Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHTmlYET 5 Mart 1974 ndokuzuncu yüzyıl, Güney Amerika ülkeierinin bağımsızlık çabaları ve ihtilâlleri çağı olmuştur. Bu arada, Avrupa'da merkezsel imparatorluklar sarsılmaya başlamııtır. Birinci Dünya Savaşı, cephenin her iki yanındakı bu merkezsel imparatorlukları yıkmıştır. Bunlardan, Baltıkta Orta Avrupa'da Balkanlarda tüm bağımsızlıklar doğmuştur. Ortadoğuda, Arabistan Yarımacfasında da, Kuzey Afrika'da, eski ya da yeni tip emperyalizm boyunduruğunda, ama sözde tam bagımsızlığa doğru yönelmiş korumalı (himayeli) ülkeler doğmuştur. Bu slstem, Güney ve Güneydoğu Asya'ya da yayılmıştı zaten... Ama bunların içinde çökmü», fakat görkemini korumuş bir bizim Türkiyemiz, onca olumsuz koşullarına ve emperyalizmin enca büyük diremne ve saldırısına karşın, tam bağımsızlığmı elde edebilmiştir. Geri kalanların bir bölümü, yeni yabancı diktatörlerin kucagına düşmüştür; Avrupa'da bile... İkinci Dünya Savaşı, bofımsız devletçilik yanşınm, büyük bir aşaması olmuştur. Türkiye'nin d"aha önceden yükselttiği tam bagımsızhk bayrağı, Avrupa'da Nazizmin diktasındakilerin kurtulmasına yol açmıştır. Yalnız bunlar reiim değişikliklerine uğramışlardır. Güney Afrikadakiler, kendi içlerinde rejim *avaşlanna uğramışlardır. Bir bölümü, Amerika'nın dışandan yönettiği ve karıştığı bu rejim savaşlarını. Arap saçı karmakarışıklığına döndürmüstür. Afrika'nın yeni ülkeleri, kabile sosyal yaşamı içinde, emperyalizm denetiminde bir *iyasal yaşam kurma ve sürdürme zorlukları içinde, türlü bunalımlard'an bunaiımlara geçmektedirler. Güneydoğu Asya, emperyalizmin doğrudan boyunduruğundan kurtulma savaşından lonra, emperyalizmin dolaylı boyunduruğundan da kurtulmanm dramatik kavgasına tutulmuştur. Bir başka deyimle, her iki dünya savaşı, emperyalizm altından ve bağımsızlık dışı bir siyasal rejim içinden sıyrılmada, insanlık tarihlnin iki aşaması olmuStur. Fakat herkes için bir'eşik olan bir sorun tfa getirmiştir: Bu yeni ülkeler» de siyasal yapı ne biçim olacaktır? îşte şimdi, içinde yaşadığlmiz bu tvrende, yeni devletler, bu konuda bir yeğlemenln (tercihin) tereddütleri sıkmtısı icindedirler. Yeğleme, şu şu iç ve dış etmenlerin etlriri ile su yola aktığı zaman, bu kez de, o yeğleme doğrultusundaki siyasal yapıyı kurup işletme bunalımlarına düşülüyor. Bu türden bunalımlann kusajı, bu kez, Türkiye'yi de kuşatmamıfhk etmemiştir. Türkiye'nin, bağımsızlık «avaşını yapar Olaylar Demokratik Yapı Sorunumuz Prof. Bahri SAVCI ken, flyasai y»pı konusundaki yeğlemesi kesin olmuştur: Batı tipi rfemokratik değerler, kurumlar yolu ile temelde Batı örneği çoğulcu bir «osyal yapı ve onun üzerinde, bir halkçı ulusçuluğun siyasal yapısı... Bunu, biraz daha açıklayacak isek, şoyle söylememiz olanafı vardır, hatta bu gereklidir: Türkiyemiz, imparatorluğuo duraklayış ve sonra çökü? oluşumlan içinde, duraklayış ve çoküsün cnedenleri» ile, bundan kurtulmanın «yollan» üzerinde düşünmemezlik edemezdı. Bunu düşünmüştür de... Bu, Batının «esbabı iaikiyeti«ni araştırma çabası olmuştu. Türkiyemiz, çöküşü; bu «esbabı faikiyet» Sgelerinden uzakta kahşımızla açıklamıştı. Dolayısiyle cçareyi» de bu ögeleri elde etmede görmüstü îşte, Batı deger ve kurumlann» ulaşma vs onlar üzerinde çoğulcu bir sosyal yapı kurarak bunun da üzerinde, onun gereği bir sıyasal 'olaya elverecek bir «demokratik yapı.ya koşması bundandı. Atatürk görüs açısından bunu özetler i«ek, söyle dememiz olanağı vardır. Hatta böyle dememiz gerekmektedir: Kuruima ve yasama gucü ile dolu bir devlet için, Batı değer ve kurumlan temeli üzerinde bir Batıll sosyal yapı ve onun da üzerinde bir Batılı demokratik siyasal erk (iktid'ar) oluşumunun dinamiği olarak «halkçı ulusçuluk» Türkiye'nin gereksinme duyduğu Batının değerleri, özellikle. özgünlük eşitlik güvenlik idi. Bunlar sslmda, bir kapitalist toplum vapısı verirlerdi. Zaten, böyle bir yapmın da gereği olan »ojyo politik ürünler idi. Fakat bu kapitalist toplum yapısı, kendi dinamiğini emperyalizmden alıyordu. Bu ıvedenle, aynı zamanda emperyalizmle özleşleşmiş idi. Batılı siyasal iktidar olayı, özgürlüğe • eşitliğe güvenceye • ve btitün bunlann »onueu olarak mülkiyete, emperyalizm açısından anlamlar veriyordu. Ona yarama açısından korumalar getiriyordu. Onlan, emperyalizmden aldığı olanaklarla şişiriyordu. Ve sonra, bu şışmış, kabarmış. gücü artmış değer ve kurumları, yine emperyalizm doğrultusunda kullanma değerlendirmelerine uğratıyordu. Türkiye'nin ise, bir emperyaıizm yspması olanağı sıfır noktasında idi. Bu değer ve kurumlar aslında Bah uygarlığının ve siyasal erk olayının vezgeçilmez ögeleri idi. Ama, Batı'nın tarihi, onlan, emperyalizm gtitmek zorunda olan bir kapitalizmin gereği bir renk ve bir öz ile doldurmuştu. Türkiye ise, böyle bir kapitaıızm ile kalkınamazdı. Böyle bir emperyalizm ile yücelemezdi. Onun için. bu «asıl>ların içüe, bu «as:l ögeler»in içine, Batıh kapitalistl??ıneyi aşan ve daha derin bir anlamı olan «çagriaşi&sma»yı veren bir öz ve renk katmalı idi Bu d«, Türk tarihinin kendine öz gelışımlnaen pek ili çıkmakta idi. Bu. özgiirlük eşitlik giivence ve mülkiyet öğelerini, bir «halkçı uiusçu» öz ile doldurmak idi. Bir ba$ka deyimle Batılı, ozgürlükçü ojduğu için, zorunlu olarak çoğulcu olan sosyal ya. pı üzerindekl bu özglirlüğe eşitlik, eüvenceye • ve dolayısiyle mülkiyete, halkçı bir öz, nalkcı bir içerik, halkçı bir renk vererek <ulus»a, bu halkçı yol ile varmak, ulusun siyasal iktiaarını halkçı kılmak gerekirdi. Yani, özgürlükçü, eşitliği, güvenceyi, mülkiyeti halklaştırmak. bunlara dayalı olacak olan siyasal erki ae haıkla$. tırmak. böylece bir ulusal birlige varmak gerekir idi. Batının çoğulcu toplumu r>u degerler ve kurumlar yolu ile kurulabiııyor re ayakta ka. labiliyordu. Batının demokratik yapısı, bu değerler ve kurumlar ile ışlenebıımi* idi. Ve onlar yolu ile demokratik bir siyasal iktidar olayı isletebiliyordu. Fakat, Batı, esonomik kalkın masını v» üstünltiğünO. bu Segerlere ve kurumlara, emperyalistik bir kapıta.ızm kenği vererek yapabilmişti. Ve ancak da, bu yol ile kalkınma düzeyini geliştirerek bu düzeyi sürdürsbiliyordu. Kendisinde de, halk hareketleri uyandıkça, ki sürekli olarak uyanmakta idi halk kitlelerine ödüller vererek. onlan bu değer ve kurumların emperyalistik kapitalist anlamı ile özdeşleştirerek sağlıyorau. Türkiyemiz, bu koşullarm Jışırıdii .. ve yoksulluğumuza karşın doğal jörkemımiz sonucu kjvançlanarak söyliyelim. bu koş.ul)ann üstündf.. Onun için siyasal vapı, oir scsyal vapı sorunu ise; bir demokrası. tarihimızin emn ise. demokrasimizi ve onun davanacağı sosyal yapımızı bize göre daha gerçekçi bir Ö7le, daha sağlam bir içerik ile dolu değer ve kurumlar.» dayatma zorunda isek ki, bunlar hep böyledir bizim demokratik yapı sorunumuz, demokrasinin temel ögeleri olan özgurlüğü, eşitliği, güvenceyi, mülkiyeti, halklaştırmak sorununa dönüşür. Bütun bunları bir tek tümce ıle özetleyebıUriz: BPCEMCEK2E H iki Sav Bugün, Türkiye'nin, kendisıne özgü bir demokratik yapısı olmuştur. Türkıye, bir demokratik yapı gelişiminın süreci içuvıedir. Engel Olamayanlar Bu demokratik yapı; özgünüğü, eşitliği, gtlvenceyi, mülkiyeti, kapitalistik ^mpervalizmin ona getirdiklerinden arıyaraıt, onJsra halkç. bir öz ve içerik getirmekle, Türkıye"'iin özgürlügü. eşitliği. güvencesi olabilir. Yani bunlar ancak halkçı bir özle sosyalleşerek Türkiye'de «eçerlüiğe kavusabilir. Türkiyemiz, Koçi Bey Risalesı, Isıahht v^ Tanzimat Fermanları çağlarından berı siyasal açıdan demokrasileşme süreci iç.ndPdır Buna. halifa sultanların; onlann ekmeğı ue >perverde olmuş» saray ricalinin ileri sürdüfü «hukuku hükümrani» Kavramı engei oıamamıştır. Enver Paşa Sezarizmi Menderes mutıaklyeti, Demirel tekelciliği de Türkıye'deki demokratik yapı gelismelerinı ve onun içınde demokrasinin son sözü söylemesı zorununu durduramamıştır. En sonunda da, Nihat trim'in. Meıen'in si. yasal sosyal gelişim anlayışsızlıgmdan dogan hasislikleri, Sunay merkezleinieciliü de. halkın rızası ve demokratik kural arama ve uyguiama özlemlni deyimleyen demokratik sürecin egemenliğini önliyememistir. Çünkü, Türkiyemizde de bir «demokratik yapı tarihsel olayı» kurulmuşvur: özgurlüğü, eşitliği, güvencer mülkiyeti; ayncalıklann tekelciliklerin, sosyal ve siyasal geıişirr nasislik. lerinin Ustüne çıkaran bir halklasma ve sosyallesme yönü izleyerek... Halkçı Ulusçuluk İŞKENCE Prof. Dr. Faruk EREM • Imanya'da Nazi döneminde Himmler'in emirnamesi şu hün kumleri getiriyordu: «Marksistlere, Yahova Şahitlerine, "sabotajçılara, tethisçilare, mukavemetçilere, p8rasütle indirilen ajanlara, antisosyal unsurlara, Rus ve Polonyalı serserilere işkence uygulanabilir. îşkence duruma göre sunlan kapsar: Besini (ekmek vc suyu) azaltma, sert yaıak. ısıksıs hücre, uyutmamak, beden! hareketler, kırbaçlama. Yirmi kırbaçtan fazlası için hekimden mütalâa alınacaktır». Ooktorun fikrinin alınması insanlık nedenine dayanmıyordu «Itiraf» etmeden ölen kisiden bir sey öğrenraek kabıl olmayacaktı. Gestaponun bulunduğu her şehirde bir «işkence merkezi» de kurulmuştu. Bu uyguiama yadırganamazdı. Hitıer bövle bir rejim seçmişti (bk. Mellor, A. La Torture, Paris, 1949, s. 213). Devletimiz Demokrasiyi, «Hukuk Devleti»ni, «Sosyal Devlet»i benimsemiştir. Hukuk Devletinin yerine, hangı yönlü olursa olsun. bir diktatörlük (Totâliter Pevlet) kabul etmis olsaydık, belki de «işkence» mesru sayılırdı. «Hukuk ÜstünlüğW huzurunda «gayri meşru sayılan Devlet»lerde işker.ce «me5ru»dur. Görülüyor ki işkence yasağını ihlâl etmek «Anayasavı ihlâl suçu.nun bir çeşididir. Anayasamız (md. 14) «kimse işkence yapamaz» diye emrettiğine göre münıerit olayları aşan «sistemli işkence» TCK.'nun 243. maddesinden taştr ve 146. maddeye yaklaşmış olur (bk. Antolisei, F. Manuale di diritto penale. Parte speciale, I, Milano, 1968, s. 131). Unutmamak lâzımdır ki tutukianmış veya gözaltına alınmış lcişinin hayatı ve sağlığı Hükümetin sorumluluğu altındadır (Brasıello, T. Libertâ personale Digesto Italiano, IX, n. 15). Bazı rejimler, «Devlet haklan» ile «insan hakları» ara. sında, birincilerin tercihi yolunda bir anlayış.a daynnır. Halbuki «hukuk devleti» bu hakları bağdaştırabilmiş, bunu basarabilmek için de «Anayasal rejimi» getireDilmiştır. Anayasamızın 14. maddesine göre ceza «insani» olrr.ak zorundadır. Sanık. hükümlüden önce gelir. O ftahıe hülcümJUye İşkence edemezken sanığa işkence edilebilir mı? Bir an için işkenceyi meşru fayalım, hatta Himmler'in emirnamesi gibi bir «İşkence Kar.unu» çıkarıp, onu normal bir soruşturma aracı haline getirelim. Türkiyemizde bunun genel sonucu ne olur? Önce mahkemeye, savcıya ihtij'aç kalm?z. «İşkence uzmanları» onlann yerini alır. Sonuçta, yirminci yüzyılda ünlu (!) bir «engizisyon» örneği yaratınz. Devletin gücünü sağlayan unsurlardan biri de onun toplumdaki «sosyal itıbarudır. İşkence uygulaması bu itiban yitirir. Işkencenin, fayrfa sağladığı için meşru «ayılması gerektiği ileri sürülmüştür: Eğer suçlulan meydana çıkarlyor?a neden işkence bir soruşturm» aracı sayılmasın? Genellikle «işkence» lehine söylenen budur. Fakat şöyle düşünmek lâzımdır: tşkence ürünü «itiraf»a rağmen kişinin sonunda suçsuz olduğu anlasılırsa, yapılanı nasıl izah edeceğiz? Suçsuzlara yapılan işkencelerin toplumda rfoğurduğu çöküntülerin zararı ile işkencenin tözde faydasmı karsılaştırmak gerekli değil midir? Mesru olmadıklan halde fayda saglayan pek çok şey vardır. Serbest bırakalım mı? Kaldı ki işkence uygulamasında genel sonuca bakmak gerekir. lşkence ile elde edilen itirafa dayanan «haksız hüküm»ler az değildir. Hatta bunlar pek az da olsalar, bir gün haksızlıkları anlaşıhnca «toplums»I tepki» bütun düzeni »arsabüir, zararları pek sşın olur. • Acı>nın mutlaka gerçeği söyleteceği tanılmamalıdır. Acı, içkenceye tutulanı sadece konnşturur. «t^kence» iddialannın dusündürdüklerinl sınırlamak mtimkün olamıyor. Sanıği «tşkenceli sorgu» yoluyle, «H»kim»den evvel. «Ceza» L lanriırmak isteği teşhis edilmelidir. Hakim. sonunda ne karar rerirse versin. sorgu kılığı altında «Peşin idari ceza» çok dü1 çündüriicüdür. Daha yargılamanm başında, ithamı. savunmayı dinlemeden, delilleri görmeden kendi içinde sanıği çoktan mahkum etmiş hakimi, gerçek hakimden ayırmayı «Ceza avukatlan» berrakça başarabi!irler. Böylesine yargılama başka türden «Ortülü işkence» değil midir? «HüKümden evvel bütün sanıklar, masum sayılır» kuralına acılı bir terslik içinde olan hükümden önce çektirilen ceza niteliğindeki tutuklama yetkisinin kötüye kullanılması, sonunda sanığın beraati. başka çesit «lşkenc«» sayılmayacak mıdır? Ceza adaletine Uişkin uygulamalftrda çok dikkatli olmak lâzımdır. Türkiyemizde işkence iddialanmn asılsız ve aslı varsa, mev zii oiaylar. kişisel davranışlar sınınnı aşmamış olmasmı bütün kalbimle diliyorum. Fakat asıl sorun şudur: Ortaçağın Engizisyon artıkları ile doriEtılmıs bir Ceza Usulü Kanununun «tktitas». ve buna eklenen düşüncesiz. bilinçsiz, Ukesiz uygulamalar Tark Ceza Adaletini çağdışına itmiştir. Her vönden «Türk Ceza yargılamasının insanileştirilmesi» cabasında «Hukukun üstüniüğü»ne inananlara düşen görev ve sorum pek ağırdır. SOKAKTAKI ADAM e demek «sokaktaki» »dam? Demokrasilerde, sıradan her yurttaş, sizin he nim gibi, yurdun yönetiminde, sadece seçim günleri oyunu kul lanarak politik eğilimini dil» getirebilen. getirmekten başıca bir şey yapamayan, günlük yaşam dertleri içinde sürüklenıp giden, çaresiz, zavallı bir adam. Sokak adamı olmanın onuru, ka rınca kaderince, bir leçim oyu ile değerlenip, o oyla birlikte, bir dahaki seçime kadar sus pus olup, başa getirdiklerinin iyt ya da kötü niyetlerini uzaktan yakından izleye izleye, yurdun kaderi ki kendi kaderinden başka bir şey değildir üzerinde kesin bir yargıya varabilme . 4y»jdmrlarsa eğer) yetisinde, : yetfcisindedir sad*ee^% s«H?d». Sokaktaki adam. totaliter rejimlerde ise bir hiç, baştakilerin buyruğunda bir oyuncaktır. Ca nı malı, gelmişi geleceği, esenliği güvenliği ile onlann elindedir. Zart zurtlara boyun eğmek zorun.dadır. Hele bir sesini yükseltmeye, başını kaldırmaya yel tensin, balyoz iner kafasına, iflahı kesilir. Sokaktaki adamın karşıtı, lk tidardaki adamdır. Sermaye güç lerinin, yardakçılarının omuz omuza, kafa kafaya egemen oldukları toplumlarda iktidard'aki adam. ister istemez sokaktaki adama dönüşür günün birinde. Kaçınılmaz bir kaderdir bu. Bir iki ay öncesinin, astığı as tık kestiği kestik bir sıkıyönetim kumarvdanının, iktidar adamlığından, sokaktaki adamIığa geçişinde, ünlü bir gazete muhabirinin sorduğu sorulara verdiği j'anltlar yurt ve İnsanlık açısmdan önemlinin önemlisi bir değer taşımaktadır. 12 Martla gelen sıkıyönetimin Istanbul'd'a tek söz sahibi kıldıgı Orgeneral F. Türün, bugünkü emekli asker, kendi deyimiyle «sokaktaki adam» olarak, bütün alçak gönüllülükle. solcu aydınlara yapılan işkence ler konusunda. görev kurbanı bir insan edasiyle, kuzu kuzu birtakım itiraflarda bulunuyor. Bulunduğu yüksek makamda, kendi isteğini, istemini aşan bugün korkunçluğu ortaya çıkmış olan işkence eylemlerinden sorumlu olmadıgını, kenriini temize çıkarma çabalan içinde ileri sürmektedir Sıkıyönetimin ilk günlertnde, haksız birtakım tutuklamalar dolayısjyle, kendini uyarmaya çalışan avukatlara karşı takındı jjı belki ilk günlerin kuşkulu. ihbarlı havasında aklı msntığı hiçe sayan. sayması gereken ha vasına kapıldığı için taklndiğı tavır, sokaktaki adam psikolojisine taban tabana aykın düşen bir tavırdır. N( İKTİDARDAKİ ADAMLAR, ANCAK SOKAK ADAMI OLDUKLARI ZAMAN GEÇMİŞTEKİ YANILGILARINI DEĞERLENDtREBİLİYOLAR. ASIL SORUN İKTÎDARDAYKEN BUNU OÖRÜP DUYABİLMEKTtR. Vedat GÜNYOL için bula bula böylesi gülünç bir savunma yolu buluyor. Peki, dün işkence olarak n«neminin ünlü birinci şube müdürü A. Demir'in uyguladığı o tüyler ürpertici tabutluk ışken celeri düzeyinde kalmış olmak, kısa bir zaman öncesinin sınırsız yetkilisi için bir «özür» sayılabilir mi? Kaldı ki. 12 Mart sonrasının işkence yöntemlen, göz bağlı, prangalı, zincirli, elektrikli coplu işlemleri, A. Demir'in hayal gücünü aşan bir nitelik kaîanmıştır. Bu bakım dan «tşkence olarak dün ne ya pıldıysa bugün de o yapılmıştır» sözü, gerçeğe uymayan, ger çeği çarpıtan bir söz olmaktan öteye geçememektedir. Türkiye Komünist Partisini (!) kurmakla suçlanıp Emniyet Birinci Şube'de gece gündüz kuru bir iskemle üzerinde geçirdiğim on üç gün ve Maltepe Askeri tutukevinde, üç ayrı koğuşta ya şadığım dört ay süren tutukluluğumda, eylemci, anarşist, hatta eşkiya diye nitelenen gençlerin uğradıklan işkencelerin elle tutulur, gözle görülür izleriyle karşılaşüm. Tutuklanma d'an önce Selimiye Kışlasında geçirdiğim iki gecelik bir sürede, uzaktan iziediğim bir iki gencin, Maltepe Tutukevinde, iki ay boyunca, parça parça olmuş tabanları üzerinde yürüyemez halde olduklarını gözlerimle gördüm. Hele. şimdi adını anımsamadığım bir gervç vardı. Erkeklik organlarına uyguianan elektrik akımı sonunda erkekii ğini vitirmistj UgradıSl bu in»anlık dışı iskenceyl, mahkemede dile. getirmesine meydan verilmemişti. Hukuk d'evleti olmeUi İRündüğümüz bir memlekette, bu genç sesini yukarıla ra duyurmak olanağından yoksundu. Şimdi ne oldu bu genç, Türkiye'nin, Türk insanının esenliğinden başka hiç bir kaygısı olmayan bu genç ne oldu, bilmiyorum. Bildiğim bir şey rarîa, o da, sağcı çevrelerin etkisi altında koşullanmış bir sor gu mekanİ7masının, bu gençlere karşı kıyasıya ezici bir tu tumla yüklenmiş olduklarıdır. iki ay öncesinin yetkili adamı, bugün sokaktaki adam olarak konuşan F. Türün, işkence iddialarını, eylemcilerin bir savunma aracı olarak ileri sürdüklerini söylüyor. «Sizi şerefimle temin etmek isterim ki, cop sokulduğuna, ırza geçilmiş olduğuna maddeten ımkan ve ihtimal vernüyorum, düşünemiyorum ve bilmiyorum» diyor. Oysa, o günlerin tek yetkilisi olan F. Türün, Sirkeci'deki Emniyet Müdürlüğüne bir defa gittiğini itiraf ediyor. İşkence söylentilerinin alabildiğine yoğunlaştığı bir dönemde, iş başında bulunan ve bütün yetkileri kendinde toplayan bir görevlinin, soruşturmaları ikinci, üçüncü, dördüncü. kademedeki insanlara bırakıp, onlann doğru yanlış raporlarıyle kesin kanılara varması, varmak istemesi ne korkunç bir şey değil mi? numaralı vetMli olan bir kimsenin, lütfedip, kumanda koltugundan, arada sırada şöyle bir inerek işkencelerin yoğun olduğu ileri sUrülen yerlere gitmesi, olup bitenleri gözleriyle görmesi gerekmez miydi, dersiniz? Eskiden, dediklerine göre, padişahlar. arada bir tebdil gezer, çarşı pazar dolaşır. kahvelere girer, halkın arasına karışır, buyruğundaki görevlilerin yaptığı icraatı öğrenmek isterlermiş. GünümUzün halktan kopmus yöneticileri. binde bir olsun, böyle bir meraka kapılıp, olup bitenleri gözleriyle görüp. kulaklarıyla işitmeye yanaşmıyorlar. Yanasmadılar ds. Bunun tipik bir örneğini, Sıkıyönetim günlerinin Devlet Bakanı Bay Satır verdi. Evet, Bay Satır. bize tipik bir örnek verdi. Kendisine yansıtılan bir işkence olayını. büyük ölçüde küçUmsiyerek, soyut ve uzak bir ilgiyle, üç kişilik bir doktor heyetine havale ediyor. Kendine sunulan rapora dayanarak, ortada yakından uzaktan lşkenceyle ilgili hiç bir belirti olmadığuıı ileri sürüyor. Insaf ölçüleri içinde düşünelim bu tutumu. Kimdi işkence gördüğunU ileri süren yurttaş? Numan Esin, bomba olayları davasmda. «Bana işkence ettiler» diyordu. Yakmlan, du rumu yukanlara yansıtmışlardı. N. Esin'in işkence gördüğü bir gerçekti. Şimdi soruyorum size, Bay Satır neden zahmet edip, büyük yetki sahibi bir adam olarak o heyette hazır bulunmaya yanasmadı? Bu davanuı avukatı Gülçin Çaylıgil mankemede: «Müvekkilim Numan Esin'e işkence yapıldığının tanığıyım. Üç tabip işkence yok derken, ben onun parçalanmış ayaklarını gördüm.» diyor. Bay Satır. neden, tarafsız bir tanık olarak bu muayenede hazır bulunmayı düşünmemiştir? Diyeceksiniz ki, bir Devlet Bakanının işi değildir bu. Her işkence iddiasını yakından izlemeye kalkmak olacak şey mi? Ortada. resmen görevlendirilmiş yetkili bir tabip heyeti varken, bir Devlet Bakanının muayenede hazır bulunmak istemesi demek, o hejete Karşı güvensizlik beslediğini belirtmesi demektir, ki kimsenin buna hakkı yoktur. Burası doğru. Bir Lâtin Atasözü, «Bekçileri kim beklesin» der. Bir Devlet Bakanı, yetkili bir tabip heyetini denetledi diyelim. Peki, o Bakanı kim denetleyecek? Böylesi bir denetlemenin ucu, denetleyicinin de denetlenmesine kadar uzar ki, bunun sonu gelmez. Ama, burada, bu işkence olayuıın incelenmesinde, her hangi adi bir olayı n «ınırlarmı aşan, Türk hukuk devletinin onuru ile yakından ilgili bir ölüm fcalım sorunu var. Hippokrates'in yeminine sırt çeviren. çevirmek zorunda kalan kimselerin karşısında. sağduyunun, insan severliğin bir savunucusu olmak, bir devlet adamının baslıca görevi olmamalı mı? Neyse bırakalım bunlan. Bugün Bay Türün de, Bay Satır da birer «sokak adamı» olmuşlardır. Özellikle Bay Türün, gazeteciyle yaptığı dört beş saatlik konuşmasında. geçmiştekl sakat tutumunun vicdanında sızılar bıraktığını saklamıyor. Bu da, Türkiyenin yöneticileri bakımından ilerisi için ibret verici bir ders olmalıdır. Görülüyor ıd. iktidardaM adamlar. ancak sokak adamı olduklan zaman. geçmljteki eyIemlerine insafa yaklaşan bir tutumla bakıp, vanılgılarını değerlendirebiliyorlar. Ama asü sorun, iktidardayken insanın, sokak adamlığı psikolojisini yü reğinin derinlerinde ve kafasının ti içinde duyup yaşatabilmestn dedir. er ulus tarihine düşkündür; geçmişini abartarak anmaktan hoşlanır. Her ulusun kendine özgü kahramanları vardır. Bunalım dönemlerinde oluşan bu kahramanlar, ulusun tarihine kurtarıcı sıfatıyle yazılıp geçmişten geleceğe yadigâr sayılırlar. Ne var ki bu kahramanların bir de bilim karşısındaki durumları sözkonusudur. Bilim soğuk ve katıdır, nesnel ve acımasızdır. Gerçeğin keskin kılıcı. duygulann kördüğümünü bir vuruşta keser atar. Tarih bilimi de bilimin bu nitelikleriyle donandığından ne duygusallığa ruhsat verir, ne palavraya... Ülkemiz, çağdaş bir arayışa yönelrfifi şu dönemde, her zamankinden daha çok tarihe muhtaçtır. Çünkü Anadolu ihtitâliyle tek yönlü ve tek partili bir düzene giren toplum, İkinci Dünya Savaşından sonra çok partili ve çojulcu bir sisteme kaymış, ya da kaydırılmıştır. Çok partili düzenin ilk dönemlerinde tek partili aönemin resmi tezleri sürdürülmüş, ya da sürdürülmek istenmiştir ama; artık bu çabanın nefesi kesilmiş bulunuyor. önümüzdeki dörvemde fikir özırürlüğü ve sonuçta bilim özgürlüğü çüvencesi sağlanabilirse ülkemizde çok ilginç tartışmaların başlayacağını beklemek gerekir. Daha şimdirfen bu ilginç tartışmaların önemi duyulmaktadır. İçinde yaşadığımız ve yaçayacağımız ortamda her kişinin kendi yerini saptayabilmesi için, artık belirgin niteliğe varan iki tarih tezi arasında bir seçim yapması gerekiyor. Bn tezlerden birincisi: Millî Koriulu? Savaşımız antiemperyalist Wr savaş defildir. Yunaniılara karşı bir harptir. Emperyalizmin bir iç sorunu diye nitelenmelidir. Gazi Mustafa Kemal, îngilizlere karşı değildi, hatta Ingilizlere yakındı. Anglosaksonlar bir yanda sarayı, bir yanda Mustafa Kemal'i gözeterek işlerini yürüttüler. Anadolu ihtilâlini, Milli Kurtulus Savaşını, Atatürk eylemlerini, Tanzimat Batıcılıgı niteliğinde İnjrilizci bir çizgide değerlendirmek dogrudur. Tezlerden ikincisi: Millî Kurtulns Savaşımız »ntiemperyaüst bir »»vaştır. Salt Yunanlılara karşı değildir, Yunanı aşarak başta tngiltere olmak üzere empervalizme karşıttır. Üstelik anglosakson emperyalizmine karşı Türk direnişi Millî Kurtulus Savaşı dönemini de aşmakta, çok öncesinden başlayıp sonrasına dek sürmektedir. Birinci tez tekelci sermayenin nirinc!.' yayın organlannda dUe getirümektedir Batı tarihçileri ve basta Lord Kinross, bu sav'ı yaymak ve geçerli kılmak için çaba harcamaktadırlar. îkinci sav, Milli Kurtulus Savaşı gelenek ve göreneğini sürdürmek kararındaki vayın organlannda ağır basmaktadır. Sovyet tarihçileri de Milli Kurtulus Savaşımızı böyle yorumlamaktaaırlar. Türkiye'nin bundan sonraki geleceğinde fikir ve bilim özcürlüğfi saflandığı oranda, Millî Kurtulus Savaşı ve Atatürk'ün niteliği tarihin laboraruvannda en acımasız biçimde eleştirılecek; bilimin keskin neşteri, geçmişin düğümlerine vurulacaktır. Eğer Atatürk eylemi, Türk Yunan muharebesinin çerçevesinJ aşıp antiemperyalist bir kurtulu* savaşı niteliğuıi taşıyorsa ve yeryüzündeki evrensel çeliskiye milli kurtulus savaşlan zincirinin ilk halkasım katıyorsa, büyUyecek Atatürk... Yok eğer Atotürk Anadolu'da İngiliz politikasinın geçerli kılınması için kullanılmış bir kumandansa ve Ingiltere bir yandan Padişahı bir yandan Mustafa Kemal'i kullanarak başı . sonu belli bir oyunu Türkiye'de sahnelemişse, Atatürk'ün dünya tarihi galerisinde yeri bile kalmıyacaktır. Yalnız Atatürk değü, Milli Kurtulus Savaşı tarihi, bilimin terazisinde sıfıra indirtrenecektir. En katı ve kaba çi2gileriyle ortaya koydugumuz bu tartışmanm Türkiye'nin siyasi gelecefinde, sağ ve «ol tartışmasında büyük önemi vardır. Çünkü birinci savı geçerli saydırmak için bugüne dek harcanan çabalar, 1971 rejiminde doruğuna varmış, sol kesimden görünenler içinde bile rağbet görmüştür. Ismet Paşacılığı da yanma alarak büyük yatınmlara yönelen bu savın sahipleri Cumhuriyetin 50'nci yılındaki yayım ursatlanndan büyük ölçüde yararlanmışlardır. Biz, şimdilik bu konuya bir nokta kovmakıa yetiniyoı ve diyoruz ki: Hangi tarihi kahraman bilim özgürlüğüne dayanamıyorsa, o taritıî kahraman zaten yoktur; bunun içindir ki bilim Özgürlüğü herşeyin üstünde tuvuimaııdır. Başsağlığı 3 Mart Pazar günii Paris yakınlarında meydana gelen müessif uçak kazası sonunda hayatlannı kaybeden Sayın Yolcularımıza ve THY Ekibine (Basın: 11915/1586) Tann'dan rahmet, ailelerine, yakınlanna başsağIığı dileriz. Türk Hava Yollan A.O. Soyut ve Uzak İlgi İşkence söylentilerinin almış vürümüş olduğu günlerde, bir GOK AGI BİR KAYlP Merhum Cemal ve merhume Hesna Zorlu oğulları, Mediha Teziç, Refik Zorlu'nun sevgilı kardeşleri. Meiâhat Zorlu'nun vefakâr eşl, Behzat llgaz. Tayfun ve üenlı «Corlu'nun kıymetli babaları, Sadi Teziç'in dayısı, Sabri ve Sulhiye Utkanh'nın enişteleri, Nihal Zorlu'nun kayınbıraderi, Meral Ilgaz'm kaympederi. Şule ilgaz'ın dedesi TEVFÎK ZORLU (1936 Harbokulu mezunu) 3 / Mart / 1974 Pazar günü Hakkın. rahmetine kavuşmuştur. Aziz nâşı 5 / Mart / 1974 Salı günü öğle namH/inı müteakip Şişli Camiinden alınarak Beylerbeyı Küplüce aile mezarhğına tevdi edilecektir. Tanrı rahmet eylesin. A 1L ES i (Cumhuriyet 17641 tktidar Yanaşmalan ve Hukuk Şimdi bu paşa bir emekli ola rak, bütün o sert çıkışlannı unutarak, unutmak gereğini duyarak temize çıkarmak istiyor kendini, «sokak adam»!ıgmdan başka hiçbir güvencesi kalmadı ğını hafırhyarak. «Ben bir sokak adamıyım, diyor, istiyen dava açabilir.» Ne demektir bu? fktidardaki adama, iktidardakirun adamma dava açılamaz. Değil mi? Ne ya zık ki öyle. Bugüne kadar Türkiye'de bu düşünüş bir gerçek olarak ağır basmıştır. Bilmem hatırlar mısınız, bir ara, gazetelere yollanan sıkıyönetim buyruklarında. işkenceniıı (özünü etmenin bile ağır cezalara yolaçacağı bildirilmişti. Ne demekti bu? tşkenc* yapıliyordu, ama sözü edilmiyecekti. Ama, bugün emekli paşa, gazetecinin sorulan karşısında, ar tık herkeslerin bildiği gerçekleri gizliyemiyecegini anlıyarak «tşkence olarak dün ne yapıldıy >a bugün de o yapılmıştır» diyor ve kendini temize çıkarmak ••••••••••••••••••••••••••••••••»«••••••a Ortopedi ve Travmatoloji Mütehassısı jj | Op. Dr. AZÎZ ÇÖL İ 5 hastalarım aşağıdakl yeni »drtsind* kabulc baslamıstır. Şişli • Osmsnbej Halâskârjari Cad. «79 Sedef Apt. Tel: 47 4? 93 Cumhuriyet 1768 türkiye de yeni dönemin an lamı ve doğrultusu halkçı ekonomiye yönelirken solun örgütlenışi yeni dönemde ye ni vaklaşım halk katılımı karikatürlerie sınırsız düşünce ve inanç özgurlüğü Sayı 15 Mart 1974 ahmet t.kıslalı*aslan b.kafaoğlu»bozkurt güvencaemre konqar*ergun ozbudun* ergun türkcan*haluk ülman*kemal der vişamete tunçay»mümtaz soysaUtevf ik cavdaroyakup kepenek Merhum Fuat Paşa ile merhume Me.sude hanımin keımeleri, merhum AptulJah Okyay'ın muhterem refıkası, Prof. Dr. Orhan ükyay, Meiâhat Ukyay, Süheyla Okyay, Muallâ Taray, Şeyma Girdivan, Neclâ Emre'nin anneleri, Malike Okyay, Cevat Taray. Hamit Girdivan ve merhum Muzaffer Emre'nin kayınvaldeleri. Dr ijehirbay özkan'ın büyük kayınvaldesi, Tarık Okyay, ömer Taray, Nilgün Özkan, Gülgün Girdivan, Kerim Emre, Inci Emre'nin anneanne ve babaanneleri, Dr. Suat Atay ve Sami Atay'ın kardeşleri, Okyay, üksal, Tüzer, Ekeman, Çığırgan, Güran ve Berküren aüelerinin yengeleri, »alihatı nisvandan VEFAT FIRDEVS OKYAY HANIMEFENDİ J/3/1974 günü Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Aziz na'şı 5/3/1974 Salı günü öğle namazım müteakip Kadıköy Osmanağa Camiinden kaldırılarak Sahrayı Cedit mezarlığında toprağa verilecektir. Mevli rahmet eylcye. AİLESİ NOT: Çelenk g5nderilmemesi rica olunur. (Cumhuriyet 1579) ••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••s BUGÜN ÇIKTI Cumhuriyet 1765