26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

KÜLTÜR 13 PreProtohistorya Müzesi Şengül Aydıngün Haldun Aydıngün erlin’deki müze gezimizi kısaca “Insel” diye anılan, B müzelerin topluca bulunduğu adayla sınırlı tutacağımızı sanıyorduk. Ancak Pergamon müze müdürü Prof. Dr. Andreas Scholl’ün tavsiyesi üzerine kentin batısında Charlottenburg Sarayı’nda yer alan ve Almanca’daki adıyla Museum für Vorund Frühgeschichte (Tarih Öncesi Çağlar )Müzesi’ne gittik. Müzenin kendi tarihi bile neredeyse içinde sergilenen eserler kadar ilginç olmaya başlamış. 2. Dünya savaşında büyük bir yıkıma uğramış, savaş sonunda Ruslar hazinelere el koyup götürmüşler, kalan eserler demirperdenin doğu ve batısında ikiye ayrılmış ve iki Almanya’nın birleşmesi ile yeniden bir araya getirilmeye çalışılmış ve de müze son haline ancak 2004 yılında kavuşabilmiş. Gezmeye Heinrich Schliemann’ın Troia koleksiyonundan başladık. Salonun girişinde iki büst karşılıklı durmuş birbirlerine bakıyorlardı. Sağda Homeros, solda ise Schliemann. Son derece anlamlı bir giriş; biri yazıp, diğer bulmasa bu salon burada olmayacaktı, işin ilginç tarafı yaşantımızda bir dizi kavram farklı olacaktı, örneğin Trojan Horse (Troia Atı) denen bilgisayar virüslerine başka bir isim verilecekti. II. Dünya Savaşı’nın son günleri 1945’te Sovyet orduları Berlin’e geldiklerinde yanlarında uzmanlar ile müze envanter listeleri varmış. Götürmek istedikleri eserleri büyük bir itina ile sarıp sarmalayıp bilinçli bir şekilde almışlar, yani insanlık tarihi açısından eserlere minimum zarar vermişler. Keşke Amerikan ordusu da 2003’te aynı bilince sahip olsaydı ve Bağdat Müzesi’nin eserleri yağmalanmasaydı. Homer’in anlattığı ünlü Destan Troia (Truva) Savaşı’nın hazinesini bulan Schliemann’ın Çanakkale Hisarlık Tepesinde yaptığı kazılardan getirdiği yüzlerce eseri sindirebilmek için çok iyi aydınlatılmış salonun içinde dolanmaya başladık. Anadolu’nun en önemli İlk Tunç Çağı kentlerinden Troia’nın insan yüzlü kapları, depasları, tankardları, idolleri hepsi çok tanıdıktı. Ardından Kıbrıs’tan getirilen eserlerle ilgilendik. Kıbrıs bundan 3500 yıl önce dünyanın en canlı ticaret yollarının ortasında konuşlanmış çok zengin bir merkezdi. Eserlere bakarken bunu daha iyi anlayabiliyorsunuz. Kafkas kültürlerini de aynı bina içinde bulmak mümkün. 19. yüzyılda Alman bilim adamları dünyanın dört bir yanından epey eser toplayıp getirmişler. Müzenin üst katında gerçek bir Neanderthal kafatası ile karşılaştık. Burası müzenin en eski buluntularının sergilendiği bölümdü. Ayrıca taş devrine ait taş aletler vardı, nasıl yapıldıkları örneklerle anlatılıyordu. O döneme ait bazı çok önemli buluntuların da kopyaları konmuştu. Hele 32,000 yıl öncesine ait kemikten yapılmış küçük bir genç kız büstü sanki günümüzden bir bayanı betimliyor gibi güzeldi. Üst katta Orta Avrupa’nın tarih öncesi kültürleri Tuna nehri civarında gelişen ilk üretimci tarım (Neolitik) kültürleri Rössen, Cucuteni ile Tunç Çağı merkezleri ele alınmıştı. Bu kattaki en ilginç eser ise, yaklaşık bir metre yüksekliğinde altından “Berlin Şapkası” adlı başlıktı. Yönetimde Rahip kralların hakim olduğu Bronz çağının bu ilginç eseri üzerinde, ayın 19 yıllık döngüsü anlatılıyordu. Avrupa Bronz çağının aygüneş sisteminin en önemli belgesiydi. Törenlerde bu şapkayı takan rahipler geçmiş ve gelecekten haberler veriyorlardı. Aşağıya indiğimizde salonun bir yanından gelen sürtünme seslerine meraklanarak gittik. Annelerinin gözetiminde üç tane afacan geniş bir ezgi taşının üzerinde, 5000 yıl öncesine benzeyen bir teknikle buğday öğütüyorlardı. [email protected]
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear