Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
9 İkincikâmın 1938 CUMHURİYET Avusturya Başvekili ile bir mülâkat M. Şuşnig, Almanya ile birleşemeyiz, diyor Avusturya, bugünkü statükonun değişmesine taraftar değildir ve vaziyetten memnundur Yarın Peştede Roma protokoluna dahil üç devlet yani îtalya, Avusturya ve Macaristan r lariciye Nazırları toplana caklar ve dünya ahvalini ve bahusus orta Avrupada olup biten sevleri gözden geçirerek mühin. kararlar ittihaz edeceklerdir. Bu konferansta en mühim rolii Avusturya 1 oynıyacağınc ın bu memleketin mukadderatına basval ' namı altında ve diktatör sıfatile hâkin bulunan von Schuschnigg'in dünkü posta ile gelen Deyli Telgraf gazetesînde neşrolunan müıâkatı dikkate şayan bulunmaktadır. Bu mülâkatı ya ; pan mezku' gazetc n muharrirlerinden Kees von Hoek'in yazısını naklediyoruz: Avustury^ Başvekili Viyananın mer kezine yakın Metternich sarayında ya şamaktadır. 1815 senesindeki meşhur Viyana kongresi burada toplandığı gibi Avusturyanm sabık diktatörü Dollfuss dahi 1934 senesinde bu sarayda naziler tarafından öldürülmüştü. Dollfuss, vurulduğu zaman kendisine halef olarak Schuschnigg'i vasiyet etmiş ti. Başvekil kendisile mülâkat yaptığım zaman şu suretle söze başladı: Avusturyada diktatörlük olamaz. Çünkü böyl» birşev Avusruryalılann ta biatine uygun değildir. Fakat îngiltere deki parlamento usulünün aynini de ka bul edemeyiz. Avusturyada hiçbir zaman parlamento hakikî surette yürümemiştir. Habsbug saltanatı zamanında Avustur ya parlamentosu bu saltanata tâbi muh telif milletlerin mücadelesine sahne ol muştu. Son zamanlarda ise partiler ara sındaki kavgaLr parlamentonun faaliye tini felce uğratmıştı. Zaten demokrasi nedir? Eğer bütün halkların arasındaki müsavatı temin ve kendi hayatlarını ve devletin hayatını tanzım manasını ıfade edıyorsa biz Avusturyalılar bugün demokrat sayılmalıyız. Bugünkü kanunu esasimiz demokrasi Drensiplerine müsteniddir. Şu kadar var ki umumî islerin parlamento yolu ile tesviye edilmesini parti münazaalan havasınd*n kurtarmıştır. Bir daha parti sistemine dönemeyiz. Bu kadar yaptığımız fedakârlıklan müfrit parti o lan komünizme yahud naziliğe müsaade ederek heba .demeyiz. Bunlann asikâr gayeleri A^i'sturyayı tahrib etmektir. Mademki parti sistemini reddediyoruz, o halde (nazH lerden kabineye mümessil almak da varid olamaz. Nazizm il" Avusturya arasında derin bir uçurum vardır. Biz keyfî idareden hoşlanmayız. Hürrivetimize kanunun hâkim olmasını isteriz. Yeknesaklığı ve merkeziyeti de reddederiz. Hür eyaletle rimizin muhtarivetine taraftanz. Hıristiyanlık bizim toprağımızda iyice yerleşmiştir. ~*"i bir tann tanırız. Bu tann ise ne devlet, ne millet, ne de ırk olamaz. Evlâdımız tanr çocuklandır. Devlet bunları suiistimal edemez. Tethişten nefret ederiz. Avusturyalılar herşeyi hoş gören toleraut bir millettir.» Bundan sonra söz beynelmilel politi kaya intikal eylediğinden Başvekile sor dum: Beynelmilel politika sahasmda mülkî mevud vaziyete ve statükoya taraftar mısınız?» Başvekil masasma eğilerek her kelimeyı tane tane ve ağır ağır söyliyerek dedi ki: « 1918 de bu fikirde değildim. Lâkin bugün en kat'î surette statükonun devamına taraftarım. Çünkü şu zamanda beynelmilel sahada vukua gelecek her hangi değişiklik mevcud vaziyeti büsbü tün fenalaşti'acaktır. Bizim haricî politi kamızı medeniyetimizin hususiyeti ve coğrafî mevkiimiz tayin etmiştir. Yegâne siyasî gayemi halkımızın yaşıyabilmesini ve refah ve saadetten hisseyab olması nı temindir. Bu gaye is* bugünkü hududlarımızın çercevesi icinde kabili temindir. M. Mussolini'ye karşı büyük teveccüh ve semoatim olduğunu inâr etmek iste mrn. Mumaileyhin hiçbir zaman Avus turyanm dahiT ve haricî islerine kansmadığını ta'.dirle vadederim. Avusturyayı Italyanın ağına düşmüş olduğunu söyli yenler yalancıdır.» Tekrar sordum: « Hükümdarlık lehinde misiniz?» Başvekil derhal cevab verdi: Ben an'anem ve kanaatim itibarile hükümdarcıyım. Düşmanlarımız Avusturyanın Umumî Harbden evvel yaptığı hata ve günahların hepsini Habsburg hanedanının omuzlanna yükletirler. Fakat Avusturya bunun doğru olmadığmı isbai edecektir. Lâkin, hükümdarlığın iadesi için bazı taraftarlanmın vaptıklan tavsiyeleri kabul edemem. Şimdiki zamanda hükümdarlıgın iadesi gayTİmümkündür. Arşidük Otto'nun bugün Avusturya tahtına davet edilmesi yalnız Küçük Itilâf, yahud Almanya ile vahim ihtilâta bais olmıyacak, ayni zamanda umumî bir harb nairesinin ortalığı istilâ eylemesine bahane teskil edecektir. Böyle bir felâkete asla taraftar olamam. Ahval ve şerait tedricen inkişaf etmelidir. Her vatanperver aramızı en az açacak bir rejimi kabul edecektir. Orta Avrupanın yeniden ihya ve binası Habsburg meselesi yüzünden geri kalmamalıdır. Habsburg împaratorluğunun inhilâlinden sonra teşekkül eden devlet ler arasında gayiz ve kin kalmıştı. Lâkin simdi vaziyet büsbütün başkadır. Şimdi Tuna devletleri arasındakî 'münasebat 1918 senesindenberi hiç görülmemiş derecede iyidir. Müşterek menfaatlerimizin hasıl edeceği neticelerin Avrupanın müstakbel sulhu için büyük manası olacağına kanaatim artıyor.» Başvekil Almanya ile münasebata aid telâkkisini şu suretle izah etti: « Isviçredeki Italyanlar îtalya ile ve Belçikadaki Flâmanlar Holandaya ve Valonlar Fransaya nekadar merbut iseIeı biz Avusturyalılar dahi Almanyaya o nisbette merbutuz. Lâkin yalnız başımıza yaşamak isteriz. Avusturya orta Avrupadaki tarihî vazifesine devam etmekle bütün Alman ırkına büyük hizmet gös termiş olacaktır. Lâkin Anschluss ve Almanyaya iUihak yolile değil. O zaman ikinci bir Bavyera olarak Almanyanm bir eyaleti derecesine düşecektir. Bunun yerine biz; iki büyük kültür arasında bir köprü olmak isteriz.» Iktımdî hareketler Piyasamıza düşen vazife PAZARDAN PAZAPA PENCERESİNDEN Kar manzumeleri Leylâ vaveylâsı Türkçe konuşmıyanlarm cezası Açlık edebıyatı Açlık edebiyatı Bilmem kaç yabancı dil biliyor muş, bilmem kaç bin talebe yetiştirmiş, bilmem kaç eser yazmış, bilmem kar sene mekteblerdt hocalık etmi bir mu allim, bir münev ver, bir güzide adammış ki, şimdi, Karacaahmed köşelerinde sürünüyor ve habire ki içivormuş; ve bilmem hangi gazete, Karacaahmedin ber selvisi ve her mezar tası dibinde böyle binlerce Türk muallimi inlıyorm gibi cayırtıyı koparmış; memleketin açlıktan kırıldığını, cemiyetin adaletsizlikten ve müsavatsızlıktan battı ğını, işini becerenler şampanya içtikleri haldf bu zavallı ayyaş entellektüelin inhisar konyağı veya Mumhane şarabile kaldığmı dilin^ dolamıs. Dünyanm her tarafında içki yüzünden spfil ve perişan olan adamlar vardır. Bun Vakvak Romanya ile son yapılan ticaret anlaşması, iki memleketin pıyasalarını adeta yeniden yekdiğerine açar mahiyette bu Kar manzumeleri lunmaktadır. Filhakika, evvelce de tahİnkılâbdan evvel min ettiğimiz ve bu sütunda yazdığımız gazetelerimizin bir veçhile, yeni anlaşmada eskilerinden büs âdeti vardı: îlk ka bütün baska bir esas tutulmuş, gerek satış, yağdığı gün birinci gerekse tediye sekillerinde daha pratik sahifelerine bir kış yollar ihtiyar edilmiştir. manzarası resmi ko Romanya piyasası belki bize en yakın yarlar, altına şaira bir piyasa olmasına rağmen el'an bizim ne b:r yazı y?zarlar ve bu yazının içine icin meçhul olan hususiyetler saklamakta de Cenab Sehabeddinin «Elhanı sita» dır. Bizim ihrac edebileceğimiz mallara manzumesinden şu mısralan mutlaka aşiddetle ihtiyacı olan Romanyanın şu lırlardı: vaziyetinden şimdiye kadar istifade edeEşini gâlb et/feyen bir kuş memiş bulunmamızın bütün yükünü ihragibi kar, cat tacirlerimize yükliyemeyiz. Bunda Geçen eyyamı nevbaharı arar. şimdiye kadar yapılmış olan anlaşmalann da kâfi derecede pratik olmayışı amil olÇok şükür bu âdet kalktı, biz de Türk mustur. edebiyatının kar hakkında yazılmış en Daha ziyade ithalât serbestisi esasına kötü manzumesini ve o manzumenin de dayanan yeni bir ticaret anlaşmasüe en kötü mısralarını her sene okumıya mecbağlandığımız Romanyanın senede bur olmaktan kurtulduk. Affedersiniz. Belki Cenabı çok sever1,800,000 liralık zeytin ithalâtı vardır. Romanya denizden çıkan her nevi balığa sinız; ben de çok severim; maksadım mühasrettir. Pirinc Romanya için başlıbaşına dafaasız kalmış bir edebî neslin, müda bir ihtiyaç maddesidir. Senede 4,5 mil faasız kalmış güzide bir insanma topye yon liralık pamuğun Rumen piyasasma kun hücum etmek değil, sadece bu manumeden, hele bu mısralardan hoşlanmaithali kabildir. dığımı arzetmektir. Bir de şunu söylemek Şimdiye kadar Romanya piyasasma zeytin ihrac ettiğknizi hatırlamıyoruz. Ba isterdim: Çok'şükür yeni Türk şiiri, kendiık ihracatımız evvelce sekiz yüz bin lira sini her mevsim için bir manzume yazmak lığa kadar çıkardı, fakat sonradan tediye mecburiyetinden âzade görüyor. Divan ve şartlarının bozulması bu işi de akim bı Edebiyatı Cedide şiirinin takvim önünde raktı. Senede 3,5 milyon liralık pirinc bazı mükellefıyetleri vardı. Gökyiizünün alan Romanyanın bu ithalâtı istihlâkten her değişikliği karşısında manzum bir hafazla pirinc istihsali olan memleketimiz va raporu yazmıya kendisini mecbur saiçin meçhuldür. Pamuk ihracatını da he nıyordu. O devirlerin hemen bütün şairleri ıemen bütün mevsımler hakkında şiırler nüz tecrübe edeceğiz. Şu sırada piyasamıza düşen çok mü öylemişlerdir. Ister temmuzdan, ister kânundan ilham almış olsunlar, bu şiirlerin him bir vazife vardır: Rumenlerle adeta çoğu, Cenabın, kar manzumesi kadar soyeniden ticarî temasa girişirken gerek yağuktur. pılacak tekliflerde, gerekse gönderilecek Leylâ vaveylâsı malların kalitesinde azamî dürüstî ile haİki üç gün geçmez ki radyonuzun oparreket etmek mecburiyeti hasıl olmuştur. Unutmamak lâzımdır ki, şimdiye kadar lörü, güzide arkadaşımız M. Turhan Tabaşka piyasalarda malını tedarik eden nın tabirile bir «Leylâ vaveylâsı» koparRumen ithalâtçısı oralarla alâkasını ke masın. Ustadımız, bu yaygaralardan nefsip bize dönerken bir alıcı olmaktan ziya etıni dün ne güzel ifade etmişti. Bizde de bir münakkid gibi hareket edecektir. >estekâr ve hanende geçinen insanlann Çünkü o, alıştığı piyasalarda gördüğü oğunda edebî zevk nanaydır. Leylânın kolaylığı bizde de bulup bulamıyacağını henüz bilmemektedir. Bu itibarla, bu noktaya dikkat etmek, millî bir vazifedir. ayan, vapura girelidenberi söylene söylene ağlıyan ve ağlıya ağlıya söylenen yavrusunu azarlıyordu: Vakvak edip durma, çimdiği yersin! Niçin silleyi, yumruğu değil de çimdiği?... Kafamda bu soruya cevab ararken hatırıma vakvak ağacı geldi. Malum a. 1655 ayaklanmasmda Yeniçeriler Avcı Sultan Mehmede zorla öldürttükleri saray ağalannı Sultanahmeddeki çınar ağacına başaşağı astıklanndan o ağacın adı «vakvak» kaldı ve devrin şairleri bu hâdiseyi şu kıt'a ile gelecek nesillere tanıttı: Gusi merrihe erüp tantanai cahü celal Lerzenâk etti bu gavgagedei âfakı! Oldu mahmur, nice mesti müdami devlet Cami ikbale ne tarh etti bilinmez sâkı Bâğbanı feleği kînegiızarı seyret Ât meydamna dikti şeceri vakvakı! Yüz yetmiş yıl sonra vakvak ağacının altına Yeniçeri kellesi atıhyordu. Devir değişmiş ve ölmek sırası öldürmege alışkm olan Ocakhlara gelmişti. Bu sefer de Kececioğlu îzzet Molla su kıt'avı yazdı: Bir zaman ehii fiten camii han Ahmedde Bigünah asmış idi kullarmt hallakm Şimdi erbabı şekanın dokiilüp kelîelerl Meyve vaktına yetiştik şeceri vakvakm F. G. Türk Tıb cemiyeti idare heyeti Türk Tıb cemiyeti bu seneki idare heyeti azalığına aşağıda isimleri gösteri len zevatı seçmiştir: Reis doçent Ahmed Fahri Arel, ikinci reis Ahmed Şükrü Emet, ikinci reis Kâzım Nuri îçgören, umumî kâtib Hüse yin Kenan Tunakan. muhasebeci Fethi Erden, mecmua kâtibi Osman Şerefeddin Çelik, mecmua kâtibi Etem Bakar, kitab muhafızı docent Hazım Bumin. Zeytincilerin tuz ihtiyacı temin ediliyor Bursa (Hususî) Bu yıl çok bereketli olan zeytin mahsulü için tuz ihtiyacı mühim bir dereceyi bulmuştu. Bühassa bu ihtiyac Gemlik ve Orhangazide çok hissedlimekte idi. înhisarlar idaresi halkın bu isteğini karşılamak için İstan buldan 140 ton tuz getirtmiştir. Diğcr taraftan İzmir Çamaltı tuzlasmdan da Gemliğe 440 ton tuz sevkedilmiştir. İstanbul lisesi talebesinin çayı îstanbul lisesi son sınıf talebesi dün :aat 14,30 da Park otelde bir çay ver miştir. Bu toplantıda, tstanbul lisesi eski me:unlan, müdür ve muallimleri, İstan bulspor kulübü azaları hazır bulunmuş;ur. Toplantı geç vakte kadar neş'e ve îamimiyet içinde devam etmiştir. Cesedin hüviyeti hâlâ meçhul! Halıcıoğlu açıklarında bulunan ce sed hakkında tahkikata devam olun maktadır. Yapılan bütün araştırmalara rağmen cesedin hüviyeti anlaşılama mıştır. durdu. Kendisinde herşeyi iptal eden ve yalnız beklemenin tekâsüf ettiği sarkık kollarına tel: bir işaret imkânı bırakan bir ıstırabm esir" olan arkadaşı yanında idi. Kadm ona bakmıyordu! Fakat vücu dünde önüne geçemediği, bununla bera ber en gizli iliği gibi kendine aid olduğunu bildiği bir sırrın hücumunu hissediyordu. Ve ansızn, güzelliğinden, kudretinden, elbisesirin burusuklarından, vücu dünün bütün hatlarından, hayatından ve hayatına ilâv ettijinden, kısa ve hududsuz, geçici ve ebedî, sade ve mukayesesiz birşey canlandı: Bakıs, o bakış. Ve hepsi bu oldu. Hiçbir söz söylemeden, solgun, kendi asklanndan daha bü yük bir aşkın maplubu, sanki tek bir ruh olan ruhlarır \ vahud birbirine karısan gölşelerinin içine sirmek içinmis gibi, elele tutuştular. Korkunc saadetleri, ıstırabı kemirme? değil, yırtılmış ve terkolunmuş gÜ7elliğin feryadın; dinlemeğe meylediyordu. Kadm arkadasını bir salondan geçirdi ve pencereve doğru sürükliyerek: Bir bahçe! diye bağırdı. îkisi de dışanva sarktılar. Ellerini birbirinden ayırmad'lar ve sanki musikinin tarif olunma mevcelerini dinlemek için kötü bir müstehase edebiyatın cananı ldugunu ve asıîlardanberi hortlıya hortıya bütün müslüman şarkta kabak tadı ferdiğini bilmezler. Fakat bütün o viyaklamaların vj ulumaların yerli musikimizle de hiçbir alâkası olmadığını anlamıyorlar mı? Haydi Leylâya tahammül edelim, o vaveylâlar nedir? Leylâsız ve vaveylâsız ir musikiye basret çeken arkadaşımıza hak verirken, yalnız güfte değil, beste apanlardan da ricamız şudur: Türk arkılarının güzel karakterini bozarak ağmelerini kerbelâ mersiyeleri gibi uzatmasınlar ve şu Arab kızmın adını dinlemekten bizi, inim inim inlemekten de haendeleri kurtarsınlar. Zira artık Leylâa hasretimizden değil, nefretimizden hepimiz Mecnuna döneceğiz. ların arasında, talebelerinp içkinin fenalığını telkinle mükellef olduğu halde bizzat kendisi bu zehirin tesirlerinden gafil ka lan, volunu şaşırmış bir iki muallim de bulunabılır. Bu manzara, sadece, bir memleketin ve cemiyetir fenalıgını değil, içkirin kötülüğünü ve onun pençesine düşen adamın oafletini ispat eder. Bahsedilen bu adamın mezarlıkta işi ne ve gece gündüz kafayı tütsülemesinin hikmeti ne ola? îcki m' onu sefalete sürüklemiş, yoksa sefalet mi içkiye? O kadar eser yazmış da biz onun adını bilc neden bılmiyoruz veya otuz sene muallimlik etmiş de tekaüd maası niçin almamış gibi merakımızı ve şüphemizi gıd:klıyan ilk sorgulan bir ta^afa bırakalım. F kat aç kaldığını iddia eden her ayyaşa soruîacak birşey vardır: A birader, çorba rakıdan daha pahalı mıdır ki içkiye para buluyorsun da gıdaya bulamıyorsun? Karacaahmedd» işin ne? Birka: yabancı dil biliyorsan adamsızlıktan kınlaı millî müesseseleri mize neden başvurmuvo'sun ? Karacaahmed mezarlığı tercüme idarehanesi midir? Görülüyor ki işe bir hayli edebiyat karışmıştır. Biz bu açlık edebiyatının kimIer tarafından, ne maksadla, hangi direktifle dahilinde ve sistematik olarak niçin yapıldığını bilivoruz. Bunu yapanlann o edebıvat üstüne ne aoartımanlar çıktıklannı da biîiyoruz. F^Vat bu ticaretin artık sök eme"; başladığını hepsinden daha iyi biliyorr. kere yazdık, çizdik, söyledik. Şimdi cezanm ne olabileceğini düşünüyoruz. İki türlü ceza vardır: Ya almır, ya verilir. Para cezası «alınır»; hapis cezası «verilir». Alalım mı, verelim mi? Bence kanun, bu iki türlü cezadan birinin takdirini hâkimlere bırakmalıdır. Eğer türkçe konuşmıyan vatandaş Musevi ise ondan para cezası almalı; değil de, hıristiyan ekallıyetlerden birine mensubsa ona hapis cezası vermeli; fakat, türkçe konuşmıyan vatandaş, Pendik Yanyalı larından bazılan gibi hem müslüman, hem de Türkse ondan hem para cezası alınmahdır, hem de kendisine hapis cezası verilmeli! Fakat ne birinci kıt'ayı yazan Naima, ne ikincisini tarihe geçiren Cevdet, vakvak ağacmın ne olduğunu söylemezler. Bunu Bürhanı Katı'da ve şu suretle okuyabiliyoruz: «Vak veya vakvak bir ağacdır ki coğrafyacılar onun Çin adalanndan Istafyan dağı arkasındaki adada yetiştiğini söylerler. Vakvak ağacmın yaprağı incir yaprağına benzer. Ikinciteşrin ayında hurma çiçeği gibi çicek verip andan iki insan ayağı çıkar. Nisan sonuna kadar yavaş yavaş olgunlaşarak tam bir insan bedeni haline gelir ve ağacın her dalında yemiş gibi güzel yüzlü kızlar asılır, durur. Haziran geçtikten sonra bu kız şeklindeki meyvalar (vakvak) diyerek düşmeğe başlar. Meyvaların saçtan tırnağa kadar kadından hiçbir farkı ve eksiği yoktur. Hatta birçok insanlar bu meyvaları kadm telâkki etmekten geri calmazlar!» Bürhanı Katı, ilâveye lüzum görüyor: «Bu rivayete «Vakvakname hikâyesi» diyenler de vardır. Lâkin tabiatin çok garib şeyler yarattığı düşünülürse vakvak ağacına inanmak lâzım gelir, zaten insan şeklinde nebat bulundueu muhakkaktır: Yebruhussanem gibi!.. Nebattan hayvan doğduğu da vakidir. Caizdir ki bu ağacın aslı dahi hayvanî ve nebatî maddelerden mürekkeb ola!» Çocuğuna «vakvak etme» diyen ana, bu masalı işitmiş olsaydı çimdiği kendi diline bastırır ve yavrusunu o sözlerle korkutmaktan korkardı, sanıyorum. M. TURHAN TAN Alenî şükran Oğlum Esad Mukadderin ölümü üzerine bana kerim gönüllerini bir kere daha açmış olan büyük kalbli dostlarla âlicenab okuyuculara sonsuz teşekkür ler etmek isterim. Çocuğumun genc tahsil arkadaşlan na uzun ömüler dilerken kendilerinin ana yurdumuza birçok hizmet etmeğe muvaffak olmaları temennisi gönlüme en gerçek teselli olmaktadıf. İmzamı arada sırada lutfen kabul etmiş bulunan sütunlarmızda şu duygumu arz için küçük bir köşe tahsis bu yurursamz beni minnettar edersiniz. Bütün ailemin ve naçiz şahsımm hakkımızda gösterilen necabet karşısındaki azim şükranını tekrar hürmetle a narım. Fazıl Ahmed Aykaç koşuyordu, koşuyor ve o koştukça odalar çoğalıyordu; kadınm güzelliği harabe ile nöbetleşiyor, harabe kadından daha feüzel görünüyordu. İsabellâ kaçışına devam ederek: Orad; bir başka bahçe var, dedi, bir başka bahçe. Ve bir parmaklıktan ot ve moloz dolu bir avlu göründü. Hayır, Paolo, hayır! Burada değ:l, burada c 1 ! değil. Rica ederim. Titrek ellerin arasından kaçıyordu. Yüzü zaman zaman korkudan ve sarhoşluktan seklini değiştiriyor gibi görünüyordu. Ve ikisi de bir esikten diserine, ışıktan ^ölgeye, gölgeden ışığa hududsuz ıstırablannı kovalıvorlardı. Paolo, bir of*"'"'reye eğilerek: Bu mu"* dedi. Bu bir başka asma bahçenin ısırgan, moloz ve çarpık çurouk borularla dolu mağmum hatras'ydı. Kırlangıclar dal» uzak bir semada daha siyah görünüyor lard.. Kadın gerileyerek: Dünyada bundan daha hazin birşey olabilir mi? dedi. İsabellâ! Korkuyorum, korkuvorum. (Arkast var) Türkçe konuşmıyanlarm cezan Meb'uslarımız dan biri türkçe konuşmıyanlan ceza a çarphran bir ka nun teklif etmiş. Biz ""*• buna hararetle taraftar olduğumuzu kaç miş gibi kula^'.arını boşluğa verdiler. Bu bir asna bahçeydi; çifte sütunlarla süslü sevimli bir çitle çevriliydi. İçinde muhtelif nebatlar, fundalar ve çalılar birbirine karışıyordu Fakat bütün yeşillik yalnız birkaç beyaz gülün ihtiraslı dermansızlığını koruduğundan dolayı kıymetliydi. Paolo yüzünü nefesi nefesine kanşın cıya kadar sevdiği yüze yaklaştırdığı zaman kadm geriledi ve arka=ına baktı. Yayık ağızla ve alçaL sesle dedi ki: Hayır. Bundan güzel bir tane daha var. Az sonra sel şiddetile taşacak olan bir musikinin belirsiz başlangıcını dinlediğini zannediyordu Bir eşikten geçtiler, ve kendilerini yıl dızlarmn, aynalann durgun sularında pksederek titreşti?i loş bir gökün altında buldular. Pencerede:ı sert ve yakıcı bir manolva kokusu geliyordu. Bir başka bahce mi? Bu metruk bir avlu idi. Ve boş ve muhteşem salonlarda soluk camdan avizeler ve uykusuz yatanlar yeniden göründü. Van ' Aldo ile Vana; Korku Isabellâ'nın çığlığını söndürdü. Tabut kada> hazin bir yatağın doldurdu SERVER BEDt ğu odanın sükutunda iki sessiz mahlukun kendisine doğru geldiğini görüyordu. Aldo, Vana, siz misiniz? Siz misiniz? Havır, İsabellâ. Bu, aynadaki aksimizdir. Neden böyle titriyorsunuz ? Biz! Onlar bir endam aynasından görünüyorlardı. Neden böyle titriyorsunuz? İsabellâ "îlgın ve mütereddid arkada şını elinden tutarak, aynadaki aksine doğru yaklaş'yordu. Hareketsiz yatağın matemlı gölgesine giriyor, kirpıkten kapanıp açılma hassasından mahrummuş gibi bakan geniş, mezardan daha e?rarlı, cinnet gibi esrarlı gözlerinde kendi bakışını tanımıyordu. Hayır, hayır, korkuyorum. Ve atıldı; birbirine açılan odalardan, renk renk semaların altında ve heykelleşmiş sükutun içinde uzaklara kaçtı. îsabella! Asma bal edek' beyaz güllerin etra fında dalgp'anan münhem musiki mevceleri, istek çığlıklan gibi parça parça mü heyyic birer melodi haline geliyorlardı. îsabella! Odalardan hangisinde derin bir nefes alabilece"ini bilmeden, tereddüd ederek Yazan: Gabrîele d'Annunzio 5 Tercüme eden: Cemil Fikret Bu sakallı ve ihtiyar, bir adamdı ve Zamanm saatsiz, oraksız bir âdi siması gibiydi. Kadın ona ağzını açmak fırsat: vermedi ve hemen mukavemet olunmaz yalvarmalarına başladı. Bırakın girelim! Buradan yalnız geçiyoruz. Gece olmadan tekrar hareket edeceğiz. Belki bir daha hiç gelmiyeceğiz. Rica ederim, rica ederim. Kimse görmüyor ve korkacak birşey yok. Bırakın girelim, hiç olmazsa şöyle bir bakmak için! Benim ismim Isabella'dır. Erkeğin verdiği bahşiş, bu sevimli çocuk halinden, bu yalvaran sıcak sesten ve bu asil isimden, daha ziyade müessir olfiu. Zaman sanmtırak sakalınm içinde, tıütebe:m, silindi. O zam£T kadm tülünü ve mantosunu çıkardı. Gen' gözferinde öyle bir ışık vardı ki, bir an, yalnız bu ışıkla giyinmiş Hissini verdi. Fakat geniş merdiveni tırman mağa başladı"ı zaman Paolo Tarsis, onu kolları arasınd ı taşıyormus gibi, kalbi nin çarpmtılarını duydu: Ağır mı, hafif mi? Vücuâü bile kâh gizli, kâh aşikâr, ebedî bir müı,?vebe içinde imiş gibi, alda•rıcıydı. Bacaklannı daha uzatır, kalçalarını hafifletir, belini inceltir gibi görünen bir kıvraklık' cıkıyordu: Yanşa idmanlı bir delikanlı gibi, zayıf, çevik, seri. îşte genij bir nef s almak için merdivenin sahanlğında duruyordu; ve göz birdenbire omuzlarınm genişliğini, gövdesinin derinliğini, kalçalarının kuvvetini keşfederek hayrette kalıyordu. Durdu ve birinci salona doğru bir kaç adım attı. Dizlerinin oynayışı eteğinde bir nevi iç zarafeti, her buruşuğu canlandıran bir ahenkli güzellik yaratıyordu. Hiçbir gülü ve neşe izi göstermeden, göz kapaklan çok ağır bir hissi kablelvukuun tazyikinde imis gibi inik, yeniden