19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ler çok şeyi düşünmüşler, fakat bir tek şeyi düşünmemişlerdir: Türkiye'yi. Şimdi bütün hareket noktası Türkiye olmalıdır. Bunu Türk ulusu, savaş boyunca özverileriyie göstermiştir. Bundan böyle de Türk ulusu kültür ve uygarhk yolunda yürümenin ve başan kazanmanın kendisinin ayakta kalmasının şartı olduğunu hiç unutmayacaktır. Kültür ve uygarlık yolunda "ileri"yi bırakıp "geri"ye bakmak cahilliktir, gaflettir ve bu gibiler dünya uygarlığının coşup taşan seli altında boğulmaya mahkumdurlar. Safsatalar, hurafeler kafalardan sökülup atılmalıdır. Türk ulusu her türlü yükselmeye ve ilerlemeye açık bir ulustur. Onu sosyal ve düşünsel devrim yürüyüşünde yavaşlatmak isteyen engeller, her ne olursa olsun yıkılıp atılmalıdır. Atatürk Dumlupınar sırtlannda çizdiği zafer tablosunda büyük umut beslediği gençlere de seslenir: Yeni Türkiye'nin umudu onlardır. Aldıklan bilgi ve eğitim ile insanlık erdeminin, vatan sevgisinin, düşünce özgürlüğünün en değerli temsilcisidirler. Bu yükselen nesil geleceğin kendisidir. Cumhuriyet'i yükseltecek, devam ettirecek de onlardır. Düşünce düzeyinde hazır olan devrimlerin kazanılması da Büyük Zafer gibi kolay olmamıştır. Şu iki örneğe bakalım: Halide Edip anlatın Doktor Adnan, Halide Edip Onbaşı (kendisi), Mustafa Kemal Paşa, zaferden önceki günlerde cephe gerisinde konuşmaktadırlar. Şöyle diyor Halide Edip: "Mustafa Kemal Paşa, gece saat üçe kadar Türkiye'nin gelecek günlerdeki Batıhlaşmasından söz etti. 'Adnan sen, Tıbbiye ile ordunun en önce Batıhlaşmasından dolayı ilerledigini soylerdin. BLz şimdi bütün memleketi Batılılaştıracağız'. Hatta o gün Latin harflerinin kabulü imkânından da söz ediyor, bunu yapmak için sıkı tedbirler gerektiğini de ekliyordu!' öbür örnek de şu: Son savaş başlanuş. Bitmemiş ama sonuç belli. Halide Edip anlatıyor: "Nihayet Sakarya günlerininkinden daha büyük bir sofa. Büyük bir masa. Zabitler dolaşıyor. Bir küçük odarun kapısı açık. Yuvarlak bir masada iki lamba yanıyor. Fevzi Pa$a ile Mustafa Kemal Paşa bir harita üzerine eğilmişler, bir şeyler konuşuyorlar. Mustafa Kemal Paşa'nın başında yüz güneş birden doğmuş gibi yüzü parlıyor: 'Safa geldin, Hanımefendi! 'Tebrik ederim Paşam, nihayet başardınız.' Bir kahkaha: 'Evet sonurıda bu işi yaptık. Buraya nasıl geldiniz?' 'Az daha Yunanlılann arasına düşüyordum!' 'Ben de bugün Yunanlılann arasına düşüyordum! Bunu söylerken yine gülüyordu. 'Sizin düşmeniz çok büyük bir felaket olurdu! Yine bir kahkaha: 'Gelin Hanımefendi, yemek yiyelim; 30 Ağustos'u Kavramamak Atatürk yeni Türkiye'nin gücünü 30 Ağustos ruhundan aldığını söyler. Bunda, Cumhuriyetten gelip laikliği de içine alan birçok devrim hareketinin kökeni var. Üzücü olan; hac gösterileri gibi bu ruha ters düşen pek çok davramşın her gün biraz daha artması, devletin ekranından yardım görmesidir. PENCERE İstiklâl Marşı 30AĞUSTOS 1988 DÜNDAR AKÜNAL HukukçuTarihçi BugUn Kurtuluş Savaşı'nı sona erdiren 30 Ağustos Zaferi'nin 66. yüdönümü. Atatürk Kurtuluş Savaşı'mn zaferle sonuçlanmaması olasıhğını bir an bile akhndan geçirmemişti. Şöyle diyordu Başkomutan seçildikten sonra Mecüste yaptığı konuşmada: "Efendiler, zavallı ulusnmuzu esir etmek isteyen diişmanUn her ne olursa olsun yeneceğimize olan gıivenim ve inancım bir dakika olsun sarsılmamışar. Bu dakikada bu tam güvenimi, yüce beyetinize karşı, butun ulusa karsı ve bütün âleme karşı ilan ederim." Bu inancını bütün savaş boyunca çevresine, en yüksek rütbeli subayından erine kadar savaşan kitleye aşılamaya çalıştı. Savaş gücttndeki eksikleri de bu inancını iyi kullanarak kapadı ve vaat ettiği zafere ulaştı. Churchill bu zaferi sonraları şöyle değerlendirecekti: "Sultan'ın ımparatorluğu akılsızlıklann ağır yükü altında ezilmiş, cinayetlerle lekelenmiş, kötü yönetimle çürümuş, saldıniarla bölünmüş, uzun, yıkıcı savaşlarla yıpranmış, paramparça olmuş (...) Türk hâlâ ayakta (...) Elinde bir kez daha yeniden kurduğu ordu ve başında, yarattıklan, yaptıklan ile Rorkunç yıkımın en önde gelen üçbeş seckin adamı ile aynı sırayı alan büyük bir lider: Mustafa Kemal" Fakat 1922 yılının 30 Ağustos'undaki büyük zaferin en ilginç değerlendirmesi, önemli bir hariciyeci olan Lord Robert Vansittart'tan geldi. Vansittart Türklerin zaferini bir boks maçına benzetiyor, Ingilizler basta olmak üzere tüm mUttefîkleriyle alay ediyordu. "Sanki" diyordu "sırtı yerde yerük boksör, ona kadar sayıldıktan sonra birden ayağa kalkmış... hasmıru yere yıkmış... hakemi bir yumrukta ringten aşağı atrruş... sonra da ortaya konan ödülü oradan alarak çıkıp gitmişti." Mudanya Ateşkesi ile Lozan Barış Antlaşmasına götüren yolu açması yanında Büyük Zafer'in iki temel etkisini şöyle açıklar Atatürk: "Bu Büyük Zafer'in çeşitli yaratıcılarının üstünde en önemlisi ve yücesi Türk ulusunun kayıtsız şartsu egemenligini eline almış olmasıdır. Bu olayın tarihimizde ve bütün dünyada ne büyük, ne feyizli bir devrim oldugunu açıklamaya gerek gönnem". Türkiye Cumhuriyeti'nin de bu zafer üzerine yükseldiğini söyler: "Hiç kuşku duyulmamalıdır ki yeni Törk devletinin, genç Tttrk Cumhuriyeti'nin temeli burada ankh. (Dumlupınar Nutku'ndan). t Dinlenmek mi? Yunanhlardan sonra birbirimizle... Dumlupınar'da çizüen tablo Kuşkusuz ki ulus egemenliği fikri de, cumhuriyet fıkri de, öbür devrimler imajı da Atatürk'te çok daha Önce, gençlik yıUarında yer etmişti. Atatürk'ün burada vurguladığı, sonradan Türk ulusunun nitelikleri arasına girecek devrimlerin, değişmelerin, yenileşmelerin ve uygar dünya ailesi içinde yer almamanın ancak ve ancak böyle bir zaferin elde edilmesiyle olanak kazanabileceğidir. Ve her şeyin başı olan ulusun egemenliği ile Büyük Zafer iç içe düşünülmek gerekir. Herkesin savaşın kazanılmasmdan başka bir şey düşünmediği dönemde Atatürk, Bü>1lk Zafer'in getireceği olanaklar üzerinde durur ve zaferle bu olanaklan kaynaştınr: Yüzyıllardır Türkiye'yi yöneten Fevzi Paşa karşımda oturuyor ve memnun olduğu anlardaki gibi sağ göğsüne vurup gürüldüyordu. Ismet Paşa da oradaydı. Geçmiş günlerde neler cekmiş olduğunu düşünerek Mustafa Kemal Paşa'nın neşesi insana ferahlık veriyordu. Dedim ki: 'Izmir'i aldıktan sonra artık biraz dinlenirsiniz Paşam. Çok yoruldunuz! 'Dinlenmek mi? Yunanhlardan sonra birbirimizle kavga edeceğiz, birbirimizi yiyeceğiz! " Atatürk bu kavgadan da zaferle çıktı ve bize üzerinde gururla dolaşacağıımz bir vatan bıraktı. Koca oylumlu (hacimli) Nutuk'un içine yerleştirilmiş, dikkat cekmeyen, küçük oylumlu bir cümlede de Halide Edip'in sözünü ettiği "kavga"h süre, vatan ve ulusun tam kurtuluşunun korkunç ve karanük dönemi olarak nitelenir. Tam kurtuluş; saltanatın kaldınlması, Cumhuriyet'in ilaru ve izleyen devrimleri de içerir. Fakat üzücü olan, bugün ekranda hac gösterileri yapılmasını ve düısel inançların bir meta gibi kullanıldığım görmek. Yine üzücü olan, iliklerine kadar ortaçağ zihniyetine gömülmus ve laik Türkiye Cumhuriyeti'nin bir daha diriltmemek üzere tarihe gömdüğü "şeriat" düzenini kurmak çabalan içinde olan bir devlet başkanını kardeşliğimize almamızdır. Bu ne kardeşligi olacaktır? Süt kardesi, kan kardeşi olamayacagına göre, "din kardeşliği"mi olacakür? Fakat o zaman da bu kardeşlik Atatürk'ün o kadar üzerinde durduğu 30 Ağustos nıhuna, bunca çabalan na ters düşmez mi, bu ruhu zedelemez mi? HESAPLAŞMA BURHANARPAD OKURLARDAN Yapılmayan Kastamonu'nun Taşköprü ilçesinin Çördiik köyüne bağlı Purtul MahallesVnde, Gökırmak üzerinde köprü yapılması sorunu 40 yıldır sürüyor. 19501976 yıllan arasında, köyün kendi itnkânlan ile yaptığı tahta köprünün onarımı için istediğimiz keresteyi. orman müdürlüğünden alamadık. Buyüzden köprünün yapımı için devlete başvurduk. Birçok inceleme ve ölçümlerden sonra köprünün yapımı, 1977 yılına atıldı. Projesini hazırladılar, köprüyü 39 metreden 60 metreye çıkardılar. Devlet, köprüye 90 milyon lira ödenek ayırdı. Fakat köprünün inşaatına başlanmadı. Ayrılan ödenek de çeşitli entrikalarla Çatalzeytin ilçesindeki başka bir köprüye aktarıldı. Köy halkı bunun üzerine, tekrar devletten yardım istedi. Bu sefer 50 milyon lira ödenek ayrıldı. Fakat para bu kez ilçemizin oyuyla seçilen Milletvekili Sabri Keskin tarafından başka bir köprü yapımma kaydınldı. Köyümüzün, bu köprüden başka ulaşım sağlayabilecek yolu yoktur. Köprümüz geçilemeyecek derecede eskimiştir. Üstelik can ve mal güvenliği bakımtndan tehlikeli bulunup, devlet tarafından "geçilemez" raporu da verilmiştir. Sabri Keskin, Taşköprü 'den oy alamadığı için Taşköprü'ye hiçbir yatırım yaptırmayacağını söylemiştir. Şimdi biz bu köpru yapımı için baska bir milletvekili mi seçmeliyiz? H.ÎBRAHİM ACAR TAŞKÖPRÜ/KASTAMONU maddeler arasında hormonlar da yer almıştır. Bu yüzden, daha önceleri kullanılmakta olan Diethylstilbestrol (Des), Hextrol gibi sentetik hormonlar ile östrojen, progestron, testasteron gibi doğal hormonlann hayvan besisinde kullanılması, yasal olarak uygulamadan kaldırılmıştır. ABD ile Avrupa ülkelerinde de sentetik hormon kullanımı yasaklanmıştır. Doğal hormonlar ise birçok ülkede halen uygulamadadır. Ayrıca hayvan besleme tekniğinde yapılan geliştirici çalışmalarla insan sağlığına zararlı olmayan birçok anabolizan maddelerin, ekonomik olarak et üretimini arttırabileceği saptanmıştır. Ülkemizde zeranol üzerine başlatılan araştırmalar da olumlu sonuç vermiştir. Mısır küfünden elde edilen zeranol, et verimini yükseltmekte, büyüme hormonunu kamçılamakta, hücrelerde gelişme faaliyetini çoğaltmakta ve ensülin hormonunu arttırmaktadır. Bu hormonun verilişinden 65 gün sonra hayvan kesildiğinde elde edilen etin insan sağlığına hiçbir zarar vermediği gösterilmiştir. Etlerde hormonun verilmesinden hemen sonra yapılan ölçümler, Dünya Sağlık Teşkilatı ve Gıda Tarım Teşkilatı tarafından saptanan ve zararsız kabul edilen miktann çok altındadır. Bu kuruluşlar, verdikleri raporda zeranolun herhangi bir toksik ve kanserojen etkisi içermediğini belirtmişlerdir. Tekniğine uygun olarak veteriner hekimler tarafından besi hayvanlarında zeranol kuüanımının zarar değil favda vereceği bir gerçektir. DR. MED. VET. FARUK İMERYÜZ PENDtK/İSTANBUL Beton Emekçisi ve Hekim Her kesimden yurttaş yakınıyor. Geçim koşullarının agırlığından, gelir eşitsizliğinden! Geçen ay aldığım okur mektuplarının çoğu birbirinin eşi gibi. Bunlardan iki mektubu seçtım. Biri beton emekçisinden, öteki hekimlerden! 13 yaşından beri çalışan inşaat emekçisi, yaşamından ilginç kesitler vererek yakınıyor: "Babamı bir yaşında iken kaybettim. Annem ve benden iki yaş büyük abimle ortada kaldık. Abim de okula kaydoldu. Evin geçim i hep bana yüklendi. Ben o zaman 13 yaşındaydım. Çok para kazanmak için sanat kazandırmayan, seyyar işleri yaptım. Son olarak da 4 senedir İzmit'in Gebze kazasında, inşaatlarda kalıpta çalışıyorum. Zor geçiniyoruz. 28 yaşındayım. Annem, eşim ve bir oğlum var. Kısacası plansızca havata terk edilmisiz. havvanlara yem olmak için. Dört senedir. Cumhuriyet'i okuyorum. Abim 4 sene önce üniversiteyi bitirdi, özel bir şirkette çalışıyor. durumu çok iyi. Düşüncelerimden dolayı beni cezalandırdı. Şimdi küs sayılınz." Türk Tabipler Birliği Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu Başkanlığı imzasını taşıyan uzun mektupta çarpıcı gerçekler ileri sürülüyor: "Söyleyeceklerime belki şaşıracaksınız, ama Türkiye'de hekimier de ücret ve sosyal haklarındaki yetersizliklerinden ötürü artık patlama noktasına geldiler. Bir hekim Türkiye'deki en uzun ve ağır yüksek öğrenimden sonra yirmi beş yaşlarında diplomasını alır ve genellikle ya uzmanlık öğreniminde ya da zorunlu hizmetle gönderildiği yurt köşesinde göreve başlar. İşte kamu kesiminde çalışan ve en ağır yükü çeken meslektaşlarımız bunlardır. Asistan olanlar hattada 90 saate, herhangi bir sağlık ocağında çalışanlar 168 saate varabilen insanüstü mesailerıne karşın haftada 45 saat üzerinden ücret alıriar. (Haftalık çalışma süresi Personel Yasası'na göre diğer kamu işyerlerinde 40 saattir ve dahafazla çalışmanın parasal karşılığı vardır.) Çalışma koşulları çok ağırdır. Mikroplar, radyasyon ve çeşitli kimyasal maddelerle karşılaşmalar ile fiziksel ve psikolojik yıpranmanın birlikte neden oldukları hastalık riski (meslek hastalığı) çok yüksektir. Lojman için yok denebilir, işe geliş gidişlerde servis aracı yoktur. Hastane ve ocaklarda çalışma ve dinlenmeye ayrılan fiziksel mekânlar genellikle çok yetersizdir. Yıllık dinlenceler için yeterli ve uygun tesis yoktur. Uzman hekimler için fiziksel çalışma sürelerinin belki biraz daha azalması dışında benzer sorunlar söz konusudur. Diğer yandan bir hekim meslek yaşamı boyunca okumak, araştırmak, kendini yenilemek zorundadır. Kaynakları yeterince izleyebilmek için aylık ücretin önemli kısmını ayırmak gereklidir. Hekimlerin harcadıkları emek ve yaptıkları iş en değerli varlığımız olan insanlarımızı sağlıklı, mutlu, üretken kılmanın en doğrudan, en somut araçlarından biridir. Hekim emeğine verilen değer ise insana verilen değerin dolaysız bir göstergesidir." Bu satırların yazıldığı gün kimi gazetelerde korkunç bir haber yayımlandı: Çıldıran emekli işçi battayta iki kişiyi öldürdü, iki kişiyi de yaralayıp harakiri yaptı. Altı ay önce emekli olan Tekel işçisi... Yorum gerekir mi? ANAP'çılara sunulur! Ette hormon tartışması Günlerdir toplumumuzu huzursuz eden, halkımızı zaten güçlükle alabildiği etten uzaklaştıran, ciddi bir bunalım yaşayan hayvancılığımıza yeni bir darbe olarak nitelendirebileceğim, hormonlu et konusunda bir açıklama yapmayı görev biliyorum. Yürürlükte buhınan 1734 sayılı Yem Kanunu ile bunun 20. maddesine ilişkin 7/8487 karar sayılı Yem Yönetmeliği'ne göre hayvan yemleri içinde her çeşit sağlığa zararlı maddelerin bulunması yasaktır. Bu Mustafa Kemal, 1 Mart 1922'de (30 Ağustos'tan altı ay önce; şöyle diyordu: "Bugünkü savaşımlarımızın amacı tam bağımsızlıktır." (Söy lev ve Demeçler s. 229) Ne demek tam bağımsızlık? İstiklâli tam... Bizim ulusal marşımızın adı da "İstiklâl Marşı"dır; yeni deyişle Bağımsızlık Marşı. Yeryüzünde ulusal marşının adı bağımsıziıktan alınmış bir başka ülke var mı? Cumhuriyet devleti "İstiklâl Harbi"y\e kuruldu 12 Eylül'le birlikte mahpushanelerde kimi sanığa zorla, dayak la, baskıyla söyletilen "İstiklâl Marş»"nın son dizesi de "bağımsızlık" sözcüğuyle noktalanır: "Hakkıdır Hakka tapan milletimin istiklâl..." Peki, insan haklarını çiğneyerek ve hukuku hiçe sayarak cezaevlerine tıktığımız gençlere CIA'nın doğrultusunda uşaklaşar işkenceciler mi "istiklâl"\ öğretecekler? Amerikan güdümunür rahlei tedrisinde mi bağımsızlığın ne olduğunu veya olmadığını belleyeceğiz? Hayır. Gerçek şu ki, bir süreden beri geçerli siyasal iktidarların resmi görüşleri "tam bağımsızlık" değildir; tamından vazgeçtik, "bağımsızlık" da değildir. Nedir?.. "Karşılıklı bağım/ı/rfCiır. Öyle bir ülkeyiz ki istiklâli tam'dan vazgeçmişiz, istiklân çoktan unutmuşuz; "karşılıklı bağımlılık" yani "karşılıklı istiklâlsizlik' siyasetini güdüp savunurken, okullarda, hapishanelerde, resmı toplantılarda gençlerimize "İstiklâl Marsı"n\ söyletıyoruz. • Atatürk Söyfevin ikinci cildinde der ki: "Tam bağımsızlık (istiklâli tam) demek, elbette politika, maliye, ekonomi, adalet, askerlik, kültür alanlannda tam bağımsızlı ve tam özgürlük demektir. Bu saydıklanmın herhangi birinde ba ğımsızhktan yoksunluk, ulusun ve ülkenin gerçek anlamıyla bü tün bağımsızlığından yoksunluğu demektir." Gazi, tam anlamında bağımsızlığı savunur, gözeneklerinde duyumsar, insanlık onuru sayar; "hürriyet ve istiklâl" O'nun "karakteridir." Denebilir ki: Bağımsızlık (istiklâl independence) çağı geçti; artık ülkeler arasında karşılıklı bağımlılık (interdependence) dönemi başladı. Amerikan kuramcılarının pompaladığı bu görüş, bütün dünyayı tekelci sisteme bağlarnak ve bu sıstemin buyurganı olmak amacındaki Vaşington'un işine gelir; ancak karşılıklı bağımlılıkta hep tekelcinin sözü geçer, Türkiye gibi ülkelere de verilen kararları uygulamak kalır. Gerçekte "bağımsızlık" fikrinden bir kez vazgeçtin mi, karşılıklı ılişkilerde de bağımsız düşünebilmek, eleştırebılmek, karar verebilmek niteliğini baştan yitirirsin. Uluslararası forumlarda, paktlarda, kurumlarda "eşıt ve bağımsız devlet" kimliğini kendi ellerinle yok edersin. Özgürlük ve bağımsızlık önce kafada başlar, düşüncede oluşur, fikirde gelişir; sonra dünya görüşüne dönüşür, hayatta yol gösterici olur. özgür olmayan insan ve bağımsıziıktan vazgeçen devlet, uluslararası forumlarda ikinci sınıftır. Bugün 30 Ağustos.. Düşünme zamanıdır: Eğer "istiklâH kendımize yakıştıramıyorsak. bağımsızlığı modası geçmiş bir kavram sayıyorsak, İstiklâl Marşımızı değiştirmeliyiz "Karşılıklı bağımlılık" için bir güfte ve beste yarışması açmalı, birinci geleni ulusal marş ilan etmeliyiz. Devletin doruklarında karşılıklı bağımlılık propagandası yapanların ülkesinde gençlcrin "İstiklâl Marşı"nı söylemeleri gulünç kaçıyor. TOPLUM İNSAN DÜSÜNCE DERGİ MU TEŞEKKÜR Bizleri derin acılar içinde bırakarak aramızdan aynlan ailemizin değerli varhğı KAYHAN SAĞLAMER'in vefaü nedeniyle bizleri yalruz bırakmayıp, acımızı paylaşan ve cenaze törenimize katılan, çelenk gönderen, Türk Eğitim Vakff na bağışta bulunan, telefonla, telgrafla veya evimize kadar gelerek bizlere destek olan akraba, dost ve arkadaşlanmıza, tüm basın mensuplanna, Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanı Sn. Hasan Celal Güzel'e, Devlet Bakanı Sn. Mehmet Yazar'a, Sn. Erdal tnönü'ye, DYP Genel Başkanı SHP Genel Başkanı Sn. Süleyman Demirel'e, İstanbul Anakent Belediye Başkanı Sn. Bedrettin Dalan'a TÜYAD'a ve hastaliğı sırasında bizlerden yakın Ugilerini esirgemeyen İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi doktorlanndan INTEGRATED Mİ COMPUTER SİSTEMLE KAYNAKVEKONTROL Prof.Dr. Uğur Derman'a, Prof.Dr. Seyhan Çelikoğlu'na ve Doç.Dr. Sabriye Demirci'ye yürekten teşekkür ederiz. AİLESİ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle