22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
24 Mayı» 1935 Almanya intıbaları Kız önderler okulunda Alman kızlarile yemek İnhisar İdaresinde Holandada bir göl buulunan memur kurutuluyor ve bir lar için ada kayboluyor Adolf Hitlerin Hayat Neş'eli, saf, temiz ve sıhhatli genc önderlerle bera Devlet DemiryoIIari me Holandalılar 100,000 kurber tath tath yenilen yağsız bir yemeğin sefası murları koruma kanunu ban verdikleri Bahrimukabul edilecek hitten intikam alıyorlar Genel bütçeye dahil olmayıp hu susî bütçelerile idare olunan devlet memurlarının diğer emsalleri gibi te kaüd hakları olmadığı malumdur. Bu kümeye giren Devlet Demiryollan memurlarının ihtiyarlıklannda istikballerini korumak ve vazifeden mütevellid hastalık, ölüm veya kaza gibi vaziyetlerde kendilerine veya ailelerine ve rilecek tazminat esaslarını tesbit etmek üzere İsviçre Demiryollarından bu işlerde mütehassıs bir zat, Bayındırlık Bakanlığınca davet olunmuştu. Bu mütehassısm vücude getirdiği proje Bakanlıkça tetkik edilmiş ve bazı tadillerle kanunlaşmak iizcre Kamutaya verılmiştir. Hazine hukukile memurların menfaatini mütevazin bir şekilde karşılıyan bu proje alâkadarlarca pek beğenilmektedir. Devlet varidatınm, dörtte biri gibi mühim bir kısmını sağlayan, temin ve tahsil eden inhisarlar memurları için ayrıca bir koruma kanunu projesi hazırlanarak Kamutaya verilmiştir. Me murların haklarını ve istıkballerinı kâfı derecede koruyacak kayidleri ihtiva etmediği anlaşılan bu projenin bir ta rafa bırakılarak Devlet DemiryoIIari memurları için vücude getirilen proje nin aynen inhisar memurlarına da tatbikı hakkında Kamutayda kuvvetli bir cereyan hasıl olmuştur. Bundan ha berdar olan alâkadar memurlar Devlet Demıryollan memurlan için hazır lanan projr^m kendilerine de tatbikı hususunda In .isarlar Bakanlığıle saylavlara müracaatte bulunmuşlardır. Devlet varidatınm mühim bir kısmını temin eden bu idare memurlarının istikballerinin esaslı bir şekilde korunması, işlerine bağlanma ve çalışma tarzlarında da devlet lehine tesirler husule getireceğinden, temennılerinin müsaid bir şekilde nazarı itibare alı nacağı ümid edilmektedir. Nazi reisi gamalı haçı nereden bulmuştu? Hitler çocukken Lambach manastırının her köşesinde hep bu işareti görüyordu, gamalı haç bu çocuk ruhunda öyle yerleşti kL Hitlerin, birdenbire değişen bir mizacı vardı ki, anasmı ve babasnı şa şırtıyordu. Kırlarda, ormanlarda koşup dolaştıktan sonra eve dondüğü zaman annesinin kucağına saklanıyor ve linirli parmaklarile annesinin elbise sini buruşturuyor, bir dakika sonra, sanki gizli bir buhranı yenmeğe mu vaffak olmuş gibi canlı ve güleç, ye rinden fırlıyor. Gene maceralara koşuyor, harekete olan ihtiyacını gös teriyordu. Akşamları, öteki çocuklarla beraber, Lambach manastırındaki küçük kili sede taganni dersi alıyordu. Bu ma nastırda, hâlâ, dinî âyinlerden büyük bir zevk duyan, ıssız koridorlarda, sesveren avlularda, mezarlarda şiirli manalar sezen, bazan papaz olmağı kuran fakat gururu her türlü arzusuna mâni olan Hitler isminde bir çocuğu hatırlıyanlar var. Lambach manastırı, 1859 dan 1872 ye kadar, kardinal Schvvarzenbergin eskı " ;bi Theoderich Hagen tarafındar e edilmiştir. Belki de Hagen ismı almancada karga gagası de mek olan Haken kelimesine benzeyi şinden, bu zatın arması üzerinde haç vari bir işaret bulunuyordu. Hagen, eline her fırsat geçtikçe bu işareti duvarlara, taşlara kazdırmaktan geri durmazdı. Köşeli bir haç olan bu mu ammalı işareti, Hitler, manastırın her köşe bucağında, her mıhrabında, her masanın, iskemlenin üzerinde görü yordu. Bu işaret, talebe Hitler üze rinde gayet derin bir tesir bırakmış, sonralan, ilk taraftarlan için birlik işareti olarak bunu intihab etmiştir. On dan evvel hiç kimse de şimal ırklan nin eski remzi ve daima değişen ziya nin döner haçı olan bu işarete dıkkat etmemişti. Belki de bunu gören olma mıştı. Yalnız, ailesi daima baskı al tında bulunmasını istediği için mektebe devam eden on yaşındaki bir çocuk, bu işaretin altında saklı bulunan ma nayı keşfetmeğe uğraşıyordu. Hitler, âmirane tavırları ve hareketlerile papazların dikkatini çekmemiş olsaydı bu ıssız manastırda hiç kımsenin gözüne bile çarpmazdı. Arkadaş larına loş kubbelerin altında rehberlik eden ve smıftaki sıraların üstünde onlara yerlerini gösteren o idi. Mızıka dersinde akord sesini veren de o idi. Başkalannın başına geçmek, verilen derslere içinden itiraz, yahud açıkca münakaşa etmek, başkalan ü 3 ' Holandadan bir manzara Holandalılann eski bir sözü var dır: «Dünyayı Allah yarattı, Ho landayı, Holandalılar yarattı» der ler. Bu memleketin tarihini ve Bah ri muhite karsı asırlardanberi açtığı mücadeleyi tetkik edecek olursak bu halk darbı meselinin kısmen doğru olduğu anlaşılır. Daima sularla cenkleşen Holandalılann bu mücadelesi bir nevi arazi kazanma harbidir. Büyük Harlem gölü kurutulah bir asra yakındır. O zamanki fen vasıta larının bugünkülere nazaran noksanlığı gözönüne getirilecek olursa, o gölü kurutma isinin ne kadar muazzam bir önemi (ehemmiyeti) olduğu hemen görülür. Bu sayede, Holanda, bugün bastanbaşa ekilen fevkalâde verimli 18,000 hektar toprak kazanmıştır. Sular al tından çıkan bu mıntakada bugün binlerce köylü barınıyor. Turk gazetecileri Kobleuzdaki kız önderler senc ktzlarla beraber okulandaki Yeşil vadile rin çamlıkları a rasına sıkışmış olan Mehlemdeki Hitler genclik teşküâtı önderle ri okulundan çık tıktan sonra, mükemmel otokan mız bizi Ren ke narından Koblenz şehrine götürdü. Ne bayındır (mamur) yerler Allaı hım! Ren nehri nin yemyeşil kı yılarında üç sıra yol var. Nehrin tam kenarında pi yadeler ve bisik . letlilere mahsus Kız önderler okulun bahçerinde şcarkt töylet lerken gezinti yolu... Biraz yukarıda 100 kilometro süratle giden trenlerin geçtiği çifte, bazan üçüzlü, bazan dör derli demiryollan, balastları bir metro yüksekliğe yakm, traverslerinin arası birer karış olan sapsağlam Al man demiryollan... Bunun üstünde de kâh asfalt, kâh parke otomobil ve araba yolları... Bu yollarda kocaman otokarlar bile meydanı boş buldular mı, 120 kilometro hızla gidıyorlar. Otokarımız Koblenzde bahçeli bir binanın önünde durdu. Bu şehir, Büyük Harbın başlangıcında Alman Başkumandanlığının karargâhı idi. General von Moltke her nedense Paristen ve Belçikadan çok uzak olan bu şehri umumî karargâh yapmış ve taarruz ordusundan bu kadar uzak kalması, onun Marne meydan muharebesini kaybetmesine sebebiyet veren âmillerden biri olmuştu. Bahçeli binadan içeri girerken Alman dostumuz, gülerek bana: İşte şimdi de içi kuş dolu kafese geldik; dedi! İçeri girdik, beyaz bluz, siyah eteklik giymiş ikı genc kadın bizi karşıladı. Takdım edildık. Bayanlar, riitlerci genclik teşkilâtına kız önderler yetiştıren Koblenzdeki okulun müdırile muavini imiş. Kapılar açüdı, genc kız seslerinin okuduğu bir almanca şarkı kulaklarımızı okşadı. Bir kapı daha açtılar. Küçük bir salonda 70 80 kadar genc kız, halkava,ri iskemlelere oturmuşlar, içlerınden ikisi gitar çalıyor, ötekiler şarkı söylüyorlardı. Bizi görünce bıraz şaşaladılar, birbırlenne bakıştılar, fakat şarkıya devam etti ler. Dershaneden çıkarak okulun her tarafmı gezdık, yeni bir bina olma masma rağmen harıkulâde temızdi. Yataklar, gemilerde ve kışlalarda olduğu gibi üstüste ikışer karyoladan mürekkebdi. Biraz sonra yemeğe buyurun dedıler. At nalı şeklinde bir sofra kurulmuş olan bir yemekhaneye gırdık. Kızlar orada bizi bekliyorlardı. Bız yirmi kadar Turk ve Alman erkek Hıtlerci önder kızlarla yanyana yemek yiyecektik. Aralarına dağıldık. Etrafımızdaki kızlar birdenbire ellerimizi tut tular ve bir şarkı söylemeğe başladı lar. Böylece elele ayakta, hem şaşkm, hem memnun bir halde şarkıyı dinledik. Şarkı bitince kızlar ve Almanalar: Hayl Hitler! (Varolsun Hitler) temennisini tekrarladılar. Sofraya oturduk. Alman dostum karşıdan bana soruyordu: Nasıl, kafesi beğendin mi? Kanarya kafesi azızim, dedırn, mükemmel! Sağunızda, solumuzda birer, ikişer, karşımızda üçer dörder genc kız oturuyordu. Benim sol tarafımda ve Ahmed Şükrü Esmerle aramızda oturan ingilizce, sağımda, Neş'et Halil Atayla aramızda oturan da fransızca biliyorlardı. Her renkte, her boyda, 21 ile 13 arasında her yaşta olanları vardı. Altm gibi sarı saçhlar, yahudi gıbi kızıl saçlılar, Türk kızı gibi kestane ve kara saçlılar vardı. Hepimizin, hatta en uslumuz olan Asım Usun bile ağzı kulaklarına varıyordu. Yemeklerın hatırımda kalmasına pek imkân yok ama bol bol patatesten ve reçelli krem karamelden ibaretti galiba. Kızlar kâğıd helvası kadar ince, bayat kara ekmeklere el sürmüyorlardı, bir damla su veya bira içmiyorlardı. Boğazımıza" dizilen yemekleri indırmek için su istediği miz zaman kendi hizmetlerini nöbetleşe kendileri gören ve bu arada bize de hizmet eden bu bayan önderier su verdıler. Verdıler ama su içtığimıze de gülduler ve şaştılar. Ekseri Avrupa memleketlerınde içilen su maden suyudur. Alelâde sulara rağbet yoktur. Esasen bizim memba suları mız gibi kana kana içilecek su da yoktur. Yanımdaki fransızca bilen bayan öndere sordum : I^için ekmek yemiyorsunuz, su veya bira içmıyorsunuz? Bunu bilmiyecek ne var. Şiş manlayıp endamımızı bozmamak, vücudlerimizi çirkınleştirmemek için. İncelik derdi, Almanyanın Koblenz şehrindeki bayan önderlere kadar sarmıştı. Yemek yemekten ziyade söhbet ettik dersem inanırsınız değil mi? Fransızca bılen kız, hem en zeki ve şeytanları, hem de en güzelleri idi. Kendisini, önderlerin guzellık krali çesi seçtiğimizi söylediğimız zaman alay etti ama sevinc ve gurur duymadı da değil. İsmi Luiz Froylayn bil mem ne olan bu genc kıza sordum: Demin müzık salonunda bizi ilk gördüğünuz zaman bıraz şaşaladınız. Turk gazetecılerının sizi zıyaret edeceğini biliyordunuz. Galiba. hayali nizdeki Türklere benzemedığımiz ıçın şaşırdınız değil m i ' Genc kız, Evet, dedi. Biz sizi koca bıyıklı, uzun sakallı, sarıklı, cübbeli fılân sanıyorduk. Halbuki hiç öyle çıkmadı nız. İçinizde esmerler bile az... Meselâ, sizi pekâlâ bir Alman sanabilir dim. Neş'et Halil Atay, sinirlendi, kar "Hitlerin kâçuklağü zerinde tesir yapmak hususunda şid detli bir ihtiyac duyuyordu. Herşeyin uyumağa, sinmeğe mah kum olduğu bir manastır muhitinde,] herhangi bir talebenin simasınm ve ahS lâkının, otuz dört sene sonra bile ha • tırlanacak kadar yer tutmuş olması, pek nadir tesadüf edilen hallerdendir. Hitler ailesinin evi, Lambach kasabasının biraz dısarısında, kasvetli bir yerde idi. Benedıktin manastırı, bura dan, zaptedilemez, metin, koca bir kış la heybetile görünürdü. Sabahları yatağından çok erken kalkan Adolfun ilk işi, o gün mektebe gitmemeği düşün mekti. Kır hayatı ona, dersten daha lüzumlu, daha tabiî görünüyordu. Kaçmağı severdi, çünkü takib edileceğine emindi. Hevecan duyduğu bir yer vardı: Kilise. Aksamlan, pencere lerinden süzülen soluk ışıkların altında loşlaşan kilisede, dua saatlerinde, ruhu müphem duygularla dolar, heyecanlanırdı. Fakat kiliseden cıkarken, bir sef gibi adım atarak yürürdü. Dinî âyin lerde kendi ne kadar heyecan duyu yorsa, tavırları, hareketlerile de, arkadaslanna o kadar heyecan verir, onları o kadar şaşırtırdı. Duadan veya ders ten sonra kapının önünde çocuklan etrafına toplayıp nutuk söylemek, onun için bir ihtiyaçtı. Bazan çocuklann, evlerine, kosa koşa gittikleri görülürdü. Sorulacak olursa, Hitlerin böyle iste diğini söylerlerdi. Onun ekzersizi taba da en zayıf gözünde, hiçbir şeyin, beden kadar ehemmiyeti yoktu. Ki ehemmiyet vermezdi, okumak tarafıydı. 72 köy halkından 100,000 kttrban On üçüncü asrın ortalannda, Fele mençin daha şimalınde, Flevo ismınde bir göl vardı. Bu gölün etrafı, yeldeğirmenlerile dolu, ovanın üstüne ser pilmiş sirin ' öylerle çevrilmişti. 1284 yılında burada müthis bir âfet vukua geldi. Bir gece, büyük bir fırtına es nasında, Bahri mulıit, öç alırcasma bu ovaya hücum etti, 72 köy su altında kaldı, 100,000 den fazla adam öl dü. Simal denizinin bu savleti, ta içerilerde, Amsterdamdan ancak birkaç kilometro beride durdu. Bu suretle Flevo gölü, ıçerçekten bir iç deniz haline gelmisti. Züiderze. Bu uçsuz, bucaksız gölün icınde, arazının bir parca yüksek olan kısımlan, Urk, Sokland ve Marken adaları ismini aldılar. Universitede dersler kesildi Dün Universitenın bütün fakültelerinde profesörler bu yılın son dersle rini vermişlerdır. Dünden itibaren dersler kesilmiştir. Yoklamalara 27 mayıs pazartesigünü başlanacaktır. Eleme mahiyetinde olacak olan bu yoklamalara ancak yabancı dil derslerine devam etmiş ve muvaffak ol muş, kendi derslerine ve seminerlerine devam etmiş ve muvaffak olmuş ta lebeler girebileceklerdir. Marken Marken adası, ahalisinin kıyafeti ve âdetleri itibarile. Holandanın en ori jinal noktasıdır. Bu insanların en eski göreneklere bile ne derece riayet eder olduklannı anlamak için, onlann aralarında yasamış olmak lâzımdır . Mankende hayat, on ikinci ve on üçüncü asırlarda yaşanan hayatın tıpkısıdır. O devirlerdenberi, Marken halkı kendi aralarında evlendikleri için, âdetler hiç değişmemiştir. Züiderzenin bu küçük adasının bütün güzelliği de buradadır. Adanın genişliği bir kilo metro, uzunluğu üç kilometrodan az dır. Buranın kadınlan evlerinden pek seyrek çıkarlar. Bütün vakitlerini ev işlerine ve sayısı daima çok olan ço cuklarına bakmağa hasrederler. Marken adasında evler ahşaptır ve kazıklar üstüne inşa edilmiştir. Sebebi de kış mevsiminde, adanın su altında kalmasıdır. Işte Holandalılar, şimdi Züiderzeyi kurutmağa teşebbüs ediyorlar. Bu suretle bu ada da ortadan kalkacakhr. Iki yüz kilometro uzunluğu, yetmiş beş kilometro genişliği olan Züiderze dört kısma ayrılmıştır. Kurutma ameliyesi yapılırken sekiz bin hektar kadar su bırakılacaktır. Otuz kilometro uzunluğunda bir sed Wieringen ile Yurigi birlestirmekte ve Züiderzeyi kapatmaktadır. Simdiye kadar bir kısım arazi tamamile kuru tulmuştur. Bu ameliye için iki istas yon insa edilmiştir. Bu istasyonlardaki tulumbalar günde iki buçuk milyar litre suyu .denize bosaltmaktadır. Eski Darülfünun talebesinin vaziyeti Lâğvedilmiş olan Darülfünun za manında Edebiyat fakültesinde tah sil müddetlerini bitirip te imtihana girmemiş ve yahud tezini vererek şifahî müdafaasmı yaptıktan sonra imtıhanlarının birkaçını hâlâ vermemiş olan talebeler hakkında Universitede bir karar verilmiştir. Buna göre vaziyet lerini 1936 eylulüne kadar tanzim etmemiş olan bu gibi eski talebeler hakkında yeni Üniversite talebesi imiş gibi muamele yapılacaktır. şımızdaki Alman mihmandarımıza: Bakınız, dedi, münevver genc kızlarınıza bile Türkleri öğreteme miş, tanıtamamışsınız. Türkij ede hangi bir mektebli genc kıza sorsanız Almanya hakkında size dosdoğru malumat verir. Bizim güzellik kraliçesi önder zekâ kraliçesi de imiş, hemen arkada şıma cevab verdi: Şaka söyledim; hiç Türkleri bJmez olur muyuz? Ve böylece hem Neş'et Halil Atayın sinirlerini yatıştırdı. Hem de mihmandarımızı sıkıntıdan kurtardı. Yemekten sonra kızlar bıze şarkılar söylediler, gıtar çaldılar. Muzik, jimnastik, spor, el işleri, tarih ve parti terbıyesi dersleri içinde geçen on beş günlük kurs hayatlarmı anlattı lar. Hepsi hepımızden birer kart dö vizit istedi. Kart alamıyanlar, adeta mahzun oldular. Bahçede berabeıce resimler çıkarttık. Ve bir müddet sonra, bu saf, neş'eli, cana yakm, teır.iz ve sıhhatli genc kızlara veda edıp ayrıldık. Dostluğumuzun pek kısa surmesıne onlar da, biz de müteessıfdık.' Bu okul hakkmdaki fikrimi soran Alman mihmandarımıza yarı almanca, yarı fransızca, Çok güzel ama kanarya kafesınde pek az kaldık. Şade (yazık) dedım. O da ayni fikirde idi: Sade (vazık) dedi. \BlDİN DAVER (Arkan var) Takviye edilen Vatikan ordusu efradı ayni zamanda güzel san'atlar öğreniyorlar Dünyanın en küçük ve en rahat ordusu! ^ Ipek endüstricilerinin dileği Dün ipek fabrikatörleri şehrimizde ipek endüstrisinin geçirdiği darhğı gözden geçiren Ekonomi Bakanhğı en düstri araştırma kolu başkanı İlhami Nafize yazı ile dileklerini bildirmiş lerdir. üağda Vatikan askerleri nişan talimi yapıyorlar; solda askerî koronun birinci kemancısı ek zersis yapıyor; aşağıda tarihi zırhlarını giyen bir asker Papanm küçük ordusuna, son za manlarda yeni efrad ilâve edilmiştir. Bunlar asırlardanberi, büyük merasimde kullanılmak üzere muhafaza edilen zırhlan ve miğferleri giyerek Vatikan sarayında sadakat yemini etmişlerdir. Şimdi bu delikanlılar ayni zamanda süel (askerî) bir eğitim (terbiye) görecekler ve umumî bılgiler öğreneceklerdir. Süel eğitim, yüruyüş, jimnastik, silâh kullanma ve Papa saraydan çıktığı zamanlar bir dizlerini yere koyup silâhla selâm vermek suretile yapılan merasimdir. Ders olarak kısla kütübhanesinde günde birkaç saat san'at eserlerini okuyacaklar ve mızıka bilgilerin: arttırmağa çalışacaklardır. Güzel seslerden mürekkeb bir koro heyeti, bir virtüoz derecesinde keman çalan birinci kemancıları bulunacaktır. Bu dileklerin en göze batanı en düstrinin kontrolunu ifa edecek bir makamın yapılması hakkında göste rilen istektir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle