19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/6 1 TEMMUZ 1987 Türkân Karahasan'a Yunus Nadi Armağanı üçüncülük ödülünü kazandıran yapıt: Vmudu kalkan edip tutkulanma Yügınlıklarla savaşmak istiyorum Ey çocuk sende yeşermek Ey genç sende dal budak salmak Ey olgun insan seninle gizleri aşmak istiyorum Ey umarsızhklara direnirken Yaşlanmayı unutan Sen gibi olmak istiyorum "Arkadaşlar, içinizde hiç uçsuz sigara içen yolc m u ? " diye sormak geçiyor aklımdan. Soruyu, kısılmış dudaklanmın içinde kenetlenmiş dişlerimin arkasında tutukluyorum. Bir kamu kuruluşuna kapılanmak umuduyla başvuran binleroe adaydan, gözetmenlik yaptığım sımfta, sınava giren 43'ünden çoğunun, izin vermemizden sonra yaktıklan sıgaralara bakıyorum bir süre. Kent raerkezindeki meslek lisesinin alt katında, güneş almayan sınıflardan birindeyiz. Lutfen kâğıtlannıza bakın. Sigara dumanından görüş alanınız daraldıkça yanmızdakinin kâğıdına tumden yapışacak duruma geliyorsunuz. Birkaçı gülumsuyor. Mınltdar başlıyor yavaştan. Ohoo!.. Arkadaşımza dikte mi ettiriyorsunuz? Diğer görevli öğretmen söze kanşıyor: Unutmayın, bu bir yarıştır. MMİO kışinin seçileceği sınava, sabah gelen ilkokul çıkışlılarla birükte 40005000 aday katılıyor. Yanınızdakine yardım ederseniz, kendi şansımzı azaltırsınız. "İyi; ama bunların çoğu yardım etme değil, çevresinden yararlanraa cabasında..." diye düşunüyorum. Yuksek duvarlarının üst bölümü raavi, altı yeşil boyalı, loş bir sınıf bu... Yalnızca şu anda karşımda kalan arka duvanrun badana izleri tümüyle temizlenmemiş büyuk penceresinden ışık alıyor. Dışarda, bir iki metre ilerde yeri, sarkık dallanyla okşayan söğudün yapraklan arasından, okulun arka bahçesindeki toprak futbol alanında top koşturan yeşilbeyazsiyah formaU meslek lisesi sporculan görünuyordu az önce. Şımdı giyinmişler; gençlıklerinin doğal güçlerıni, buyüklerine de pek sakıncalı gelmeyen bir yontemle boşaltmaktan dingin, nıce böylesı çe\Tece onaylanacak etkinliklerden umutlu; güluşerek, itişerek uzaklaşıyorlar. Daha ötelerde deniz ne mavi ne yeşil; belirsizliklerin grisinde uzanrnakta... Sınavdaki görevimin saat 13.00'te başlayacağı belirtilmişti. Bu cumartesi sabahında annemle gittiğimiz pazarda alışverişi bitirdikten sonra, öğrencilerimle 10.00'da toplanarak yürüteceğimiz tiyatro çahşmalarına 43 dakika geciktiğim için, tedirgin durumda, okula doğru koştururken, ta karşıdan kalabalığj göruyorum: îşsizler ordusu içinde, ancak bir manga sayılabılecek yuzlerce kişi... Kadir, bahçe kapısında bekliyor: Hocam, geç kaJdınız. Biz 10.00'da geldik. Arkadaşlarla kısa oyunlara birer kez çalıştık. Siz gelmeyince gittiler. "llk kez böylesi geciktim. Tükeniyor muyum yoksa?" sorusuna bilincimi tıkayarak sesimi yükseltiyorum: Gecikebileceğimi söylemiştim. Niye beklemediler? Okuldakilere sorduk, sınava da geimediğinizi söylediler; onun için dağıldık. Ben öğleden sonraki sınavda görevliyim. Şimdiye değin oyunları birkaç kez okumalıydınız, rol bölümü kesinleşmeliydi. Neyse, beklediğin halde sana söyleniyorum. Zaten hep böyle otur. SINA VA UZANAN ELLER Bıytklı, bıyıksız, saçı dokulmeye başlamtş ya da gür saçh; parmağı halkalı, halkasıı; ilgi beklercesıne dikkatle bakan ya da gözlerini kaçıran; kimi katılasmıs yuzlü, bir bölümü yumuşak çehreli, vaktinden önce yaşlanmaya aday yüzlerce insan ancak 5060 kişinin seçileceği için sınava, istikbal umutlanm da götürüyordu. (Fotoğraf: ENDER ERKEK) nisyenlik kadrosu için başvuran binlevce gençten 40 kadarı, sımfa giriyoruz. Arahksız, her sıraya 2 kişı olmak üzere oturuyorlar. Sayıyorum: Bıyıklı, bıyıksız, saçı dokulmeye başlamış ya da gur saçh; parmağı halkalı, halkasız; ilgi beklercesıne dıkkatle bakan ya dagözlerinı kaçıran; kimi katılaşmış yuzlü, kimi öfkesinı kusmak için fırsat kollayan; bir bölümü yumuşak çehreli, katlanış içinde; vaknnden önce yaşlanmaya aday 43 genç... Oysa bu sımfa 38 kişinin alınacağı söylenmişti. Sınav sorulannın getirılmesinı bekliyoruz. Sorular klasik mi, yoksa test mi uygulanacak, bilemiyorum. Sımfta tek bayan benim. Kızlar ayrı dersliklerde... Bir süre sonra adaylar, seslerini pek yükseltmeden kendi aralarında konuşmaya başhyorlar. Uyarmaya gerek görmuyorum. Kendimi, sonucu önceden belirlenmiş bir kumarın, soz hakkı olmayan kâğıt dağıtıcısı olarak duyumsuyorum. Kann tokluğuna bile değil de yeni bir duş kırıklığını göze almak yürekliliğiyle figuranlığı bir kez daha benimsemek durumunda kalan bu gençlerı, sustalı maymuna çevirmeye çalışmak anlamsız... Parmaklarım karıncalanıyor: "Yazmalıyım!" Sormak istiyorum: "Liseyi bitireli kaç yıl oldu? Nereden geldiniz? Şimdiye değin neyle geçindiniz, ekmek parasını nasıl kazandınu?" Tutamıyorum kendimi: Belki sormamı sakıncalı bulursunuz; ama raezun olmanızdan sonra uğraştığımz ufak tefek ışler olmalı. Kimi askerden dönduğunü, kimi serbesı işle uğraştığını söyluyor. tlimiz merkez ve ilçelenndeki meslek ve klasik lise mezunlarının çoğu da konuşmak istemiyorlar durumları konusunda. Onur mu, boş vermişlik mi? Açıklamak gereğini duyuyorum: Liselerimizden mezun ettiklerimizin genel durumunu bir de şöylece sızin ağzınızdan duyayım da " Yıllarca öğretmenlik yapıp genç kuşaklann yetiştirilmesıne katkıda bulundum" diye gönul avutmayayım. Sınav kâğıtlannın dağıtılması zamanı geliyor. Müdur başyardımcısırun odasından alırken fiyatuıı soruyorum. Oradaki öğretmenlerden biri: Tanesi 50 lira... Dığeri 100 lira, diyor. sozleriyle savunmaya geçıyor. Hiçbiri bağırıp çağırmıyor. Siz lütfen kalan paralan toplayın, uyansıyla araya giriyorum. O sırada iki genç öğretmen beni kapıya çağınyorlar: Hocam, bizim sımfta sorular yazdınldı. 2. soru: Serveti Fünun döneminde hece ölçüsüyle yazan şairin adı... Bize söyleyebilir misiniz? Sınavda bir yakınları olmalı... Ona aktarmamn yolunu bulacaklar. Serveti Fünunculardan Tevfik Fikret hece ölçüsüyle şiirler yazmıştı, ama o topluluktan ayrılmasından çok sonraki yıllarda... Onun için Fikret olamaz, diyorum. Bır bakıma onlara soyleyemediğim için memnun, bir bakıma kaç yıllık edebiyat öğreuneni olarak yarutı bir çırpıda bulamadığım için tedirginim. Soruda bir eksiklik olmalı, diye ekliyorum. Bır iki dakika sonra, eleman alınacak ilimiz bilmem ne müdürluğü gorevlilerınden uç kişi soruları getiriyorlar. Kimlık kontrolu yaptımz mı, diye soruyor biri. Hayır, yapmamız söylenmemişti, diye yanıtlıyorum, canım sıkkın... Kimlikleri denetliyoruz. Can sıkıntım anıyor. Sorulan yazdınyoruz: Türkçe, tarih, fizik ve matematıkle ilgili 10 soru, 1.5 saatte yanıtlanacak. 2. soru: Serveti Fünun dönemine rastlayatı yıllarda hece ölçüsüyle yazdığı şiirleri "Türkce Şiirler" adlı kitapta yayımlayan şairin adı... Sınıftakilere bakıyorum. Yanıtını bulabilirler mi? Mehmet Emin Yurdakul "Turkçe Şiirler"i Servetı Fünun edebıyatının surdüğü yillarda yazıyor; ama kendisi o topluluğa katılmadığı gibi, özeUiklerine de tumuyle karşıt şiirler oluşturuyor. Boş boş bakan adaylann bu soru karşısında da şaşırma olasılıklan yok. Hıçbir şey bilmedikleri yorumsuz gözlenne yansımış durumda çünku... Bense öğretmenlik onururau kendime karşı da olsa kürtardığım için rahatladım mı ne? "Hey T a n n m ! " Adaylar sorulan yazmayı bitiriyorlar. Biraz sonra yavaştan yavaştan birbirlerinin yanıtlarına bakmaya, fısıldaşmaya başlıyorlar. Masada azıcık buruşmuş bir Maltepe paketi göruyorum. Kimin bu sigara paketi? Gozetmen arkadaşım alıp bakıyor: Ellerindeki sigaralar uçlu \e pahalı cinsten... "Arkadaşlar, içinizde hiç uçsuz sigara için yok m u ? " diye sormak istiyorum; soramıyorum. Belki de tek lüksleri sayılabilecek bu "hava"lannı bozmaya ne hakkım var? Smav bıtiyor. Adaylar bıkkın, sıkkın, yorgun, aldırmaz ya da bizlere "tyi günler!" dileyebilecek kadar iyimserlik cabasındaki göruntuleriyle çıkıp gidiyorlar. Meslektaşım, sınıftakilerin adlarını ve toplanan paraİarı yazdığı üsıenin altına: " t k i kişi kâğıt parasını veremedi" cümlesini ekliyor, ben de imzalıyorum. Okulun bahçe kapısından çıkarken, sokak satıcıları arasında duran, delikanlıhk hazırlığındaki simitci dikkatimi çekiyor. Sepetinde duzensiz, kocaman iki kara harf: " E . O " Altı yedi ay önceyi, geçen ders yıh sonunu anımsıyorum. Bir tiyatro çalışm.^ı sırasında: Çocuklar, mezun olmakla sorunlarınız çözümlenmeyecek ki... Lise p kışlıların çoğu işsiz... Sizin yaşlarımzda gerçi her yaş için aynı durum söz konusu ya boş kalmak kişileri yozlaştınr. Hiçbir şey yapamazsamz, simit satm. Hem giderlerinizi karşılarsmız hem de kendinizi dağumamış oluısunuz. Sizler için dılediğimiz daha uygun görevlere erişinceye değin, özdeğerlerimzi yitirmemek koşuluyla hangi işte olursa olsun çalışmaktan kaçınma>in, demiştim de " O z a n " rotundeki Muharrem, düğunlerde, nişanlarda saz çalarak ya da maden işletmesinin denize döktuğü urelim artıklannı toplayıp satarak giderlerınin birazını olsun kendi çabalarıyla karşılayabilmenin verdiğı rahathkla: Olur hocam, elimize yanında " E . ö " yazüı sepeti alır, simit satanz, diye takılmıştı. Canım sıkılmıştı: "Üniversitelerarası seçme sınavını kazanamasalar, hatta katılma olanağı bulamasalar bile; eğitimini gördükleri elektrik, tesviye, motor, metal, ağaç işleri gibi dallarda çalışabileceklerini niye düşünemiyordum sanki?" "Sepetinde yazılı şu E.ö'nun anlamım sorsam mı simiıçiye?" Ama geçip gidiyorum yarundan işte... "llk fırsatta öğrenmeliyim o harflerin neyi simgelediklerini..." tki yıl kadar önce okulumuzun kapısında simit satarken gördüğum, gözü bana ilışince başını öte yana çevirerek görmezlikten gelen mezun öğrencilerimizden bin akluna geliveriyor. Kavşağa doğru yururken, çalıştığı kuruluşun mudürünu dövdüğunu söyleyen gençle karşılaşıyorum. Hocam, bizim fabrikaıun basket maçına gidiyorum. Beni izlemeye gelir misiniz? Hani sen oramn mudurunü dövmuştün, takımında nasıl oynuyorsun? O zaman müdur basket oynadığımı bilmiyordu; kapalı salonda izleyince banştık. Kadrolar boşalınca beni yeniden işe alacak. Maçımıza gelır misiniz? Sağ ol, henuz öğle yemeği bile yemedim. Aynca üşüyorum ve nedense bugunkü sınavdan sonra kafara karmakarışık... Dinlenmeliyim... Sana başanlar... Bir umuda doğru coşkuyla yüruyen basketçinin ardından bakarken, üç ay boyunca cumartesi, pazar, tatil, soğuk, kar demeden sahneye koymaya çalıştığımız iki perdelik oyunu, onay verilmemesi nedeniyle sergıleyemeyeceğimizi haber verdiğim anda, rol alan öğrencilerimde gözlemlediğim yılgın katlamşı anımsıyorum. Ne demişti sayın yetkili: Biz, sizin yazarlığınıza karışmayız; yalruz kaçak maden işletilmesi gibi kentimızı ilgilendiren bir sorunu yorumlayan oyunun burada sunulmasını şimdilik doğru bulmuyoruz. Ama oyunun sonunda. soruna guvenlik güçleri çözüm buluyorlar. Ne sakıncası olabilir? Yine de burada oynanmasını istemiyonız. Belki başka yerlerde sergileyebiHrsinız. Ona bir şey diyemeyiz. Ve sonra kısa oyunlarla oyalaruşımız; yıllarca sanatsal coşkularını kalabalık izleyici kitleleriyle bölüşmelerine yardımcı olduğum genç öğrencilerimi, yeniden ortaklaşa çabalara, arayışlara yöneltebilecek; ozgüvenlerinı kazandırabilecek, aydınlık gülümseyişlerine kavuşturabilecek yeterlilikte olabilir mi? Birkaç gün sonra... Bir öğretmen arkadaşla çarşıdan evlerimize doğru yukselen bayırı tırmanıyoruz. Merhaba hocam... Başımı kaidınyorum: Birkaç basamak yukanda, eski öğrencilerimden guleç yuzlü bır genç sevecenlikle yuzume bakıyor. Oo, merhaba! Nereden böyle? Arkadaşımdan... Nasüsın, neyle uğraşıyorsun? Muhendislik fakultesinın makine bolürnünü bitirdim. Yedi aydır boçtayım. Işletmeye ya da başka bir işyerine başvurmadın m:? Iş nerde? Çok büyuk torpil gerek gırebilmek için... Ne yazık, mezun oğrencilerimizin çoğu boşta... Gülumsuyor. İki basamak inip yanıma geliyor. Benden oldukça uzun. Güneşimi kesmek istercesıne tepemden bakıyor: Ne yapalım hocam? Siz üzülün, emekleriniz nasıl boşa gidiyor görün de... Aman oğlum, sorunlara çözüm bulmak değil, ortama uyumlu (!) kafalar yetiştirmek benim göre\im. Böylesi yaşamsal bir konuda bile havadan sudan söz edercesine gulumseyerek konuşabiliyorsak, uyum sağlama açısından başansız olduğum soylenemez değil mi? Yani, senin anlayacağın, boşa kürek sallıyorum diye pek uzülmem gerekmiyor. Gülüyoruz yeniden... Ağlanacak durumu olgunlukla (!) değerlendirebilmiş olmanın buruk iyımserüğiyle birbirimizden aynlıyoruz. Arkadaşım, çocuğuna simit almak için yanımızdan geçen simitçiyi dur.duruyor. Hemen soruyorum: Sepetinin yanına yazdığın şu " E . Ö " harflerinin anlamı ne? Simitçi çocuk şöyle bir yuzume bakıyor küçümsercesine... "Bu da son. lur mu? Senin dunyadan haberin yok" dercesine... " E . Ö " , bize simit veren fınnın sahibinin adının baş harfleri... Bu çevrede salılan bütun simitler ondan sorulur, butün simitçiler ona bağlı... Yuruyorum: "Peki ben kime, neye bağlı>ım? Bu kadar çocuğun, gencin sorunları kimlerden, nerelerden sorulur?" Evlerimize yaklaşırken arkadaşıma: Geçen gunkü sınavı, katılan gençleri düşünurken tedirgin oluyorum. O kadar yetişkin kişi, işsiz güçsüz, amaçsız, anlamsız yaşıyor Bizler ise hâlâ doyumsuzluk içindeyiz, diyorum. "Avutmasım mı bekliyorum, n e ? " Iş bulsalar, onlar da yetinemez olurlar. Çok doğal bu... Kiminin ufak tefek ı.j"»*ı vprdır hem. . kızlar, yine evdeki işlerle oyalanabiliyorsunuz. Hem evlenme umudundan kaynaklanan, yeni yaşama biçimine yönelme hayali de işsizüğinizin sıkıntısını biraz yumuşatabilir belki. Bahçedeki ağaçlıklı yoldan tepedekı okula doğru yururken, eskı öğrencılerimden lsmet'e rasüıyorum: Uzun boylu, ince bir genç... Ağaç işleri bolömü mezunu... Görmeyeli hepten kavrulmuş gib: mi ne? Nasılsıruz hocam? Sağ ol, sen nasılsın? Sınav için geldim hocam. Durumum gerçekten zor... Evlendim, iki çocuğum var. lşe girmem gerek. Şimdiye değin ne yapıyordun? Askerliğimi bitirdim. Sonra işportacılık, şu bu... Sınava gireceğim sımfta mı görevlisiniz acaba? 11 nolu sımf, diye yarutlıyorum. Benimki değil, diyor; bir umut kmntısını çöpe atmışım gibi... Oysa ne defişir ki? Okula birkaç basamak daha yaklaşırken, küçuk havuz başındakı yayvan defne ağaanın altında bekleşen kızlar gnıbunun arasından sıynlan, elektrik bölümü çıkışlı Ayfer yanıma geliyor. "Olanak bulsa, bayanlann teknik eleman olarak da etkili çalışmalar yapabileceklerîni kanıtlayacak başanlara ulaşabüir mi? Yok, aah, öncülük görevi için 'fazla tipsiz' değil de, çok özel tipli..." Şık, siyah etek mont giymiş; uzunca saçlannı kıvır kıvır, kumral lüleler haliade omuzlarına dökmüş Ayfer, her zamanki gibi duyarlılığını boşvermişlik gulümseyişiyle saklayarak elimi öpuyor; kucaklaşıyoruz. Kimleri görüyorsun, diye soruyorum söz arasında. Hamide evde, Şafak nişanlandı, diye bilgı veriyor, geçen yıl tiyatro kolunda birlikte çalıştığı kız arkadaşları hakkında. "Oysa kıpır kıpır, içten, sevimli gorunuşuyle Hamide'nin daha çabuk nişanlanacağı sarulabilirdi" düşuncesi aklımdan geçiveriyor. Ayfer, coşkulu konuşmalanna karşıt düşecek bır çekingenlikle: Ozan'la Balkız ne yapıyorlaı, diye soruyor, geçen yıl sunduğumuz oyunda başrollere çıkan Muharrem ve Bahriye'yi yapıttaki adlarıyla anarak... Kendime biraz ovünme payı çıkararak: Ikisi de Istanbul'da, üniversıtede okuyorlar, diye yanıtlıyorum. Sonra da çiğliğimden buruklaşmışçasına, okulun çevresini saran yüzlerce gence ya da devinimsızlığın etkisiyle zamanından önce orta yaşa doğru adım " atmaya hazırlanan bir suru insana bakıp ekliyorum: Siz kızlar, yine evdeki işlerle oyalanabiliyorsunuz. Hem evlenme umudundan kaynaklanan. yeni yaşama biçimine yönelme hayali de işsizüğinizin sıkıntısını biraz yumuşatabilir belki... Ama bu kadar genç erkek, tüketilmeye zorunlu guçlerinin doruklanndayken, böyle bomboş; işsiz güçsüz, çoğu kflltur ve spor etkınlıklenne katılma olanaklanndan yoksun durumda; hatta yeteneklerini, kendilerini tanımaya eriştirilmemenin anlamsızlığında, ne yaparlar ki? Ayfer: Hocam, tiyatro kolundaki arkadaşlar sizi epeyce beklsdiler; sonra şu ek binada, boş bir sımfta çalışıp dağıldılar. Eskiden hiç böyle gecıkmezdiniz. diyerek sözu değiştiriyor. Oldu işte... Kalabalığın arasından, müdür yardımcılanndan birinın sesi: Hoca Hanım, gelin lütfen, diye çağırıyor beni. Ana binanın giriş kapısının karşısındaki yüksekçe, geniş alanda toplanmıs bini aşkın adayın yanına gıdiyoruz. Ben tiyatro provası için erken gelmiftim. Görevli öğretmenlerden çoğu ortada yoklar. Mudur yardımcısı oldukça bunalmış: tşte 11 numarada sınava gırecek adaylar... Sabah ilkokul çıkışlüar için baslatılan sınav henuz bıtmedi; ama bunları on beş dakika sonra sımfa alabihrsmiz sanıyorum. , arın tokluğuna bile değil de, yeni bir aüş kırıkhğını göze almak yürekliliğiyle fgüranlığı bir kez daha benimsemek dmımunda kalan bu gençleri, sustalı maymuna çvirmeye çalışmak anlamsız. ('andaki sıradan tanıyamadığım bir genç: Hocam, yeniden okula kaydoluyorum. Kabul eder misiniz? diye soruy<r. jakasma gulemeyerek onu bir kez de ben hayal kırıklığına uğratıyorum. Ah oğlum, gönlum sizlerle daha elverişli koşullarda karşılaşmamızı istedi, ama ne yapalım, yalnız ulkemizin değil, tum insanlığın sorunu bu işsaik... 3ir yandan da kendime kızıyorum: 'Aklım sıra, çocuk avuttuğumu mu sanıyorum?" \z sonra, öğretmen arkadaşlarımdan bırinin okulumuz elektrik bölümü çnşlı oğlu yanıma geliyor. Sen calışmıyor muydun? Mudürle anlaşamadık, azcık dövdum; avrılmak zorunda kaldım, divr aldırmaz görunçjek... ' Neden? Sorumu yaratlamak istemiyormuşcasına susuyor. Bir başka eski öğrencimle konuşurken: Bu kadar işsiz genç, böylesi oldukça duzenli giyınebilmiş; pek fazla %m, yıkık olmayan bir görünüşle sınav kapısında işe girmek umuduyla âdeşebiliyorlarsa; bu aile yapımızın butun sarsıntılarına karşın oldukça sağın bir dayanışma ortamı olma alışkanlığını sürdürmesindendir sanırım dı»rum. Sonra da kendime: " A c a b a ? " diye soruveriyorum. Sen önde, ardımda adı her ne ise müdurlüğune gerekli 12 memur ve tek K: u kadar genç erkek, tüketilmeye zorunlu guçlerinin doruğundayken böyle bomboş; işsiz, güçsüz; çoğu, kültür ve spor etkinliklehne katılma olanaklanndan yoksun durumda, ne yapardı ki? Kimi askerden döndüğünü, kimi serbest işle uğraştığını söyluyor, İlimiz merkez ve ilçelerindeki meslek ve klasik lise mezunlarının çoğu da konuşmak istemiyorlar durumları konusunda. Aldıkları puanlar torpillilere aday listesinin ancak son sıralarında yerler sağlıyordu. Işin usulüne uygun yürütülmesi için 500 kişiye sözlü hakkı tanmdı ve yazüı sonuçlarına bakılmadan, önceden belirlenen kişiler işe alındı. Zaten hepsi işsiz... 100 liraya kâğıt satılır mı? Gidip müdure soruyorum. 50 lira alın, diye yanıtlıyor. Sımfa dönüyorum: Sızler benden gençsiniz. Lutfen biriniz kâğıtlan dağıtsın, diğeriniz de 50 liradan olmak üzere paralan toplasın. İki genç, işe yarayabilme duygusunu tadabilmenin özlemiyle kalkıp söylenilenı yapıyorlar. Paralan toplayan: Efendim, iki kişinin parası yokmuş; veremediler, diyerek yüzümei>akıyor. Onemi yok! Birden aklıma geliyor: " O iki kişinin parasını neden almadın? Odemek zorundasın" deseler, çantamda beş kuruş yok. Sabahleyin pazarın park yennde, ailece kaç yıl tatile çıkamayışımız karşılığmda taksitle alabildiğimiz arabada beklerken, ahşverişte parası yetmeyen annem gelıp isteyince, yanımdakilerin tumunu vermiştim: "Nasılsa pazartesi gunu aylığımızı alacağız Yarın da pazar tatilı... Sokağa çıkmazsak para da gerekmez" duşuncesiyle... İçimden kime, neye, niçin yönelik olduğunu aynmsayamadığım bir kızgınlık dalgası >ajkseliyor. Ah, birısi: "Niye iki kâğıdın parasını almadın?" diye sorsa yok mu ya? II numaralı sınıfın diğer gorevlisi genç öğretmen, sonunda gelebiliyor. Hoca hanım, kâğıt başına 100 tira alınacakmış. Nasıl olur? Az önce mudur bey 50 lıra ahnmasını ıstemişti. Bazı sınıflarda 100'er lira loplanmış. "Aynlık olmasın, tümünden o kadar alalım" dediler. Toplayın oyleyse... Mırıltılar du>ulu>or. Biri: Para mı kesiyoruz, diye homurdanıyor. Genç öğretmen: Biz ne yapalım arkadaşlar? Verilen görevi yerine getiriyoruz. Paralan idareye teslım edecegız. Bağınp çağırmanıza, guçluk çıkarmanıza gerek yok. Demın gelen görevli beylerden bin bırakmıştı, siz içersiniz diye... Ama bunun içinde bir tane mi, yarım tane mi ne sigara var. Ne saygısızlık! diye mınldamyorum, yine neden kızdığımı pek bUmeden. Ben onlardan sigara mı istedım? Zaten içmem. Lütfen geri verin. Paketi alıp gidiyor. İki genç arkadaş yine kapıdan başlarını uzatıyorlar. Yanlanna gidip fısıldıyorum: Sorduğunuz sorunun yanıtını biliyorum; yalnız smav bitmeden soyleyemem. Şu kadannı anımsatabilırim: Serveti Fünun edebiyatı yıllannda da yazmış olmasına karşın. onlara katılmayan, apayrı özellikler taşıyan bir şair... Soyleseniz... HakSTZİık olur! Uzaklaşıyorlar... Bilgimi kanıtladığım için mutlu muyum, yoksa çiğliğimden öturü tedirgin mi? Gozetmen arkadaşım geri geliyor: Hocam, o beyi bulamadım. Paketi ne yapünız? Atum! Soluğundap. yayılan sigara kokusunu duyuyorum. Konuşmayın arkadaşlar, yamtlarımzı göstermeyin. Birbirinize yardım etmekle kendi kazanma şansıruzı azaltıyorsunuz, sozleriyle uyanyorum adaylar ı, ınançsızca... Hiçbiri kazanamaz gibi geliyor bana. Kimbilir kaç torpilli vardır? Olmasa da pek başanya ulaşacağa benzemiyorlar. Hem zaten bunların çoğu >ardım etme değil, çevresindekilerden yararlanma uğraşısmda. Arkadaşım: Sigara icmelerine izin varmış, diyor. İsteksizce onaylıyorum: İçsinler öyleyse... Çoğu. ceplerınden paketlerini özentiyle çıkarıp içmeye başlıyorlar. Kuçuk kuçuk bacalar tutuyor sanki loş odada... Özellikle dikkat ediyorum: 1 î (Arkası 13. Sayfada)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle