28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Ortaçağ karanlıklarından dışarıya çıkamamıştı. Böylece çağdışl bir duruma sürüklenmiş olan Imparatorluk, Karlofca'dan başlayarak Avrupa'daki topraklarıru yitirmiş, sonunda Ruslar 1878'de Yeşilköy'e kadar gelmişler, bunun uzerine Abdiilhamit ülkesinin çogu Müsluman Tütklerie raeskun topraklarını Berlin barışi ile terk etmek zonında kalmıştı: Bulgaristan, Bosna, Hersek, Kıbns, Tesalya'nın ve Epirus'un önemli bolümleri, Kars, Artvin, Ardahan, Batum vbg... Abdulhamil zamanında ülke 33 yıl suren karanlık bir döneme girmişti. Aynı yıllarda Doğu'da Japon tmparatoru Mutsihito ülkesini modernleştirerek, cağdaş kültür ve teknolojiyi olduğu gibi Japonya'ya aktarırken, bir yandan eğitim kurumları açan ve belirli bayındırlık işlerini yapmaktan geri kalmayan II. Abdülhamit, açtığı bu okullarda Osmanlı tarihinin bile bütün aşamalarını okutmayı ve kimi sözcükleri yasaklıyor, özgür duşünceye en büyük engelleri koymaktan geri kalmıyordu. Avrupalılann hasta adam adını taktıklan Osmanlı împaratorluğu artık son günlerini yaşıyordu. 1912 guzünde başlayan Balkan Savaşları sonundaki yenilgimizle, Dimetoka bir yana, bugiinkü Trakya sııuıianmızın ötesinde kalan tüm lopraklanmızı da yitirmiştik. Bu perişan durumunda Birinci Dunya Savaşı'na katılmak zorunda bırakılan imparatorluk, çeşitli cephelerde kahramanca bir savaşımdan sonra yorgun, bitkin ve yenik çıkmış; Osmanlı devletinin geriye kalan toprakları da İngiltere, Fransa, ttalya gibi güçlu devletlerin ordularınca, 30 Ekim 1918 tarihli Mondros silah bırakışmasına uyularak işgal edilmişti. İşgal edilen yerlerin başında ise lmparatorluğun başkenti Îstanbul gelmekte idi. lzmir ise Yunanlılarca işgal edilmişti. Işte o gunlerde 19 Mayıs 1919'da Mustafa kemal kırık dokuk bir gemi ile Samsun'a ayak bastı. Planlamış olduğu Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı uygulamaya koydu. Buyıik dehası, bilyuk cesareti ve azmiyle Türk ulusunun savaşçı gücünu harekete geçirdi. Üç yıl suren iç ve dış savaşlar sonucu Turk ordusu eşsiz komutanının önderliğinde, Ingiltere'nin arkalamakta olduğu Yunan ordusunu buyük venilgilere uğratarak 9 Eylül 1922'de Izmir'de denize döktü. Mondros silah bırakışmasının hemen ardından Anlasma Devletleri (Başhcaları: İngiltere, Fransa, Italya, Amerika Birleşik Devletleri; tümü yirmi sekiz devlet) İstanbul'u fiilen işgal etmişler ve bu devletlerin savaş gemileri Îstanbul limanmda, Boğaziçi ağzında saf saf dizilmişlerdi. Istanbul'da toplanan son Osmanlı Meclisi Ulusal And'ı (= Misakı Milli) Ataturk'un yönergesi ile kabul edince, bu kez Anlaşma Devletleri (Itilaf Devletleri) 16 Mart 1920'de Istanbul'u resmen işgal etmişlerdi. Hıristiyanlık âleminin yüzyıllardır süren, Ayasofya'nın kubbesinin tepesine hilalin yerine haçı dikmek hayali artık kendilerince gerçekleşmek üzere idi. 6 EKÎM 1987 fetanbiMPıııı Kurtıüuşu 1453*teki fetihten sonra Türkün öz yurdu olan îstanbul, ulusal güçlerîmizce düşman çizmesinden kurtarıhyordu 6 Ekim 1923 'te. Fetihle şu farkla: Bu kez sadece Bizanslı Rumlardan değil, dünyamn en güçlü galip devletlerinin tümünden... Doç. Dr. B A H R İ Y E ÜÇOK Ordu Milletvekili Bundan 534 yıl önce, buyuk Turk Sultanı Fatih Mehmet Istanbul'u aylar süren bir hazırhktan sonra fethetmişti. Bizans Imparatorluğu'nun başkenti olan İstanbul, ilk kez IV. Haçlı orduları tarafından 1204'te işgal edilmişti. Bunun üzerine o zamamn Bizans imparatoru III. Aleksi, Iznik kentini Bizans devletine başkent yapmıştı. Bir sel gibi önune gelen her türlü uygarhğı yıkıp geçen Haçhlar, Kudüs'ü Müslümanların egemenliğınden kurtarmak bahanesi ile akıl almaz barbarlıklar, vahşetler işledikten sonra, Doğu'nun zengınliklerini ulkelerine taşıdılar. Bizans Imparatorluğu ise çeşitli saray entrikaları, dinsel ve siyasal çekişmelerle her gun biraz daha parçalanmaya yuz tuttu. XV. yüzyılın başında adeta bir şehir devleti durumuna gelen Bizans, gerek Anadolu, gerek Rumeli yakasında Türkler tarafından sarılmış bir durumda >aşar olmuştu. Bizans'ta ağır vergilerin, rüşvetlerin, haksızlıkların, zulümlerin dayanümaz ölçülere ulaştığı XV. yüzyılda genç ve dinamik Türk Sultanı II. Mehmet, atalannın kendine hazırladığı olanakları da değerlendirerek, 54 gunlük bir kuşatmadan sona 29 Mayıs sah günu İstanbul'u fethetti. Bu olay, Rum halkını fazia uzmedi. Kalolik kardinal başlığını görmektense, Müsluman sanğını gonnevi yeğlemişlerdi çıinku. İstanbul'u almakla Fatih sanıru kazanan II. Mehmet, Hıristiyan halka çok iyi davrandı. Bu, lslam dininin zorunlu kıldığı, emrettiği bir ilke idi. Yani herkes, kitaph dinlerden olmak koşuluyla istediği dinde kalabilır. Bunun için, Islamın emrettiği bir vergiyi vermek yeterlidir. Nüfusu azalmış, adeta boşalmış olan İstanbul'u yeniden canlandırmak, kalabalıklaştırmak için Fatih, yeni fethettiği yerlerden Rum ailelerini topluca Istanbul'a getirtip yerleştirdi ve Rum patrikine Ortodokslar arasındaki anlaşmazlıkları çözümlemek, evlenme, boşanma, miras gibi konularla ilgili işlemleri yurutmek uzere ayrıcalıklar tanıdı. Böylece, yalnız Rumlar değil, tiim Ortodoks Hıristiyanlar eskisinden daha özgiir, eskisinden daha giivenli bir yönetime kavuşmuş oldular. PENCERE "Devlet Şevket Süreyya Aydemir'in Ankara'da Bahçelievler'deki konutu 1960'larda bir fikir kulübü gibiydi. Çay saatlerinde kapısı açıktı Aydemir'in; 27 Mayıs sonrasının civcivli günlerinde aydınlar, sanatçılar, askerler, hocalar, öğrenciler gelirter, gkjerter; söyleşilir, konuşulurdu. Şevket Süreyya, o gunlerde bile "Suyu Arayan Adam"dı; her çeşit fikrin tartışılmasına açıktı; gençliğinde hızlı sosyalist iken örgütlere katılmış; ama, sonradan Kemalist ideolojinin kapsamında yeni bir yol arayışına girmişti. Daha başka deyişle, Aydemir, tek parti yönetiminde CHP'ye "dehalet" etmişti. "Eski tufekler" bu yüzden Şevket Süreyya'yı bağışlarnaz ve "hain" sayariardı. O yıllarda çok hızlı bir sosyalist dostumu Şevket Süreyya'ya çaya götürmüş; ama, bin kez pişman olmuştum. Çünkü bizim dost, hatır gönüi saymadan peşrev yapmadan, hemen elenseye girişmış, adamcağıza saldırmaya başlamıştı. Şevket Süreyya, görmüş geçirmiş bir kişiydi; zaten pembe olan yüzü büsbütün kızarmıştı; renk veriyor; ama, fire vermiyordu; istifini bozmadı; evine konuk gelmiş birine gösterilmesi gereken terbiye içinde durumu idare etti. Oysa ben çok bozulmuştum; ertesi günü özür diledim. Aydemir gülümsedi: Aldırma, dedi, önemli değil, dogmatik kafalı biri... ilerde göreceksin dönecektir. Süreyya'nın dediği çıktı. • Eskiden "devlet partisi" CHP idi. Gazi, 9 Eylül 1923'te içişleri Bakanlığına dilekçe vererek "Halk Fırkası"n\n kurulduğunu bildirmişti. Kuvayı Milliye'den başlayarak gelişen siyasal oluşumun partileşmesj doğaldı. Halk Fırkası, daha sonra CHP'ye dönüştü; Cumhuriyet devletıyle özdeşleştı; partinin altı ilkesinin anayasaya geçirılmesiyle de bu sürecin anlamı pekişti. Tek partili, cumhuriyetçi, devrimci, laik rejimde CHP'nin devleti de simgelemesi, çok partili rejime geçiş sürecinde büyük sorunlar ve sancılar yarattı. Yeni partilerin kuruluşunda ve muhalefetinde bir yandan "devlete karşı" öte yandan "Ataturk devrimine karşı" boyutlar görülmesi kaçınılmazdı. Bu yüzden çoğu zaman sap ile saman birbirine karıştırılmıştır. Ne var ki artık köprülerin altından çok su akmış, Türkiye'de Atatürk'ün kurduğu devlet nitelik değiştırmiştir. Bu değışimin en büyük "icraatı" 12 Eylül'den sonra tepeden inme oldubittiyle siyasal iktidarı ele geçiren MGK (Milli Guvenlik Kurulu) eliyle yapılmıştır. CHP'nin kapatılması da bir rastlantı değil; belirli bir sürecin son aşamasıdır. Türkİslam sentezinin 1980'lerde yarıresmiyet kazanması bu anlamı pekiştirir. Artık "devlet partisi" 12 Eylül'de Amerikan desteğiyle iktidara oturtulan ANAP'tır. Çankaya'nm ANAP'ın her isteğine kolayca "evet" demesini de bu gelişmede değerlendirmek gerekir. * Teoman Erel Milliyet'teki köşesinde "Solu 'Asimile' Etmek" başlığı altında (5 Ekim 1987) ANAP'ın çeşitli gırişimlerini irdeliyor. Bölücülükten yargılanan Barış Derneği Davası sanığı Nurettin Yılmaz, ANAP'ta milletvekili adayıdır; sosyal demokrat bilinen Işın Çelebi, listede yerini almıştır; 12 Eylül'den sonra yurttaşlıktan atılan solcu Cem Karaca'nın konserıne giden Turgut Özal, şarkıcıyı alkışlamış. türkülerine tempo tutmuştur. Ama Sayın Özal, SHP'yi aşırı sol saymaktadır; "sol amigolar" dediği yazariara ateş püskürmektedir; Cumhuriyet'e "Babıâli Pravdası" dediği için açtığımız dava sürmektedir. 12 Eylül rejimiyte ANAP'ın bütünlüğü ise yadsınamaz; sosyalist partisiz bir rejimde sosyal demokratlan da baskına uğratmak için her türlü demokratik koşulu çiğnemekte Özal sınır tanımıyor. Peki, ortada bir çetişki mi var? Hayır... ANAP, 12 Eylül'ün düzenlediği devletin partisidir; dağıtabileceği "ulufe" trilyonlarla ölçülüyor; ANAP'a "dehalet eyieyecek" solcular, hem güvence altına alınırlar, hem el üstünde tutulurlar. • *'•""'"M Osmanlıca dehalet'in Türkçesı sığınma'dır.... Kendisine yakıştıran, buyursun sofraya. '•'• '•'•'' ' Genç ve ulusal Türkiye... Ancak 9 Eylül 1922'den sonra Anlaşma Devletleri'nin karşısında 'hasta adam' yoktu artık. Genç ve ulusal bir Türkiye doğmuştu; yoksul ama onurlu, bağımsızlığı için var ya da yok olmayı göze almış kararlı bir toplum. Emperyalistlerin tatlı hayalleri, Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın ve Lozan barışının kayaiıklarına çarparak dağılıvermişti. Anlaşma Devletleri için işin en acı yanı, dünyanın incisi İstanbul'u terk etmeleri zorunluluğu idi. Evet, 1453'teki fetihten sonra Türkün öz yurdu olan Îstanbul ulusal güçlerimizce düşman çizmesinden kurtarılıyordu 6 Ekim 1923'te. Fetih'le şu farkla, bu kez sadece Bizanslı Rumlardan değil, dünyanın en güçlü galip devletlerinin tumünden.. Sözlerimi Hz. Muhammed'in şu hadisi ile bitirmek istiyorum: "Kimi ki az nimete şükretmez ise, çok nimete de nail olsa gene şükretmez; kim ki halka şükretmez ise, Hak Taala Hazretlerine de şükretmez." O halde bugünleri bize hazırlayan, Türk İstanbul'u kurtaran, büyük kahraman Mustafa Kemal Atatürk'e minnet ve şükranlar sunalım. Elbette İstanbul'u fetheden Sultan Mehmet'e ve aziz şehitlerimizde de... Batı uyanırken biz karanlıklara gömülüyorduk Yuzyıllar geçti aradan; ınsanların yaşamları gibi, devletlerin de uzun ya da kısa suren birer yaşamları olduğunu tarihler bize gösteriyor. Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sule>Tnan gibi buyuk ve değerli padişahlann fetih yoluyla ulaştıkları başarı dönemi, Avrupa'da din savaşlannın sona ermesi sonucu (1648) kapanmıjtı. Artık Ortodokslar (Rusya), Katolikler (Avusturya ve Venedik) ve Protestanlar (Kuzey Alman Devletleri) Müsluman Turklere karşı birleşebiliyor ve yıllarca sürecek savaşları başarı ile sonuçlandırıyorlardı (Karlofça 1699). Bu arada din savaşlannın sona ermesi ile birlikte Batı'da (Aydınlanma Çağı) başlamış, yeni ve guçlu bir kultüre ve teknolojiye giden yol açılmış, Avrupa her bakımdan hızlı adımlarla ilerlemeye koyulmuştu. Osmanlı Imparatorluğu ise, şımdi de yayılmaya çalışılan, "Devlet din için >ardır" sloganına sanlarak çağdışı kalmış, yerinde saymak şöyle dursun, hemen hemen butun kurumlarının bozulup, yozlaşması sonucu eski düzeninın de altına düşerek HESAPLAŞMA BURHAN ARPAD OKURLARDAN Bodrum''un geleceği Son zomanlarda ortaya çıkan Gölköy ve Bodrum yöresi şehir imar plamna duyduğumuz derin kaygıyı belirtmek üzere bu mektubu üıülerek kaleme aldık. Götköy ve Bodrum çevresini sık sık ziyaret eden, bu yörenin güzelliklerine insanın sıcakhğına hayran kalmış Amerikalı bir çift olarak bu delice şehirleşme hızına, plansız, yöre halkına damşılmadan yapılan ve tek amacı turist dövizi kazanma hırsı ile dolu gelismeye çok üzülmekteyiz. Bu durum ilerki yıllarda bizi, dolarlanmızı başka yerlerde; diğer A kdeniz ülkelerinde veya Amerika'da harcamak zorunda bırakacaktır. Amerika'da oturmakta olduğumuz Kaliforniya eyaletindeki Türk Turizm Kulübü gelecekte Türkiye'yi ziyaret etme olanağı olan diğer gezginlere tamtıcı amaçla bizden bu yöreden edindiğimiz izlenimleri ve diaları getirmemizi istediler. Döndüğümüzde onlara, "Evet, işte turkuaz renkli denizin yanı basından başlayan güzelim mandalin bahçeleri ile dolu köylerin gö'rüntüleri... İşte ağaçların gölgesine sığınmış eşekler; kuyuların ve su kanallarmın yanmdan, köy evlerinin ve dönümlerce uzanan turunçgil bahçelerinin aralanndan kıvrılarak uzanan gizli patikalar... İşte tamdığımız renkli Türk köylüleri; uç lisan bilen entelektüel ve sanatçı Turkler; maceracı tekneciler ve dünyanın dört bir yanmdan gelmiş ilginç gezginler, hepsi bir arada. geçmişte ve zamanımızda bu değişik insan tiplerinin gezi yolları ustünde kurulu bu yörede kaynaşmışlar" diyeceğiz. Fakat bunların yanı sıra onlara buraya gebnek için hiç boşuna zahmet etmemelerini, çunkü yakın gelecekte mandalin bahçelerinin çimento ile yollar ve otoparklarla, çok katlı otellerle kaplanacağını, bahçe içindeki evlerin yerini modern tatil sitelerinin alacağını, göllerin kurutulup tesisler yapılacağım ve kıyıların el değmemiş kayalık kısımlarmın 1000 ünitetik kooperatiflerle dolacağım, bu yüzden köylülerin yanı sıra ilginç Turk topluluğunun da topraklarını satıp başka yerlere göç edeceğini, onların yerini hızlı araba kullanan yazlıkçı İstanbulluların ve tzmirli makyajlı hanımlann alacağını da söyleyeceğiz. Eskiden tertemiz olan denizin binlerce insanın sebep olduğu lağımla dolacağım da ekleyeceğiz. Sıcak iklime ozlemle dolu kuzey A vrupalılar bir sure daha buraya gelebilirler belki, ama sizi temin ederiz Amerikalılar artık bu yöreye ayak basmayacaklardır. Çünkü burada Amerikalı gezgini cezbeden unsur yuzyıllann birikimi olan tabii güzellikler ve insanımn ö'zelliğidir. Türk ekonomisi güçlendikçe Türk parası da değer kazanacak, Türkiye yabancılur ÖZEL Küçükbahçe Zekâ Özürlü Çocukevi'ne psikoloji, pedagoji, çocuk gelişimi bölümü veya özel eğitim bolümu mezunu eleman aünacaktır. TeL: 366 70 81 Kolej öğrencılerine FRANSIZCA dersi verilir. 172 29 72(811/1720 arası) için eskisi gibi mali bakımdan bir cennet ohnaktan çıkacak, güney A vrupalılar ve sonunda kuzey Avrupalılar da azalmaya başlayacaktır. Bu şehirleşme yöntemi arkasında diğer A kdeniz ülkelerinde ve Ortadoğu sahillerinde olduğu gibi boş, terkedilmiş çimento yığım tatil köyleri ile kaplı kıyılar bırakacak ve bir zamanlar çok güzel olan bu yarımadanın yerini korkunç bir kalıntı miras alacaktır. Bu konuyu uzülerek bilgilerinize sunarız. KEN HOLT SARJAN HOLT 1822 Berleley Way Berkeley CA 94703 USA İstanbul Dolayısıyla istanbul dolayısıyla çok şey yazılıyor. Zira şu son otuz yılın İstanbul'u, Türkiye'nin en büyük sorunları arasında; hatta en önde! Yarım milyondan yedi milyona fıriayan insanlarının bütün sorunlarıyla. İstanbul'a ırgat olarak gelenlerden kimilerı emekçi kesime katılıyor. Bir bölümü de vurgunculuğa ayak uydurabilince, karaparanın çekiciliğini tadıyor. Kirli işlerin her çeşidini benimsiyoriar. Gerçi çoğu kısa sürede acımasız sömürü düzeninin çarklarında yitip gidiyor, ama yine de vazgeçemiyoriar. Hızlı aşama yapıp kapıcılıktan, bakkallıktan, nalburluktan milyarder kişiliğe tırmanan blrkaç kişi de ülke ekonomisini kendi çıkarlan için kullanıyor. Kesinlikle söylenebilir. Elli milyon insanın yaşam kavgası verdiği ülkenin ekonomi sorunları, eninde sonunda istanbul'da çözümleniyor. Yeni yeni sorunlar da yine İstanbul'da ortaya çıkıyor. Şehircilik açısından olumsuz örnekler, bilime ve urbanizme boş veren kazmalı ve buldozerli belediyeciler, neresinden bakılsa karmaşık durumlar, hep bu sömürü ekonomisinin getirdikleri. İstanbul'un bu karmaşık durumu son on yıldır kimi aydınlarca, hatta çevrelerde ele alınır oldu. Tartışmalar, açıkoturumlar, paneller, sömpozyumlar düzenleniyor. Dogayı koruma, yeşili kurtarma amaçlı dernekler kuruluyor. Günümüz İstanbulunun yürekler acısı durumunu daha iyi açıklamak için gerilere uzanmak gerekiyor. Osmanlı İmparatorluğu hiçbir döneminde üretici değildi. Kuruluş, genişleme, yayılma, duraklama, çokuş dönemlennde hiçbir zaman üretici olamadı. İmparatorluğun sınırları içinde yaşayan yabancıların ödediği payla (baçla) ayakta durdu. Koşullar (savaş teknıği ve toplumların ekonomide uyguladıkları) değişinceye kadar. Osmanlı yönetici, yıllık baçı İstanbul'a göndermekle yetiniyordu. Oysa çağ değişmekte, toplumların ekonomi yapısı, değişmekte, savaş tekniği ve silahlar değişmekteydi. Baç gelirlerinden yoksun kalan sultan, dış borçlar yolunu tutmustu. Genç Türkiye Cumhurıyeti bu çıkmazdan kurtulmak için, dış borçlanmalara başvurmayan bir endüstrileşme politikasıyla, ilk fabrikaları kurdu ve üretici toplum olma çabalarında başarılı adımlar attı; 19251945 arası bu dönemin parıltılarım taşır. Atatürk'ün erken ölümü, ikinci Dünya Savaşı'nın olumsuz etkileri ve inönü yönetiminin ülke dış politıkasını (dolayısıyla ekonomisini) Birleşik Amerika'ya bağlaması, Türkiye Cumhuriyeti: nin üretici topluma geciş çabalarını olumsuz etkiler. İstanbul1 un şehircilik sorunlarını bu açıdan değerlendirmek yerinde olur kanısındayım. İstanbul'un hiçbir tarih değen, doğa güzelliğı ve şehircilik kaygısı taşımadan buldozerlere kurban verilmesi ardında kişi çıkarlan yatar. Boğaz'ı yok eden asma köprülerın birden ikiye ve ikiden üçe çıkarılması çabaları, yabancı müteahhit fınmalara ve yerli iş ortaklara yüklü vurgunlar sağlamak amacını güder. Birinci ve ikinci köprüler ve montajcı otomobil yapımcılığı da. istanbul'u yok olmaya ıteleyen yöneticilerin İstanbul'u Beyrut'lastırma övgülerı, sert gerçeklerı ortbas etmek içindir. İstanbul'un en büyük sorunu olan gecekondu olayını da sömürü düzeninin bir olgusu olarak ele almak gerekiyor. İstanbul'da ilk gecekondular, ikinci Dünya Savaşı'ndan hemer, sonra görülmeye başlar. Zeytinburnu'nda, fabrikalarda çalışan emekçilerin, boş topraklarda ve bir gecede yapıyı oturtuvermesiyle. Yığının bu davranışı, sağlıklı bir yerleşim ve konut politikasıyla önleneceği yerde, oy koparmak kaygusuyla, kışkırtıhr. İmar afları sık sık yinelenir. Hiçbir yönetim, yeni tesısler yakınında işçi lojmanlan yapımı, yükümlülüğunü getırmez. Gecekondulaşma, mülk edinme tutkusunu kışkırtmak ıçın kullanılır. Toplum, en alttaki yurttaştan en tepedekine 'vurgunîa beslenmekte, vurgun umuduyla ayakta durabilmektedir. 'Hayali ihracaf, 'Naylon falura' milyarlık yatırımlarda en üst düzeyde bürokratların ve teknokratların vurgun payları, dağ taş bütün şehir topraklarında beton yığmları yükselttirmesi, üretmeden sömürmek tutumunun sonucudur. İstanbul şehircilik değil, vurgun geliri açısından değerlendirilmektedir. Doğa güzelliği ve tarih değeri vız gelir. İstanbul'u katlederek cebe ındirdikleri milyarları yabancı ülkelerde zıkkımlanırlar. Ötesı; 'Laf!1 DDBveLAB'dan sonra, sağlıklı temizlikte son asamaıETÖKSlLAr Buloşıklonnızı I \ J \ / /7e yıkaym sağlıklı temizlîği yaşayın. Etoksilatlı Sıvı KİO, sabun kadar zararsız, sabundan daha güçlüdür. Suda çabuk çözülür. Tabaklara, bardaklara, kullanıldığı yüzeylere yap/şmaz. Az suyla kolay durulanır. Köpüğü ayarlıdır. Az köpüriir. Ad BİR KAYIP Tiyatromuz Genel Sanat Yönetmeni Rutkay Aziz'in annesi, Cücünü köpük yapmaya değil, yağları, lekeleri, kirleri yoketmeye harcar. Sıvı KİO'yla bulaşıkta eldiven kullanmanız gereksizdir. Ellerinizi tahriş etmez. Daha ilk yıkamada ellerinizdeki yumuşaklığı farkedersiniz. SAİME RUTKAY'ı kaybettik. Cenazesi 6.10.1987 Salı günü (bugün) Şişli Camisi'nden öğle namazıru müteakip Zincirlikuyu Mezarlığı'na kaldınlacaktır. Kanserojen d»ğildir. Sıvı KİO hiçbir yan etkisi olmayan bitkisel yağ asidi kökenli ETOKSİLAT'tan üretilmiştir. Insanlara ve doğaya zarar vermez. Sıvı KİO ile, sebze ve meyvelerinizi dah^güvenle yıkayabilirsiniz. ANKARA SANAT TİYATROSU Nişanlandık "Sağlıklı, Güvenli Temizlik.Z KİO' MERAL BAĞa BEKİR POTUR 3.10.1987 İstanbul VEFiST Giresunlu Em. Alb. Fikret Ersöz, Giresun Baro Başkanı Av. Ahmet Ersöz ve Seniha Ersöz'un kıymetli ağabeyleri, Cahit Çaylak'ın eniştesi, Egemen, Ozgür ve Genco'nun biricik babalan, Bilgin Ersöz'un sevgili eşi BOZKIRDA BEŞİK SALLANIR • SUÇ BİZİM Söı: Hısan Hüıeyin Korfcmazgil Söz: Hasan Hüseyin Korkmazgil Müzik: LüHü GUItekin Müzik: Lütfü Gültekin • HACI BEKTAŞ • KİRLETİLEN ASRIMIZ Söz: Talip Şahln Söz: Metin GüngörmüsLütfü Gültekin Müzlk: LUHO GOItekin Müzik: Lütfü Gültekin • UYAN SUNAM KALK SUNAM • GÖRÜŞ GÜNU Söz: Hasan Hüseyin Korkmazgil Söz: Enver Gökçe MUzlk: LÜHÜ Gültekin Müzik: Lütfü Gültekin • KARLI OAĞLAR OF DEDİLER • DOST ELİNDEN SELAM GELMEZ Söz: Enver Gökçe MUzlk: LüMU GOItekin Müzlk: Lütfü Gültekin • BUYÜMELİ • YAKIN DİYOR SSz: Fazıl Hüsnü Dağlarca Söz: Hasan HUseyin Korkmazgil MOzlk: LüHü Güllekin Müzik: Lütfü Gültekin ANA • GEL GÖNÜL YAREYLE Şiir Köroğlu ^» A Söz: Plr Sultın Abdal Müzlk: Lütfü Gültekin " • LAZIM DEĞİLSEN j SözMUzlk: Ali Ekber Çlçek x TALİP SAHİN "suc bızlvn tLAN 2600 m. 30 KV dayanımlı 1 x 150 mm XLPE kablo alınacaktır. Müessesemız ıhtıyacı için 2600 metre 30 KV dayanımlı 1 x 150 mnr XLPE kablo, minimum makara boyu 650 m.'yc ya da kallan olacak şekılde satın alınacaktır Bu ışe ait geçici teminat 1.500.000 TL.'dir. Kati temınatı kablo (utartnın >Tlzde 7.5'i kadar olup, ıhale üzerinde kaJan fırma geçıcı teminatını kati teminata tamamlayacaktır. Son teklif verme günü 19 Ekim 1987 günü mesai bitimidir. MUessesemiz 2886 sayılı Devlet Ihale Kanununa tabi olmayip ihaleyi yapıp yapmamakta ve dılediğine vermekte tamamen serbettir. ; Üsküdar II. Noteri, Galatasaray Lisesi mezunu ŞABAN KEREMPELİ ERSÖZ'Ü ani olarak kaybettik. Cenazesi 6.10.1987 salı günu (bugün) Üskıidar Yeni Cami'den öğle namazını müteakip Karacaahmet Mezarlığı'na defnedilecektir. Tann rahmet eylesin. KİO bir DEVAh AİLESÎ ETOKSİLAT'lı KIO* SÜMERBANK DENİZLl PAMUKLU SANAYİ1 MÜESSESESÎ Basm: 30926
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle