20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURtYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER yenler olduğunu belirten Atatürk: "Işte biz bu duruma karşıyız. Din ticareti yapan insanlar, saf ve masum halkımızı aldatmaktadırlar. Bizim ve sizin mücadele ettiğimiz ve edeceğimiz asıl bu kimselerdir" diyor. Yarım yüzyıla yakın bir zamandan beri Anayasal güvenceye bağlanmış olan laik devlet düzeninin meşruluğunu ve yerindeliğini, aynca Islâma uygunluğıınu, dinsel açıdan kanıtlama zorunluğu yoksa da, Müslümanlığa içtenlikle bağlı olan yurttaşlarımızın vicdanlannı rahatlatmak için hemen belirtelim ki, laik devlet düşünceşi tslâma aykın değüdir. Çünkü, akla, mantığa ve fenne uygun olduğunu her zaman belirtmekte olduğumuz Müslümanlığın temel kaynaklannda laikliğe temel olabilecek hükümler vardır. Gerçekten, Kuranı Kerim'in birçok âyetinde akıldan, bilimin erdeminden sözedilmek sureüyle insanlar akıllannı kullanmaya ve bilimi geliştirmeye çağınlmışlardu\ Aynı konularda Hz.Peygamber de "Bilim Çin'de de olsa ahnız" dediği gibi, "Dünyayı isteyen de bilime sanlsın, ahireti isteyen de bilime sanlsın" diyerek dünya ve ahiıet işlerinin aynlığım belirtmek istemiştir. Hz. Ömer'in şu sözü de bu aynlığı vurgulamaktadır: "AllaRın, halkı hükümet eliyle idaresi, şeriat yoluyla idaresinden daha genistir". Laiklik konusundaki düşüncelerin dayanabileceği Kuran âyetlerinin en önemlisi kanımızca, Raad adını taşıyan 13.surenin 39 veya 40. âyetinin son cümlesidir. Bu cümlede "Likülli ecelin kitab" denilerek, her dönemin kitabının , yani hükümlerinin başka başka olduğu belirtilmektedir. Gerçi, buradaki "Kitab" sözcüğü ile sadeceTevrat, İncil ve Kuran gibi değişik zamanlarda inen kutsal kitapların kastedildiğini ileri sürenler varsa da, salt biçimde kullanılmış olan bu sözcüğün daha geniş anlamda yorumlanmasına engel de yoktur. Nitekim, aynı surenin 41. âyetinde "Indehu ümmülkitab" yani " a n a kitap onun nezdindedir" denilmesi bunu kamtlar gözükmektedir. Büyük bilgin Ismail Hakkı Izmirli, bu âyetlerde geçen kitap sözcüğünün, Levhi mahfuzda saklı olan Tanrısal bilim, başka bir deyişle, evrende cari kurallar olduğunu belirtmektedir. Kuranı Kerim'in açık hükmü uyarınca peygamberlik dönemi sona erdiğine göre, evrenin sırlannı, henüz açığa çıkmamış bilim kurallannı arayıp bulmak, değişen durumlara göre yeni düzenlemeler yapmak, peygamberlerin halifeleri olan bilim adamlarına, uzmanlara düşmektedir. Başka bir deyişle, sürekli olarak değişen ve gelişen olaylara ve çalışarak bulunacak bilimsel verilere göre, dünya işlerini düzenlemek, artık peygamberlerin değil, normal insanlann görevleri olmaktadır. Bu konuda Hz. Peygamber'in bir çok hadislerini zikretmek mümkündür. Biz sadece hurma aşılamasıyle ilgili bir hadisine işaret etmekle yetineceğiz: "Ben size dininizle ilgili bir şey söylersem, ona uyunuz; sizlere dünya ile ilgili bir şey söylersem, şüphe yok ki, ben ancak bir insanım: Sizler dünya işlerini daha iyi bilirsiniz. Onlan bildiğiniz gibi yapın." DtN İŞt DEGİL, DÜNYA İŞİ Toplumun hukuksal düzenlemesi de din işi değil, dünya işidir. Bu nedenle değişen durumlara göre, laiklik ilkesine dayanılarak düzenlenebilir. Din kurallanyla hukuk kurallannın aynlmaları şu bakımdan da mantıkiı ve gereklidir. Kuranı Kerimdeki " L â ikrahe fıddin" yani dinde zorlama olmadığma ilişkin âyete göre, din kurallannın devletçe bir yaptınma bağlanması doğru olamaz. Oysa, hukuk kurallan devletçe maddi yaptınma bağlanmak zorundadır. Din kurallannın ahireti ilgilendirmesine ve insanlarca değiştirilememesine karşılık, hukuk kuralları bu dünyayı ilgilendirir ve zamanın koşullarına göre değişir. Hz.Peygamber aşiret toplumundan bir devlet yarattığı için, Kuran'da din kurallan yanında, hukuk kurallanna da yer verilmiştir. Fakat, zamanın gereklerine göre, Kuran hükümlerinden muamelelere, yani bu dünyaya ilişkin olanlarından bazılarının, yine Tann vahyiyle neshedilmiş, yani kaldırılmış olması da, zaman içinde bazı hükümlerin değişebileceğinin kanıtını oluşturur. Hattâ, şunu da ekleyelim ki,. Halife Hz. Ömer, koşullann değiştiği gerekçesiyle Kuran'da mevcut ve değişmemiş bazı hükümleri, örneğin müellefei kulübe ve harp ganimetlerinden olan taşınmazlann gaziler arasında bölüştürülmesine ilişkin olan Kuran âyetlerini uygulamamıştır. İşte bu gibi uygulamalardan ve Kuran'daki bazı âyetlerin neshedilmesinden esinlenen din bilginleri, zamanın değişmesi ile, hükümlerin de değişeceği görüşünü ileri sürmüşlerdir. Bu görüş, memleketimizde 40 küsür yıl yürürlükte kalmış olan Mecellenin 39. maddeesinde yer almıştır: "Zamamn degişmesiyle hükmündeğişeceği inkâr olunamaz'.' İşte laiklik, niteliği ve tanımı itibariyle, din ve dünya işlerinin ayn olmalanndan ötürii, bunlan düzenleme konusunun da ayn tutulmasından başka bir şey değildir; bunda da lslâm dininin esaslarına aykırı düşen bir yön yoktur. Değerli hocam Ord. Prof. Ali Fuat Başgil'in ifadesiyle diyebiliriz ki, laiklik dönemimizin gereksinmelerinden doğan bir zorunluktur. Laik olmayan bir devlette, îslâmın da kabul ettiği din özgürlüğünün güvenilir bir teminatı yoktur. Laikliği benimseyen bir devlette ise bütün aksaklıklar giderilmiş ve din sömürücülüğü bertaraf edilmiş olur. Bu yolda verilecek ödünlerin memleketi tekrar mezhep kavgalanna sürükleyeceğinden ciddi olarak korkulur. Şu halde, din özgürlüğünün en sağlam güvencesi laikliktir denebilir. Islâm Dini ve Laiklik Kuran'ın açık hükraü uyannca peygamberlik dönemi sona erdiğine göre, evrenin sırlannı, henüz açığa çıkmamış bilim kurallannı arayıp bulmak, değişen dunımlara göre yeni düzenlemeler yapmak, peygamberlerin halifeleri olan bilim adamlanna, uzmanlara düşmektedir. Prof. Dr. NECİP BİLGE Cumhuriyet'in 25 Haziran 1984 günlü sayısındaki yazımda, kadınlarda baş örtmenin dinsel inanç temeline değil, zamana ve yere göre değişen gelenek ve göreneklere dayandığıru, başka bir deyişle bu konunun erkeklerde olduğu gibi, kadınlarda da laik düzenlemeye bağlı olduğunu vurgulamış ve laiklik ilkesinin Müslümanlığa aykırı düşmediğini başka bir yazıda açıklayacağımı belirtmiştim. Konuya, kesinlik kazanmış olan bir noktayı saptayarak başlamakta yarar vardır: Anayasamızın 2. maddesi, Türkiye Cumhuriyeti'nin nitelikleri arasında LAlKLlĞt de saymış bulunmaktadır; yani Türkiye Cumhuriyeti, öbür nitelikleriyle birlikte laik bir devlettir. Devletin bu özelliği, 1924 Anayasası'na 1937 tarihindegirmiştir. 1%1 Anayasası'nda da yer almış bulunan bu nitelik, 1982 Anayasası'nda dahada kuvvetlendirilmiştir. Gerçekten bu Anayasanın 4. maddesi, devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki 1. madde hükmünden başka, 2. maddede sayılan öbür niteliklerin ve bu arada LAİK DEVLET niteliğinin değiştirilemiyeceğini de hükme bağlamıştır. Atatürk devrimlerinin temeli olan laikliğin, anayasal gü v enceye bağlandığını bilrnelerine ya da bilmelerinin gerekli olmasına karşın, bazı çevreler, siyasal veya sosyal çıkar düşüncesiyle, Türkiye Cumhuriyeti'nin laiklik niteliğini, şurasından burasından yıpratmaya çalışmaktadırlar; bunu da (üzülerek belirtelim) kutsal din adına yapmaktadırlar. Oysa Anayasanın 24. maddesinin son fıkrasına göre, devletin sosyal, siyasal ve hukuksal düzeninin dinsel temellere dayandırılması hiçbir surette istenemez. Böyle bir istem, Ceza Kanununun ağır biçimde cezalandırdığı bir suç oluşturur. Laik sözcüğü, Yunanca Laikus sözcüğünden türetilmiştir ve din adamı niteliğini taşımayan, yani din işleriyle uğraşmayan, halktan olan kimse anLamına gelmektedir. Din işleriyle uğraşan kişilere de, Yunanca klerikus denilir ki, dilimizde ruhban sözcüğü ile karşılanabilir. Zaman içinde laiklik, siyasal iktidarın, dinsel iktidardan aynlışını ve günümüzde de devlet işlerinin din işlerinden aynlmasmı ifade eder olmuştur. Bu aynlmanın sonucu olarak da, laik bir düzende hiçbir dine bağlı olmamak, bütün dinler karşısında bağımsız ve yansız olmak zorundadır. O halde laik bir düzene bağlı loplumlarda devlet, kişisel inançlara ve ibadetlere kanşmamak, herkese inanç ve ibadet özgürlüğünü tanımakla yükümlüdür. Oysa, teokratik diye adlandırılan ve dinsel temele dayanan bir toplumda devlet, kendisi belli bir dine bağlı olduğu için, kişilerin dinsel inanç ve ibadetlerine karışma yetkisini kendisinde göriir. Böyle bir yetkinin tarihte ne gibi facialara yol açtığı bilinmektedir. Vicdan özgürlüğü kavramı geliştikçe, teokratik toplum sayısının azaldığı da görülmektedir. BATroAKİ BAŞLANGICI Din ve devlet işlerinin ayrılması anlamında laiklik, Batıda Rönesans yani aydınlanma döneminde başlamış ve akılcılık akımımn gelişmesiyle her tarafa yayılmıştır. Batılı aydın din adamları da, tncildeki "Kayzerin hakkını Kayıere, Allâhm hakkını Allâha, bırakın" biçimindeki âyete dayanarak, laikliğin gelişmesine yarduncı olmuşlardır. Batıda daha erken başlamış olan laiklik eğilimi bizde, ancak Tanzimat döneminde başlayabilmiştir. Onceleri hemen tamamen teokratik olan devlet düzeni, bu dönemde ticaret kanunu, usul kanunları gibi bazı konularda kısmen laik temele oturtulmak istenmiştir. Şeriat mahkemeleri yanında Nizamiye mahkemeleri kunılmuştur. Cumhuriyetin başlangıcından bu yana devlet kuruluşlannda ve hukuk düzeninde bu düşünceye daha çok yer verilmiştir. Bundan, devlet düzeninde laikliğe yer verilmesinin Müslümanlığa uymadığı, bunun Batıdan körü körüne kopya edildiği bazı çevrelerce ileri sürülür ve sonuç olarak da devletin dine bağlı olması gerektiği görüşü savunulur. Laikliğin dinsizlik demek olmadığını belirten Atatürk'ün şu sözleri ile konuya yaklaşalım: Atatürk diyor ki "Din vardır ve lâzımdır. Bir vicdan meselesi olan dine biz bağhyız ve saygılıyız. Laikliği getirmekle biz, sadece din işlerini millet ve devlet işlerinden ayırmaya çalışıyoruz" Laikliğe karşı çıkanlann, dinden maddi menfaat sağlamak iste PENCERE 18 TEMMUZ 1984 Çağımızın Tedirginliği... Yoksullarla varsıllar arasındaki ilişkiler çoğu zaman dinsel bir koku taşır. Dilenci bunu bilir, elini açtığında diline yansıtır: Allah nzası için fakire bir sadaka!.. Varsıl da yanıtında Tanrıyı işin içine sokmadan duramaz: Allah versin!.. 14'üncüLouis'nin gözdesi Madame de Maintenon, Tanrının yoksullan zenginlerin iyilik duygulannı gıdıklamak için yarattı* ğına inanıyordu: " Sadakayı alan yoksul, Allahın gözünde sadakayı verenle eşit olduğuna göre, iyilik yapanların duyduğu zevki kıskanmak günah sayılmalıdırJ' Gerçekten zenginlik ve fakirlik Allahın işi midir? Yüce Tannnın bu konudaki rolü ne? • İnsan nasıl türedi? Kutsal kitaplara bakılırsa Adem ile Havva, Cennette günah işledikleri için cezalandırıldılar; dünyaya gönderildiler. Şu ünlü elma öyküsünü bilmeyen yoktur. Ne var ki yeryüzüne indiklerinde ikisi de çulsuzdu; Adem'le Havva'nın giysileri ayıp yerlerini örten birer yapraktı. Ama yoksul muydular? Zenginliğin olmadığı yerde yoksulluktan söz edilemiyeceğine göre saçma bir soru bu... Insanlığın ilkel çağlarında varsıl yoktu ki yoksul olsun!.. Bilim kitaplarına baktığımızda da bu kuralın geçerii olduğunu görüyoruz. Bilim insanın evrimle oluştuğunu söyler. Atalarımız başlangıçta dört ayaklılar gibi yürüyorlardı. İki ayağı üzerine dikilen ilk atamız, hem insansı, hem maymunsu nitelikler taşıyordu. Hollandalı bilim adamı Dubois, Cava adasının uzak bir yöresinde bulduğu ilk iki ayaklı insanın izdüşümüne Pitekantropus Erektus adını verdi. Pitekantropus Erektus yoksul muydu? Zavallı atamızın zengin mi yoksul mu olduğunu düşünme yeteneği var mıydı? O çağın insanı tüm beyinsel gücünü iki ayağı üzerine dikilip yürüyebilmek için harcıyordu. Pitekantropus Erektus belki yoksuldu, çünkü malı mülkü yokiu; ama mal mülk kavramı daha yeryüzünde oluşmamıştı; belki zengindi, çünkü bütün dünya onundu. Başlangıçta yoksulluk yoktu. ister kutsal kitaplara dayanalım, ister bilim kitaplarına bağlanalım, zenginliğin ve fakirliğin sonradan ortaya çıktığı anlaşılır. Bu ayrımın belirlenmesi için on binlerce yıl kuşaktan kuşağa zincirlenen bir tarih yaşanmıştır. • Ne var ki geçmiş çağlarda varsıllıkla yoksulluk Tann buyruğu kadar doğal görülmüş, yanyana yürümüştür. Kiminin sarayda kiminin kulübede yaşaması, gökten inmiş bir düzenin ürünü gibi toplum bilincine sindirilmiştir. Insanlığın bu çağın karanlığını aşması için de binlerce yıl acıyla yaşamak gerekti. Günümüzde yoksulluk ne insan için yazgı sayılıyor, ne de ulus için... Yoksul ulusların yoksulluğu, çağımızda, hem kendileri adına, hem zengin uluslar adına ayıptır. Yoksulların yoksullukları "geri bıraktırılmtş olmakla, emperya/ızm/e, sömürüyle" açıklanıyor; zenginlerle yoksullar arasındaki ayrımın büyümesi, insanlığın geleceği bakımından en büyük sorun, en sıcak tehlike olarak yorumlanıyor. Yoksulların yoksulluğu uluslararası alanda toplumları tedirgin ediyor. Bir ülkenin içindeki zenginyoksul aynmının derinliği ise büsbütün kaygı verici çelışki niteliği taşıyor, çağdaş milliyetçi anlayışa ters düşüyor; ulus bıreyleri arasındaki "tasada ve k/vançfa ortaklık" ilkesiyle bağdaşmıyor. Sosyal adalet kavramı, uygar dünyanın ortak kuralıdır, yoksulluğa karşı açılan savaş da dünyanın kutsal kavgası... • Yoksul binlerce yıldan beri vardı, kimseyi rahatsız etmiyordu. Günümüzün insanı, yoksulu görünce çağdaş bilincin dürtüsüyle tedirgln olan kişidir. Dün ile bugün böyle ayrılıyor. EVET/HAYIR OKTAY AKBAL "Siz kapitülasyonlan kaldıracağınızı mı aklınızdan geçiriyorsunuz?"diye sorar Fransız temsilcisi Franklin Bouillon... Kurtuluş Savaşımızın ilk yıllannda bizimle dostluk ilişkisi kurmak isteyen Fransa bile bir gün kapitülasyonların kaldırılabileceğine inanmamaktadır Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal buna şu yanıtı verir: "Ulusal savaş toprak için yapılmıyor. Osmanlı topraklannın dörtte üçünu oralardaki halkın iradesine bıraktık. Biz ancak bağımsızlık için savaşıyoruz. Zaman zaman 'Sert Meclis' dediğiniz TBMM kapitülasyonlarm kalktiöınm devfetlerce kabulünü görmedikçe kılıcını kınına koymaz.' Kurtuluş Savaşı yıllannda Adalet ve Dışişleri Bakanlığı yapmış Yusuf Kemal'in 'Vatan Hizmetinde' adlı anı kitabını okurken bu konuşmaya rastladım. Yusuf Kemal Tengirşek yoksul bir ailenin çocuğu olarak yetişmiş. ilginç olaylarm tanığı olmuş bir kişi. 1908 yılı 10 Temmuz günü, yani İkinci Meşrutiyet'in ilanını şöyle anlatıyor: O sıralarda avukatlık yapmakta ve çok para kazanmaktadır. İki ayrı evi vardır. Biri Cağaloğlu'ndadır, biri de Şişli'de bir Fransız kadının pansiyonunda... Yabancı uyrukluların evi polisçe aranamadığı için hürriyetçi Türk aydınları böyle pansiyonları özellikle seçerler. Sonunda özgürlük günü geîmiştir. Ama ya Padişah Abdülhamit iradesini gert almaya kalkışırsa!.. "Onu nasıl milletin malı yapmalı diye düşünüyordum. Bizim avukat arkadaşlann, bildiğim gizli cemiyet dostlarının evlerini dolaştım. Herkes daha inanamıyor, korkuyordu. Arkadaşlar evvelden küçük bayraklar almışlar, 27 kişiydik. Bayraklar ellerimizde sokağa çıktık. O zamanki Orozdibak şimdiki Yerli Mallar Pazannın önüne geldiğimizde karşımıza polisler çıktı. Padişahım çok yaşa, diye bağırdık, bize ilişmediler. Yavaş yavaş Babıali'ye giden sokakta ileriemeye başladık. Kafilemiz büyüyordu. Babıali'ye vardık. Babıali'nin kapısının önünde Sadrazam'dan derhal yapılması lâzım geien ulusal istekleri istemeyi karariaştırdık. Bu istekleh Sadrazam'a arz için benimleikiarkadaşımmvekil edilmesini teklif etti. Kapının önünde Sadrazam Paşayı istiyoruz' diye bağırdık. O küçük pencerenin birinin arkasında iki büyük ve derin göz bana bakıyordu. 'Ben sadrazam Sait Paşayım, ne istiyorsunuz' dedi. Ulusal istekleri arz ettik 'icabına bakarız' dedi." Ulusal istekler nelerdir? Siyasi suçlardan hapishanelerde vatanların özgürlüğe kavuşturulması, hafiyeliğin kaldırılması... Yusuf Kemal, Kurtuluş Savaşımızda da önemli roller oynamış bir kişi. Sovyetler'le ilk anlaşmayı o imzalamış, doğu sınırlarımızı saptamış. Daha sonra da Dışişleri Bakanı ofarak Avrupa'ya gitmiş. O zaman böyle görevler Meciis'te seçimle verilirdi. Yusui Kemal'in yurt dışına görevli gidip gitmemesi için de oya başvurulur, Dışişleri Bakanı 180 oy alır. Yusuf Kemal İstanbul'a gelir. Padişah Vahdettin kendisiyle görüşmek için Saraya çağırır. Yusuf Kemal Bey olayı şöyle anlatıyor: "Saraya gittik, Tevfik Pasa da oradaydı. Bizi beklediği anlaştlıyordu. Üçümüz beraber Vahdettin'in bulunduğu odaya girdik. Koltukta oturuyordu. İşareti üzerine ben de karşısındaki koltuğa oturdum. Pasalar ayakta duruyorlardı. Padisahın gözleri kapalıydı. Bir şey söytemiyordu. Ben 'İcra Vekitterinden aldığım talimata uyarak, BMM Hükümeti, tarafı şahanelerinden BMM'nin tanınmasını istiyor' dedim. Vahdettin gözlerini açmadı ve hiçbir cevap vermedi. Biraz bekledikten sonra kalktım müsaade istedim. Paşalarla beraber dışarı çıktık. Karsıdaki odaya girdiğimiz zaman 'Pasalar, yaptığınız iyi mi oldu? Millete böyle hizmetedilir mi?'dedim. İzzet Paşa beni arabasıyla vapur iskelesine kadar götürdu." Daha sonra Yusuf Kemal Londra'ya gider, Ingiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon'la görüşür. O sıralarda Ingilizler TürkSovyet dostluğundan kuşkulanmaktadıriar, Sovyetler'den silah yardımı görmemizden hoşlanrr.amaktadırlar. Curzon'un sözlerine şu yanıtı verir Yusuf Kemal: "Bizi öldürmek istiyorlar. Biz de kendimizi savunuyoruz. Bu savunmaya öz savunma, yasal savunma denir. Her ulusun hukuku, öz savunmada bulunmaya, her türtü silahı kullanmasına izin verir. Bizim kurtulmaklığımız ne ile olacaksa onu yapmaya mecburuz. Bu doğal bir hak degil midir?" Yusuf Kemal'in Kültür Bakanlığı yayınlarında çıkmış 'Vatan Hizmetinde's\ yakın tarihimizin ilginç olaylarına ışık tutan, yararlı bir kitap... İLAN BEYOĞLU 11. ŞULH HUKUK HÂKİMLİĞİNDEN Dosya No: 984/654 Davacı Süleyman Yılraaz tarafından mahkememize açılan vasi tayini davasının yapılan açık duruşması sonunda: Mahkememizin 28/6/984 tarih 984/654 esas 984/824 karar sayüı ilamı ile Küçük Hâcer Yılmaz'a kardeşi Süleyman Yılmaz vasi tayin edılmıştir. llan olunur. 13/7/984 OGRENCI/OGRETMEN por aldıktan sonra bugüne kadar runlu hizmetiçi eğitime ahnmış* tstanbul Sağır ve Dilsizler üstüste iki ya da üç yıl naşarılı lardır. Aynca, hangi ilköğretim Okulu binasında zorunlu hizsayılanlardan da çağnlanlar var. müfettişinin kime " o r t a " ve metiçi kursunaalınanilkokul ögÖgrenmek istedigimiz üç konu "yetersiz" rapor verdiği inceleretmenleriyiz. Bir çoğumuz hanşöyle: 1) Bu zorunlu hizmetiçi me konusu yapılırsa bu uygulagi ölçütlerle kurslara cagnldığıkursu için öğretmen elenirken manın sakatlığı açık seçik ortamızı bugüne degin anlamış değiraporu hangi müfellişin verdiğiya çıkacaktır. Bu tür bir kursun liz. Kursa çağnlan ögretmenledinlence zamanına raslatılarak rin ilkögretim müfettişlerinden ne mî bakıldı? 2) Bu kursların yaz tatilinde yapılması için yasal öğretmenlere "tatiliçi işkence" orta, yetersiz rapor alanlar oldubir zorunluk var mıdır? 3) Çahaline getirilmesi için hiçbir yağu belirtiliyor. Yedisekiz yıldan lalca, Silivri, Şile ve Yalova dısal zorunluk yok. Yolluk sorubu yana yetersiz olanlann zorunşındaki ilçelerden gelenlere nenuna gelince: Yolluk yasasının 4. lu kursa tabi tutulduklan söyleden yoHuk verilmiyor? maddesi, büyük kentlerin özelniyor. Oysa yedi yıl önce bir kez Zorunlu Hizmetiçi Kursu'ndan liklerini göz önüne almaksmn, orta rapor aldığı için kursa çagbir grup öğretmen belediye hizmetlerinin (belediye nlan bulunduğu halde, örneğin ulaşım araçları gibi) götürüldüttç yıl önce yetersiz rapor alıp da * Edindiğimiz bilgiye göre, bu kurstan bağışlanan pek çok öğkursa katılan 350 kadar öğret . ğü yerlerden gelenlere ne yazık ki yolluk verilemeyeceği yargısını retmen var. Aynca, birkaç yıl menden pek çoğu yanlış ve yanönce müfelüşin birinden orta ralı bir değerlendirme sonucu zo getirmiştir. "Vatan Hizmetinde" Zorunlu hizmet içi kursu YÖNETEN MUAMMER TUNCER Ozetle * Edirne, Uzunköprü 'den EmruUah Gelikıaş, 9.3.1981'de üç yıllık eğitim enstitüsünü bitirdiğini, 6.11.1981 'de 20 aylık askerlik görevine başlamak zorunda kaldığını. şubat 1982'de MMi Eğitim Bakanlığı 'nca öğretmenliğe atandığım, ancak askerliği dolayısiyle göreve başlayamayacağını yetkiülere biidirdiğini, terhisten sonra yaptığı başvunıla • ra ise sürekli "ihtiyaç yok" yamtını aldığım belirterek neyapabileceğini soruyor. Kanımızca Bakanhk yetküUerinin ufacık bir ilgisi. bu öğret.; men adayının uğradığı haksızlığı giderebilir. BAŞBAKANLIK HAZİNE VE DIŞ TİCARET MÜSTEŞARLIĞI'NDAN BİLDİRİLMİŞTÎR Hazinece 6 ay vadeli, 30 milyar TL. itibari değerde Hazine bonoları ihraç olunmuştur. 6 ay vadeli bonoların satış dönemi içindeki satış fiyatları ve kupürleri aşağıdadır. Satış fiyatı Kupür değeri 500.000 TL. Hazine bonosu 395.260 TL. 1.000.000 TL. Hazine bonosu 790.510 TL. 2.000.000 TL. Hazine bonosu 1.581.020 TL. 5.000.000 TL. Hazine bonosu 3.952.560 TL. 10.000.000 TL. Hazine bonosu 7.874.010 TL. 50.000.000 TL. Hazine bonosu 39.370.070 TL. 100.000.000 TL. Hazine bonosu 78.740.150 TL. Bonolar 18 Temmuz 198424 Temmuz 1984 tarihleri arası satışta tutulacaktır. Bonolar, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası ve T.C. Ziraat Bankası şubelerinde satılacaktır. Kamuoyuna duyurulur. (Basın:A8935) 148 sayfa I. hamur kâğıda, 40 renkli sayfa kuşe TURİNG ve GÜLERSOY ÖZEL SAYISI rtur HER CUMA KESIN HAREKET Qz« otobusletl. * » donus 10 gun9 gece tıırizmsunar TAM PANSİyON KONAKLAMA Tesislerde 8 qun • 7 gece martı MARMARISL ALANYA alaaddin ILAN Durumu aşağıda açıklanan özel öğretim kurumuna T.C. Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanhğı'nın 12/7/1984 tarih ve 420.5 Kurs.Şb.: 775/5249 sayılı yazısıyla kurum açma izni verilmişur. Duyurulur. Kurumun adı: Özel DATA Bilgisayar Bilimleri Eğitim Merkezi Kursu Adresi: Halaskârgazi Cad. 301, Kat: 3, Said Kuran İş Merkezi, Şişli Kurucusu: Altan Şengün atlantik hotel 62.700.. MARMARİS 33.700 IKUŞADASI tatil köyü 50.700.. EDREMİT çavusoğlu Hj motel 44.700DATÇA club d a t c a HAVUZLIJ hotel 42.700.. T MARMARİS orkide hotel 39.700FETHİYE 39.700.. tatil köyü 70.000.. Ortur'drtur *$rtur *$rtı ur Jel Barbaros Bulvarı, 35 Beşıktaş • IST 16110 74161 82 26161 22 81 ORTLJR KAOIKÖY 3 3 6 1 6 6O
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle