14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
10 Eylul 1950 CUMHURtTET r Neler Otuyor? \ liim ugrunda intihar Kendisine kanser aşılıyan ve bu suretle kanserin tnikroblu hastalık olduğunu ispat ettiğini söyliyen kadın doktor ceğine ve tamamen şifa bulacağına inanıyor. Çünkü, doktor kanseri kendisine sade onun mikrob vasııasile bir vücudden ötekine geçeceğıni isbat için değil, aynı zamanda keşfettifi seromla bu illetin tedavisi kabil olduğunu meydana koymak bakımından aşılamıştı. Clara, keşfettığı seromu, kanserin kandaki radioactivit^ ile sıkı münasebeti bulunduğu teorisıne dayanarak bulduğunu söylemektedir. Fakat dığer taraftan bir insanın kansere tutulması için aynca kendisınde bünyevi istidadın Ja buiunmas şart oîduğunu ilive eylerr.ekte'!ir Bununla btraber sade istiHad âi kâfi değıidir, dışarıdan bir Mütarekeden sonra Rauf Beyle Vahideddinin görüştükleri oda " Abdülmecidden itibaren soo Osmanlı padişahlan Dolmabaiıçede inşa olunan Valide Sultan camüne cuma selâmlıklarLna çıkarlardı. Camiin Hünkâr mahfilinde, üst katta rneydana nazır odada padişahlar istirahat ederler ve bazı görüşmeler yaparlardı. Dolmabahçe camiindeki Hünkâr odası üst kat sofasına çıkılınca sol koldaki meydcina, denize ve tramvay yoluna cepheıen lan 4x6,85 genişliğinde bir odaydı. Duvarlan devrinin kalem ışçiliği ile tezyin edilmişti. Ocianın mefruşatını bir koltuk, Kanape takımı, kışlan büyük çini ıcbayla, göbekli pirinç bir maa • ga\ ve yaldız korneşli perdeler teşkil ediyordu. Bu tarihi odada en mühim gouşme VI Mehmed Vahideddinle, Bahriye Nazın Rauf Bey arasırıda oiiıuştu. Talât Paşanın istifasından sonra yeni kabineyi kurmaya memur edilen Müşir Ahmed Izzet Paşa, hükumetine Fethi Bey. Rauf Bey, Cavid Bey ve Hayrullah Efendi gibi mühim ve kuvvetli şahsiyetleri almak suretıle umumun itimad ve takdirini ka^anmış bulunuyordu. Fakat VI. Mehmed Vahideddın daha başlangıçta, İttihad ve Terakki Fırkasına mensub şahsiyotlerle kurulan bu hükumete itımad edememiş ve Mondros mütarekesine gidecek heyete kendi mutemedi Damad Ferid Paşanın başkanlık etmesini istemişti. Bu arzuya karşı Sadnâzam, Padişaha (Bu adam mecnundur. Bu misillu vezaifi mühimme kendisine nasıl tevdi olunabilir) demiş. Vahideddin: (Biz onu idare ederiz) sözü üzerine de Heyeti Vükelâyı toplayıp vaziyeti arkadaşlarına anlatmışü. Nazırlar, Sa'inâzamın reyina ıştirak etmişler ve bir İng'Hz amirali ile cereyan edecek müıareke müzakerelerine dünya bahriyesinin şöhretini tanıdığı Bahriye NRZın Rauf Beyin memur elilmesini istemişlerdir. Hükumet, Ferid Paşanın murahhaslığvnda ısrar edilirse Lsıifaya kadar %ideceğini bildiruıce, Padişah, teklifinden vazgeçmişti. Mondros mütarekesinin imzssından sonra İstanbula donen Rauf Bey, Dolmabahçe Sarayıada VI. Mehmed Vahideddini zivaret etmek istemiş fakat harem dairesinde rahatsız bulunan Padişah, başmurahhası kabul edememişti. Bu sırada Padişah, İttihad ve Terakkiye mensub Nazırlar me • selesini ortaya attı. VI. Mehmed Vahideddin evveiâ Abdurrahman Şeref ve sonra da Ahmed Rıza Beyler vasıtasile Cavid. Fethi Beylerle Hayrullah Efendinin istifalarını istedi. Teşkilâtı Esasiyeye muhalif görülen bu arzu Padişahla, hükumet arasında çetin bir ihtilâf mevzuu ocdu. Ve nihayet hükumet istifa etmeye karar verdi. Fakat Bahriye Nazın Rauf Bey daha evvel Padişahı gonnek ve mütarekenın şartlanndan kendisini haberdar etmek arzusunu izhar etmU ve Taıihî Odalar: 5 Yazan: Haluk Y. Şehsovaroğln ~i i r I bir kanser mikrobunun vücudüne girmesi lâzırndır. Clara Fonti, son söz olarak demecine şunlan da eklemiştir: Eğer serom tesir edip hastalığım iyi olmazsa bir kaç ay sonra ölecek, yanlış iddıa ve kanaatımin cez^sıru b;zzat çekecek, hatamı hayatımla ödemiş olacağun. Fanta z Saadetin sırrı var mıdır? Eıı resim Clara Fonti nin kolundaki yarays bakarken alınmış fotoğrafından ressamımız tarafından kop>a edilmiştir. Mılanolu kadın doktor Clara Fonti şu anda çok heyscanlı ve dehşetli bir ölüm dirim devresi geçiriyor. Ilim ve beşeriyet uğrunda giriştiği çetin mücadelenin muvaffakıyet ve zaferle netıcelenmesi için sade bizzat doktor değil, etrafında toplanmış olan bir çok tıb ve fen adamlan bütün maddî ve manevî enerjilerini sarfetmekle meşguldürler Clara Fonti kendi arzusile ve sırf tecrübe maksadile vücudüne kanser bulaştırmıs ve aşılamıştır. Bu menhus hastahğın şımdiye kadar tıb âlemınce bilinmış ilâcı ve devası bulunmadığına göre, böyle bir hareketin düpedüz intihardan h«men hemen farkı yok teiâkki edilebilir. Fakat o sade bir delılik yaptığına kani değıldir. Hayatını Uhlikeye koymakla medeniyet cihanına şu esasları arz ve ispat etmek istemiştir. 1 Kanser mikroblu bir hastalıktır ve bulaşmak istidadına maliktir. Halbuki bu anedek sirayet imkânının lehinde ve aleyhinde bir çok nazariye ileri sürülmüş olmasına rağmen müsbet veya menfi bir karara varılamamışü. 2 Kendisi kanserin tedavisini mümkün kılan bir ilâç keşfetmiş•tır. O vasıta ile bundan kurtulacağma ve bütün insanlığı da halâs edeceğine kanidir. Tıb âlemine iddiasını başka türlü ispata imkân bulamadığı cihetle bu şekli ihtiyar etmiştir. *** Clara siyah saçk, etli canlı, son derece enerjik bir kadındır. Aslen Polonyahdır. Lise tahsilini vatanında yapmış, talebeliği esnastnda ders lerine ve bilhassa müsbet ilimlere karşt bir genc kız için anormal 6ayılacak derecede düşkünlük göstermiştir. Arkadaşlarile pek fazla sıkı fıkı dost olmaz. teneffüs zamanlannda bir köşeye çekilerek yalnu kalmayı tercih eder, kalabalık arasmda da sakin ve sükuti durur, çok az konuşurdu. Liseyi bitirdikten sonra Avusturyaya gelerek Viyana üniversitesine girdi. Orada sade tıb tahsil etmekle kalmadı. Aym ramanda Psycho analyse, felsefe, edebiyat ve milletler hukuku mevzularile de alâkadar oldu. Bununla beraber doktcrluğu kendisine esas meslek fttihaz etti. Ikind Cihan Harbinden biraz önce Italyaya geçerek Milanoda yerleşti ve kanser enstitüsünde çalışmaya başladı. Bu hastahk hakkında bütün dünyada yapılan neşriyaü takib ediyor, fırsat düstükçe kanser mütehassıslarile konuşuyor, görüşüyor, münakasalar yapıyor ve kanserll hastalara mahsus klinlklerde bu illete müptelâ olanlan tedavi işlerinde tatbikat görüyordu. Harb, Alman Işgali, kurruluş, komünizm tehlikesi gibi siyast ve askerî hâdiselerden hiç biri Clara Fonti'yi kendi ihtısas sahasından fazla işgal etmedl ve onu lâboratuanndan, hastanesinden, kütübhane sinden ayırmadı. * * * Bütün bu mesai neticesinde kadın doktor kanserin bir hastadan alınıp sağlam bir kimseye asılanabileceğine kani oldu. Halbuki me«lekdaşlannın hiç biri buna inanmıyorlardı. Iddiasını ispat için bu yılın 26 temmuzunda şifa bulamıyacağına bütün doktorlarca kanaat getirilmiş bir hastasını lâboratuanna celbetti. Bu hasta Milanolu bir avukatın kansı idi ve meme kanserine tutulmuştu. Vücudünü hastanın yaralı noktasile sıkı sıkı temasa getirerek kendisince tayin edilmiş olan müddetin devamınca o halde kaldı . Yirmi kişüik bir mütehassıs grupu Clara Fonti'nin tecrübesini dikk?tle takib ediyorlardı. On gün sonra avukatın hasta kansı öldü. Kadın doktor da, mütehassıs grupuna vücudünün iki yerinde, göğsünda ve sol kolunda kanser belirtisi tümörün vücude gelmiş olduğunu gösterdi ve gülerek: Buyurun, dedi, bu menhus hastalık aşılanabiliyor muymuş, yoksa aşılanamıyor muymuş? Clara hayatını tehhkeye koymuş olmasına rağmen iddiasmı isbat ettniş olduğundan dolayı memnundu. O zamandanberi doktor, kanserleşmiş noktalarındaki durumu ve inkişafı şahsî üzüntü ve ıstırabdan ziyade ilmî bir merak ve heyecanıa takib ediyor Bununla beraber Clara bir kae ay sonra m h h P W r >"i düzele. Olsa muhakkak ki herkes onun peşinden koşardı. Fakat boyle bir sır olmadıjmı da kat'i şeküde ıddia edebılir miyiz? Nitekim, herkesin hayatta az çok hattâ bazın pek çok bu sırrı elde etmek için. bıierek veya bilmiyefek, çabaiadığını, dHıştığini gorüyoruz. • Saadet, herşeyden evvel. bir ruh halidır. Onun için, bunu iki kere iki dört eder gibi kafî bir ıfadeyle tesbit edemiyeceğimiz gibi, şudur veya budur diye vazıh bir şekilde de tarif edemeyiz. Fakat, insanlar acaba saadeti nasıl anhyor ve bunu ne teiâkki ediyorlar? Araştırma ve soruşturma bahsinde hiç bir fırsatı kaçırmıyan Amerikalılar bunun da anketini yapmışlar. Netice, hakikaten üzerinde durulacak kadar meraklı bir mahiyet arzediyor. Ankete cevab veren 260 bin kişinin % 18 i «saadet servetle kabildir» diyor. % 26 sı «Saadet irade meselesidir» cevabmı veriyor. Geri kalanlar ise % 56 sı saadetin hem servete, hem iradeye dayandığını söylüyorlar, vani bunun aynı zamanda maddî ve manevî unsurlara tâbi olduğu fikrindedirler. Saadetin para ile kabil olabileceği fikri, şüphesiz, pek manasız bir şeydir. Fakat, buna rağmen, maneviyata dirsek çevirip yüzünü maddiyata dönmüş olan bugünkü insanlar hepsi değilse de çoğu saadeti orada aramaktadırlar. Bir yazısında bu bahsi güzel bir şekilde tahlil etmiş olan meşhur Fransız edibi Andr£ Mourois bugtinkü insanlann paraya düşkünlüklerini cparanın saadetin en elle tutulur şekli» olmasında buluyor: Mesud olmayı manevî değerler çerçevesi içinde temin edemiyen maddî adam, onu daima elle tutulur bir şey olarak aramakta, bunu da para şeklinde bulmaktadır. Amerikadaki ankette saadetin para olduğunu söyleyenlerin ancak yüzde 18 i teşkil ttmeai, herhalde, insanlann gözünün yavaş yavas açılmakta olduğunu gösterir. Diğer taraftan, işi yalnız manevî cepheden görenler de, biraz daha fazla olmakla beraber, gene % 26 yı geçmiyor. Buna mukabil, maddt manevî cephenin ikisini birden görenler çokluğu teşkil ediyor ki bu da ekseriyetin meseleyi daha realist bir çerçeve içinden mütalea ettiğini gösterir. Hakikaten, realist düsünecek o | lursak pcrürüz ki saadet ne çade parayla kabildır. ne de yalnız arzu ile. Mesud olmanın sırrı bu iki unsuıu bir'cçtırmpktedir. Haya taıı neşe alamıvacak b:r ruh hali içinde bulunan bir kirr.se ıçın mılyonun ne f?ydası varcîır? Fakat. dünyayı pembe görür bir yaradılışla olan bir insanın da. bilhassa en iptidaî ihtiyacların bile paraya bağll bulunduğu bu devirde. mesud olması gayrikabi1 değilse bile muhakkak ki zordur. * * * Şüphesiz. herkesin kendine göre bir saadet anlayışı vardır. Bunu bir çok romancılar, bazan kendi ağızlarından, bazan kahramanlarının dilile, anlatmışlar veya anlatmağa çalışmışlardır. Buraya, «saadetin sırn var mıdır? B sualine üç tanmmıs sanatkârm cevablarını bu anîayışa birer misal olmak üzerealıyoruz. Bugünkü İngiliz edebiyatının meşhur siması Irlandalı piyes muharriri ve münekkid George Bernard Shaw cevabında di^or ki: «Bir zamanlar dünyada saadet ol madığına inanmıştım ve bu kanaatim o kadar kuvvetliydi ki, bugün nasıl Merihte insan olmadığına eminsem o zaman da yeryüzünde saadetin bulunmadığına o kadar emindim. «Fakat gencliğimdeki bu kanaatim zamanla değişti. Bugün herkesin kendi saadet veya felâketinden kendisinin mesul bulunduğuna kaniim. Eski bir ata sözü vardır: Herkes kendisinin efendisidir, derler. Bu da öyle. «Saadette maddî imkânlann büyük payı vardır, bunu inkâr 3detnem. Fakat sade o kâfi değıldir. Mesud olabilmek için, mesud olmak arzusu lâzımdır. Taş olduğu yerde durur. Bina yapabilmek için bina yapmak arzusu şarttır.» Bugün 94 yaşında buiunan bu asırhk ihtiyarın sözlerinde herhalde bir hikmet vardıı Meşhur Fransız dansöz ve şantözü Josephine Baker de saadetin sırrını şöyle anlatıyor: t Evet, saadetin anahtan vardır: Realiteyi gözden kaybetmeden yaşamasuu bilmek hüneri. Bence saadet yolundan gitmek ip üzerinden yürümeğe benzer: Sabit bîr noktaya bakmak lâzımdır, aksi takdirde muvazenenizi kaybedersinii. «Insanlan mahveden şey korkunc hâdiseler değil, bazı hâdiselerin korkunc olduğuna dair beslenen yanlış kanaatlerdir. Bu gibi şüphe ve evhama kapılanlar, hedefinden gözünü ayıran ipcamzabı gibi. düşmeğe mahkumdurlar. »Şimdi siz bana: (Peki ama, len ( bu saadet anahtannı elde ettin | mi?s diye sorabilirsiniz. Belki. Fakat. bu başka bir hikâye ..» Edebiyatta Nobel mükâfatını Kazanmış meşhur Amerikan romancısı Sinclair Lewis de saadetin sırnnı şu şekilde izah ediyor: «Mesud olmak istiyorsanız benim nasihatimi dinleyin: Kötümser olun! Çok sey bekleyen az şey bulunca üzülür. Hiç bir şey bekiemiyen az şey bulunca sevinir. Birinden mektub mu bekliyorsunuz? «Gelmemiştir» diye gidin. Masanızın üzerinde mektubu bulunca sevinirsiniz, fakat bulamazsanız üzülmezsiniz. Halbuki «muhakkak gelmiştir» diye giderseniı bulamaymca ked'rlenirsiniz. buldugunuz takdirde ise sevinmezsiniz, çünkü beklediğiniz bir jeyle karşılaşmışsımzdır. «Saadet, herşeyden evvel, bir ruh halinin varattıjh eserdir. Aynı hâdise ruhan ona iyi hanrlanmış insan üzerinde iyi bir tesir husule getirir, hazırhksız olanda ise kötü tesir bırakır. «Ben ahpablanma daima tavsiye ederim: Ümid beslemeyin, kınlmak ihtimali vardır. Ümidsiz davranın, arzunuz yerine gelince mesud olursunuz. «Hareketlerinizden umduğunuz neticesini düsünerek değil, sıri o hareketi yapmış olduğunuz için zevkalmağa bakın.Kimis1 bir gazetedeki bıimeceyi doğru yaparsa kur'ada mükâfat kazanacağuıı düşünerek yapar. Ben o bilmeceyi halledebilmiş olmanın verecefi zevki düsünerek yapanm .. Ve ben daima memnun kalınm, arkadaşım binde dokuz yüz doksan dokuz müteessir olur.» (Domenica'dan ) Zeytinyağı ihracatı Piyasada zeytınyağı mevzuu bir turlü ıstlkrar kesbedememiftir. Her ne kadar Tlc»ret Bakanlığı zeytınyağın» üırse permisi verilmesl İçin prensip kararl almışsa da, tıiccir kararın tatblkine ge. çememijtlr. Bu vuıyet kar;ısınds lhracatçı tüecar Bakınlıga telgraf çekerek zeyt1ny»tı lhracı ijlnin bir karıra bağlanmasını UtemijUr. Diğ«r taraftan nebatt yalcılar da ayçlçejl rekolteslnln bu ıene düşük olduğunu ve ihracsttn durdtınılmaiinl amı etmektedlrler. 21 kasım 1918 cuma günü Dolmabahçe camiine yapılan selâmlık resminde hazır bulunmuştu VI. Mehmed Vahideddin o gün, selâmlık resminden sonra Hünkâr mahfilindeki odasuıda Bahriye Nazırı Rauf Bevi kabul etti. Namazı müteakıb Başmabeyinci Lutfi Simavi Bey Rauf Bey : n yanına gelerek, Zatışahane sizi jmkan davet ediyorlar, demişti. Padişah, Rauf Beyi ayakta bekliyordu. Selâmlaştıktan sonra Vahideddin, sol tarafta köşede ilci pencere arasına doğru duran koltuğa oturdu. Ve karşısmda bulunan iki sandalyeden birini (Buyurun Nazır Beyefendi) diye Rauf Beye gösterdi. O esnada Başmabeyinci dışan çıkmak istediyse de Padişah, yok siz de kalınız, dedi ve diğer sandalyeyi de Lutfi Simavi Bey işgal etti. VI. Mehmed Vahideddin, önüne bakarak konuşmaya başlamıştı: <r Nazır Beyefendi, sizin as • kerlikte gösterdığıniz besalet ve şecaatin kat kat fevkinde olaras bu defa mütareke müzakeresinde gösterdiğiniz kiyaseti siyasiyeyi tebrik ederim. Bana mütareke hükümlerini anlatır mısınız?» Rauf Bey, acı bir mütarekename hakkuıdaki bu sözleri üzül? Dolmabahçe camii mahfilindeki oda rek dinledi ve Padişaha Mondros hükümlerini hulâsa ederes bilhassa şunlan söyledi: <r Bu mütarekenamenin bir yedinci maddesi meselesi vardır. O madde görüşülürken İtilâf devletleri namına her sevkulceyjî mmtakayı işgal arzusu ileri sürüldü. Sonra İtilâf devletlerinin nerede emniyeti muhtel olursa o mmtakayı işgal edecekler, şeklinde mutabakat hasıl oldu. Mütarekenın en zayıf noktası bu maddedir. Padişah, hükumet, millet bir olup emniyeti muhafaza etmeliyiz. Aksi takdirde bu madde ile her şey bozulur. Bendeniz Bandırmaya gelinceye kadar bu kanaatteydim. Çalışılicak, birlik olunacak, sulh masasında her şey halledilecek fakat buradaki meseleleri, ihtilâflan görünce bu ümidim sarsıldı. Âyan Meclisinde Ferid Paşa beyanatta bulunmuş, İttihad ve Terakki Ermenileri vurdu, İzzet Paşa hükumeti de Rumları vuracak demiş. Ferid Paşa Hazretlerini memlekette tanırlar, sıhriyetiniz vardır. Böyle beyanatı hükumetle, millet arasında bir nifak hasıl eder. Halbuki bazı malumat mesmuu şahaneleri olmuştur. Böyle haller devam ederse mütarekenin tatbikı mümkün olam! yaeaktır.» Bu esnada kehrıbar ağızlığına sigarasını takmakta olan Padişahın son cümle üzerine eli titremiş ve sigara yere düşmüştü. Lutfi Simavi Bey kalkarak sigarayı alıp takdim etti. VI. Mehmed Vahideddin aynı şekilde ağır ağır ve önüne bakarak şunlan söylemeye başlamıştı. « Ferid Paşa, benim çok sevdiğim bir hemşiremin zevcidir. O cihetle kendisini severim, fakat aramızda hiç bir muvafakati fikir yoktur. Bilâkis muhalefet hâdisesi olmuştur.» Padişah, başını Başmabeyinciye çevirerek, öyle değil mi? diye sordu. Lutfi Simavi Bey de, evet Efendimiz, cevabını verdi. Vahideddin, bunun üzerine kısaca, böyle bir telâkkiye mahal yoktur, dedi ve ayağa kalkarak ilâve etti: « Nazır Beyefendi, bir millet var, koyun sürüsü, bir çoban var. o da benim.T> Artık mülâkat sona ermişti. Bahriye Nazın, temenna ederek odadan çıktı. Sofada Başmabeyinci, Rauf Beye sarılıyor, Allah razı olsun Beyefendi, şu adamm ne olduğunu söyledin, diyerek Ferid Paşaya yapılan tenkidden duyduğu memnuniyeti belirtiyordu. BİR İKİ SATIRLA Dünyanın en uzun romanı Bu rekor da Amerikadadır. Ad^le Garrison isimli bir kadın romancı «Aşkın Tehlikeli Yolları» ismile başladıgı romana 35 senedenberi devam etmekte ve roman bir eazetenin ilâvesinde o zamandanberi tefrika şeklinde hâlâ çıkmaktadır. Sayısı milyonlan bulan okuyucnlar arasında romanın başını bilmivenler kadar sonunu okuyamadan göçenler de çoktur. Eserin muharriri bugün yetmiş yaşındadır. Geçenlerde hastaianan Adele Garrison okuyucularına şu notu göndermiştir: «Merak etmeyin, aziz okuyuculanm. Romanımm sonunu 6ğr3nmek nasıb olmadan bir çok kişi öldü ama, ben kahramanlanmı öldürmeden bu dünyadan ayrılmak niyetinde değilim!» (Tempo'dan) »• *^ « ' • İ « : NUFUSU »0.000.000 Ouff e Miç vtRGi MMrvmt ımmteket İ 6»R ÇfÇEĞİ çş $ TYL£ PARA YERim GEC£K. Manş'ı ilk geçen Mans denizini ilk defa yiizerek geçen Matthew Webb admda bir Ingilizdir. Bundan tam yetmiş beş sene evvel (1875 senesi 2425 ;ığustos gecesi) Dover sahillerınden denize girmiş ve 21 saat 46 daktka yüzdükten sonra Fransada Gris Nea (Boz Burun) mevkiinde karaya çıkmıştı. Matthew Webb yirmi yedi ' yaşında idi ve bu muvaffakiveti, yüzme sporunun henüz yeni başladığı o devirde dünyayı saran bir hâdise olmuştu. (Ogçi'den) Dört köse ynmı.ırta Dört koşe yumurta fikri vaVıtile hayali zençın bir muharnr tarafından ileri sürülmüştü Bugıin bu fikrin sıvri akıllı bir Amerıkah tarafından tatbik mevkiine konuldu» ğunu gorüyoruz. Ralph Samon admda Springfield (Illinois) li bir mühendis olan mucid, plâstikten mikâb şeklinde yumurta kabuğu yapmış ve bunun içine taze yumurtaların muhtevasını boşaltmıstır. Bu suretle, yumur» talar aktarma edildıkleri «kübik» kabuklar icinde. yuvarlanma cehlif kesinden kurtuluyorlar, isti edilmeleri ve sandıklarla sevki de daha kolay oluyor. • (Domcnica"dan) IN ELBISESINE BİR MERASİMDE ÇAY DOKULNIUŞ.yBBUUTANDIRlCI HADISE YUZÜNDEN 9 3 5ARAY MEMURU İNTİHAR ETNAİŞTİR. Copynşnt mundi HER SENE BUTUN KÖY 5AKINLERI RUHLARINI TEMİZLEMEK IÇ1N YAUNAYAK, 4 0 KADEM UZUNLUĞUNDAKİ ATEŞ YİÖNININ ÜZERİNDE YÜRURLER.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle