenılenemeyen bir kültürün eninde sonunda ufalanıp yok olmaya mahkum olduğuna inanıyor. Gun'ün umudu ise gelişmenin ve değişmenin gücüne inananlarda, ülkenin yetıştirdiğı yaratıcı dehalarda Aydın Gun, İstanbul Festivali'ndeki görevini bir balığın akvaryumdaki yaşamına, sahne üstündeki görevini ise o balığın kendi özgür denizine benzetiyor. Uzun yıllar bu iki işi bir arada yüruten Gün, alçakgönüllülüğünü Borges'in sözleriyle dile getiriyor: "Benım yaşımda bırı sınırtarının farkmda olmalı. Sınıriarının farkında olursa mutluluğun yolunu tutabilir." (Fotoğraf: Uygar Gürkan) I istanbul Festivali'nin nasıl doğduğunu anlatır mısınız? Ulusal belleğimizin en değerli eserlerini içinde banndıran bu doğa harikası şehrimizde, bir festival düzenlemek pek çok aydınımızın en tatlı düşü idi. tstanbul'da bütün dünyanın nabzının duyulduğu, hayallerinin, Kaygılarının ve umutlanmn ekilip boy verdiği böyle bir festival düzenlemeyi kim duşlerriezdi ki? Ancak düş kurmak başka, düşü gerçekleştirmek Birkaç özel sorum da var size. lzletne olanağı bulduğunuz festivaller arasında en çok hangisini beğendiniz? Neden? Salzburg ve Berlin Festivalleri'ni; programlarının içeriği ve sunuştakı profesyonelliklerinden. Festivali'ni yıllardır yöneten bir kişi olarak bugüne kadar en çok ne tür güçlüklerle karşılaştmız? Bazı somut örnekler verebilir misiniz? GüçlükJerin hemen hepsi geride kaldı. Onlan tekrar hatırlamak bile istemiyorum. Ayrıca şikâyetçiliğin bir yararı olacağma da inanmıyorum. Hatta güçlüklerden hoşlamyorum da. Bir çeşit mazoşistlik işte... H H I ^ B l / c u / î yıllardır görsel işitsel yanlan ağır basan bir sanat ortamı içindesiniz. Bu arada kitap okumaya, ozellikle edebiyat kitapları okumayafırsat bulabiliyor musunuz? Sayın Üster, ayıptır soylemesi yalnız edebi kitapları değil, düşunmeme ve düşünce üreuneme yardımcı olacak her tür kitabı okumayı, yalnız işımin gereği olarak değil, yaşarmmın vazgeçilmez amacı olarak değerlendiriyorum. I ^ I ^ I ^ H S o n iki yıl içinde 11 Trovatore ve Otello isimli operalan sahneye koydunuz. Bu arada festivaldeki çalışmalarınızı da sürdürdünüz. Bu iki çalışma alanında hangisinden daha çok tat alıyorsunuz? Festivaldeki görevimden de zevk almadığımı söyleyemem. Başka bir tadı var insanlara güzel şeyler sunmamn, fakat sahne üstü başka bir dünya. Büyülü ve sihirli... Şöyle bir benzetme yaparsam fazla mı romantik olur? Festivaldeki görevim bir balığın akvaryumdaki yaşamasına benzer. Sahne üstü o balığın kendi özgür denizi gibidir. l/kisini beraber yühitmeniz mümkün de vjörüyoruz ki iş hayatındaki "köşeyi dönme" olgusu bütün çirkinliği ve arsızlığı ile sanat yaşamımıza da giriyor. Ülkemizdeki kitle kültürü, arabesk sanat, uyuşmacı yazın gibi çöküşmenin tamtam sesleri olarak niteleyebileceğim çirkinlikler her gün biraz daha yaklaşmakta ve içimize kök salmaktadır. opera örnekleri maalesef çok azdır. Bugün Italyan Operası denince aklımıza tenor Canıso, soprano Tebaldi ya da bariton Galeffi gelmiyor. Verdi, Puccini, Donizetti ve Bellini gibi opera bestecileri geliyor aklımıza. Kendi dilinde ve kendi yaratıcı bestecileri tarafından yazılmış bir opera dağarcığı olmayan bir ülkenin, icracı sanatçılan ne kadar çok üsıün nitelikli olursa olsun, o ülkenin ulusal operasının varlığından söz edilemez. ldeal olan her ikisinin, bestecinin ve icracımn birlikte var olmasıdır. Buna inandığım için 1979 yılına, yani operadan aynldığım tarihe kadar, bestelenmiş Türk operalannın hemen hepsini ya oynadım ya da sahneye koydum; bir kıs mını da hem oynamaktan hem de sahneye koymaktan büyük zevk duydum; (Saygun'un Kerem'i, Kodaih'mn Van Gogh'u.) Buna rağmen ulusal opera örneğine uygun düşecek çok küçük bir repertuanmız var ve bu eserler çok az oynanıyor. Kusurlu ve niteliksiz olmalarından değil tabii. Bu soruyu bana yönelttiğiniz için size teşekkür ediyorum; bazı eksik ve yanlış yorumlardan dolayı bu konunun olumsuz sonuçlar doğurmasından korkuyorum. Bu işe 50 yılını vermiş bir kimse olarak bazı uyanlarda bulunmak isterim. Ulusal opera ideallerimizi gerçekleştirmek isterken aşırı ideolojik saplantılara kapılmamalıyız; aşın roraantizm ve ideolojilerin örtemeyeceği çirkinlik, bala çeviremeyeceği zehir yoktur. Birtakım kişisel gururlanmalar ve çalımlarla basanya uiaşamayız bu konuda... Bir operamn ulusal opera olabilmesi tek başına seçilen konu'nun yerel ya da ulusal olmasına bağlı değildir. Konudan çok geçerli ulusal anlatım ögelerinin iyi seçilmesine, keşfedilmesine, özgün ve ustaca anlatımına bağlıdır; sanattaki güzelin iki kaynağı vardır: Bunlann biri gerçeklik, diğeri ustalık'tır. Güzel'in enesidir ustalık... Ulusal veya yerel bir konu kusurlu anlatım öğeieri ve anlatım tarzı ile bir devşinne opera, bir taklit ucubesi oluverir; anlatım öğeieri, kullanılan anlatım yöntemleri ve anlatım tarzları estetiksel açıdan başanlı olduğu zaman konu ne olursa olsun o eserler ulusallıklarını da kendi içlerinde taşıyarak evrenselleşirler. Puccini'den, Donizetti'den alınan anlatım öğeieri ve anlatım tarzı ile işlenmis bir ulusal konu ulusal operamn değil, ulusal kopyacılık'ın güzel bir örneği olmaktan kurtulamaz. Sırf halkın alıskanlıklanna ve duygusallığına avuç acarak ulusal bir opera eseri yaratmak mümkün değildir. Bu tür eserler "abartma ve acemilik ile kirletilmiş bir güzellik" olmanın ötesine geçemez. Opera tarihi bunun binlerce örneği ile doludur. Verdi'nin Nabucco'su Yahudilerin, Aida'sı Mısırlıların, Traviata'sı Fransızlann, Don Carlos'u Ispanyollann yerel ya da ulusal konulandır. Fakatbu eserler en tipik ttalyan operalandır. Puccini'nin, Donizetti'nin, Bellini'nin eserlerinin de pek çoğunun konuları yabancı konusu olduğu halde bu eserler de ttalyan eserleridir. Bizet'nin Carmen isimli operasının konusu tspanyoldur. Fakat bu eser gene de en çarpıcı bir Fransız operasıdır. Mozart'tn "Saraydan Kız Kaçır J\.ültürsanat politikasını hükümetten beklemek, arabayı atın önüne koşmak gibi ters geliyor bana. Sanat, tarihin hiçbir aşamasında kanunlarla, yonetmeliklerle ve komisyonlarla yönlendirilmedi. Bunu ancak ve ancak toplum içinde yaşayan ve tarihin öncülüğünde yerini almış olan gerçek sanatçılar yapabilir. başka şeydir. tstanbul Festivali'ni gerçekleştirip başanya ulaştırdıktan sonra birkaç kişinin dışında, herkes benimseyiverdi festivali. Hatta bazıları "Efendim biz bu festivalin ilk fikrini ortaya atmış, hatta falanca yılda çalışmalara başlamıştık vs." gibi sözlerle kuruluşa sahip cıkmaya kadar götürdüler işi. Oysa bu güzel düşü, düş olmaktan çıkarıp, gerçeğe dönüştüren Sayın Nejat Eczacıbaşı'nın önderliğinde kurulan tstanbul Kültür ve Sanal Vakfı oldu. Bizi bireysel yalnızlığımızdan ve onun boğucu karanhğından alıp insanlığın çoğuicu ortamına ve aydınlığına götüren, birleştirici ve bütünleyici en büyük "gücü", yani sanatı kendine temel konu edinen bu Sayın Üster, bilindiği gibi uzun yıllar yaptım o işi. Gecenlerde sizin dilimize çevirdiğiniz Borges'in "Borges ve Ben" isimli eserini okumuştum. Kitabın bir yerinde Borges kendisi için şunları söylüyor: "Benim yaşımda biri sınırlanmn farkında olmalı. Sınırlannın farkında olursa muthıluğun yolunu tutabilir." Aynı şeyleri düşünüyorum. Bunun için ölçüyü ve dengeyi bozmadan yürütmeye çalışıyorum hem akvaryumdaki hem de denizdeki yaşamımı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle