17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/8 16 NİSAN 1984 ON YIL SONRA SIU mm DOLAY ANKAR A NOTLARI MUSTAFA EKMEKÇI Halkın en önemlî özelliği: Orgütlülük Örgütlenmelerin bir bölümü güncel somut sorunlar karşısında ortaya çıkmış ve yaşam süresi sorununun çözülmesine bağlı geçici komiteler şeklinde. Örneğin sanatçıların oluşturduğu sokak satıcıları ile dayanışma komitesi. Şili halkı, adanın sınırlannı biraz gerileterek, demokrasinin sınırlannı biraz ilerlettiğinde, bütün gücüyle fışkırıveriyor yok edilmiş, ezilmiş, bitmiş sanılan örgütleyici dinamiği. Politik parti anlammda olsun, sendikal anlamda ya da sosyal yaşamm akla gelebilecek diğer alanlarında olsun, örgütlenmeler geçen mayıstan beri hızla gelişiyor. Öyle ki, şaşırmamak elde değil bu kadar çok insanın ne kadar çabuk örgütleniverdiğine. Yoksa, diktatörlük tümünü parçalayıp dağıtmayı başaramadı mı örgütlerin? Baskı koşulları altında da olsa, bir bölümü yapılannı ve çalışmalarını aşağı yukarı koruyabildiler mi? şısında ortaya çıkmış ve yaşam süresi sorunun çözülmesine bağlı geçici komiteler şeklinde. Örneğin sanatçılann oluşturduğu sokak satıcıları ile dayanışma komitesi. Son zamanlarda Santiago Belediyesi'nin sokak satıcılarına karşı açtığı savaşta, çoğu işsizlikten bu "yasadışı mesleği" seçmek zorunda kalan insanların yanında yer alıyor sanatçılar ve onların yaşam kavgalannı savunmak üzere somut bir dayanışmaya giriyorlar. Her biri bir sokak satıcısıyla ilişkiye geçerek, bu satıcıya bakış açısını ve sattığı malı kendi sanatına işliyor. Sonunda stilize edilmiş çeşitli objelerden, fotoğraf ve resimlerden oluşan bir sergi çıkıyor ortaya. Hemen ikinci gün askerler tarafmdan yasaklanıp, kapatılacak olsa bile. Ünlü ozanlar, konu üzerine yazdıkları dizeleri sokak satıcılarının arasında okuyorlar, tiyatro grupları kalabalık sokaklarda kısa oyunlarla katıhyorlar aynı dayanışma eylemine. 17 nisan ışığı... "Küçük Ağa"nm yazarı Tarık Buğra, "Tercüman"dan ayrılmış. Artık "Tercüman"yazan değil o. "Küçük Ağa"TV'degösterilmeye başlayınca, Cumhuriyet'le birlikte birçok gazetede, yapıt üstüne yazılar, eleştiriler çıktı. Ama en çok "Tercüman" da yayımlandı yazılar. Bir süredir de, Tarık Buğra'nın yazılannı görmüyordum. Gazetecilik merakı ya, arayıp sorayım dedim, telefon ertim Buğra'ya: Tercüman'da yazılarınızı göremiyorum! Aynldım... O kadar... Yazarlar, çalıştıkları yerlerden boşuna ayrılmazlar, vardır bir gerekçesi. Düşüncem, Tarık Buğra gibi usta kalerr.ler, tutuculara payanda olma zorunda değiller. Başlarda yadırganan "Küçük Ağa"TV'de tuttu. Tarık Buğra'yı yürekten kutlamak istedim... Kimileri vardır, ülkede ilericiler azınlıktadır diye, tutucu politikaları izlemeyi yeğletier. "İlericiolana ekmek yok?" diye bellemişler. Bunca okur yazar olmayan insan durur da gözlerinin önünde, kendilerinden, yakın çevrelerinden başkasını düşünmezler. Posta dağıtıcısının çocuğu, özel dersler alma olanağı bulsa Anadolu liseleri giriş sınavlarını o da kazanırdı. Neden kazanamasın? Yokluğu, eşitsizliği bir noktada, bir alanda değil, her yerde sürdürmek istiyorlar... Canım efendim o da okusun? Fırsat eşitliği var. Bak, sınavlar açılıyor, onlara girsin... Sınavlara girişin de, bir girişi var. Buyurun girin bakalım... Nadir Nadi, "Atatürk ilkeleri ışığmda uyanlarbir rflasın krondojisl, 1950T960" adlı yapıtına aldığı, 15 Haziran 1951 günlü "okuma sınırı" başlıklı yazısında şöyle demiş: "Okumaya, durmaksızın okumaya muhtaç bir milletiz. Bilgisizliği ortadan kaldırmak, okuryazarlanmızın sayısını arttırmak başta gelen davalanmızdan biri, belki birincisidir. Atatürk'ün dediği gibi, "muasır medeniyet seviyesine ulaşmak, kökü halka dayanan gerçek bir demokrasiyi yurdumuzda geliştirmek" için başka çare yoktur. Bu gerçeği milletçe kavrayalı bir hayli zaman olmuştur. Yeni harflerin kısa zamanda benimsenmesi bu kavrayışın bir sonucudur. İlkokul seferberliği, Köy Enstitüleri, hep aynı kaynaktan fışkıran milli vicdanda müspet akisler yaratan hamlelerdir. Fakat biigisizlikle, karacahillikle savaş kolay olmuyor..." Nadir Nadi'nin, Demokratların zorunlu eğitim yaşını indirme yolundaki girışimlerini eleştiren yazısı, böyle sürüp gidiyor. Bir dost evinde, piyanonun başında bayan: Sıze Ayışığı Sonatı'nı çalayım! diyordu. Neden bilmem, Çetin Altan'ı anımsadım. Bilmem değil, biliyorum da. Bir kadın eli, piyanonun tuşları üstünde gezinin\en, köylü kızlarının neden piyano çalmadıklarını düşündüm. Neden tenis oynamasınlardı? Çetin Altan'a sordum: 17 nisanda, köylü kızları için bir yazı yazmayı düşünür müsün? Haaa. Köy Enstitülerinin kuruluş günü o gün. Korktular da ondan kapattılar, o kurumlan... Köy Enstitülerinin yetiştirdiği yazarlarımızdan Mehmet Başaran, "Yüreğin sesi zeytin ülkesi" yapıtında, Hasan Ali Yücelîe bir konuşmasını anlatır. Başaran, o anıya "Memleketimin Bir Çağıydı" başlığını koymuş. Yer darlığı nedeniyle, çok kısa bir bölümünü almak istiyorum o yazının: "Her birine ayn emek verdiği on yedi bin öğretmen vardı şimdi ırak köylerde... Katası düşünce dünyalanna açık insanlanmızın evlerinde dünya klasikleri vardı... Ulusalbenliğimizde izleri vardı. Memleketimin bir çağıydı: Döndü, okalın, yumuşak sesiyle: "Günaydın evladım, gel bakalım" dedi. ' 'Günaydın'' dedim. 17nisanlann aydınlığı, sıcaklığı vardı bu "günaydın"da. Dağbaşlannda şavkıyan ak okullar vardı. Işıklan söndünjlmüş, kendi haline bırakılmış yerlerin acılığı vardı. 1947'ler, 1950'ler vardı... Eh, bu adamlar da bu kadar işte dedi... bir aldatmaca, bir yutturmadır gidiyor... Oy verecek olanın zihnini kötürümleşHr, yarım kalmış okullan bile tamamlatma, "demokrasicilik" oyna sonra da... Bir konuk çıkageldi. Felsefe öğretmeniymiş. Hazırlamakta olduğu kitabı için görüşmekmiş niyeti. Epey yer veriyormuş bu kitapta "hoca"sına. Fotoğrafını, yaşamöyküsünü istiyordu bir de. Tanndan, inanışlardan, düşünüşlerimizden söz edildi bir sure. Köy Enstitülerine geçildi sonra. Beni göstererek: Koca bir iktidar yıllardır bunların peşinde işte dedi. Yıllardırbizim yaptıklanmızıyıkabilmek, iktidarlannprogramı... Okullan kapatılan, okuma haklarının içine edilen köylülehn oylarıyla hem de... Bakın bu işe nasıl girdim onu anlatayım size: Başbakan Celal Bey, bakan olduğumda İnönü'ye götürdü beni. Köşkün kitaplığmdaydı Paşa. Eğitmen yetiştirme işlerinden, köy öğretmen okullanndan, ilköğretime çok önem verilmesi gerektiğinden söz etti. Yıl otuz sekiz. Eğitmen teşkilatının yeterli olamayacağını öne sürdüm. Daha geniş çapta, derinleşmesine ele alınmasını istiyordum işin. Hazırlıklar için bir yıl izin paşam, dedim. "Olur" dedi paşa. "Bir yıl sabredeceğim.'' Eğitim konusunda iki gruba aynlıyordu fikirler o zaman: Bir yanda pratikte çok güçlü, ama fikir temeli zayıf Satı (Satı Bey), öbür yanda Durkheim'ı tutan Gökalp, sadece fikirden ibaret kalan Gökalp. Hakkı (Tonguç) büyük adamdı, bu ikisinin sentezi, hayata geçirilişi Köy Enstitüleri oldu. Sustu. 1946'largelmiştiyüzüne. Yapılanlann yıkılışını görmenin, yapayalnız bırakılmanın acılığı. Engizisyon havası estirilmesi enstitüter üzerinde..." Yarın 17 nisan, bugünden onun şavkı vuruyor yüzüme... Örgütlerin çoğudikta rejiminin yarattığı somut sorunlar karşısında ortaya çıkmış. Özellikle 1980'den beri; daha önce varolanlar ise, ya tümüyle ezilmiş, ya da son derece gizli koşullar altında ve birbirinden kopuk olarak sürdürebilmişler çalışmalarını. kağın ortasında sabunladığı kaîasından aşağı bir teneke suyu boşaltıveriyor, kimisi oracıkta, yere oturttuğu leğende çamaşınnı yıkamakta. Oysa ki, birkaç saat sonra kampa borularla su getirilişi kutlanacak. Ama on duşun on bin kişiye yetmeyeceğini şimdiden biliyorlar. nı işgal edıyorlar, geçtiğimiz eylulde. Ondan sonra büyük bir mücadele başhyor askerlerle. Her gün bir savaş veriliyor nerdeyse. Rahiplerin olaydaki aktif rolu belki de askeri saldırılann bir kıyıma dönüşmesini engelliyor. Bugün hükümet yenilmiş durumda ve artık ilgilenmiyor bile. Ama sorun bununla bitmiş değil. Kentin kıyısında çadırlarda yaşayan 28.000 insanın en basit gereksinimlerini karşılayacak bir minimum alt yapı olmalı. göze alıyor bu dayanışma eylemi için. Öte yanda, gecekondular sokaklarının pompadan sürekli akıtılan suyla göle dönüşturülmesini anlayışla karşılıyorlar. Santiago gecekonduları gerçekte, içinde suyu elektriği bulunan, asfalt olmasa da geniş ve düzgün sokaklardan geçilerek ulaşılan, küçük bahçeli evler. Dışardaki bir çeşmeden su taşıma zorunluluğu yok. Ama hepsi aynı yoldan geçerek gelmişler bugünkü durumlarına. Pompa ve tanker yeterli olamıyor kuşkusuz ve allegadolar birlikte çalışarak, işgalden dört ay sonra su getirmeyi başanyorlar kampa! Büyük bir baraka kurup, on duş, on musluktan akıtıyorlar değerli sıvıyı. Orgütlülük ve dagınıklık Santiago'nun güneyindeki gecekondularm biraz daha ötesine gidildiğinde, yüzlerce çadırla karşılaşıhyor. Geçtiğimiz eylüle değin boş olan bu alanda aşağı yukarı on beş bin kişi yaşıyor bugün. Lime lime olmuş, yırtık yerlerine plastik gerilmiş, gri kirli suratlı çadırlarda çoğu. Biraz daha yakınında aynı durumda on üç bin kişilik bir kamp daha var. Kamplardan biri ötekine göre daha şanslı. Bir itfaiye pompasının yakınında çünkü. Daha sokağın başından görünmeye başhyor rengârenk plastik kovalann, su bidonlannın alacalı devinimi. Kadın, erkek, çocuk pompadan su taşıyorlar. Kimisi so Allegadolar Bütün bu insanlar, Santiago'da bir umut aramaya gelmiş, işsiz yoksul aileler. Ilkin gecekondularda yaşayan ailelerinin yanına sığınmışlar. Allegado, sonradan gelme deniyor kendilerine ve küçücük bir evde birkaç ailenin birarada yaşaması iyice güçleşip gerilimler artınca, allegadolar bir örgüt kuruyorlar. Başka örgütlerin ve genç rahiplerin de yardımıyla, biri bankalara, diğeri üniversiteye ait olan iki boş ala Su sonınunun çözümü Kamplardan biri, suyunu yakındaki gecekondulann itfaiye pompasından ahrken, diğerinin o olanağı da yok. Uzun bir süre gece tankerlerle taşınıyor su. Tanker sürücüsü bir yandan işinden olmayı, öte yandan askerlere yakalanıp hapse girmeyi Sıra konutlarda Çadırlar da birer birer yerlerini tahta barakalara bırakmakta bugün. Her aile için 36 metrekarelik bir yer saptanmış, diğer alan yol vs. olarak ayrılmış. Aileler, tahta buldukça barakalarını kurmaya çalışıyorlar. Mayıs sonlarında başlayacak kışa hazırlanmak gerek şimdiden. Kuşkusuz bugün ulaşılan nokta kesin bir çözüm değil. Çeşitli önerileri var kamptakilerin hükümete, ama biliyorlar istemleri kendiliğinden karşılanmayacağını. Ve daha insanca yaşam koşullarının gerçekleşmesini mücadele ederek bekliyorlar. Şimdiye kadar, alt yapı için gerekli olanaklar biraz kilisenin, biraz da diğer örgütlerin yardımları ile sağlanmış. Olayda özellikle etkin olan bir örgüt var: Başkent Gecekonduları Koordinasyon Komitesi, ya da kı&a adıyıyla METRO. Çoğu gecekondularda yaşayan, politik eğilimleri değişik gençlerden oluşuyor örgut. Dayanışma geceleri, vs. duzenleyerek bir ölçüde maddi olanak sağlayabilmiş kamplar için. Tarihsel gelenekler Gerçekte, demokratik geleneklere sahip Şili halkının en önemli özelliklerinden biri örgütlülük. lnsanlar edilgen bir şekilde her şeyin kendileri için tepede kararlaştınlmasını beklemiyorlar; yaşamlannı yönlendirmek, sorunlarına çözüm arayacak örgütleri kurmak için bir araya gelip, insiyatifi ellerine alma alışkanhğındalar. Kuşkusuz, minimum bir eğitim düzeyi ve demokratik katıhm deneyimi gerektiriyor bu, ki ona da sahipler. On yıllık diktatörlük, tarihsel gelenekleri silip yok edememiş. Örgütlenme politik alana da özgü değil yalnızca. Akla gelebilecek her konuda, sorunlann olduğu her yerde. Alkolikler, öğrenci velileri, evsizler, işsizler, bankalara borçlular, gecekondular, gezgin satıcılar, yakınları sürgünde olanlar, tutuklu aileleri, basın özgürlüğü ve değişik bir habercilik isteyen gazeteciler, insan haklan, gençlik hakları, halk hakları komiteleri, Şili bakırlannı koruma komitesi ve kuşkusuz bizde bazılarının burun kıvınp güleceği daha bir sürü örgüt. Bu örgütlenmelerin bir bölumü, güncel somut sorunlar kar Şili halkı yaşamlannı yönlendirmek, sorunlarına çözüm arayacak örgütleri kurmak için bir araya gelip, inisiyatifi ele alma alışkanhğındalar. Fotoğrafta, kızlt erkekli rejimi protesto eden göstericilere, itfaiye araçlanndan su sıkılarak dağıtılmak isteniyor. Halk Hakları Komitesi Onun dışında CODEPU, Halk Haklan Komitesi diğer sorunlarına eğiliyor allegadoların. METRO gibi değişik görüşlerde ve her türlü meslekten insanlann oluşturduğu bir örgüt. Aralarında Manuel Almeyda, Orlando Letelier'in kızkardeşi Fabiola Letelier gibi ünlü isimler de var. Ortak hedefleri diktatörlüğe karşı halk haklannı savunmak. çeşitli ekipler halinde çalışıyor. Örneğin bir ekip gecekondularda eğitim çalışmalan yapıyor. Bir grup, kadın haklarıyla ilgili ve eğitim düzeyi düşük kadınlann bilgilendirilmesini, bilinçlendirilmesini üstlenmiş. Pek çok avukatın gönüllü olarak çalıştığı hukuk ekibi, kilisenin ilgilenmediği davalarla ve tutukluların durumlarıyla uğraşıyor. Sağlık ekibinin görevi toplu gösteriler ve protesto olaylarında yaralananlara ilk yardımı yapmak. Halk muhabirlerinin oluşturduğu basın ekibi, resmi basının ilgilenmediği gösteri, protesto vs. haberlerini yayıyor, fotoğraflıyor. Şu andaki örgütlerin çoğu dikta rejiminin yarattığı somut sorunlar karşısında ortaya çıkmış. Özellikle 1980'den beri. Daha önce varolanlar ise, ya tümüyle ezilmiş, ya da son derece gizli koşullar altında ve birbirlerinden kopuk olarak sürdürebilmişler çalışmalarını. Örgütler bir federasyon kurmaya, çabalarını bir merkezden yönetmeye gitmedikçe, diktatörlük kendilerini pek büyük bir tehlike olarak görmemiş. Eşgüdümlü hareketler rejimin korktuğu. 1984 ACIKLARINDA TURK YAZESl runlarına önem verdiler diye, onlara büyük ozan gözüyle bakmak kimsenin aklına gelmemiştir. Onlara saygımız güzel işlerinden ötürüdür. Hiç değilse bu benim için böyledir. Toplumcu olmalan şürlerine hiçbir şey katmamıştır. Öte yandan toplum sorunlarının da bunda bir kabahati olmamıştır. Bizde herkes Nazım Hikmet olmak istiyor. Neden duvarcı, marangoz, kunduracı olmuyorlar? Sovyetlerde on tane değil, bir tane Mayakovski vardır. Almanya'da on tane değil, bir tane Brecht, Yunanistan'da on tane değil, bir tane Ritsos. Fransa'da on tane değil bir tane Eluard, İspanya'da Hem artık ozanhğın heves edilecek bir yanımn da olmadığı açıktır: Bir kazanç getirmez o. Ün ise çok, ama pek çok sabır ister. Hem şunu da söyleyeyim: Kimse bizden ozan olmamızı istemiyor. Yine şunu da söyleyeyim: Ben (Dağlarca beni burda bağışlasın) Oktay Rifat'ın "Telefon", Melih Cevdet'in 'Anı " Cemai Süreya'mn "Onlar tçin Minibus Şarkilan"nı, bütün toplumcu şiir adına, bunların hepsine, ama hepsine yeğlerim. ECE AYHAN Bizler belki başlangıçta ve bir anlamda "Çocuk ve Allah" kitabından çıkmış olabiliriz; Yahya Kemal'e karşı gelerek ve (ama) ona bağlana ECE AYHAH tLHAS BERK 1984'ün eşiğinde Cumhuriyet şiiri Ben "Tarih'le 'Şiir', en anndan, birbiriyle bakışımlıdır" derken bunu gelişi güzel ve sade suya tirit bir ilginçlik olsun diyedir söylemiyordum. Biliyorsun ve biliyorum, Vahya Kemal'den önce 'tarih'le ilgilenen bir şair yok, olmamış bu 'dil'de. 'î>üşfince' ile bile ilgilenmiyorlar ki 'tarih'le ilgilensinler (Aydınlann, yazarlann ben kendi yaşayışımda da gördüm bunu bütün işleri güçleri bir tepkedir, refleks). Ahmet Haşim'deki 'melâl', o sözcüğün ebruları çağrıştırması senin ilgini çekmiş olabilir. Bence 'renk' bu değildir. Neyse 'Tanzimat'! 1839! (Yinede 'bu' şiire başlangıç Tanzimat'tadır.) Devlet ve toplum ikiliğinin kıpırdanmaya, devinmeye başladığı tarihlerdir bunlar. Aşağı yukarı 1912'lere dek süren bir Minakyan biçemini şiirde herkes görmüştür sanıyorum. Bu dil'de, uzun bir aradan sonra, şiir gerçekten 1912'de başlar. Evlere Süleyman oğlu Hacı İzzet. "Yedi Güzel Adam"ın bu dizeleri unutulur gibi değil. Erdem Bayazıt'ın "Sebebpey"de öyle ürperten bir şiir, onun şiiri de. Bunlara Arif Ay'ı da katarsak, bu şairlerin şiirimizin gerçekten büyük bir deltasını oluşturduğunu söylemek için kâhinlik gerekmez derim. Bunların büyük bir erdemi de, yalnızlıklarından hiç yakınmadan, şiirimizin o duru suyunu, salt daha değişik ırmaklara tutmak için bir derviş alçakgonüllülüğüyle çalışmalandır. ECE AYHAN "Müslüman şairler'e. "Siinni şairler" dersek mendir çünkü. O yüzden gundeme gelemezler, gelemiyorlar. Geçmiş ola artık. Kendilerinin bir handikaplan da var (kalan yarı kabahattir bu); iş inatlaşmaya vardırılınca bu garip ve değişen toplumun uzantılarını (belki kırgınlıkla) göremiyorlar, seçemiyorlar. 1984'ün eşiğinde Cumhuriyet Şiiri İLHAN BERK 1984'ün eşiğinde Cumhuriyet şiiri için ne diyorsun? Sen Türk şiirinin geleneği içinde ters bir şairsin. Kendinden öncekilerle, dahası çağdaşlannla bu aykırılık sürüyor. Onun için senin bugünkü şiire bakışını istiyorum. ECE AYHAN Bizim şiir geleneğimiz içinde ters bir şair olup olmadığımı ben bilemem. Ama uzundur dışlaştırıldığım, dışarıda tutulduğum olgusu doğru galiba. Özellikle yazın tarihçilerinin ve eleştirmenlerinin yayınladıklanmı olumsuzladıklarını biliyorum. Bir ölçüde de hakları var; savunma mekanizmasıdır. Sonra bir 'şiir'i bir yere oturtamamanın bir sıkıntısı olur. Belki bir 'aykırılık' vardır var olmasına. Kimse bu uzun suren ayrılığın nedenleri üzerine eğilmiyor. (Beni yadırgatan şairlerin de buna katıhnaları oldu.) 1983'te, benim için iki önemli kitap okudum Türkçe'de şiirde. Akif Kurtuluş'un Yalan Şiirleri' ile İzzet Yasar'ın 'Ölü Kitap'ı. İhtiyarlardan ise beni titreten bir şiir pek olmadı. Ama İlhan Berk, Turgut Uyariyiydi. İvmeler yukarı çıkıyor herhalde. Izzet Yasar ile Akif Kurtuluş'un şiirlerinin ortalannda bir yerlerde (ama aynı duzlemde değil) gördüğüm Haydar Ergülen'in (özgün olacak bir şair bence) 'Sırat Şiirleri' iyiydi, ama sonra sonra biraz bulanıklaştı. Yine açılacaktır sanıyorum. Turgay Önen'in dipyazıları da önemliydi benim için (bir tek yanılsamayı kaldınrsak); Mehmel Taner'in "Bir' şiiri de ilginç, Abdülkadir Budak'ın da, bir anlamda Erol Çankaya'nın da düz yazı şiirler yazıyor o. Yineleyeceğim; benden söylemesi; kimse kimseyi ve özellikle kendini aldatmasın. Her zaman 'iki' şiir odağı vardır, olacaktır bu dil'de; eğilim de denebilir buna. Şimdilere Haydar Ergülen, Akif Kurtuluş, İzzet Yasar ve İskender Savaşır düşmüşse ne yapalım.. III Toplum ve şiir ECE AYHAN Her zaman ve her ülkede toplum sorunlarına birinci elden (ve kestirmeden) eğilen yazarların ayrıcalığı olur. Bu göze ahnmahdır başta (İnsan toplumlannda bir sorunun 'nereden' geldiği önemli olmuştur. 'NasıP, bekleyecektir sabırta, son giinü.) Tarihte de bir uzun sürecin değil birkaç yılın nabzını tutanların adları gündemde olur; ne var bunda? Sözgelimi Suphi Taşhan. Suat Taşer, Fethi Giiray, Ömer Faruk Toprak.. Bu yüzyıl Türkçesinin büyük şiirleridir.. Biz kendi işimize bakacağız; o ilginç karmaşık ve yürüyen sürecin arkasında bir belâlı gibi gitmek zorundayız. Tevfîk Fikret bir tane Lorca vardır. Yine Mayakovski, Brecht, Eluard, Lorca, Ritsos gibi, o büyüklükte, ama başka başka damarlarda her ülkede, en az onlar kadar büyük ozanlar vardır. Elbet bizim için de öyle; Nazım gibi, ama başka deltalann, en az onun kadar, büyük ozanlan vardır. Hem dünyada küçük konuların da nice nice büyük ozanları yok mu? Kendi küçük yaşamını yazan Kavafis, Mallarme, Ungaretti, Montale ne gune duruyor. Ya gerektiğinde silahını eline alıp dağa çıkan, sonra da küçük sulara eğilip onun şiirini yazan Rena Char gibi, Pavese, Yesenin gibi ozanlan ne yapacağız? Siyasayı şiirin kanına ters düşen, ters orantı diye bakmalarına ne diyeceğiz? Onlara devrimci gözüyle bakmayacak mıyız? Bakarsak onlara toplumcu oldukları için mi çağdaş, devrimci diyeceğiz, yoksa şiirlerinin koyduğu yapıdan, olgudan ötürü mü? Hangisi? Namık Kemal rak. (Şimdi benim burada söylediğim bir tek tümcedir değil mi? Yazın tarihçileri, eleştirmenleri bunu da kısaltırlar, keserler makasla; " n e r i h " ve "muhtasar" kılmak için.) Ozanlık, adını silmek, bir keşiş gibi dünyamızı dinlemek, ona yine o adsızlık, sıradanlık içinde katkıda bulunmaktır. böyle bir kullanım daha yerinde olur. Onların 'yalnızlıklanndan yakınmadıklan" doğrudur... 'Sünnilik'i ben 'çoğunluk' anlamma alırım, buna karşın ve yine de 'yalnız' ve 'ıssız' oluşları benim hep dikkatimi çekmişti. Onlar halk içinde çokluktalar, 'yazın' içinde ise azınlıktalar nedense. 'Sünni şiir' alanında olup bitenlerden kimsenin pek haberi olmuyor. Bu gidişle olacağı da yok. Hem 'onlar', hem 'laikler' çok başka boyutlarla bir 'toplum' içinde yaşadığımızı neden görmuyorlar bilmiyorum. Geçmişte geçmiş bir toplumsal olgudan söz etmek istiyorum sana. 'Meczuplar' zaman zaman olaylar yaratmıştır Cumhuriyet'in ilk günlerinde ve çok kelle yitirmişlerdir Bursa'da, Menemen'de, şurada burada... Ama gerek şiirde, gerek düz yazıda gündeme getirilemediler. 'Çoğunluk' CSünniler" anlamına getirilsin, 'laikler' anlamına getirilsin) bir büyük yanhşlık işliyor gibi geliyor bana; hem de derin. Bir tek monografi çalışması görmedim bugüne dek toplumbilimsel alanda da. Sezai Karakoç da, Cahit Zarifoğlu da, İsnıet Özel de... sıkı şair olabılirler. İş burada değil yalnız. Üçu de 1984'te olamıyorlar bir türlu (zamanımıza en yaklaşanı İsmel Özel bence); dikkatli olarak bakılmamasının kabahatinin yarısı kimsede değil; 'yazın' dünyasında 'laikler' ege Süren dağımklık Ve bu dağımklık bir yerde bugün de sürüyor denebilir. Örneğin CODEPU'nun yaptığı işin aynını yapan 34 örgüt daha var. Hiçbiri belirli bir partinin oluşturduğu, belirli bir politik görüşe uygun hareket eden örgütler değil. Genellikle rejime karşı çeşitli eğilirnlerde insanlar var herbirinde. Örneğin, İnsan Hakları Komisyonu. Olanaklannın sınırlılığından, bir avuç militanla her yere yetişemediklerinden yakınıyor. Neden güçlerini aynı işi yapan ve tüm Şili düzeyinde örgütlenmiş CODEPU ile'birleştirmediklerini sorduğumda, politik görüş ayrılıklarından söz ediyorlar. Böylesine somut ve belirli bir iş için bile biraraya gelmelerini engelleyecek politik görüş ayrılıklarının bu derece önemli mi olduğunu soruyorum. Pek doyurucu bir yanıt yok. Anlaşmazlıkların neler olduğu konusunda kesin bir açıklama getiremiyorlar. Sonuçta, iki örgüt arasındaki ayrılığın, politik görüş uyuşmazlığından çok, kişiler arasındaki anlaşmaziıklar, böylesi somut bir olay karşısında bile yenilemeyen kırgınlıklar, surtüşmeler olduğu ortaya çıkıyor. SORULARI/SORUNLARI YILMAZ SİPAL ÇALIŞANLAREN IV Müslüman ya da *Sttnnr? İLHAN BERK Müslüman şairler konusunda ben hemen şunu belinmek isterim: " H i s a r " , "Tiirk Edebiyatı" dergisi şairlerinden söz etmiyorum. Benim sözunü ettiğim şairler Sezai Karakoç, Canit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Arif Ay gibi şairlerdir. Burada Ismet Ozel için de ayrı bir ayraç açmalı mı, açmamalı mı bilmiyorum. Açmamız gerekirse, onu tek başına düşünmek gerekir. Bu şairler beni baştan beri hep ilgilendirmiştir. Sezai Karakoç zaten ilgimi hiç yitirmediğim şairlerdendir. " H t zırla Kırk Saat", "Körfez", "Sesler", "Leyla ile Mecnun", "Ayinler" elimin altından hiç düşmediler. Ismet Öıel şiırimizin o 'korkunç cocuk'lanndadır. Benim için hep de öyle kalmıştır. Cahit Zarifoğlu'nun şiiriyle karşılaştığımda tekniği. dili kullanışı beni şaşırtmıştır: Aşk delice kımıldamah yatağından Süleyman oğlu Hacı Izzet evlere Bir sepet incir gibi dağıldı "Huzurevine nasıl girilir" SORL : 20.3. 1984 günlü yazınızda SSK Huzurevlerinden bahsettiniz. Fakat Huzurevlerine nasıl girilir? Yani SSK emeklisi için yaş şartı var mı? Giriş ücreti nedir? Emekli aylığı yeter mi? Buna benzer daha başka şartlar var mı? 1.A.G.İSTANBUL YANIT: Huzurevine girebilmek için "Kendilerine yaşlılık aylığı, malullük aylığı veya sürekli işgoremezlik geliri baglanmış ve kadın 50, erkek 55 yaşını doldurmuş" bulunmak koşulu aranmaktadır. "Yaşlılann Huzurevlerindeki giderierini karsılamak üzere kendilerinden, ayhk veya sürekli işgoremezlik gelirlerinin miktarı ile orantılı olarak başvurma tarihindeki yürürlükte olan asgari yaşlılık aylıgının 3/4'ünden az, ilgılinin aldığı aylıgın 3/4'ünden fazla olmamak kaydıyla, Kurumca tesbit edilecek ücretler üzerinden üçer ayhk masraf karşılığı" alınması yonetmelikte öngörülmüştür. Ayrıca "ilgilinin Huzurevlerindeki giderierini karsılamak üzere, başka şekil ve nam altında para" istenenemeyecektir. 25.1.1980 günlü Resmi Gazete'de yayımlanan Sosyal Sigortalar Kurumu "Huzurevleri Yönetmeliği", 1978 yılında yürürlüğe giren 2167 sayılı yasa uyarınca çıkarılmıştır. Yasa Sosyal Sigortalar Kurumunu "huzur evleri ile son vardım hastaneleri (şifa yurtlan)" kurmak ve işletmekle yükümlü kılmıştır. Yasanın yürürlüğe girişinin üzerinden, altı yıl, yönetmeliğin ise 4 yıl geçmiştir. Ancak bu konuda yaptığımız araştırmalar sonucu Sosyal Sigortalar Kurumu'nun henüz bu yükümlülüğünü yerine getirmediği yönündedir. Dileriz, Sosyal Sigortalar Kurumu, Yasanın ve Yönetmeliğin kendisine verdiği bu yükümlülüğü yerine getırir, huzur evleri kısa bir sürede kurulur yaşlı ve bakıma gereksinme duyan emekliler için işler duruma getirilir ve siz de aradığınız huzuru bu evlerin birinde bulursunuz. Küçük konuların nice büyük ozanları yok mu? tLHAN BERK Ben toplumcu şiir, toplumcu olmayan şiir diye şiire kaftanlar biçmeyi anlamıyorum. Şiir yapısı gereği aynmlara gelmez, karşıdır ona. Ne demektir toplumcu şiir? Şiirin kendi dışında böyle bir şey var mıdır? Dünya şiirinde bizdeki gibi böyle bir aynm yoktur. Dünyada toplum sorunlarına ağırlık veren ozanlar vardır. Ama buna hiçbir zaman bir ayrıcalık olarak bakılmaz. Ozanın dünya karşısında aldığı kendi kişisel tavrıdır bu. Bu yüzden büyük diye bakılmaz ona. Ozan olmak, olmamak sorunu söz konusudur. Ne Namık Kemal, ne Ziya Paşa, ne de Tevfik Fikret şiirlerinde toplum so Bir tekkeye yazılmaktır ozanlık Ya dünyamızın kendi küçük köşelerinde sessiz, sakin dunya guzeli ipeklerini dokuyan o yüzlerce ozanı? Bir tekkeye yazılmaktır ozanlık. Adını silmek, bir keşiş gibi dünyamızı dinlemek, ona yine o adsızlık, sıradanlık içinde katkıda bulunmaktır. BİTTİ YARLN: Sendikal örgütlenme artık
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle