22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
30 Birincikânnn 1938 CUMHURÎYET Balkan Seferim: 1912 12 tntikam ürpermesi Yazan: Y. MAZHAR AREN İktısadî hareketler Buğday ticaretimiz Buğday ihracabmızın, bu sene, geçen yıl kadar iyi gitmemiş olırçundan bahsedildiği, zaman zaman duyuluyor. Bajlanmış bir işin ayni hızla yürütülememiş olmasından hayıflananlar ve tutulan piyasalan kaybettiğimize üzülenler var. Bir mukayese yapahm: Başvekâlet Istatistik Umum Müdürlüğünün neşretmiş olduğu istatistikler delâletile öğreniyoruz ki, yılın ilk on ayı zarfmdaki buğday ihracatımız, 88,763,408 kilodur, kıymeti 4,953,667 lira tutuyor; yuvarlak bir hesabla beş milyon liralık kadar bir şey... Bu miktar, on aylık devrenin umumî ihracatına nazaran yüzde 4,93 tür. Geçen 937 senesinin tamamında buğday ihracatımız 7,884,853 lirahk 108,092,266 kilo idi. Bu miktann yılhk ihracatımıza nazaran yüzde 5,7 ı tuttuğunu görüyoruz. Elimizdeki resmî rakamlar ancak bu senenin on aylık bir devresini ihtiva ediyor. Bundan sonraki istatistikler henüz neşredilmiş değildir. Teşkilâtının mühim kısmını ikmal ederek buğday ihrac etmeğe başlayan toprak mahsulleri ofisinin Almanya lle yaptığı bir mukavele ile ihraca başladığı 800,000 küsur liralık bir partiden başka daha evvelki ihracatmı hesab edersek yalnız Ofis ihracatmm 1,200.000 liraya yaklaştığını görürüz. Şöyle takribî bir hesab yaparsak ve diğer ihrac firmalannm ihracatlannı da nazarı dikkate alarak hâsıl olacak yekunu on aylık ihracat yekununu teşkil eden beş milyon liraya ilâve edersek, gene yedi milyon liraya yakın veya bu mikdarda bir ihracatımız olarağını görürüz. Arada geçen senekine nazaran bir milyon liralığa yakm bir fark olsa bile her halde bu da büyütülüp, endişeye düşülecek bir vaziyet değildir. KÛ.9 • ŞEHRİN İÇİNDEN PENCERESINDEN Alti çocuk anası olmak bir kahramanlıktır! Kavuşunuz be yiğitlerim, bizim ahımızı komayın.. Düşmanın baskınma uğrayan bîr köyün perişan kaçabilenleri arasındayiz, ak sakallı ihtiyar, durmadan ağlıyor ve yalvanyor Üzerinde süratle gittiğimiz yol tükenmiyor. Her bir saatte beş dakika kadar soluk almak için durduktan sonra tekrar koşar gibi ilerliyoruz. Bulutlar birbirine yaklaşıyorlar; gölgelerinin altında güneşi »ık sık saklıyorlar. Amansız yağmur, gene yağacağa benziyor. Yolun bir yerinde bize geçid vermek için kırk, «lli, seksen, bilmem ki kaç tane öküz arabası sıralanmış, bekliyor. Biz dalgalanan bir insan deresi gibi akıp git" mekteyiz. Onlar çürük bir duvar gibi buraya yıkılmışlar. AraUaların öniinde boyunduruklara yaslanan erkekler, kadınlar. Yaya giden ve saatlerdenberi yürü dükleri için jalvarlarını çamur kaplamış olan her yaştan kadmlar... Üstleri hasır kapah arabalann ön tarafında yuvalanndan başını uzatan kırlangıc yavrulan gibi şaşkın bakıjlı çocuklar... Yorgun öküzler, derin derin geviş getiriyor. Tekerlekleri çamura bulanmış arabalar sanki dinleniyor. İlk çattığımız birinci arabanın öniinde kırk yaşlı bir kadırı, acı acı bağınyordu: Seğirtiniz!!... Ah siz niçin geç kaldınız ki?... Bir akşamcık evvel niçin gelmediniz di?.. Bak bizi Bulgarlar ne hale koydular!. Perişan olduk. İhtiyar baba" cığımı gözümün önünde süngü ile öldürdiiler. tkinci arabanın önünde duran aksakallı bir ihtiyar, gözyaşı döküyor ve kısık bir sesle: Gelinimi, oğlumu öldürdüler de ben şu beş kızancığı alıp zor savuştum. Kavuşunuz, be yiğitlerim!.. Bizim ahi mızı komayınız, diyordu. Bunlar Eriklik yahud Erikler isminde düşmanın baskınına uğrıyan bir köyün kaçabilenleri imiş! Nekadar perişan oltmışlardı. Körpe kızlar, genc ve ihtiyar kadınlar daha acınacak halde idiler. Erkekler suçlu gibi susarken onlar ağlaşıyor, derd yanıyorlardı. Yürüyüş gayriiradî gevşemişti. Lâ" kin durup konuşmak, izahat almak mümkün olmuyordu. Boynundaki taklid incileri, parmaklarındaki kınalarile yıllar geçtiği haldegözümün önüne gelen pek genc yosma bir kızcağızın pembe dudaklanndan kıvılcım gibi saçılan sözler de kulağımda daima çmlar durur: Haydi be kardeşlerim, siz de bizim ağalara benzeyip de bu Bulgarın karşısında tavuk gibi sinmeyiniz. Ben kadınken tüfeği alır, bir seki arkasından ateş ederdim. Ne olacakmış, bu ölümlü dünyada?.. Düşmana teslim olmaktansa Azraile teslim olmak hayırlıdır. Ben kö~ ye diişman mı sokardım? Lâkin sarığı boynuna dolanası köy imamı (şeriatte teslim olmak vardır) demiş. Na işte bu herifler de bizi teslim ettiler. Irzlannı teslim ettiler. Ah... Düşman bir girişti, bir kesti, bir öldürdü. Yüreciğim koysa; ne kadar iyi oldu» diyeceğim. Bu kahraman ve fasih kızın sözlerini dinlemek için diziden çıkmıştım. Bana şöylece, sır da tevdi etti: Köyü basanlar, bizim Bulgarlar... Çobanlar, komşu köylüler hep çete olmu§ lar... A be kardeşim benim ırzcağıma da geçtiler. O ağlamağa balşadı, ben dinlemeğe dayanamadım. Mangadaki yerimi tut mak için koşmağa koyulduğum sırada bizi bu harbe sürükliyen aczimize ve herşeyi önceden düşündiirmiyen, herkesi kendi havasında oynatan yurd sevmezliğimize lânet ettim. Bizim alay bu manzarayı gördiikten sonra bir lâv seli kesilmişti. Her diziden yanmdan geçtikleri arabalardan derd yananlara, gözyaşı dökenlere karşı: « Siz merak etmeyiniz, intikamınızı komayacağız.» gibi naralar fırlatılıyor du. Plâk lâboratuarında «Üçüncü plâğı çalıyoruz, Çukurova, bütün enginliği ve çapkınlığile ruhumuzun içinde idi» Yazan: SALÂHADDIN GÜNGÖR Halk şarküarı notaya alınırken... Dün, günümün birkaç saatini, plâklar içinc hapsedilmis vatan seslerini dinle mekle geçirdim. Konservatuar müdürü Yusuf Ziya Demircioğlu, (laboratuarı mız) adını verdiği plâk kütübhanesiode bana: Hangi parçalar hoşuna gider?.. diye sorduktan sonra, rafları baştanbaşa dolduran, mükemmel surette tasnif edilmiş iki bine yakm plâk arasından gelişi güzel bir tanesini ayırdı: Talîhin varmi}!.. «Kercm» den bir parça çıktı.. Ve ilâve etti: Ben, bu türküyü, «Muğla» nın «Ula» nahiyesiode «Zorluoğlu» isminde birinden dinlemijtim. BakiT üzerine krom kaplı ağır plâk, bağrına saplanan iğnenin acısına tahammül edemiyormuş gibi, acı acı inledi: Kerem der ki, dağ üstünde dağ olmaz, Ah çekenin yüreğinde yağ olmaz, Be} yüz cerrah gelse, yaram sağ olmaz... Bu firarilerin hali kadar acıklı birşey tasavvur olunabilir miydi?.. Kana susa mi} bir düşmamn eline geçmemek için evini, eşyasını, varını, yoğunu bırakıp dağlara düşmek... Nekadar yakıcı, nekadar acıdır. Bunu nefsimizde tasavvur edelım. Ben, bunları himaye edememekten dolayı kendimden başlıyarak (calisi tahtı hilâfet olan zatı şevketsemata) kadar Buğday ihracatı işine başka maddeler herkesi mes'ul tutuyordum: Benim hemihracatından fazla ehemmiyet veren ve şiremle padişahın kerimesinin ve bir de ır~ zına tecavüz edilen şu köylü kızının ismet itina gösteren hükumetimiz, bu ehemmiyet verişte çok haklıdır. Buğdayın umukıymeti farklı mıydı? mî ihracatımız içindeki mevkii ekmeğın diğer yiyecek maddeleri arasındaki mevSonra, öküz arabalarım siirüp geriye kii kadar mühimdir. îlk iş olarak, uhdekaçan heriflerin köy imamının fetvasile sine buğday istihsalât ve ticaretinde nâdüşmana teslim olmağa karar verişlerinzım olmak vazifesi verilmiş olan Toprak deki mana nekadar fena... Bir çeteye Mahsulleri Ofisi, bu ehemmiyetin en karşı koymamakla muntazam askere tes yakm ve bariz misalidir. Toprak Mahlim olmak arasında dağlar kadar fark sulleri Ofisinin teşkilâtını ikmal etmeşı vardır. bu mahsul senesi sonlarına tesadüf etmış Kınah kızın dediği gibi, bir Türk Az" olmasma rağmen kısa bir müddette yaraile teslim olmağı ırz ve can düşmanma pılan ihracat, ofisten edilecek istıfadenın teslim olmağa tercih etmelidir. Ben, Der çok büyük olacağını gösteren bir mi3al olsimlilerin Kuruçay üzerine yaptıkları bir muştur. Her halde gelecek sene buğday akmda birçok köyleri yağma ettikleri istihsalâtında olduğu kadar ihracat.nda halde (Zannederim ki Hodi isminde) bir da büsbütün farklı bir neticeye varacağız. köyde altı delikanlının ölüm korkusuna Birinci Köy ve Ziraat Kalkmma konkapılmıyarak ağızdan dolma silâhlarla gresinin toplantı halinde bulunduğu şu sıisyan kuduzluğuna tutulmuş olan büyük rada böyle mes'ud bir neticeden bıhsebir selin mecrasını değiştirdiklerini bili derken sevinc duymamak mümkün rnü? rim. Gene bilirim ki, Umumî Harb sonlannda Rusların cepheyi Ermenilerin eline bırakarak geri çekildıkleri zaman, Erzurumda, kendisine (Paşa) rütbesini de verip (Antranik Paşa) dedirten Ermeni çetebaşısınm avenesi ordumuz yetişinciye kadar, hususile istihlâs günlerinde bas madık ev, kesmedik kafa bırakmadıklan ve bir çok ırzlara da tecavüz ettikleri halde, şehrin cenubu garbisindeki birkaç yüz bahçıvan aılesinin fedakârlıkta birbirine takaddüm edercesine gösterdikleri mukavemeti bir türlü kıramamışlardı. O mukavemeti yalnız erkekler değil, kadmlar da yapmışlardı. nan halk türküleri ve oyun havalannm elektrolit plâklarda, beş yüz hatta bin sene müddetle bozulmamalan temin edilmiştir. Bundan üç, be; asır sonra, yani bizim toprakta külümüz bile kalmadığı zamanlar bu plâkları çalıp dinliyenler bulunacağını düşünmek, ne yalan söyliyeyim. içimize tatlı bir gurur veriyorl Yusuf Ziya Demircioğlu, sözünü burada keserek: Dur, dedi, sana birkaç türkü daha çalayım... Bu sefer, gramofonda donen plâk, bir Karacaoğlan şarkısı idi: Geçeydim Karamamn üini, Körpüsu (köprü) sü yok, geçemezsln selinl, Gerdan yaylasını, perçem belini, Lâle, sümbul bürusün de gidelim, Yollar çamur, kurusun da gidelim, Sökülsün dağlann bmu söküUün, Önü iniş, çöl ovaya dökülsün, Erzurum dağıntn Kifi çeküsin, Mor koyunlar melesin de gidelim, Yolar çamur kurusun da gideliml «Karacaoğlan» der ki, bunda ne fayda, İtibar kalmamtş yoksulda, bayda, Bu ayda olmazsa, gelecek ayda On bir ayvn birisinde gidelimi.. Yollar çamur kurusun da gideliml BursadaTmerâklı bir dava Nevyork sergisi için yeni tayinler Nevyork sergisine iştirak işimizin son zama.nlardaki ağır yürüyüşünü ve idarecüer arasındaki bazı vaziyetlerin bvmdaki tesirlerini gözönüne alan Iktısad Vekâleti, ölçü ve Ayarlar Umum müdürü Nizameddin Âliyi sergi komiserliğine, doktor Vedad Nedim Törü de sergi işlerini kontrola memur vekâletler arası komisyonu riyasetine memur etmiştir. ,,,» fki çocuğu da ateşe düştü Harbiyede Dersane sokağında 18 numaralı evin alt katmda oturan Hatice adında birisi, on aylık oğlu Erdoganı uvutmak için yatağına yatırmış, kendisi de beraber uyumuştur. Bu sırada odanın içinde oynamakta olan diğer çocuğu 3 yaşmdaki Ergün, mangal üzerindeki tencereyi devirmiştir. Ergünün feryadı üzerine kucağmda Erdoğanla yataktan fırlıyan kadın, kucağındaki çocuğu da vanhşlıkla elinden düşürmüş, muhtelif verlerinden yanmasına sebebiyet ver rniştir. İki yanmış çocuk, Şişli Etfal sîne kaldırılmıstır. Bursa (Hususî) Ağırceza mahke mesinde tıbbî bir münakaşaya yol açan garib bir muhakeme devam etmektedir. Bir müddet evvel Orhanelinin Kurt köyünde bir köpek kavgası esnasmda Haİil oğlu Ali, îsmail adında biri tarafmdan «vvelâ bıçakla yaralanmıştır. Ya ralı, Orhaneliden Bursaya iki, üç gün eonra getirilmiş, hastaneye yatınldık tan bir ay sonra da ölmüştür. Ismail şimdi Ağırcezada taammüden katil suçile meznun olarak muhakeme edilmektedir. Müdafaa vekilleri, Alinin hasta nede ölmesile müekkillerinin bir katil sıfatile muhakemesini bir türlü telif edemediklerini beyan ederek maktulün Bir köyde, bir mahallede olduğu ka" yanlış bir tedavi yüzünden öldüğünu ıddar, benim kanaatimce, bir vatanda da dia etmektedirler. İki operatör mahkemede dinlenmış düşmana teslim olmamak, yurdun düşlerse de bunlardan operatör Naki, ölüman eline girdiğini görmeden evvel ölmek tâli bir pertinonitle sonradan azmi umumî olursa o memleket istilâ mün vukua gelmiş olup bunun da gıda ve edilemez, o memleketin halkı istiklâlini rilmesi veya zamanmda müdahale edilkaybetmez. memesinden ileri geldiğini söylemekte*] Bundan evvelki yazılar 5. 6, 7, 8, 10, dir. Operatör Ekrem ise bu peritomtm 12, 15, 18, 22, 25 ve 26 birincikânun nüsha sonradan bizatihi ve sinsi bir şekilde larımızda çıkmıştır. husule geldiğini iddia etmektedir. Mahkemece her iki mütaleamn k a t ı sekle bağlanması için Tıbbı Adlî umum Bir banka memuru mahkemüdürlüğüne gönderilmesi evvelce kameye verildi rarlasmış olduğundan son celsede Tıbbı Bursa (Hususî) Türk Ticaret Ban Adliden'gelen rapor okunmuştur. Bu kası memurlarmdan Vahidin sahte serapora nazaran mütalealann birincisı ned tanzimi ve bono kırdırmak suçla varid görülerek kabul edilmekle berarile tevkif olunarak hakkmda tahk'kata ber, bu peritotinin gıdadan ileri gelmibaslanmış olduğunu bildirmistim. Vâ yece&i serdolunmaktadır. Müdafaa ve hid, sulh hâkimliğinin tevkif kararma killeri, Tıbbı Adlinin bu raporunu müpitiraz etmiş ve it.raz mercii olan aslive hem bulduklarım ileri sürerek veniden ceza mahkemesi kefaletle tahliyesine izahat almmasmı istemişlerse de, iddia karar vermiştir. Vâhid tahliye olunmuş makammda bulunan Müddeiumumî mu bulunmakla beraber birinci sorgu hâ kimliğinde meselenin tahkikatma de avini Edib Erzen Evnal bu teklifin mahalsiz olduğunu, Tıbbı Adlî umum mü vam olunmaktadır. dürlüğünün raporu sarih bulunduğunu Ancak Türk Ticaret Bankası, Vâhidin söylemiş ve teklifin reddolunmasını isbanka ile ilişiğinin kesilmiş olduğunu temiştir. Müzakereye çekilen heyeti hâbildirmektedir. kime. talebi reddetmiştir. Muhakeme talik olunmuştur. Bu basit bir dağ türküsürtde, bilmem nasıl bir ezgi vardı ki; için için ikimizi d« sardı. Yusuf Ziya, bir başka plâğa el atmadan evvel, kısaca izahat vermege lüzum ördü: Sesteki hususiyetlere bilhassa dikkatinizi celbctmek isterim. Bu türküyü, bu inceliklerile tespit cdebilmek için köylünün ayagına kadar gitmek zarureti vardı. Sehre getirilen köylü, kafese konul muş bir aslan vaziyetine düşerek birdenbire huyunu değiştiriyor, adeta çekingen, mütereddid bir adam oluyor. Söz soy lerken bile tabiilikten uzaklaşıyor. Onu, şehirde karşuv.za a\ıp: Bir türkü çağır! diyecek olsanız, kekelemeğe başlıyor. hareketlerine gü lünc olmak endişcsinin verdiği bir tutukluk geliyoTİ Sonra, bir nokta daha var: Şarkı söyliyen adamın ruhî vaziyeti, sık sık değişebilmek istidadındadır. Fo toğraf filmi, nasıl bir şahsın, ancak bir «an» lık çehresini tespit edebiliyorsa, bir melodi üzerinde gezincn adamın da, o «melodi» nin bütün yükselip alçalışları esnasmda ayni ses tonunu, hatta ayni manevî hüviyeti muhafaza etmesine imkân yoktur. Küçük bir tereddüd, bir an içinde kendini hissettiren bir sıkılganlık, köylüyü »aşırtabilir! Fakat, o yuvasında; nasıl görünüyorsa öyledir! İşte, bu çok müıhim psikolojik sebebden dolayı folklorla uğraşanlar köylüyü, köyünden uzaklaştırmaksızın, yerinde dinlemeği tercih ediyorlar. Nitekim, biz de öyle yaptık. Heyet ler halinde, Anadoluyu, semt semt ve her semti köy köy dolaştık. Bu dolaşmalar neticesinde şimdiye kadar tespit edebildiğimiz halk şarkı ve oyunları iki bine yaklaşmıştır. Fakat, bu mevzu etrafmdaki çalışmalarımız, sonuna ermek şöyle dursun, yeni başlamış sayılabilir. Macar folklor cuları, Türkiyede, yirmi bine yakın halk melodisi olduğunu iddia ediyorlar. Şimdiye kadar edindiğimiz tecrübe lere göre, bu tahminde, hiç de mubalâğa yoktur. Ancak, bu yirmi bin melodinin notalara ve plâklara alınabilmesi için, Türkiye hududları dahilindeki kırk dört bin köyün adım adım dolaşılması icab ediyor. Bu da, hem vaicit, hem de, biraz nakid işidir. Maamafih biz, programımızdan şaşmadık. Her sene, yaz aylarında, Konservatuar namına bir heyet, Ana dolunun intihab edilen bir köşesinde, derleme seyahatine çıkıyor! Dolaşılan yerlerde, nota ve plâğa alı eçen gün, bir aile meclisinde, altı çocuklu bir ananın adı geçti. Genc bir bayan, tıpkı tarihten vvelki devirde yaşamış bir acibe gibi ından bahsediyordu: Düjünün bir kere... Altı çocuk.. Aman Allahım, akluna durgunluk gele ek.. Altı çocuk... öteki bayanlar da ayni mütaleaya iştiak ettiler ve sirayet edici kahkahalar a~ asında: Aman, dediler, çıldırmak işten deil.. Bir çocuk, iki çocuk neyse ne amma altı çocuğa nasıl tahammül edilir? Onlan evvelâ kayıdsızlıkla dinliyordum. Fakat gitgide, şuurumun içinde isana benizyen bir duygu ile sinirlerim arsıldı. İlk defa olarak söze karıştım ve: Alü çocuk doğuran ana, dedim, izce bir günah mı işlemiştir? Makul bir cevab verememenin ezici ükutu, salonun içinde dolaştı. Nihayet, >ir bayan dile geldi: Tabiî günah işlememiştir amma, ata işlemiştir. Bu zamanda bir ana, altı ocuğa birden bakabilir mi?.. Bana böyle hitab eden bayan, henüz >tuzuna varmi} olmasa gerekti. Çocuk apabilmek çağmm en verimli senelerin" de, ana olmaktan çekinmekle, bir vatan lizmetinden kaçmak arasında, hiçbir ark olamıyacağını, haydi düşünemiyordu, diyelim. Fakat, çok çocuk yapan bir arkadaşı, yıblamasmı nasıl hazmeder, ve bu menfi areketi, hangi mazeretin çerçevesine ığdırabiliriz? Kimseye, «şu kadar çocuk doğuracakın!» demeğe hakksnız yoktur. Hatta, ıiç çocuk doğurmıyan kadınları da, buna lecbur edemeyizl Fakat, Allahın ana )lmak istidadile yarattığı bir mahluktan ütün analara hürmet beklemekte kendimizi haklı görürüz. Her ana, hatta bir ek çocuğile; iki üç asır sonra, en az bir bölük askerin anası olacağını bilmelidir. «Beşiği salhyan el, dünyaya hükme ~ der..» sözü üzerinde, hiçbir zaman asnmızda olduğu kadar ehemmiyetle durulmamıştır. Doğurmıyan kadın doğuramıyan mıyorum ömrü oldukça, tutulmamıı bir sözün, altmdan kalkılamiyan bir mes uliyetin ve yerine getirilmiyen bir vazife nin ağır, ezici ve utandıncı azabmı meğe mahkumdur. Üçüncü türküde Çukurova, bütün enFakat bundan daha büyük bir azat ginliği, hatta bütün çapkınlığile ruhumu doğuranlara karşı dudaklarda bir istihz zun içindeydı: ebessümü belirdiği zaman, kendini his settirmelidir. Altı defa ana olan saym Rahmet yağar, ışuaşvr saylağı (1) yanı diğer beş kısır hemcinsinin işini o " /2i goçmuş, bozulamış daylağı (2) Taze gelin, koç yiğitin yaylağı, muzları üzerine almış hamul, mütehammil ve fedakâr bir kahraman sıfatile buGelinden usandu kvt ister gonül, rada selâmlıyorum. Kışvndan usandu yaz ister gonul! Yusuf Ziya, bu arada, izahatına devam ediyordu: Folklor eserlerinin kaybolmaması için, çok acele etmemiz lâzım gcliyor. Toprak altında, asırlardanberi uyuklı yan bir sütun başlığmı, oradan çıkarmak için daha birkaç asrr beklemeği göze alabiliriz. Fakat, geniş «folklor» bir ummandır. Ve bizim orada aradığımız bir kaç katreden ibarettir! Söz, uçar kaybolur, şarkı, onu söyliyenlerle birlikte, toprağa karışıp gider. «Folklor» araştırmalarmın bütün öteki araştırmalara tercih edilmesi bundan ileri geliyor. Kültür, birnevi manevi medeniyettir. Bugün Amerikanın yüksek medeni yet sahibi bir memleket olması, onu kültürsüzlükten kurtaramamıştır. Mazisiz daha doğrusu tarihsiz bir millet olan Amerikalılar için halk çeşnisini veren meselâ elli altmış sen* evveline aid en küçük bir hatıranın bile paha biçilemez bir kıymet taşıması sebebini, bu, folklor hasre tinde aramalıdır. Türk milleti, yeryüzüne en çok yayılan, her yerde kültüründen eser bırakan bir millettir. Konup geçtiği her toprakta onun uzak, yakın bir hatırası vardır. Bu bakımdan, dünyanm belki en zen gin folklor hazinelerini Anadolu toprak lannda ele geçirmek" mümkün olacak tır. Yusuf Ziya Demircioglunun bana dinlettiği türküler arasında, insana tatılmamış meyvaların bakir tadını veren ne caırclan şeyler vardı. İşte bir tanesi da ha: Mezineden çıktım, şafak ışuar, Sol yandan vuruldum kanım fışılar, Yanıma gelmedi zalim komşular, Di değme de değme nar tanesiyim, Ananın babamn bir tanesiyiml Biraz sonra, gurbet yolculuğuna çı karken bıçak yiyen bir temiz vatan ço (1) Saylak = Çimenler üzerindeki çi taneleri. (2) Daylak = Göçten sonraki ıssızlık. S.G. Çeşme köylerinde bir cinayet Çeşme (Hususî) Çeşme kazasmın Alaçatı nahiyesinde, 55 yaşında Hasan Balkıran, kızı Haticenin düğün merasimine davetsiz gelen 17 yaşmda Nail namında bir genci kovmuş, o da, bilâhare kendismi bıçaklayıp öldürmüştür. Haticeyi, Sadeddin nammda bir genc kaçırmıştır. Hâdise mahkemeye aksetmiş, şahidler arasında bulunan Nail, kızm babasmın iddiasım tekzib eyle miştir. Bilâhare Sadeddinle Haticenin izdivacı neticesine varılmış olmasma rağmen, ihtiyar adam, Naili affedememiş ve cinayet, bu haleti ruhiyenin bir cilvesi larak patlak vermiştir. Katil yakalanmıştır. • Bir sabıkalı yakalandı Geçen cumartesi günü Hayganoşun dükkânından 12 çift ipekli kadın çorabı ve gene ayni günde Çarşıda meşinci Artinin 70 lirasım çalan sabıkalılardan Çakır Vahan yakalanmıştır. cugunun feryadile sarsıldık: Arabkirden çıktım, ağrıyor başım, Karaçalüikla kaldı eyleşim, Yanıma gelmiyor zalim kardeşim, Vurma beni vurma, ben yaralıyım, Aslımı sorarsan Ankarahytm! İstibdad idaresinin bütün tezahürleri acaba bir köylü ağzile bundan daha güzel ifade edilebilir miydi: Dağa çiksam, aytsı var kurdu var, Ovalarda süması var; derdi var, Koye gitsem zaptiyeler sardı var, Yandım salgm, yandım muhtar elinden! Solfej dersleri Beyoğlu Halkevinden: Evimizde verilmekte olan koro ve solfej derslerinin ikinci devresine 1/1/939 tarihınden itibaren başlana caktır. Dersler haftanm pazartesi ve perşembe günleri saat 17,30 dadır. îstiyenlerin hemen Evimiz direktörlüğüne müracaat etmeleri rica olunur. Bir izansız m?»hkemeye verildi Bursa (Hususî) Namazgâh mahallesinde Kanncadere sokağında oturan Hakkı adında biri, Türk bayrağını kahvesinin penceresinde perde olarak kullandığından hakkmda zabıtaca muamele yapılarak Adliyeye verilmiştir. Plâk kütübhanesinden çıkarken Yu suf Ziya Demircioğlu: Bitmez bu bahis... diye, gülümsüyor, günlerce başbaşa verip konuşsak, sonunu getiremeyiz!.. Yeni bir halk havası duyduğu zaman, yeni bir iklim keşfetmiş kadar sevinen «folklor» âşıkı Demircioğlundan, bütün bir vatanın ezgisini, içimde top top olmuş hissederek ayrılıyorum. Â GÜNGÖR
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle