23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/2 OLAYLAILVE GÖRÜŞLER şehr, jefcir kelimelerinin... geçmiş olması" (s. 383). Bırakın "mesleğine bağlı" bir dil profesörünü, öğrenime yeni başlamış bir Türk Dili ya da Türk Edebiyatı öğrencisi bile şehr sözcüğünün Arapça değil, Farsça olduğunu bilir. Fakat Türk dili profesörtl, 2876'lık TDK Yürütme Kurulu üyesi, YÖK üyesi, TRT Yönetim Kurulu üyesi Bn. Korkmaz bilmez. Kendisinin buna benzer sayısız yanlışlannı ben önceden de çok göstermiştim. llgilenenler TDK Beüeten 1977 ve Türk Dili sayı 342'deki yazüanma bakabilirler. Bunlar ortaya dökülence Bn. Korkmaz, "tashih dikkatsizliği", "basit birer baskı yanlışı" deyip (DTCF Turkoloji Dergisi c. 8, s. 462) işin içinden sıynlmaya çahşırsa da pek inanan olmaz. Bakalım şu aşağıdakini nasıl bir "tashih dikkatsizliği" ile temizleyebilecek: 3) Bn. Korkmaz diyor ki: "Aıapçada 'çöl' anlamına gelen kısır kelimesinin bizde mecazi kullanılışlarla 'döl vermeyen, ürün vermeyen veya ürünsüz' anlamlannı kazanmış ohnası, bu gelişmenin (= anlam kaymasırun) sonucudur". Yazık! Gitti Türkçenin bir sözcüğü daha, kısır Arapçadan geliyormuş. Yok, daha doğrusu Arapcaya gidiyor. Ama durun, bunca yanhş üretmiş Bn. Korkmaz'ın dediğine inanıp Arapcaya sözcük kaptırmak olur mu? Hele bir bakalım, şu sözcük hangi Türk dillerinde var. önce bir ammsatma: Kökeni iyi büinmeyen bir sözcük, yalnız Ortadoğu ve Balkanlar'da konuşulan Türk dil ve lehçelerinde bulunuyorsa, bunun Arapça, Farsça ya da öteki komşu dUlerden birinden ödünçlenmiş oünası olasıhğı güçlüdür. Buna karşılık bir sözcük, hem bu bölgelerdeki Türk dillerinde, hem de Orta Asya, Sibirya, IdilUral Türk dillerinin birkaçında bulunuyorsa, bunun Türkçe kökenli olması olasıhğı çok yüksektir. Hele bütün Türk dillerinde varsa, Türkçe oiduğu kesindir. Şimdi bakalım kısır hangi Türk dillerinde, hangi biçimlerde bulunuyor: Türkiye Türkçesi, Halaçça, Kazakça, Kırgızca, Karakalpakça, Tatarca, Başkırtça, Nogayca, Karaçayca, Kumukca kısır; Azerbaycan Türkçesi, Türkmence gısır; özbekce, Yeni Uygurca kisin Hakasça khızır, Altayca, Tlvaca lazır, Çuvaşça khıar, Yakutça kıtarakh (eski biçimi) kısırak). Sözcük aynca Divanö lugati'ttürk'te, Kitabüi idrak'te, Ibn Mübenna ve Houtsma sözlüklerinde bulunuyor. Anlamı hep aynı: "Doğurmamış, daha doğurmamış, doğuramayan". Aynı sözcüğün çok yaygın bir türevi de kısrak'tır, asıl anlamı "daha kulunlamamış dişi at" tır, kimi Türk dillerinde anlam genişlemesiyle sadece "dişi at" için kullanılmıştır. Sonuç: Kısır ve kısrak birçok eski kaynakta ve bütün (!) Türk dillerinde bulunan, Türkçe olduklan en kesin biçimde kanıtlanabilen sözcüklerdir. Bu iki sözcüğün Türkçe kısmak eylem kökünden türeriüş olduğunda da görüşler birleşir (bkz. örneğin Clauson: 12 Yüzyıl Öncea Türkcenin Kökenbilgisi Sözlüğü s. 668, DoerferTezcan: Halaç Sözlüğü, s. 177). Demek, öyle Bn. Korkmaz'ın kulaktan dolma bilgisiyle, kafadan yakıştırmalanyla bu iş yüriimüyor. Bilim diye bir şey var, bilim! Bn. Korkmaz, konuşmasırun bir yerinde de (s. 410), dil devrimiden yana olanlan "müi kültür yerine enternasyonal bir kültür yaratma", "sınıf dili" yaratma ile suçlarken Emin özdemir'i de ihbar ediyor. özdemir'in 1979'da yayımlanmış bir vazısından alıntılar yaparak kendince ihbannı kanıtlandınyor. Bunun hiç yadırgamadım da bu kez araa, deveci kullanmamış olmasına şaştım. (Deveci, ihbar işlerinde kullanılan çok ünlü bir "Selçuklu Inkılâb Tarihi" pirofüsünldür.) Daha hangi sözcüğün Türkçe, hangisinin Arapça, hangisinin Farsça olduğunu ayırt edecek kadar bile bilgisi olmayan Bn. Korkmaz, nasıl başaracak o kasıla kasıla anlattığı Türk dili çalışmalannı "bilimin öncülüğünde, devletin himaye, destek ve kontrolünde, yeniden milli varlığımızın ve milli kültürilmüzün gerekli kıldığı bir hedefe doğru" (s. 413) yöneltme işini? Türkçe sözcükleri tek tek Araplara armağan ederek mi? Ya şu 'hedef dediği yavaştan Osmanlıcaya çark etmek değil mi? Yukarıda Bn. Korkmaz'ın Arapçadır dediği kimi sözcüklerin Türkçe ve Farsça olduğunu gösterdim. Fakat yüksek yüksek kurullann, kurumlann Uyesi Bn. Korkmaz, her zaman yaptığı gibi yanlışında direnir de "devletin himaye, destek ve kontrolü" ne sığınıp "Hayır, bunlar Arapçadır" der, bunu da o yüksek yüksek kurumlann yayın organlanyla ilan ederse ne olacak? O zaman bu sözcükler Arapça olacak, 2876'hk Arapça. Olur ya, şimdi Arapça geceTİi değil mi? Ya Türkçe? Onu da bıraksınlar biz savunalım, 1932 büincini koruyanlar, Atatürk'ün yolundan sapmayanlaı. Bn. Korkmaz yazısının sonunda şöyle demiş: "Türk dili ve Türk dilciliği, Atatürk'ün ruhunu şad eden bu asil yönlendirmenin ( = yani TDK'nun 2876'hk edilmesinin ST) minnettandır:' Türkçe sözcüklerin Araplara peşkeş cekilmesinden Türk Dili de, Türk dilciliği de, Atatürk'ün ruhu da ancak azap duyar. 18 OCAK 1986 Türkçe, Arapça ve Rir Profesör Doç. Dr. SEMİH TEZCAN ö n Açıklama: Bu yazı, bir kişinin Turk dili alanındaki bilgisizliğini ve yetersizliğini bilmeyenlere de duyurmak amaayla yazümıs değüdir. Söz konusu kişinin bilimsel düzeyini bilim dünyası çoktan ölçmüştür. Amaç, yıllardır "TDK ehil eUerde değü, dil işi alaylılara kaldı" diye kuru gürültü kopartıldıktan sonra, TDK yönctiminin şimdi kimlerin eline düştüğünü göstermektir. Adı daha Törk Dili olan, içindeki yazılann çoğu ise Mehmet Kaplan gibi Osmanlıca hayranlarinın kaleminden çıkan derginin Mayıs 198S sayısında 2876'hk TDK'nın Yürütme Kurulu üyesi Bayan Prof. Zeynep Korkmaz'm bir konuşması yayımlandı: "Dfl Inkılâbının, Sadeleşme ve Türkçeleşme Akımlan Arasındaki Yeri". Ben, bu başlıktan (yazıyı okuduktan sonra da) bir şey anlayamadım. Sanki sadeleşme ve Türkçeleşme akımlan büsbütün başka şcyler de "Dil tnkılâbı" da onlann arasına mı sıkışmış? Bn. Korkmaz, 18 ve 19. yüzyıl Baü düsünürlerinin bugün geçerliği kalmamış kimi düşüncelerini bilmem kaçıncı elden pazarlamaya çalışıyor konuşmasırun girişinde. Sonra Anadolu TOrkçesinin tarihsel gelişimini, Cumhuriyet dönemini ve "Dil tnlalâbTnı Agâh Sım Bey*in nıhunu şad ettirerek uzun uzun anlanyor. "Aşın Özleştinnecilik" alt başlığıyla "Dil Devrimi"nin belkemiğini çatırdatmak üzere abandığı sırada da "Atatürk ilkelerine ve mesleğine olan bağlüığın getirdiği bir sorumluluk'la (s. 405) çok önemli "hususlan arzetmek" istiyor ve çok ilginç sorular soruyor. örneğin: "Kafasz ile btşsız; kafayı çekmek ile b*şı çekmek aynı şeyler midir?" diyor (s. 407). Haklı, değüdir, örneğin kmfa'nın bir de "kavrama ve anlama yeteneği" anlamı vardır (bkz. TDK Türkçe Şözlük, s. 618). Ancak, kimi kişilerde bu yetenek bulunmadığmdan onlar her şeyi, bu arada bilim işlerini de kafadan atmak'la çözümleyebileceklerini sanırlar. Yaşamayan Osmanlıcaya dönüşte başı cekmiş olan bir gazetenin "Yaşayan Türkçe" sayfasından pek iyi bildiğimiz bu çarpıtmacalar konuşmanın sonuna dek sürmüş. Yazı (daha doğrusu konuşma) Bn. Korkmaz'ın bütttn yazdıklan gibi bolca yanlışla bezenmiş. Ancak her yeri değil! Rahmetli Agâh Sırn Levent, titiz bir bilim adamıydı. tyi ki o, Törk Dffinin Geüşme ve Sadekşme Evrekri başlıklı büyük yapıtını yazıp yayımlamış. O kitabı 22 yıldan beri söküp dikmekle, oradaki gereçlerden çok sayıda ve boy boy kitap, makale üretmekle uğraşan kim olursa olsun bu işi iyi kötü becerir artık. YANLIŞLAR, YANLIŞLAR... Bn. Korkmaz'ın Dil Devrimi üzerine ilmez tutmaz savlannı, üstünde durulmaya değer görmediğimden, geliyorum kendisinin "Atatürk ilkelerine ve mesleğine olan bağlılıgm getirdiği bir sonımluhık"la (s. 405) ürettiği, gözlerimizi kamaştıran ve oyan yanlışlara. Yazıyı uzatmamak için ancak birkaç örnekle yetinelim: 1) Bn. Korkmaz, yanaşhk 'iskele* sözcüğünün Dil Devrimi sırasında türetildiğini sanmış. Eylem köklerine lık eki getirilmez diye Sağır Sultan'ın bile bilmediği çok önemli bir bilimsel açıklama da vererek bu sözcüğü eleştirmiş. Bn. Korkmaz'ın meslek dediği dilcüikse, mesleğe bağlıhktan söz eden bir dilci önce bir sözcüğün nereden geldiğini araştırır. Bn. Korkmaz, ezbere söz edeceğine Derieme Sözlüğü'ne baksaydı (c XI, s. 4160), bunun halk ağzından derlenmiş bir sözcük olduğunu görur, değerü eleştirilerini yok yere harcamazdı. Sözcüğün açıklanması da pek kolaydır: yanaşıhk, orta hecenin düşmesiyle yanaşlık. Tarama Södügü'nde vanaşı 'bitişik, yanaşık' sözcüğü vardır (c VI, s. 4269). Sonuç: Yanaşiık, Türkçenin hiçbir kuralına aykın düşmeyen, üstelik halk dilınden derlenmiş, "uydurmacüann uydurduğu" da değil, halkın yarattığı bir sözcüktür. Ama bütun bunlan Bn. Korkmaz nereden bilsin? Zamanında, Türk dilinin öteki alanlannda yetersiz görüldüğü için, sadece Anadolu Ağızlan üzerinde çalışması koşuluyla doçentliği kabul edihniş olan Bn. Korkmaz, yüksek kunıllardaki yüksek uğraşılan dolayısıyla Anadolu Ağızlannın sözlüğü olan Derieme Sözlugü'nün varkğını bile unutmuşa benzer. 2) Bn. Korkmaz şöyle diyor: "Eski Türkçenin balık kelimesi yerine Sogotca kent ve Arapça PENCERE Gazetelerde bir tartışma başladı: ' Kadından kaymakam olur mu?" Kimileri diyorlar ki: Olur. Kimileri: Olmaz. Eskiden sosyalist ülkelere gidip kadınların sokakları süpürdüklerini görenter, parmaklannı ısınrlar, Türkiye'ye dönünce yazarlardı: O ülkelerde kadınlan çöpçü yapıyoriar!.. Vay canınal.. Kadın çöpçü olur mu? Vali, milletvekili, başbakan, mühendis, doktor, atlet, yüzücü, vo<eyrx>lcu, basketbolcu, profesör, çengi, orospu, kraliçe, prenses. cerrah, kozmonot, pilot, şoför, romancı, ressam, tanm işçisi, bakan, genel müdür, hizmetçi, kapıcı, fotomodel, manken, terzi, gardiyan, polis; aklınıza ne gelirse olur. Çok eskiden erkek gibi kadın da insan degildi; kadın insanlaştıkça, erkek insanlaştıkça, insan insanlaştıkça, kadın herşey olacak... Uygariık geliştikçe kuşkusuz prenseslik, kralicelik, sultanlık, orospuluk, striptizcilik gibi yakışıksız meslekler ortadan kalkacak, ama o başka bir konu... • Kadından her şey olur; bir şey olmaz. Nedir o? Kadından imam olmaz. Kadını küçümsemek için söyiemiyomm; Müslümanlığın gereğini dile getiriyorum. Çünkü imam, namazda en önde duran ve namaz kılınırken kendisine uyulan kimsedir. Bu görevi bir kadın üstlenirse namaz kazaya uğrayabilir. Atalarımız demişler ki: İmam hapşırırsa, cemaat nezle olur. Atalarımızın bu özdeyişi imamlığın ne kadar önemli olduğunu vurgulamak içindir. Gerçi dinimiz elverişlî olsaydı, kadınlar imamlık da yapabileceklerini kanıtlamak fırsatını bulurlardı; ama, böyle bir olanak ne yazık ki yoktur. Ülkemizdeki ve islam dünyasındaki bütün imamlar erkektir. Şeriat hukuku da kadınlan öylesine azımsar ki, iki kadın tanık ile bir erkek tanığı eşdeğerli tutar. Bizim dini bütün erkeklerimiz de yaman erkek olduklanndan kadını küçümserler: Saçı uzun aklı kısa.. Eksik etek.. • Geçenlerde bizim gazetede (13 Ocak 1985) Ankara Cumhuriyet Bürosu'nun bir haberi yayımlandı. 1984 öğretim yılı başında 207 bin imam hatip lisesi öğrencisi varmış; bunlann 29 bin 624'ü kız öğrenciymiş. Son İstatistik Yıllığı'nı açıp baktım; gelişme ilginç: 197Tde kız öğrenci sayısı 1484 iken, 1978'de 6742 ve 1979'da 16.639 oluyor; 19801981 'de birdenbire 23.259'a fırlıyor. • Şimdi merak ettiğim bir konu var: Müslümanlardan yanrt bekliyorum: laik ve Atatürkçü devlet büyüklerimiz de ilgilenirlerse sevineceğim: İmam hatip okullanndaki yaklaşık 30.000 kızımız diploma aldıktan sonra imam mı olacaklar? Eğer kadından imam olursa, ülkemizde güçlü bir akıma dönüşen feminizm yandaşları kuşkusuz çok sevineceklerdir; ama "kadın imam" islamda olanaksızsa... 30.000 kızımızın imam okullannda ne işi var? Kadından Ne Olur Ne (Hmaz? OKTAY AKBAL EVET/HAYIR "(Hümsüz Bir Kişi Olmak..." OKURLARDAN Bir tnsarıdaki yanhşlar Hazırlanmakta olan 'Sinema ve Video Eserleri Yasa Tasansı 'nda 'Milli kültür ve örf ve âdetlere' uymayan fttm ve video kasetlerinin yasaklanacağı yolunda bir hüküm bulunduğunu gazetenizden öğrenince bu kavramlar ve bu kavramların kapsamlan konusunda birazcık durup düsünmenin zamamnm geldiğini anladım. Artık bu kavramlar tasarının yasalaşmasıyla laf kalabalığından öte yasal bir anlam kazanmış olacaklar. Şöyle bir düşününce milli kültürümüzün ve örf ve âdetlerimizin pek çoğunun, bırakın çağdaş ve insanca yasam ilkelerine, hatta başta anayasa olmak üzere, cumhuriyet yasalanna da ters düştükkrini açıkbkla gördüm. örnek mi? Anayasamız ve cumhuriyet yasalan kadın erkek eşitliğini temeüi bir ilke olarak benimsemislerdir. Oysa milli kültür ve örf ve âdetlerimiz kadın erkek eşitsizliği üzerine kurulu çağdışı bir ataerkil düzenin çağımıza uzanan kalıntüanndan başka bir şey değüdir. Müli kültürümüzde, örf ve âdetlerimizde kızlann başlık parası adı altında kendi nzalan alınmadan babalan tarafından para karşılığı satılmaları vardır. Kadımn en doğal özgürlüklerini bile yadsıyan, kadtnı toplumsal yaşamdan dışlayan, boğaz tokluğuna çalışan işçi olarak, sömürülmesine yol açan uyguiamalar vardır. Yasalann yasaklamasına karşın imam nikâhı ardında günümüzde bile sürdürülen çok karılılık kurumu vardır. Gene yasalann yasaklamış olmasına karşın ana babalann çocuklannı, öğretmenlerin öğrencilerini dövmelerini hoş gören, hatta özendiren bir anlayış vardır. Bütün bu çerçeve içinde bir yapıtın bazı kötü örf ve âdetlerimize uymaması, o yapıt için erdem sayılmalı aslında. Kuşkusuz kültürümüzde, örf ve âdetlerimizde sevecenliği, yiğitliği, affedici olmayı, fedakâruğı, insan ve hayvan sevgisini, hoşgörüyü üstün tutan öğeler de vardır. Ancak milli kültürümüze, örf ve âdetlerimize çağdaş ve insancıl bir eğim vermenin koşulu, koruyacağım diye dış etkilere kapamak değil, yeşerip gelişmelerini sağlayacak bir özgürlük yelinin üstlerinden esmesine izm vermektir. Eğer bu böyle yapılmazsa milli kültürümüz havasızlıktan çağdışıüğın karanhklannda boğulup kalacaktır. Sinema ve Video Eserleri Yasası'nın uygulamasmın nasıl olacağmı daha baştan tahmin etmek hiç de güç değü. Çağdaş olup da milli kültür ve örf ve âdetlerimize uygun olabilecek hiçbir film ya da video kaseti düşünemiyorum. Televizyonda izlediğimiz filmlerin bile milli kültür ve örf ve âdetlerimize uygun olduklan söylenebüir mi bilmem? Bunun da çok açık iki nedeni var: Birincisi, yabancı kökenli yapıtlann milli kültürümüze uygun düşmesi beklenemez elbet, ikincisiyse milli kültürümüzün ve örf ve âdetlerimizin çağın çok gerisinde kalmış olması. O zaman hemen hemen her yapıtın milli kültürümüze örf ve âdetlerimize uymadığı kolaylıkla iddia edilebüecek demektir. Bu demektir ki, bir yapıtın milli kültür ve örf ve âdetlerimize uygun olup olmadığında tek ölçüt yetkililerin, yöneticilerin, ilgilüerin keyfi takdir, yorum ve seçimleri olacaktır. Saygılanmla, İLHAN GÜNGÖREN "Benim yaptığımın onda birini yapsanız tarih sizi ölümsüz kaydeder" Ozdeyiş gibi değil mi? Bu sözü söyleyen "ölümsüz" kişinin adını yazmayacağım. Önemli olan kişi değil, anlayış... Yaşı da epey ilerledi, ama ne yaptı etti yeniden önlere çıkmasını bildi. Bir bilim adamı olarak tanınır. Ama bir tek yapttı yok. 1950 sonrasında Meclisteydi, DP saflanrtdaydı. Bir ara bakan da okju. Halkevlerinin kapatılması konusunda büyük çaba harcadı; Mecliste o konuştu bu konuda, başarıya da ulaştı. Atatürk'ün gözbebeği gibi sevdiği, devriminin küttür ocağı saydığı Halkevieri kapatıkjı, ortadan kaldınldı, on bınlerce kitap depoiarda çürütüldü, o güzelim yapılar başka devlet dairelerine verildi. Kemalizmin küttür devrimi de böylelikle sona erdinlmiş okju. 'Tarihe ölümsüz geçen' kişinin en büyük başarısı budur. Sonra Hürriyet Partisi kuruldu. Bu bay orda yer aldı. Egemen okjuğu küçük bir ilde üç sandalyeyi partisi ne kazandırdı. Bu da başka bir başarısı... Ama Hur.R yürümedi, Hür P.'liler CHP'ye geçti. Tarihe geçmiş kişi' bu kez CHP'li oldu. CHP'den milletvekili, sonra da bakan bile oldu. Derken senatör, derken şu, bu... 12 Eylül sonrasında kurulan ANAP'a girdi bu kez. Soluğu Mecliste aldı elbet. Başka nereye gidebilirdi ki, Uğur Mumcu : nun deyişiyle 'politikada demirbaş' olan bu tarih kişisi'!.. Tanrı uzun ömür versin, bakarsınız bir gün başka bir partinin çatısı altında görebiliriz. Umut kesilmez! Dostum Uğur Mumcu "Büyüklerimiz" adlı kitabında bu ünlü politikacıya geniş bir yer ayırmıştır. Der ki: "Profesörier, genellikle kitap yazarak bilim dünyasında dikkat çekerler. Prof. C. de utangaç bir ruh yapısına sahip oiduğu için, kitap yazıp dikkat çekmekten çekinmiş ve bu yüzden profesörlüğü boyunca bir tek kitap yazmamıştır. Profesörlük süresinde yayımladığı bir kitabı olmadtğı gibi doçentlik ve doktora tezi de bulunmamaktadır." Şart mı yani? Zorunlu muydu kitap yazmaya? Yazanlar ne oluyor ki, ne kazanıyor ki? Para mı, onur mu. ün mü, ölmezlik mi? O zaten tarihe geçmiş. Ne diyor? "Benim yaptığımın onda birini yapsanız tarih sizi ölümsüz kaydeder". Nerde diyor bunu? Meclis kürsüsünde! Niye uğraşsın, kitap yazsın? Bakın kitap yazanların başına gelenlere, kimi Yalçın Küçük gibi hapisterde yatar, kimi de Devrim Tarihi' adlı kitabını 'İnkılap Tarihi' yaparak (Bk. Hamza Eroğlu) zemine zamana ayak uyduracağım diye çırpınır. Hiç bir yaprtın yoksa, ne rahatsın! Kimse seni eleştirmez, kimse bir şey demez, sen de tarihsel bir kişi olmanın yolunu bulursun kolayca!.. DaJdım Uğur'un kitabına... Neler anlatmıyor ki! Bir başka profesör, ama yapıtı, yazıları, ürünleri olan bir bilim adamı, 'tarihe ölümsüz kaydedilmiş' profesör milletvekili için bir yazı yazmış, 'rejime, hukuka ve memleket menfaatlerine aykın bulmuş onun tutumunu'. Sormuşlar o tarihsel kişiye, 'ne diyorsun sen buna diye'. Yanıtı şu: "Vallahi M.'nin canı sıkılmış, yazmış." Mumcu şunu ekliyor: "Sayın profesörün kitap yazmaya hiç ihtiyacı yok, çünkü kendileri zaten ayaklı kütüphanedir. Ancak bu ayaklı kütüphanenin tozunun alınmadığı her halinden belli olmaktadır." Bir insan Meclis kürsüsünden nasıl böyiesine kendini över? Nasıl geçmişte yaptıklannı, yapmadıklannı unutur? 'Benim yaptığımın onda birini yaparsanız tarih sizi ölümsüz kaydeder" ne demek? Bir bakıma hakh. Türk politika dünyasında bu 'tarih kişisi' kadar çok parti değiştiren başka biri yok. Bu açıdan tarih kişisi oiabilir... Ama bunda gurur duyutacak bir şey bulmak zor. Kirnler geldi, kimler geçti? diye bir şarkı vardı. Evet, kimler geldi, geçti, geçmekte... Tarih bunlan bir bir anacak. Nasıl anacak? Hiç bir şey, hiç bir söz, hiç bir davramş havaya uçmuyor, unutulmuyor, belieklerde kalryor. Toplumun belleği kişilerin belleğinden güçlüdür. Tarihi de kimse aldatamaz. Aldattığını sananlar çok, ama çok yanılırlar. VEFAT Merhurn Eyüp Cemal LEVENTLER ve Mürüvvet LEVENTLER'in oğlu; Nezahat GÜLCÜ'nün damadı; İnci LEVENTLER'in eşi; Murat ve Canan LEVENTLER'in babası; Gülseli, Günay, Tayfur LEVENTLER'in ağabeyi; Şenay LEVENTLER'in kayınbiraderi; Begüm LEVENTLER'in amcası; LEVENTLER, ARISAN ve SUBAŞI ailelerinin tüm fertlerinin sevgili kuzeni Nadir Nadi'nin beklenen kitabı çıktı Dostum Mozart Ülkemizde yeni Mozart dostları yaratmaya yönelik bir denemedir Çağdaş Yayınları, Türkocağı Cad. 3941 Cağaloğlu/îstanbul 15 Ocak 1986 çarşamba günü Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Cenazesi 18 Ocak 1986 cumartesi (Bugün) KARŞIYAKA Osman Paşa Camii'nde öğleyin kılınacak namazdan sonra KARŞIYAKA mezarlığında toprağa verilecektir. Tanrı rahmetini esirgemesin. MUAMMER LEVENTLER AİLESİ 700 lira (KDV dahil) BAŞSAĞLIĞI Beklenmedik bir öliimle yitirdiğüniz değerli öğretmenimiz, gazeteci ve yazar BAY VE BAYAN ELEMANLAR ARANIYOR Ansiklopedi ve kitap pazarlamasında çalışacak elemanlar aranıyor. Mür: EKOBİL Ltd. Şirketi Meşrutiyet Cad. No: 136 kat: 1 TEPEBAŞI Tel: 145 72 24 TEK SINIRLI SORUMLU BOĞAZİÇİ ELEKTRİK DAĞITIM MÜESSESESİ MÜDÜRLÜĞÜ'NDEN 3 ADET TRAFO MERKEZİ İNŞAATI Y4FTTRILACAKTIR 1) Aşağıdaki cetvelde yeri ve keşif bedelleri gösterilen Indirici Merkez tnşaatları, hizalannda geçici teminat tutarları belirtilen ayrı ayrı üç dosya halinde kapalı zarfla teklif alma usulü ile eksiltmeye çıkarılmıştır. 2) Bu işlere ait şartnameler Meşrutiyet Cad. Asmalımescit Sok. No: 63 TepebaşıİSTANBUL adresindeki müessesemizin Makine tkmal ve Satınalma Grup Müdürlüğü'nden beher dosya için 20.000 TL. bedelle temin edilebilir. 3) Eksiltmelere katılabilmek için önceden şartname satın ahnarak fenni ehliyet vesikalan alınması zorunlu olup, a) Firmalar şartnamelerde belirtilen belgelerle birlikte fenni ehliyet vesikalarını almak için en geç 27.1.1986 günü saat 17.00'ye kadar müessesemiz müdürlüğüne müracaat edeceklerdir. b) Fenni ehliyet vesikalan 30.1.1986 tarihinden itibaren firmalara verilecektir. 4) Teklifler en geç 5.2.1986 günü saat 10.00'a kadar müessesemiz muhaberat servisine elden verilecek ve aym gün saat 11.00'den itibaren alenen açılacaktır. 5) Kurumumuz 2886 sayılı yasaya tabi değüdir. 1985 yıh Geçici Dosya No Yeri Birim Fiatı (TL). Teminat 1986/5 1986/7 1986/9 . KartalMaltepe 7660 No. Merkez Şehremini 2070 Merkez Alibeyköy 8600 Merkez Basın: 103.108.455r 103.805.088r 108.4O5.0O0r 10438 3.093.254r 3.114.153r 3.252.15Or ENVER NAQ GÖKŞEN'in anısı önünde saygıyla eğUir, ailesine, yakınlarına, dost ve okurlarına başsağhğı dileriz. ÖĞRENCİLERİ Sevgilinize sağlam bir kalp veriniz. T E M SANAT GALERİSİ PARİSTE TÜRK SANAJÇILARI KUZGUN ACAR • AİAETTİN AKSOY «EfîDAL ALANTAR MUSTAFA ALTINTAŞ • HAKKI ANLl • AVNİ ARBAŞ ATTİLA BAYRAKTAR • HANDAN BÖRÜTEÇENE • CİHAT BURAK MÜNATAZ ÇELTIK • NIJAD DEVRİM • TİRAJE DİKMEN ABİDİN DINO«GÜNEŞ ESKIN • MELAHAT EKİNCİ EVİNSEL MEHMET GÜLERYÜZ • OKTAY GÜNDAY • MEHMET İLERİ ÖMER KALEŞI • KOMET •FİKRET MUALLA • MÜBİN ORHON SELİM TURAN • ÖMER ULUÇ • ADNAN VARINCA UTKU VARLIK» YAŞAR YENİCELİ • FAHRÜNNİSA ZEYD AudioVisual tanrtım programı saat 17.30'dadır. Galeri, pazartesi dışında hergün 10.3019.30 arası açıktır Kuyulubostan Sok. 44/2 Nimet Apt. 80200 •Nişantaşı, ISTANBULTel: (1) 1470899|147975ö 18 O c a k 16 Şubat 1986 ELEMAN ARANIYOR Bir yayın kuruluşunun reklam bölümünde görev alacak, en az lise mezunu eleman aranıyor. Saat: 10.0017.00 Tel: 145 72 24 Meşrutiyet Cad. Özbek İşhanı No: 136 K: 1 TEPEBAŞI TOPKAPI HASTANESt Tel 524 19 194 hat
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle