18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
c 22 Mart 1936 CUMHURÎYET SPOR PEDAGOJISİ Hiddet ve spor Öfke ile kalkan, zararla oturur Yazan: Selim Sırrı Tarcan J Biz bîze Ekmek farkı Moskovada bulunduğum kadar bana rehberlik eden Yoldaşla hemen ilk günlerde canciğer dost olmuştuk. Arasıra reim münakaşalanna bile dalardık. Rehberim iyi yetiştırılmış, kanaatlerinde samimî bir kommunist idi. Ben öyle olmadığım için kendisine hiçbir fikrimi beendiremedim. Burada, Moskovalı arkadaşımla yapığım uzun hasbıhallerden bahsedecek deilim. Yalnız o münakajalardan küçük bir parçayı yazmadan geçemiyeceğim: Rusyada birkaç nevi ekmek satıldığını öğrenmiştim. Bunu «sınıf birliği» mefhumuna yakışhramadığımı rehberime söyledim. Bundan daha tabiî ne olabilir? dedi. lnsanlann zevklerini de birleştiremeyiz a! Kimisi ekmeğin beyazmdan hoşlanır, kimi de esmerinden veya siyahından. Herkes canı ne istiyorsa onu yer. Büyük bir ekseriyetin beyaz ekmekten hoşlanacağını düşünerek kendisine hak vermemekle beraber sordum. Peki bu türlü türlü, cins cins ekmekler hep bir fiata mı satılırlar? Hayır.. Kilo başında bir rubleden dört rubleye kadar fark vardır. O halde günde altı ruble kazanan bir i?çi eğer dört rublelik ekmek yemek isterse bu zevkini sık sık tatmin edemiyecek. Yoldaşım bana uzun bir konferans verdi amma bu sefer de ben onun fikrini beğenmedim. Rusyada sınıf farkı olmadığına bütün kalbrmle inanınm. Fakat ekmek farkı duruyor. İV. Miıtıarlar arasında Bir tarih münakaşası Mimar Kemal Altavın vesika diye gösterdiği eserin hiçbir kıymeti yoktur Birkaç vakit evvel bir sabah gazete sinde Trakya abideleri hakkında ve mi mar Kemal Altan imzasile yazılar yazan zatla bu yazılann bazı yerlerini ilmî ba kımdan tenkid eden doktor Osman Şevki Uludağ arasında epeyce münakaşalar olmuş, doktor muanzmm inadı karşısında hakikatin tezahürü için beni bile müda haleye davet etmiş. Meşguliyetin ağır yükü altında bütün gazeteleri okumamn bence imkânı olmadığı için epeyce sürmüş olan bu münakaşalardan haberdar olamamıştım, nihayet vak'a geç olsa da gene geldi beni buldu, bu münakaşalann cereyan ettiği gazete numaralannı öğrenerek hepsini tedarik ettim ve baştanbaşa okudum. Svvelâ millî kültürümüzü ve onun ta rihini alâkadar eden bir mevzu üzerinde beni vazifeye davet eden doktor Osman Şevkiye geç kaldığmı için itizar ederim. Bu münakaşaya kanşacak değilim. Çünkü ötedenberi tıb tarihile meşgul o lan doktorun burada hem dayandığı esas kuvvetli, hem de kendisi tezini ilmî ba kımdan sonuna kadar takib ve müdafaa edecek kudrettedir. Onun için dogrudan doğruya benden sorulan meselenin haki katini ortaya koymak için diyebilirim ki: Mimar Kemal Altanın bir san'at ve sikası diye ortaya koyduğu (Kornelyos Gurlit) in eseri hiçbir suretle bizce isti nad edilecek bir vesika degüdir. Bu eserin hatasız bir parçası bulunmadığmı ben daha on beş yıl evvel talebeligimde anlamış oldugum için millî abidelerimizi kendi elimizle röleve etmenin elzem olduguna i man etmiş ve daha o vakitten işe başla mıştım. Meslekî kabiliyet ve kudreti ne olursa olsun benden evvelki senelerde mimar diplomasını eline almış bir Türkün bu hakikati bugün dahi görememiş olması ve hâlâ Gurlitin kitabına mal bulmuş mıgnbî gibi sanlmış olması bana biraz acı geldi. Mimar Kemal Altanın bu kitabdan ahp ta gazete sütunlannda san'at tarihi mize vesika olarak neşrettigi Edirnedeki Beyazıd binaları plânı baştanbaşa yan tıştır, hele bunlaT arasında bilhassa doktorun tenkidine uğnyan hastanenin merkezî kubbesi etrafına dizilmiş odalann beşer köşeli olarak gösterilmiş olması ta hammül edilir şey değildir. Bu plânda doktorun dahi göremedigi daha ne hatalar yoktur ki: Detaylardan vazgeçelim, ana duvarlan üzerinde gezinirken methal civanndaki mutfak ve çamaşırlık dairesindeki mutfak kısmını tahrif ederek yapmış, ve buradaki dört piyesi üçe indirerek kiler kısmını yutmuş ve yok etmiştir. Gene Gurlit bu plânda bahçeye nazır revaklau dizilmiş olan altı aded odayı yediye iblâğ etmiş ve nihayette halâya yol veren daracık pasajı da oda yapmıştır. Mimar Kemal Altanın bu münakaşalara sebeb olan makalelerinden birinde bir san'at vesikaşj diye nejrettiği Edirnedeki Selimiyenin makta resmi de en kıymetli bir abidemizin san'at namına mas kara edilmiş bir şekli, bir karikatüriidür. Edirnedeki Selimiye bu maskaralıktan çok uzak ve hatta bütün dünyaya bir san'at ve teknik örnegi olabilecek çok yüksek bir eserimizdir. Işte mimar Kemal Altanın kıymet vererek ihnî istinadgâh yaptığı, müze kü tübhanesindeki Gurlitin kitabının mahiyet ve hüviyetini bu vesile ile bir daha söylemiş oluyorum. Isjn garib bir tarafı da, bu münakaşalarda doktor Osman §evki: (Bu neıret tiğiniz plân yanlıştır, hastanenin odalan beşer köşeli değil, dörder köşelidir) de diği ve bu hakikati ispat için mimar Se bakıyordu: Madam, giderken gördün miydi? Garson, gene adamın sorduklanna, gözlerini kırpmadan, hiç kıpırdamadan cevab veriyordu: Evet, Ekselâns! Ali Tunc, kısık kısık bağırdı: Ekselânsı, bırak... Kısa konuş! Peki, Ekselâns! Ali Tunc, yutkundu, sinirini yendi, tekrar sordu: Madamın bindiği otomobili gördün mü? Evet... Siyah lüks otomobildi. Otomobil, otelin kapısında korne çaldı mı? Ü ç kere çaldı. Madan, önce aşağıya inip telefon etmişti. Nereyle konuştu? Biliyor musun? Hayır! Senin, yukanda veyahud aşağıda olmanın bir ehemmiyeti yok... Madem ki garsonsun; muhakkak bilirsin, bileceksin! Madam, telefonda neler konuştu? Madam la Konte», telefon odasına dadın plânlarının neşrini istediği halde Kemal Altan bu hayırhah ikaza da ku ak asmıyarak anlaşılmaz bir inadla: (Neşretsin de ben de plânlanmı sıralıyayrm..) 1! diyor ve bu vaziyetile bu mimar alnını terleten güneşi ikiye bölmek için tahta palasını sıyır&n Donkişota benze miyor mu..?! Kemal Altan bilmedigi birşeyi ögrenmek arzusunda samimî ise doktorun tav siye ettiği gibi Edirne valisine yahud Kültür direktörüne değil, hatta Beyazıd camisinin kayyumu Hüseyin babay* bir mektub yazsın, Hüseyin baba bu hastanede beş köşeli oda değil, hatta halâ a ralığı bile bulunmadığmı kendisine Öğretir.. İlmî bir mevzu üzerinde münakaşa rasgele zihniyetle olmaz, doktorun nezaket ve tahammülü suiistimal edilmiş ve efkân umumiye hiçe sayılmışbr. Memleketimizde kültür ve san'at tari himiz üzerinde tetkikat yapmış ecnebi müellif ve san'atkârlardan çoğunun ilk maksadı Türk san'atımn yüksekliğini, inceliğini arayıp bulmak orijinini tesbit etmek ve bunu dünyaya tanıtmak değil, kendi tabirlerince orijinal eserler yazrp cihan kütübhanelerine satmak ve para kazanmaktı.. Kornelyos Gurlit te bunu yapmış ve muvaffak olmuştur. Hatınmda aldığma göre saltanat devrinde merhum mimar Kemaleddin bu kitabdan bir tane de Evkef heyeti fenniyesine getirtmij ve vakit kitaba altmış san lira verilmişti. Fakat Gurlit gibilerin maksadı ne o lursa olsun biz Türk mimarlannın vazi femiz bunlara bağlanmak değildir, hele bugünkü samimî kültür ve tarih araştır malan arasında pek hassas olan efkân umumiyeye böyle yanlış ve kötü şeyîeri vesika diye sunmak son derece zararlıdır. ünkü mesele naziktir, bu nezaketi bü tün meslek mensublanndan ziyade biz Türk mimarları hatırlamahyız. Bizim vazifemiz öz kaynaklan arayıp bulmak, bu uğurda calışmak, yorulmak ve biraz terlemektir. Doktor Osman Şevkiye de ufacık bir sereznişle sözümü şimdilik bitirmek iste rim: Bu münakaşalar arasında Edirnedeki bu çok şayanı dikkat hastanenin şim diye kadar yanlış yapılagelmekte olan plânının ilk defa mimar Sedad Çetintaş elile düzeltilerek doğrusu meydana çıkanlmış olduğunu zikretmiş olsaydı bu ka dirşinaslık bana emeklerimin manevî bir mükâfah olmaz mıydı, işte bu Gurlit gibi gayrisamimî ecnebilerin böyle şaşırtıcı eserlerini, mugalâtalannı paçavraya çevi ren bir millî san'atkâr bilmem ki bu ka darcık bir taltife değmez mi..? Mimar SEDAD ÇETİNTAS Çocuk kimin? Fenni imtihana çeken bir davaya şahid oluyoruz. Nermin adını taşıyan ve iki kadın tarafından paylaşılamıyan bir çocuk bu imtihana mevzu teşkil ediyor. Her müşkülü yenmek iddiasında bulunan fen, bakalım şu tecrübeden nasıl çıkacak? Bir iki bin yıl önce bu gibi davalar hekimlere değil, kıyafet ilmi mütehassıslanna havale olunurdu. Kıyafet, biraz kehaneti andırmakla beraber başka bir ilimdi ve kıyafetülisr, kıyafetülbeşer diye iki şubeye aynlmıştı, birinci şubeye intisab edenler, insanlann ve hayvanlann kumda, toprakta bıraktıklan izleri muayene ederek onlann kime aid olduğunu tesbit ederlerdi. Arablar bu ilimde pek ileri gitmişlerdi, bir izden onu bırakamn ihtiyar mı. gene mi; erkek mi, kadın mı; kız mı, dul mu olduğunu bile keşfederlerdi. Kıyafetülbeşer, iki şahsın azası, eşkâli arasmdaki benzeyişi onlann soyda ve kanda bir olup olmadığmı bildiren ilimdi. Buna «feraset» te denilirdi. Bugün de Necit kabileleri arasında kıyafetülbeşerle uğraşanlar vardır. Bu mütehassıslar iki insan arasmdaki soy ve kan yakınlığım tesbitle iktifa etmiyorlar, insanlann heyetinden, şeklinden, renginden huylannı, iyi ve kötü taraflarını da anlıyorlar. Tarih, bu ilme dayanılarak yapılan işlerin en mühimmi olarak Ziyad İbniebih adlı ve çok zeki bir adamm meşhur Muaviye tarafından kardeşliğe kabul olun • masını kaydeder. Ziyad düpedüz piçti, fakat dâhi sayılacak derecede zeki idi. Muaviye, isyanlar ve ihtilâller tertib ederek elde ettiği saltanah kuvvetlendirmek için Ziyadın da yardımını kazanmak di' ledi, kıyafetülbeşer mütehassıslanna mü racaat etti. Onlar, piç Ziyadla Muaviyenin babası Ebu Süfyan arasında birçok kuvvetli benzeyişler ve Muaviye ile de andmşlar tesbit ettiklerinden Ziyad, Umeyye oğullan arasına katıldı, babasınm oğlu diye anılmaktan kurtularak Ebu Süfyan zadeliğe geçti. Fakat o devirde islâmî hükümler de revacda idi. İstilhak denilen bu çeşid kardeşleşmelere göz yumulamıyordu. O sebeble dedikodu başladı. Muaviye de işe dinî bakımdan kuvvet vermek istedi. Bir meyhaneciyi yalancı şahidliğe sevketti. Bu adam, Ebu Süfyanm bir sarhoşluk anında Ziyadın anasile görüştüğüne ve kadının bu görüşme sonunda gebe kalıp Ziyadı doğurduğuna şehadet ettiğinden mesele kapandı. Nermin davasında söz, fennin görünüyor amma o, kekelıyor ve pek mütereddid konuşuyor. Mahkeme bu rekâketi hükme mâni gördüğü takdirde hakikat Nermini paylaşamıyan kadınlann insafma kala . cak. Bakalım onlardan biri, analık haklanndaki ilâhî inceliği düşünerek doğruyu söylemek büyüklüğünü gösterecek mi? M. TURHAN TAN Hiddetle verdikleri kararlar mutlak yanlış olur. öfke ve kızgınlık içerde toplanan bir gaz gibidir, mutlak patlamak ister. Şampanya gibi mantar fırlayınca köpükler etrafa taşar ve hiddet sükut bulur. Buna imkân olmazsa bu gaz bütün vücude yayilır ve sahibini zehirler. Bay amcası bu çocuğa bir türlü Hiç şüphe yok ki hiddet, öfke, çabuk lâf anlatamıyorum. Mektebde muallimi kızma marazî bir haldir ve tedavisi mümsmıfta en yakışıkh olan sekizini ayırauş kündür. Bu zehirin panzehiri »erin kansiz Cumhuriyet bayramında izci kıya lılıkhr. feü giyeceksiniz demiş. Bcn de BeykerBelki jimdi bana «peki ama serin kanden bu rubalan aldım. Kırmızı bo lılık insanm elinde mi, bu bir mizaç işi yun mendili tükenmiş olduğundan değil mi?» diyeceksiniz. elinde tuttuğu parça. parça mor mendili Ben de size «evet! Mizaç işidir. Fagöstererek ben de bunu aldım. Bunu kat terbiye o mizacı tadil edebilir» diyegörünce Haluk Allah vennesin kudurdu. ceğim ve vasıta olmak üzere de sporu Ben o mendili bağlamam. Herkese rezil tavsiye edeceğim. Bilhassa boks, güreş, olamam, dedi. Biraz nasihat edecek oleskrim, futbol, kriket, hokey, beyzbol dum ne miimkün kendini yerden yere atgibi savaş sporlan hiddeti, öfkeyi geçlrtı. Mendili de böyle didik, didik etti. mek için en birinci ilâçtır. Şaştınız de Sağ olsun pek asabil ğil mi? Öyle ya boks yaparken insan Başka bir evde gene kıyametler ko hasmından yumruk yiyince büsbütün kıpuyor. Çocuklar her biri bir deliğe sin zar, çileden çıkar veya bir futbol ma miş anneleri perişan, babanın gözleri a çında karşı tarafın golleri üçü dördü bunadan atmış bıyıklan tersrae dönmüş: lunca insanm öfkesi beynine vurur. Ha Geberteceğim! Ikisini de geberte yır, hayır bu gibi sporlarda kızanlar ceğim. Sokak süpürgesi gibi sürtükler ne sporun manasını anlamamış olanlardır. vakit gelsin komşudalar artık koca kız Bir boks, bir eskrim veya bir futbol maoldular. Ben öyle şey istemetn. Ben his çında daima öfke ile kalkan zararla o setmedim mi? Biraz evvel usulcacık ka turur. Bunun için değil midir ki bir boks pıdan girdiler. Vallahi pastırmalannı çı maçında yüzleri, gözleri yumruktan ta karacağım. nınmaz bir hale gelen genclerin dudakZavallı ana kocasmı teskine çalişıyor. lannda tebessüm hiç eksik olmaz. ÇünAffet! Bir daha gitmezler bu sondur, di kü o maçlar daimî bir serin kanlılık ve yor. Halbuki aç kamına üsrüste içtiği sukunet ister. Eskrimde kızan mutlak yeüç kadeh rakı adamcağızm başma vur nilir. Sinirlerine hâkim olmryan pehlivamuş gözü birşey görmüyor. Vurmak, kır nm çabuk sırtı yere gelir. Dikkat edil mak, dökmek istiyor. mişse görülmüştür. îyi ve usta pehlivanİşte tahlile değer iki vak'a. Umumi lann yüzü daima güler. Cihan pehlivanı yetle hiddet, bfke ya çocukluğa mah merhum Kara Ahmedin dudaklannda sus bir kusur veya olgun kimselerde al daimî bir tebessüm vardı. kolün bir neticesi sanılır. Halbuki ayık Amerika CumhurTeisi (Roosevelt) in gördüğümüz pek çok kimseler vardlr ki hatıralannda okudum. Bu zat şöyle anâmirin karşısında kuzu bazan tilki ol • lahyor: duklan halde madunundakilere karşı if«Siyasî hayatımın başlangıcında Newrit kesilirler. Ne şekilde olursa olsun. Is York polis müdürlüğünde iken kenar ter çocukluk, ister alkol, isterse iklim ve mahallelerde amele arasında hiç kavga ya mizaçtan ileri gelsin. Hiddet, öfke eksik olmaz, en ufak vesilelerle kan dö^ e a kendimize, hem etrafımızda bulu külürdü. Buna karşı tedbir olmak üzere nanlara zarar veren bir kusurdur. o civarda boks salonlan açhm ve atneHiddeti cebinde taşıyanlann daima lenin bedava devamma izin verdim. Bu kaşlan çatıkhr. Suratlan asıktır. Kavga sayede kabına sığamıyan delikanlılar eder gibi komışurlar. Rüzgârdan nem yatıştı. Kavgalar hiç denecek kadar akaparlar. Ters olduklan için herşeyi ters zaldı.» görürler, her sözü ters anlarlar. Benim spor iptilâmı bilenler ikide bir Yemekten önce hiddetlenirse iştihalan «boks ta nedir durduk yerde dayak yekapanır, yemekten sonra öfkelenmişlerse mede ne mana var» derler. hazimleri bozulur. Evet vücutleri teşekkül devrini bitir Hiddetle ne söylediklerini, ne yap miş ve jimnastikle bedenini terbiye etmiş, tıklannı bilmezler. En çok sevdiklerini, delikanlılar için boks ve savaş sporlan en çok saydıklannı kırarlar, incitirler, çok faydalıdır, çünkü el yumruğu yeraibaşlarlar. Biraz sonra bir pişmanlık du yen kendininkini bozdağan armudu sa yarlar. Fakat ne yazık ki ok yaydan nır! çıkmış bulunur. * SEÜM SIRRI TARCAN Misafir gittiğiniz bir evde bakarsınız sekiz on yaşında bir çocuk bağınyor, tepiniyor, elini geçeni kınyor, suratı kıpkırmızı olmuş, saçlan kirpi gibi havaya dıkilmiş. Siz hayret içinde kuzum bu ne hal? Ne oluyorsunuz? Derken, annesi dudaklannda acı bir tebessümle anlatır: Göçmenler için Romanya ile yeni bir anlaşma yapıldı Bükreş 21 (A. A.) Hususî muhabirimiz bildiri yor: Dün Başvekil tarafından kabul edilmiş olan Tür kiye elçisi Ham dullah Suphi Tanriöver bugün Ha riciye dairesinde Dış Bakanlığı ge nel sekreteri ve di Elçırmz Hamdullah ğer alâkadar Ba Suphi kanlıklar mümessillerinin de hazır bulunduğu bir toplantıya iştirak etmiştir. Bu toplantıda göç işlerine dair iki hü kumet arasında cereyan eden müzakerelerin neticesi tesbit edilmiştir. Türkiye elçisi, esasları tesbit edilen mukaveleyi, hükumetine arzetmek ü zere, çarşamba akşamı buradan hare ket edecektir. Romanya gazeteleri, göçün 15 nisanda tekrar başlıyacağım ve yalnız geçen sene mallarını satmış olanlann gidebileceklerini yazmaktadırlar. Böcekçilik kurslan Adapazarında açılacak Bursa (Hususî) Her sene ilkbaharda şehrimizdeki İpekçilik Enstitüsün de açılan (Böcekçilik kurslan) bu sene Adapazarında açılacaktır. Adapazarmın ipek böcekçiliğinde mühim bir mevki almıya başlamış olması ve orada birkaç fabrikanm da açılmış bulunması gözö nüne alınarak Bursaya kadar gelemiyecek olan Adapazarlılarm böcekçiliğin fennî usullerini öğrenebilmelerini te min maksadile bu kursların birinci devresi nisanm altısmda Adapazarında başhyacaktır. Kursa memur edilen böcekçilik müvermiştir. tehassısları ve alâkadarları bugünlerde Amasyada bereketli yağmurlaı Fransa,jıın yeni Ankara elçisi Bursadan Adapazanna gideceklerdir. Amasya 21 (A.A.) Bu gece fasıla Paris 21 (Hususî) Kabinenin buDerslere orada başlanacaktır. Koza borsiz yağan yağmur ekin için çok fay sası bu sene halka 300,000 dut fidanı günkü toplantısında M. Ponsonun Ankatevzi etmiştir. dalı olacağından köylü sevinclidir. ra elçiliğine tayini tasdik edilmiştir. Git! Der gibi işaret etti. Kafası, bir yanş pisti olmuştu ve «siyah otomobil», bu pistin etrafında cehennemî, şeytanî bir hızla dönüyor, dö nüyordu. Kulağmda birdenbire telefon zilleri çalmağa başladı; sonra ziller sustu; bir otomobil kornesi acı acı öttü. Ali Tunc, düştüğü boşluktan kurtul mak, hiç olmazsa, bir yere tutunmak istiyordu; gitti, zile bastı. Döndü, bir koltuğa çöktü. Çok geçmedi, kapı hkırdadı; bir garson, içeri girdi. Ali Tunc, elile yanına çağırdı: Gel... Soracaklanma doğru cevab ver. Elini cebine soktu ve cüzdanından bir beş liralık çıkardı, garsona uzattı: Doğru cevab vereceksin! Anlıyor musun? Garson, Ali Tuncun uzattığı parayı, parmaklannın ucu ile aldı, ve avcunda sıkarak eğildi. Ali Tunc, garsonun gözlerinin içine Atina 21 (Hususî) Yunanistanın haricî siyasetini tetkik etmek üzere toplaGazi Anteb (Hususî) Eski gümü nacak liderler meclisinin nisanın ikisinde mecidiye ve eczasmın kalkması üze içtimaı kararlaştınlmıştır. Bu meclisin hirine piyasda derhal bir ufak para buhtamından sonra Balkan Paktı konseyinin ranı görülmüş ve bu vaziyet büyük içtima günü tesbit edilerek Türkiye, Yumüşkülâta sebeb olmuştur. goslavya ve Romanya hükumetlerine bilBu havalide alışveriş gümüş para il dirilecektir. yapıldığı için ufaklıklar da en ziyade bu Yunanistan, Polonyadan gümüş mecidiyelerin eczasından iba retti. Bunlar piyasadan kaldırıhnc harb malzemesi alıyor sıkıntı başgöstermiştir. Hükumetimizin Atina 21 (Hususî muhabirimizden) bu havaliye külliyetli miktarda ufak Yunanistan, Polonyaya sattığı tütünlere para göndermesi lâzımdır. mukabil harb malzemesi almağa karar Gazi Antebde ufak para buhranı var Yunanistanın haricî siyasetini tetkik edecek meclis Hava tehlikesini bilen üyeler Ankara 21 (A.A.) Hava tehlikesini bilen üyeler: 12.066 Kemal İstanbul terzi 25, 12,067 Jozef Riçi sigorta şirketi 50, bir defalık, 12,069 Rozolato Badişe îstanbul Aseküranz sigorta şirketi 25, bir defalık, 12,070 Kader piyango gişesi îstanbul 50, 12,071 Petro Angelidis cenaze levazımcısı 20, 12,072 Prodromos Takazoğlu Istanbul kahveci 20, 12,073 Yerasimos Papaan doniu Îstanbul kitabd 20, 12,74 Vasilâki Gariboğlu îstanbul avukat 20, 12,075 Menelaos Lambrino îstanbul çorbacı 20, 12,076 Panayot Papastratos îstanbul doktor 20, 12,077 Manol Sekelaridis İstanbul şekerlemeci 20, 12,078 Kiryako Pambukoğlu îstanbul manifaturacı 25 er lira vermişlerdir. girdiler ve telefon odasmdakileri dışan çıkarttılar. Ses dışandan da duyulmuyor muydu? Hayır, Ekselâns! Peki... Telefondan onu çağıran kimdi? Bir erkek sesiydi! Gene mi, ihtiyar mı? Gene sesine benziyordu. Ne diye çağırdı? Madam la Kontesi, çabuk telefona çağınn! diyordu. Madam la Kontesin burada olduğunu biliyorlardı. Madam, önce telefon ettiği zaman, telefoncuya bir şey söylememiş miydi? Madam la Kontes, telefoncuya; beni, çağıracak olurlarsa, hiç vakit ge çirmeden, hemen yukan haber göndereceksin! diye emre,tmişti! Madam, telefona çağınldığı zaman, neler konuştu? Kesik kesik, kısa kısa birşeyler söyledi! TEŞEİCKÜR Şişhanedeki tramvay faciaıında aldığım yaralardan dolayı hastanede yattığım müddetce lutfen beni arıyan ve hatınmı soran sayjı değer Bay an ve Bay arkadaşlarıma ayn ayrı teşekkürlerimi lunar ve saygılanmı yenilerim. *** Şişhanedeki tramvay faciasında almi) oldujum yaraları böyük bir hazakatle tedavi eden Altınbakkal Pastor Fransız hastanesi ve memleketimizin değerli ve ünlü operatöru Bay Barbut ve asistanlanna ve hastanede kaldığım mflddetce bana unutulmaz bir şefkatle bakan hemsire ve pantumancılara ve heyeti idareye gazeteniz delâletile alenen tesWkkür eder ve «ayyılarımı sunmagrı bir borc bllirim. Şehzadebaşı Hilfil Sineması sahibl ŞUkrU Aşk ve macera romam Yazan: MAHMUD YESAR1 4 9 Merdivenlerde tekrar pıtırdılar oldu; kapı, hafifçe ükırdadı; Metrdotel, gö ründü: Emriniz ekselâns! * Ali Tunc, Metrdotele baktı, bîrjey soylemedi. Metrdotel, ağır ağır adımlarla ilerle miş, Ali Tuncun önünde durmuştu; göğdesini yan iğerek söylüyordut Madam Lâkontes, otomobile binerken, ekselânsın bir emirleri olup olma dığını sormaklığımı emrettiler. Ali Tunc, kendi hayallerine saplan mışh: Siyah otomobil, değil mi? Metrdotel, dudaklannda gizli bir gülümseyişle iğildi: Evet, ekselâns! Ali Tunc, birdenbire kendisine kızdı; kımıldanmak, birşeyler yapmak, sormak, söylemek, anlamak, öğrenmek istiyordu. Fakat beyni, çürük bir et parçasıydı sanki... Kafasının pelteleşmesine kızıyor du. Ali Tunc, Metrdotele tekrar baktı, elile t Meselâ neler? Bilmediğimiz bir dilden konuşu « yorlardı. Oteldeki garsonlar, hangi dilleri bilirler? İngilizce, fransızca, almanca, rumca, ermenice, italyanca, bilirler. Demek bu dillerden başka bir dille konuşuyordu. Peki, en çok, hangi dile benziyordu. Biraz almancaya... Madamı almağa gelen otomobüde kim vardı? Şoförden başka kimse yoktu. Otomobil, ne tarafa gitti? Yukanya... Yani, Galatasaray, Taksim tarâfına mı? Evet, Ekselâns! Sen madaı eskiden tanıyor musun? Kızılay balosunda ekstra çalışiyordum, orada gördüm. Peki, niçin Kontes diyorsun? Metr dotel tanıyor! (Arham. var)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle