03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
20 Haziran 1938 CUMHURİYET f Pazartesi musahabeleri Yazan: SELIM SIRRl TARCAN . î harphetler Çek musikisi ve Smetana Çek karakterinin başlıca tetnayüz eden vasıfları sırasında zannederim musiki ön sırada gelir ve öyle anlaşılıyor ki Çeklerin ibda kudreti musiki âleminde hadisatın bin türlü değişikliklerine rağmen şahsiyetini, daha doğrusu benliğini her za man muhafaza etmiştir. Öyle devirler olmuştur ki Çek medeniyeti tezahürlerini münhasıran musikide gösterebilmiştir. On yedinci ve Onsekizinci asırlarda siyaseten esarete düşen Çeklerin medenî varlıklarını tebarüz ettiren edebiyatı küsufa uğramış, medeniyetten nasib alan bu millet musikideki kudret dehasile Avrupa milletlerinin konserinde ayakta kalabilmiştir. O sebebledir ki musikinin sair milletlere nazaran Çekler de daha mühim ve daha çok bir ehemmiyeti vardır. Bu millette musiki millî medeniyetin riişde vâsıl olduğunun bir farik alâmeti gibi telâkki edilmektedir. Çekler musikinin tamamile artistik kıymetinin yanında milletin irfan seviyesini yükseltmeğe medar olan bir de kültür vazifesi olduğuna iman etmişlerdir. Ingiliz musikisi tarihşinası (C. H. Burney) Avrupamn muhtelif milletlerinin musikilerini tetkik etmiş ve 1773 te neşrettiği bir eserde Çekleri Avrupamn musikiden en çok anlıyan milletleri sıra sında ttalyanlarla ayni ayarda görmüjtür. Modern Çek musikisi Ondokuzuncu asrın son nısfında operanın kurulmasıle başlar ve millî musikinin temelleri gene Avrupa musiki kültürüne istinad eder. îlk örnejderin ilhammı (Beethoven) in yaratıcı dehasından yani klâsik musikiden almışlar ve onu kendi şahsî temayüllerine dadpte etmişlerdir. Ondan sonra roman tizmde bilhassa (Auber) ve (Weber), daha sonra Şopen (Chopin) ile Şuman (Schuman), onlardan sonra da (Neoromantisme) in (Wagner) ile (Liszt) i gidilecek yolu aydınlatmışlardır. Denebilir ki Çekler şahsî karakterlerini muhafaza etmek suretile Avrupa konserine gir mişlerdir. İlk Cumhurreisî (Mazarik) in şu sözleri meşhurdur: «La nauon Tcheque doit e/re natlonale pour etrt europeenne et pour prendre sa place dans la grande communauie des nations europeennes Çek milleti Avrupalı olmak ve Avrupa milletlerinin arasında büyük mevkiini almak için millî olmalıdır.» Modern Çek musikisinin temelini atan (Smetana) dır. Bu zat 1824 yılı martı nın ikisinde doğmuş ve altmış yaşında 1884 yılı mayısınm 12 nci günü ölmüştür. Çek musikisine millî karakterini muhafaza etmek iizere cihanşümul olan entejmasyonal Avrupa musikisindeki mevkiini o temin etmiştir. Vücude getirdiği eser 'bir yandan millî an'anenin esaslannı ihtiva ediyor, bir taraftan da (Neoroman tisme) ile bağdaşıyor. Smetana Çek musikisi için dramatik operanm ve opera komiğin klâsik şeklini, potem senfonikleri, korolan, lidleri ve nihayet oda musikisile piyano musikisini ibda aden büyük san'atkârdır. Evet, bu büyük san'atkâr Çek musikisinin hem mimarı, hem de ona (expression) veren hassas san'atkândır. Bu itibarla kendisine modern Çek musikisi kültürünün banisi di yorlar. Bütün millet onun bestelerinde benliğini duymuştur. Yalnız musiki âle minde değil, Çeklerin umumî kültüründe bu isim memleketi seven ve onun yükselmesini istiyenlerin gönlünde yer tutmuş tur. Çünkü bütün Çekler bilir ki Ondokuzuncu asırda Avrupa milletleri syasında kendilerine lâyık olduklan mevkii temin eden bu modern mülî musiki olmuştur. Bütün ecnebi memleketlerinde (Smetana) ile (La fiancee vendue) satılmı§ nişanlı müteradif olmuştur. (Santılmış nişanlı) bu (Opera bouffe) milletin ruhundan fışkıran bu dahiyane beste halkın hissiyatına tercüman olan ahengile üstadm en tanınmış bir eseridir. Binlerce defa yıllardanberi temsil edilen bu piyes gün geçtikçe kıymetleşmiştir. Ben bu emsalsiz eseri 1925 senesinde Pragda toplanan spor pedagojisi kongresine gittiğim zaman seyretmiştim. «Satılmış nişanlı» piyesinin hulâsası şudur: «Bir köylü Mika varmış. Bu adam iki kere evlenmiş. îlk karısından Yenik adında bir oğlu olmuş. O kadın ölmüş. İkinci defa evlenmiş. Ondan da aptal bir oğlan dünyaya gelmiş; onun da adı Eşik imiş. Kadının üvey oğlu Mari isminde bir kızla sevişip nişanlanmış, kız çok güzel ol duğu için kadın onu kendi aptal oğluna almak istiyor. îşin içine bin türlü fesad katıyor, nihayet üvey oğlunu zorla o kızdan vazgeçiriyor. Amma işin felâketi aptal oğlan bir köy cambazının kızına abayı yakıyor ve bir gün şehirden * şehire dplaşan cambazın peşine takılıp gidiyor. Yenik bir çok zorluklan yendikten sonra nihayet sevgilisine kavuşuyor. Bu oyunda bütün köy kıyafetleri, köy âdetleri, köy rakısları, köy türküleri yaşatılıyor. Musiki bazan kıvrak, şuh, eğlenceli, bazan sakin, hüzünlü, iniltili bir şekil alıyor. Köylünün safiyeti, genc kızm aşkı, sadakati sahnede güzel seslerle kirişli sazların a henginde tecelli ediyor.» Bu millî opera piyesinin karşısında hayranlığımı ifade edecek söz bulama makla beraber diyebilirim ki (Smetana) nın san'at dehasını bu operacık temsil etmekten uzaktır. Zaten kendisi de fıtrî temayülünü opera komik kompozisyonla nndan daha başka vadide buluyordu. O, muazzam inşaat yapan mimarlar gibi en zor, en kanşık musiki meselelerini halletmeyi kendisine iş edinmişti. O (Beet hoven) gibi, (Liszt) gibi düşünür ve onun ruhî temayüllerini ancak çok asil ve çok yüksek bir musiki tatmin edebilirdi. Bu iki san'at dehasına karşı hayranlık duymakla beraber (Mozart) ile (Cho pin) Şopen onun heyecanlannı tahrik eden, hayalini besliyen birer nıh arkadaşı idi. Onun içindir ki (Smetaaa)nm eserlerini tahlil edesler onda (Beethoven) in azametini ve Şopen'in hassasiyetini görürler. (Smetana) yüzü gülen, içi ağlıyan bir şahsiyetti. Komik piyesler bestelerken içinde trajedi yaşardı. Bu da o devirde vatanının düçar olduğu ahval yüzündendi. Belki buna biraz da şahsî bahtsızlığı da sebebdi. Çünkü o da (Beethoven) gibi sağır olmuştu. (Smetana) istikbale ümidle bağlı (optimiste) nikbin bir artistti. Şahsî felâketlerine ilâve olan memleket derdleri onu hiçbir vakit yese kaptırmadı. Sonuna kadar azim ve sebatla çalıştı. Üstadm kıymetli eserleri meyamnda 1853 te yazdığı (Symphonie triomphale) çok kıymetlidir. Zaten bir tane senfoni yazmıştır. 1867 de çok ciddî bir dramatik eser ortaya atü: Dalibor! 1822 de ise en kıymetli kompozisyonu addedilen (Libuse) operasını yazdı, ondan sonra da (Ma patrie) (Vatanım) ı besteledi, böylece sekiz opera bestelemiştir. Bu son iki eseri bütün Çekler için adeta bir lncil mahiyetini almışür. Musikinin millî külrürde kudretini düşündükçe kemali teessürle içimi çeker ve ah ne olur, bizim de bir (Smetana) mız olsa, derim. Nerede memleket mahsulleri Yukarıki başlığı, yad illerde ana yurdun nefis meyvalarının hasretini çeken bir san'atkânmızın mektubuna yaptığı başlıktan aldım. Matbaadaki arkadaşlardan biri bana bir mektub uzattı ve: « Oku... dedi. Yazılabilir zanne derim.» Şimdi Berlinde bulunan, tanınmış ve sevilen bir ressamımızın, bu arkadaşa yazdığı ve (Nerede memleket mahsul leri?...) başhğile basjıyan bu mektubu gelin beraberce okuyalım: «Sevdiğim, teklifsiz arkadaşlarım dan birisi, bir iki aydır Berlindeydi. Birçok günleri bir arada geçirdik. Bugün bi ze gelip veda ederken elinde bir iki pa ketçik de beraber getirdi: Bunları yiyemedim; kaldı. Gü nah, sana bırakayım, darılmazsın değil mi? dedi. Hiç böyle s.eye darılınır mı? Kutular içinde enfes kuru kayısılarımız, çekirdek yerine de badem konulmus.. İstanbuldan beraber getirmiş. Mis gibi, sapsarı, kayısılarımız... Memleket mahsulü diye söylemiyorum. Bunlar cidden nefis şeylerdi. Aşçımız Mari'yi çağırdım. Güzel bir komposto olabileceğini söyledim. Kadın gözlerini açıp: «Ne güzel renkleri var» diye hayran olurken, tadına bakmasını tavsiye ettim. Kadıncağız adeta kendinden geçjnişti: « Burada ekseriya başka kayısılar alıyorum. Amma bunlar nerede, onlar nerede?» diyordu. İşte maalesef ekseri şeylerimizi bilmiyorlar buralarda. Tadsız, lezzetsiz kayısılar yanında bizim mis gibi kayısılarımız bilinmiyor, kavunlarımızı gören yok. Herşeyi yazmakta mana yok, hepsi buna göre... Mevsiminde gördügüm t»ıze ü züm ambalâjlarının üzerinde hep (Bulgarisch) kelimesi. Bizim üzümlerin ince kabuklarmı, rayihasını, lezzetini düşünüyorum. Bunların yanında çok rağbet görecekler amma nerede?» Memleket dısından gelen bu içten arzu, bu samimî feryad bilmem müteşebbislerimizi, ihracat tacirlerimizi harekete geçirir mi? PENCERESiNDEN Ustad izim çömezlık günlerimizde üstad, yahud ustad unvanını birçok şey öğrenmiş, mekteb kürsülerile gazete sütunlarmda, kitab sahifelerinde talebeye ve kütle kütle halka birçok şey öğretmis. kimselere verirlerdi. Ustad tanınmak için mutlaka geniş, derin ve şümullü bilgi sahibi olmak ve bu bilgiye binlerce kişiyi inandırmak gerekti. Gerçi üstadm frenkçe mukabili olarak maitre kelimesi kabul olunmuştu. Lâkin profesörlük, savanlık, arabcadaki nihrirlik, mütebahhirlik ve hulâsa her çeşid ilmî vükseklık üstad kelimesinde mündemiç sayıhrdı. Bu kanaat sebebiledir ki meselât «Çerh'den aldım ziya tîgi zebanla intikamRahmet olsun fenni nazmın pirine, üstadına» beyti okurken oradaki üstaddan kâinata şiir âlemini armağanlıyan bir dâhi mefhumu çıkarılırdı, «Katresinden anın üstadı ezel Etti bir gevheri şehvâr evvel» sözü dinlenirken Tanrıya hâs olarak tasavvur olunan bütün azametler hissedilirdi. Gerçi üstadlar arasında mertebeîer gözetilirdi ve meselâ büyük bir şaire üstad deniliyorsa hem şair, hem âlim bir zata üstadı kül unvanı verilirdi. Kelimeye daha fazla canlılık vermek istiyenler onu üstaz şekline çevirirlerdi ve bundan esa«« tîz, esatize gibi cemler çıkanrlardı. Ka^ zan'da ise mürebbiyeleri payelendirmeü için bir üstad beyge tabiri icad olunmus/4 tu ve çocuklara dil belleten, bilgi vereri bayanjara o tabir bir rütbe gibi tevciK olunuyordu. Sözün kısası (üstad) lık büyük birşeyi di ve üstad olmak daha büyük bir iştî* Bu güçlük yüzünden olacak ki meşhur Muallim Naci bütün ilmine ve ilminde0 de çok olan hırsına ragmen bir türlii üstad olamadı, sadece muallim kaldı. Bir iki yüksek mektebde muallimlik ya« pan Recaizade ise şakirdleri tarafından üstad ilân olundu ve ölünciye kadar o sıfatla anıldı. Herhalde bizim çocukluğumuzda ve gencliğimizde üstad olmak her âlimin, her şairin, her muharririn kârı değildi. Bir veya iki kişiden başka kimseye üstad denmezdi ve asıl dıkkate değer oîan cihet de yüzlerce bilgin yurddaş arasında kimse o sıfata istihkak davasına kalkış mazdı. Ziya Paşanın dediği gibi: Her tarzda usıtadi yekta Ihtiyar söyleniyordu: (( Hey Allahım, şu kum tarlasının üstünde bu çiçekleri nasıl yetiştirdin?)) Yazan: SALÂHADDIN GÜNGÖR Güneşin hararetli kolları içinde çap kınca fıkırdıyan beyaz bir sahil parçası: îşte Florya!.. Bir deniz ki, kıyılardan itibaren enginleşiyor. Ve her uzanışta bir kadın göğdesini teklifsizce içine çekiyor. Yaşlı bir adam, dürbün kalınlığındaki gözlüğü altmda bü*bütün küçükleşen gözlerini açıp kapıyarak; yanmdakine: Hey Allahım ...diyor, sen nelere kadir değilsin; şu kum tarlasmın üstünde bu çiçekleri nasıl yetiştirdin?.. Sonra, alacalı şemsiyelerin gölgeden kabuğu içine çekilmiş kadın başlarını işaret ederek: Çıkınız, şu kafeslerin arkasından canım!.. diye sesleniyor. Gösterdiği tarafa alıcı gözile ben de baktım: Rüzgâr, bu gölgeden kabukların şurasmı, burasını kaîdırarak gözlere öyle umulmadık ziyafetler çekiyordu ki; «rişi siyahı ağardıktan sonra da civan arayıp gezen» bu genc gönüllü ıhtıyara hak vermemek elimden gelmedi. İşte, iki bayan ki, kumtar üstünde; birbirlerini kovahyorlar Bu kovalama oyunu, gönül oyunlannda rekor kırmış gencleri git gide çileden çıkardı. Bayanlann arkasından, onlar da kovalaşmağa başladılar. Bayanlar, böyle bir müddet; plâjdakileri kendilerile meşgul ettikten sonra, denizde soluğu amışlardı. Delikanhlar, ilkin tereddüd ettiler. îçlerbden biri, galiba yüzmek bilmiyordu: Yooo!.. dedi, ben şahımı buraya kadar severim!.. Öteki ısrar etti: Gel canım... Korkma... Boğulmazsm!.. Arkadaşı, ayak^annı kuma saplamış, adım adım gerıliyordu: Ben, dedi, boğulmaktan değil, boğuntuya gelmekten korkuyorum! Florya denizinin bu mevsimde, ihti rasları söndüren esrarlı bir tılsımı var: Dikkat ediyorum, gülüşe oynaşa giren, süklüm püklüm dışarı çıkıyor. Belli ki, deniz pek sıcak değil. Hatta, kumluğa dönenlerin ıslak vücudlerinde, kirpi dikeni haline gelen Uiylere bakarak; denizin gereği gibi serin olduğuna bile hükmedebiliriz. Fakat, genc damarlarda içi barut dolu bir fişek sür'atıle dolaşan «deli kan» larm kızışmağa değil, serinlemeğe ihtiyacı var. Ben sizin gibi, bu yaşta, dünyayı karanlık bir cam arkasından göremem, dedi, daha gencim, yavrum!.. İki yahudi, kan koca olacaklardı denizden çıkıp gazincnun bulunduğu ta rafa doğru yürüdüler. Kadm, kocasına, yahudice yani tspanyolca bir şeyler söyliyerek, dirseğıle hafifçe dokundu: Duvardaki tarifeyi gösteriyordu. Kocası, hayretle dona kala^ak, korkunc listeye göz gezdırmeğe baJadı: Limonata 25... Kahve 25... Çay komple 75, bira 90... Viski 100... Fakat listenin sonlarına doğru adamcağız küçük bir baygınlık geçirmiş ola caktı ki, kadın telâşlandı ve aralarında: Battık! Mahvolduk! Aman kaçalım! manalarına gelebilen bir takım hareketler yaparak, kan koca, tehlikeli mıntakadan derhal uzaklaştılar. Niçin inkâr edeyim: Floryayı ben de pahalı buldum. Pahalı, hem de ateş pahası!.. Dört kişilik orta halli bir aile, maazallah, yanılsa da Floryada, şöyle bir yemek yiyeyim, kumlar üstünde birkaç saat yuvarlanayım deyecck olsa; yaptığı eğlenti, bumundan geldiğinin resmidir! •" T F. G. Sinobda tevkifane yapıldı Sinob (Hususî) Sınob cezaevi her yıl alınan tahsisatla yeni icablara göre ilâvei inşaat ve tamirat suretile ıslah edilmektedir. Geçen sene Cezaevinin yanıbaşmda güzel bir hamamla bir de çamaşırhane yaptırılmış ve doğramacılık atölyesi de yeniden yapılmıştı. Cezaevinde henüz haklarmda hüküm verilmemiş olanlar için ayrı bir kısım yoktu. Bu mahzuru izale için Cezaevi nin yani'başmda mükemmel bir tevki fane binası yaptırılmıştır. Gnderdiğim fotoğraf, yakında te sellüm muamelesi bitecek olan yeni tevkifane binasıdır. Bursa köyleri yollarla birbirine bağlanıyor f Diinya boks şampiyonluğu yapılıyor Mayolu bir satıcı, elinde bir siyah gözükle, bu yarım çıplaklar ülkesinde bağıra çağıra dolaşıyor: Güneş gözlüğü verelim!.. Siyah gözlük verelim... Bayanlara, baylara gözlük!.. Denizden henüz çıkan tombalakça bir kadın, satıcıyı çağırıp yirmi beş kuruşa bir gözlük aldı. Yanmdakini de teşvik ediyordu: Sıvasta imar işleri Sen de al bir gözlük... Sivas (Hususî) Belediye, istasyon Arkadaşı, başını salladı: caddesinde halkın akşam tenezzühlerini Ben istemern!.. yaptığını görerek burasmı parke ile döşe Niçin istemiyorsun? Paran yoksa, Önümüzdehi çarşamba günü N evyork'ta zenci Joe Louis ile dünmeğe karar vermiş ve lüzumu kadar pa onra verirsin. ya şampiyonluğu için karşıla&acak olan Alman boksörü Schmeling ket taşı hazırlıyarak derhal faaliyete geç Hayır, canım... Parası için değil! de ehemmiyetli bir surette idmana devam etmektedir. Yukarıki re miştir. Bir bulvar halinde olan bu yol O halde, neden almıyorsun?.. rim, gazetecilerin huzurunda antrenman yapan Schmeting'i gb'ster parke ile döşendikten sonra büsbütün güBiraz evvel, boyasmı tazelediği kızıl mektedir. zelleşecektir, ~ • dudakları nefretle açıldı; Bursa (Hususî) Bursa ve mülha katı köylerinde son günlerde yol inşaabna ehemmiyet verilmeğe başlanmıştır. Bursaya 60 kilometre mesafedeki Keles nahiyesi halkı; merkeze bağlı Soğukpı SEÜM SIRRI TARCAN nar nahiyesi köylülerile birlikte Bursa Keles otomobil yolunu yapmaktadırlar. Bu yolu açmak için binlerce köylü çahşmaktadır. Uludağın cenub sathı mailindeki bu sarp arazide yol yapmak haylice müşkül olmaktadır. Mudanyanın Çepni köyü ile diğer köylerin müşterek bir araba yolları da yapılmaktadır. Otomobillerin geçeceği şekilde geniş olarak yapılmakta olan bu yollarda da yüzlerce köylü çahşmakta dır. Resmimiz çalışan köylüleri göster mektedir. Bursaya bağlı Izvat köyü muhtan, köyünü temiz tuttuğundan ve her tarafı süpürterek güzel bir hale soktuğundan vilâyetçe bir takdirname ile taltif olunmuştur. J olabilmek için: «Her şivede binazirii hemta» olmak lâzım geliyordu. Fakdt dört beş senedenberi üstad, hezlî ve mi" zahî bir kelime oldu ve üstadlık kahve ocaklarına kadar yayıldı. Bugün manavlara «üstad» diye hitab olunuyor, kasablarla konuşulurken «üstad» deniliyor v« kayıkçı, iskeleden «üstad, beri gel» sözile çağırılıyor. Dün, genc bir mekteblinin minimini bir gazete müvezziile: «Üstad filân mecmua var mı» tarzında konuştuğunu görünce ihtiyarsız güldüm. Çünkü üstadlığm mekteblerde ve mektebliler arasında da manasmı değiştirdiğini anladım. Acaba neden böyle oluyor?.. Hakikî tilmiz, hakikî şakird, hakikî ilimsever, hakikî fazilel âşıkı kalmadığmdan mı üstadlık kaldı « nmlara düştü?.. Plâjda garib şekilde bir takım mayoInşallah böyle değildir ve içimizde eslar göziime ilişti. Her yiğitin nasıl ayn bir naf üstadları kadar olsun hürmete lâyıK yoğurt yiyişi varsa, burada da her kadıüstadlar gene inşallah diyelim vardır. nın kendine göre bir mayo tutunuşu var! M. TURHAN TAN Bence, mayo giyinilmez, deniz hamammda bulunulduğuna göre, peştemal gibi tutunulur. Bakıyorum: Kimi yalnız kolj^rı meydanda bırakacak derecede kapah, kimi tepeden tırnağa kadar bütün Trabzon (Hususî) Trabzon kız sanvücudü ifşa edercesine lâübali, kimi ne at okülu ve kız enstitüsünün 938 yıh açık, ne de kapalı denilemiyecek kadar mesaisini gösterir san'at eserleri ağırbaşlı, her renkte, her biçimde mayo sergisi. Üçüncü Umumî Müfet . ti§ Tahsin Uzerin huzurile valiler, lar..< Daha haziran ayı çıkmadan, cıvıl cıvıl başmüşavir, müşavirler, konsoloslar, oynaşan bu insan kalabalığını gördükten şehrin ileri gelenleri bulunduğu halde açılmıştır. sonra, İstanbulda denize girmenin muayEnstitü müdürü Melâhat Tırnakçı, yen bir mevsimi olduğuna inanmak gücEnstitünün ve San'at okulunun mesaileşiyor doğrusu... sini, yapılan işlerdeki muvaffakiyeti teAncak, şu da var ki: Denize yalnız barüz ettirmiş ve enstitünün güzide bir yüzmek için girilmiyor artık... Oraya göz talebesi de hazırunu çok mütehassis süzmek, biraz da gönül üzmek için gelen eden bir söylevle Trabzonda bu çok güler daha çok!.. zel kültür müessesesinin mühim rol oyHem Floryaya, sadece bir «plâj» gö nadığmı, Trabzon kadınlığmı çok yükzile de bakamayız artık. Marmara kıyı sek seviyeye isal ettiğini ve bu müeslannda kurulmuş yapyeni bir mamure sesenin kadınlık âleminde büyük ilerilerne inküâbı yaptığmı beyan etmiştir. karşısındayız. Tahsin Uzer de kendi kurduğu bu müDönüşte, bu kasabanm köşe essesenin bu derece parlak muvaffakibucağını da şöyle bir dolaşayım, dedim; 3'et gösterdiğinden dolayı gerek Enstitü çarşısmda günlerden pazar olmasına rağ müdürünü ve gerek öğretmenlerile ta men, ne aransa vardı: Kus sütünden gay lebelerini ve bahusus Trabzonun uyarısı ve iğneden sürmeye kadar... nık münevver bayanlarını takdir ve Plâji henüz mevsimsiz bulanlar, şimen tebrik etmiştir. difer yolu üstündeki gazinolarla, Florya Sergi birer birer gezilmiş ve çok bebahçesindeki havuzun etrafmda, toplan ğenilmiştir. Bilhassa mutfak işleri, pasmışlardı. ta işleri çok takdir edilmiştir. EnstitüNargileleri tokurdatarak, arada bir tav nün san'at bakımından cidden büyük la, iskambil atarak ve bunlardan vakit varlık göstermekte olduğu inkâr edile kalırsa, Bakırköyünden akın eden çingene mezse de ekonomi bakımından biraz kızlanna göbek attırarak eğlenenler var daha sadelik, ucuzluk, harcı âlem işler üzerinde uğraşmasının daha muvafık odı. lacağı da şüphesizdir. Sözün kısası, Florya, deniz sevgisini, Ucuz basmadan zarif kostüm, her keIstanbul halkına, biraz tuzlu da olsa, bu seye uygun pastalar, yem^kler, ve bu sene pek zevkli olarak tatüracağa benzi müessesenin öğreteoeği her ne varsa yor: daima ucuzluğu gözetecek işler öğretil Karpuz kabuğu, nerelerdesin? se, fantezi, lüksten kaçmılsa çok dah* H Trabzon Kız Enstitüsünün sergisi açıldı SALÂHADDIN GONGÖR isabet olur.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle