26 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
20 Birinciteşrin 1937 CUMHIJRtYET Filistin Lübnan Erdün Suriye Hatay tktısadî hareketler Gümrük tarifelerinde değişiklik NICI'N BOSANIYORLAR? NOTLARI «Hoş geldinYa EbuTalâl!» Çölü dolduran bedeviler bir ağızdan bağırıyorlardı, kılıçlar havada daireler çiziyor, mavzerler, martinler, tabancalar patlıyordu Yazan: KANDEMÎR 15 Maan'da Altes Abdullahı istikbal eden bedevi grupları Şafak sökerken uyandım. Çadırdan çıktığım zaman Altes Abdullahı, beyaz abasına sımsıkı sannmış tan yerine doğru ufka dalmış buldum. Çaylanmızı çabuk içelim de güneş çıkmadan, biz yola çıkalım... Yol gene o yol.. Diimdüz, kupkuru, ızsız, kuş uçmıyan kervan geçmiyen çölün, keyfinin istediği yerinden koşabile ceğin parçası. Çölde hesab yok. Kimbilir kaç konak aştık, kaç kilometro gittik. Birden uzakta, çok uzakta kopan bir fırbnanın farkına vardık. Orada yer yerinden oynuyordu. Maandan istikbale geliyorlar.. Maan... Yirmi sene evvel meşhur Lâvrens'in, etrafında mekik dokuduğu kasaba. Gözlerim şimşekler yüklü bir bulut halinde gelen karşıki karartıda, hayalimde Büyük Harbin bu yaman casusunun elinden çıkmış şu satırlar var: «Ancak bedevinin tahamtniil edebileceği, ortahğı ce henneme çeviren müthiş sıcaklardan bu nalmış, bitab bir Türk kıt'ası öğleye doğ, ru Maandan hareket etmişti...» Bir anda duvarlan zıp zıp sıçrıyan bir daracık sokağa girdik: Sağımız solumuz hem de otomobilden el uzaülsa yakalanabilecek kadar yakm, hecinlerle doldu. Birbirlerine girmişler, otomobille yarışa çıkmışlardı. Üzerlerindeki bedeviler hep bir ağızdan bağırıyorlardı: Hoş geldin.. Safa geldin.. Ya Ebu Talal! [*] Kılıçlar havada daireler çiziyor, mavzerler, martinler, negantlar, altıpatlarlar takır tukur ortahğı müthiş bir gürültüye boğuyordu. Bir aralık yüzlerle hecinin kaldırdığı tozun içinde artık hiçbir şey göremez olduk. Sade silâh seslerile dolan kulaklarımıza, hâlâ ikidebir, bir tuhaf makamla adeta terennüm edilen şu sözler geliyordu: Bize saadetler getirdin, hoş geldm ya Ebu Talâl!. Sordum: Neden ya Emir Abdullah demi yorlar da... Çölde yiğit, adı ile değil erkek evlâdınm ismile anılır, ancak Allahın bu büyük lutfuna mazhar olamamış insan öz adı ile çağınlmak bahtsızlığma uğrar. Nihayet bir ses dalgası içinde otomobil durdu. Kaç saattir hareketsiz kalmaktan usanmış bacaklarımı uzattım ve a yaklarımı bir kan birikintisine attım: Kurban, kurban, kurban... Karşıki duvarm dibindeki gölgede, kapkara kıyafetlerile toplanmış kadınlar bülbüller gibi şakıyorlar: Lü.. lü.. lü.. ra yok, rasgelen içeri giriyor ve ortada oturan Emirin eline sarılıyor. Kimi şöylece dudağına yaklaştırıp uzaklaşıyor, kimi sülük gibi yapışarak şapırşupur ö püyor, sonra da yüzüne gözüne sürüyor. Kimi de buna kanmıyor, Emirin başını avuçlayınca dudaklarına götürüyor, al nından habre ha öpüp duruyor. Bazılar: da bir kere ile doymuyorlar, üç beş da kika sonra tekrar gelip, tekrar ellerine ve başına sarılıyorlar. Asıl fecii bu el öpme merasiminin acemileri, Emirin elinden sonra, yanında o turan benim de ellerime atılıyorlar. Ve bu, baht işi.. İçlerinde temizpak giyinmiş insanlar da var, aylardanberi ne kendisi, ne de sırtındaki biricik libası, kısacık entarisi su yüzü görmemiş baldırı çıplak, çipil, burnunu çeke çeke sıntan bedeviler de var. Her iş bitip de, ikametimize tahsis edilen eve gitmek üzere ayağa kalktığımız zaman Emirin kulağına eğildim: L»eçmış olsun.. Size de.. diye gülümsedi. Bızı çatısı altında bir gece barındıra cak olan evimizin önünde mahşerî bir kalabalık vardı. Silâhlarının namlulannı havaya kal dırmış ve sıraya dizilerek çöl şarkıları söyliyen bedevilerin önünde davullu tefli bir grup ağır ağır ilerliyerek birşeyler çalıyor, sonra bunlann arasmdan perişan kıyafetli biri kendini yere atarak upuzun fırıl fırıl dönerken gene tefini fiskeliyerek ahenge uyuyordu. Çölde ancak yirmi beş, otuz senelik bir gayretten sonra bir çalgıcı bu mertebeye erişebilir; diyen muhatabıma gülümsüyorum: Yerde sürünmek mertebesi mi? Şarkılan, davul, tef gürültülerini, a rasıra da silâh patırtıları ve kadınların çığhkları kesiyor. Yemeğe buyurun.. diyorlar. Kırk kişilik yemek masasmın üzerin de, ferah ferah dizçöküp oturabileceğim beş sini. Ve bunlan dolduran pilâvların üstünde de nar gibi kızarmış birer bütün koyun. îştiha ile kaptığım bıçağımı önümdeki bedbaht koyunun neresine saplıyayım diye ddşünuyordum ki, iri, kıllı bir ko uı, pençesinde, yağları şıpır şıpır damlıyan koca bir et parçası gökten iner gibi tabağıma kondu. Sağıma döndüm, bu; yüzünü ilk defa gördüğüm sakallı, palabıyıklı bir bede\î şeyhiydi. Gözlerini açmış, altın dişli ağzını açmış, cıvık cmk avcunu ve parmaklarını açmış: Faddal.. faddal diyor, bu sefer de pilâva davranıyordu. Ah, şeyhim dedim kendi kendime, berbad ettin bir çuval incin. Gözünden hiçbir şey kaçmıyan Altes Abdullah, yan yan bakarak kıs kıs gülüyordu. Seyhin bu ikramını reddetmek sade ayıb değil, hakaret de sayılırdı. Fakat bu nesneyi yemek de her babayiğitin kârı değildi. Önümdeki pideden kopardığım bir parça ile ağzımı doldurdum ve ağır ağır çiğnemeğe başladım. Bu mükellef, sofranm başında herkes nevaleçin olurken, ben kuru ekmek yi yordum. Sahih, siz koyun eti sevmezsiniz, tavuktan buyurun.. Bu, pilâv ve koyun dağları arasında bir küçücük tepe gibi kaybolmuş, tavuk tabağını, gülümsiyerek, büyük bir misa firperverlikle bana uzatan Emirin sesiydt Teşekkürle tavuğu alırken, şeyh bana Estetik ölçülerine göre, bilmem ona güzel bir kadın denilebilir miydi? Fakat herhalde manalı bir kadındı. Saçları arasında güçlükle farkedilen birkaç gümüş tele bakarak yaşı hakkında hüküm ve renler aldanırlardı. Bu kadın, ihtiyarlamamak üzere yaratılan nadir tiplerden biri idi. Küçük bir tereddüd geçirerek yanına sokuldum. Başını bir tavus gururile çevirdi: Birşey mi söylemek istiyordunuz? §aşırtıcı bakışları önünde, adımlarımm geri geri gittiğini farkederek; daha yu muşak görünmek lüzumunu hissetti: Buyrun... Sizi dinliyorum! Müsaadeniz olursa, dedim, soracağım, mahkemede bir işıniz mi var? Evet! Bir boşanma davası... galiba?.. Evet.. Niçin boşanıyorsunuz?.. Hırçın bir kahkaha ile omuzları sarsıHiç şüphe yoktur ki alınacak tedbirler larak güldü: sanayii sıkıcı mahiyette olmıyacaktır. Niçin hâlâ boşanmadınız? demek Hatta sanayi için bu şeklin daha hayırlı daha doğru olurdu... olacağmı şimdiden ümid edebiliriz. Evlilik hayatı sizi bu kadar yıl F. C. dırdı mi? Gümrükler Vekâleti, gümrük tarifelerinde bazı tadilât yapmak lüzumunu hissetmiş bulunuyor. Bir rnüddettenberi bu mevzu üzerinde yapılan tetkikat ve alâkadar mehafile sorulan bazı sualler artık bu işin tahakkuk etmeğe doğnı gittiğinı gösteriyor. Yalnız şu da biliniyor ki yapılacak bu değişiklik, hiçbiı zaman rüsuma müteallik hane iizerinden olmı yacaktır. Çünkü değişikliği icab ettiren sebebler resmi gümrüğe değil, esas mad delere taalluk etmektedir' Tarifede yapılacak değişikliği icab ettıren hususatın başında tenzilâtla memlekete giren bazı maddelerin gayri muaf olarak gelen bazı maddelerle karışmakta ve piyasada satılmakta olması gelmek tedir. Filhakika ötedenberi teşviki sanayi muafiyetlerinden müstefid olarak resmi tenzıl olunan maddelerin piyasaya satıl:p bir kaçakçılık yapıldığı iddia olunur. Bunun için de ortaya sürülen başlıca misal sanayide kullanılan ipliklerdir. Sanayicilere nazaran tenzilâtlı ve tenzilâtsız iplikler arasındaki resim farkının cüz'î oluşu böyle bir kaçakçılığı manasız bir hale getirmektedir. Ferden ferda hiç bir fabrikatörün böyle bir şeyi yapacağını ummak kimsenin hakkı değildir. Fakat ateş olmıyan yerde düman tütmiyeceğine göre ve devletin şöyle bir neticeye var masına bakılarak bazı kimselerin bu işi yaptıklanna hükmetmek icab ediyor. îlk evlenmenin hasreti «Erkek de kadın da ikinci evlenişlerinde ilk evlenmelerinin çok defa hasretini çekmeğe mahkum oluyorlar» Anketi yapan: Salâhaddin Giingör 13 Yılışmağa başladı; aklı sıra, beni tatlı vaidlerle kandırabileceğini sanıyordu; kendisine karanmı açıkça söylemeli idim: Ben, dedim, henüz gencim. Ma Iımdan bir habbesini dahi kimseye devredemem! Derhal, yüzü değişti: Bana itimadın yok mu? Bugüne kadar, itimadım vardı, dedim, fakat, siz yaptığınız teklifle o itimadı, kökünden baltalamış oldunuz. Benden böyle bir mukabele ummuyordu. Canı sıkıldı ve o can sıkıntısile, bana hayatının bütün içyüzünü ifşa etti: Uç senedenberi boşta geziyormuş. Elinde, avcunda para kalmamış. Mademki bir çatı altında yaşıyormuşuz ve bir nikâh halkasile biribirimize bağlı imişiz. Gelirimizi de birleştirmemiz lâzımmış!.. Sağlam bir iş buluncıya kadar, benim mallarımı kendisi idare etmeli imiş. Esasen medenî kanuna göre, kocanın malı karının, karının malı da kocanınmış! Arada ayrılık gayrüık olamazmış! Ve daha buna benzer neler, neler.. talarımız işe değer vermek, işin önemını belırtmek için ış ke limesi üzerinde ne derin işle mişler, biricik işten ne işler çıkarmışlar?.. Bunu tesbit etmek yaman bir iş olmakla beraber bugün bellibaşlı bir işim olma dığından şöyle bir deneme yapmak istedim. Ortaya bir sürü «iş» çıktı. İşte onlardan bir parça: Türkçe işin arabca tam on tane karşılığı var: Amel, şugl, emir, maslahat, sây, cehd, vazife, hizmet, eser, sun'. Fariside mukabili «kâr» dan ibaret. İş için darbolunan mesellerin haddi yok. İlk lâhzada hatıra gelenler şunlar: İş anlatılıncıya kadar baş elden gider. îş ola ağam. » İş içinde iş var. İş içinde bit yeniği var. îş işten geçti. îş bitti, kavga basıldı. İş bilmiyen adam, oşt anlamıyau ite benzer. İşten artmaz, dilden artar. İş amana binince kavga uzamaz. İş olacağına varır. İşin iyisi altı ayda çıkar. işin sonuna bak. İşin yoksa bekle. İşin yoksa şahid ol, paran çoksa kefil ol, îş bilen, eşin bilen, aşin bilen fa • kir olmaz. İşi altın oldu. işi emiş kanş etti. Iş başa düşünce gayret dayıya dü« şer. A Adana Belediye reisi men'i muhakeme kararı aldı Adana (Hususî) Şehrimiz Belediyesinde geçen sene Seyhan vilâyetince yaptırılan taftiş neticesinde, reis Tur han Cemal Beriker hakkında, Devlet Şurası Mülkiye dairesi tarafından lü umu muhakeme kararı verilmişti. Belediye reisinin, askere çağınlan bir memurun maaşının üçte birinin verifmesi ve yerine vekâleten alman me mura da maaş verilmesi hususunda Şehir meclisinden çıkan bir kararı tasdik etm'ekten ibaret olan bu ihmal is nadına karşı yaptığı itiraz. Şuravı Devlet :Ujmu«n îreyetince hakh görülerafc gDerken kocam, ansızm hastalandı. Ve iddia reddedilmis ve reisin muhakeme birkaç ay sonra da beni, bu dünyada teksine lüzum olmadığına karar verilmiş başıma bırakarak öldü. Senelerce, yas kıyafetile gezdim. Onun acısını, hiç birşey tır. bana unutturamıyacak sanıyordum. Safranboluda da buhran Fakat günün birinde; kendini koca firhâd bir safhada masile takdim eden bir adam karşıma Safranbolu (Hususî) Şehrimizde çıktı. ki odun ve kömür buhranı günün en Orta yaşlı bir kimyager... Oldukça da mühim meselesi haline girmiştir. Adeta ormanlarm içine kurulu olan şehrin yakışıklı... Nedense, nutkum tutuldu. fınncıları ocaklarım mazutla ısıtmağa «Hayır!» diyemedim. alışmaktadırlar. Evlendık. Ona ısmabileceğimi pek Kışm yaklaşması dolayısile bağların ummuyordum. Çünkü, ölen kocam için dan dönen bir kısım halkın beraberlerin içimde tükenmez bir sevgi kaynağı vardı. de getirdikleri odunların hayvanlarile Bu kaynak, henüz kurumamıştı. Kuruyaberaber Orman Koruma kıt'ası tarafın cak gibi de görünmüyordu. dan musadere edilmesi umumî bir hayŞurasını sÖyliyeyim ki; ben, biraz geret uyandırmıştır. Odunsuzluk yüzün liri olan bir kadınım. İkinci kocam, daha den bahçelerdeki güzelim meyva ağaclannın mühim bir kısmı kesilmiştir. evlendiğimizin haftasmda, varımı, yoğueçen yıl köylünün 25 kurusa sattığı mu anlamak merakına düştü: bir vük odun simdi güçlükle bulunmak Sen, tecrübesiz bir kadınsın, diyorsartile 50 60 kuruşa verilmekte ve bu du; mallarını, tekbaşına idare edemez ihtikâr halkın bütresini sarsmaktadır. sin! İyisi mi, bunlan benim üzerime çe vir!.. Umidsiz bir hareketle başını salladı: Yalnız yıldırsa iyi... Koca denilen mahluktan adeta tiksindim. Sebeb?.. Uysal ve temiz bir sesle; cevab verdi: Başmızı ağrıtmazsam anlatayım... Bütün dıkkatimle sizi dinliyorum.. İlk evlenişimde, on sekiz yaşında idim. Kocam tam manasile anlaşabildi ğim bir adamdı. O kadar iyi geçiniyor duk ki, arasıra, içime ürküntü gelirdi: Saadetimin UZUH müddet devam edemi yjşceğini sanki garib bir his, bana vaktinden evvel haber veriyordu. O, böyle söylerken adeta tüylerim ürperiyordu. Ben meğer koca yerine bir Iş yok, güç yok, hükumete haraç soyguncuya çatmışım. Boşanma teşebbü yok. süne, daha o gün girişmek gerekti. Fa Bin işçi, bir başçı. kat, araya girenlerin: îşlendikçe ışılar. Yapma! Etme.. İleride uslanır! İşliyen anahtar ışılar. Hem belki de fena bir niyeti yoktu.. gibi İşliyen demir pas tutmaz. sözlerile avunduk. Herşeyden evvel, ko Bugünün işini sabaha koyma. camı boşta gezer bir adam vaziyetinden Kalan işe kar yağar. kurtarmâk lâzımdı. işin mecaze naklinde aldığı geniş mefTanıdıklarımızdan bazı kimselere hum da ölçüye sığmıyor. Meselâ: «îşine müracaat ettim. Kendisine cebinin harc lığını temin edecek bir maaş bulduk. Fa bak» dersek bildiğinden şaşma manasını da kasdetmis oluruz. (İşi bitmek) tabi kat, kocam bunu terbiyesizce reddetti: rinde acze düşmek, bir işe yaramaz ol Uşak olarak yaşıyamazmış! Bu yaştan mak mefhumu var. îş çıkarmakta güç • sonra, kimsenin emri altına giremezmiş! lük göstermek, belâya sebeb olmak ma Hangi maksadla evlendiğini artık, an nası münderniç. İşin içinden iş çıkarmak lamıştım. Malımı, üzerine çevirtip, bildi sözü ise fesada, nifaka bais olmak mefği gibi yiyecek, benim için de sokaklarda humunu taşıyor. Nasıl ki işin başı deni avuc açmaktan başka çare kalmıyacaktı. lince de fitneye önayak olanlar anlaşıl Böyle haris ve kötü maksadlı koca ile u maktadır. Bu arada iş pişirmek tabirin • zun zaman bir arada kalamazdım. Aley deki şümulü hatırlamamak mümkün hine boşanma davası açtım. Şahidlerim, mü?.. mahkemede, bildiklerini söylediler. Bu İş üzerinde toplanan tabirlerin, meselgünler içinde boşanma kararı alacağımı lerin ve o kelimeye müteaddi, meçhul, kuvvetle umuyorum. sıfat ve saire olarak verilen şekillerin Bu acı tecrübeden edindiğim ders şu hepsini yazsam iyi bir iş olacak amma ooldu: Temiz ahlâklı bir koca ile yaşa kuyucularımı işlerinden alıkoyacağımı mağa alışan bir kadın, ikinci defa evlen düşünerek bu işi işlemiyorum. mek mecburiyeti karşısında kalırsa, çok M. TURHAN TAN düşünmelidir. Erkek de, kadın da ikinci evlenişlerinde ilk kan ve ilk kocalarının çok defa hasretini çekmeğe mahkum oluyorlar. Eğer, nikâhta keramet varsa bence bu İstanbul Emniyet keramet ancak, baştan geçen ilk nikâh ikinci şube müdüiçindir! Müstesnaları oluşu, kaideleri de rü iken Rize Emniyet direktörlüğü ğiştirmez.» ne tayin olunan Ona, son bir söz söylemiş olmak için: Necati, bu kere Ya, dadim, sizi, yalnız sizin için Ankara Emniyet müdür muavinli sevebilecek biri çıkarsa... ğine naklolunmuşOmuzlarını silkti: Bu yaştan sonra mı? Hiç zannet tur. Kıymetli polis âmirine yeni vazimiyorum!.. fesmde muvaffakiSALÂHADDİN GÜNGÖR vetler dileriz. Yeni Ankara Emniyet müdür muavini r Lâdik güreş ve yarış panayırı Lâdik (Hususî) Kazamızın güreş ve yarış panayırı çok güzel bir havada yapıldı. Civar köy ve komşu kazalar dan gelenlerin sayısı pek çoktu. Pehlivan güreslerinde Lâdikli Seyyid başı kazandı. 3500 metroluk at yarışında Samsun jandarma bölük kumandanı Cevdetin hayvanı" birinciliği aldı. Sözlerinin altında gizlenen sebebi, birdenbire keşfedemedim. Fakat, bir gün; ahbablarından olan bir Notere birlikte gitmeği teklif edince ayaklarım suya erdi: Notere gidip ne yapacağız? sordum. diye Rezalet çıkaran sarhoş Kumkapıda oturan sabıkalı manita cılardan Vehbi, karısı Despina ile sar hoş bir halde geceleyin Kumkapıdan geçerken sokakta rezalet çıkarmış. Ö mer adında birini de üç yerinden yaralamıştır. Yarah hastaneye kaldırılmış, sabıkalı yakalanmıştır. Polonya hava ordusu kuvvetlenîyor lü.. Bu da nesi?.. diyorum. Kadınların alkışı, yahud isterseniz sizdeki yaşa.. yerine kabul edin. Mutasarnflık dairesinin büyük salo nunda Emir Abdullahm resminden baş ka hiçbir süs yok. Demek tasvir haramdır bid'atını, çöl de yıktı? İşte görüyorsunuz... Fakat, diye biraz ötede başlıyan Hicaz hududunu işaret ettim, ötede Vehabî ülkesinde, henüz resim de, çalgı da, şarkı da ve daha birçok şeyler de haram değil mi? Bu halk, eğer bir gün vuku bulursa; Vehabî hücumuna karşı yalnız va tanmı korumak için değil, fakat alıshğ; birçok güzel şeylerden mahrum olmamak için de var kuvvetile duracaktır, dediğimiz zaman neler kasdettiğimizi daha iyi anlamıs olmuyor musunuz? El öpme merasimi başlamıştı. Mevki, mansab, rütbe, unvan yok, sı dönmüş, sımsıkı avuçladığı pilâvı ağzma tıkarak: Size zahmet olmasm.. Verin ben parçalayım... diyordu. Tavuk tabağımı yangmdan maî kaçırır gibi uzaklaştırdım. Biz, dedim, tavuğu parçalamadan yeriz.. Allah Allah.. Ya kemikleri? Onları da yutarız.. Şeyh inanmış göründü, o saf insanlarm halile başını iki yanına salladı ve yemeğine daldı amma, tavuğu kemiklerile nasıl yutacak diye beni gözetliyor. Meğer çölde yemek yemek, dayak yemekten de güçmüş.. KANDEMİR [•] Altes Abdullahm büyük oğlunun \sLehistanda, Mokotow'da büyük hava nümayişlerl yapılmı ştır. Resimde, Polonya hava mi Talâl'dlr. Ebu Talâl, Talâl'in babası, verdikleri paralarla yapılan 126 yeni tayyare görülmektedir. demektlr. müdafaası teşkilâtı azasırun
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle