13 Kasım 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

16 UZAKDOĞU UZAKDOĞU 17 GEZEKALIN Mustafa Balbay ankcum@cumhuriyet.com.tr SAFRANBOLU ZAMANA YENİLİRKEN! Mekong’un mücevheri Laos Yazı ve fotoğraflar Hakan Akarsu aos, Lao dilinde ‘‘bin filin ülkesi’’ anL lamına geliyor. Dağlar ve geçit vermez ormanlar nedeniyle nakliyecilikte, tarımda, turizmde kullanılan fil, ülkede halkın en büyük yardımcısı olmuş. Laos topraklarının büyük bir bölümü dağlarla ve platolarla kaplı olduğu için halk Mekong Nehri kıyılarını yerleşim yeri olarak seçmiş. Dünyanın en fakir ülkelerinden biri olan Laos’ta kişi başına düşen gelir yaklaşık bin 700 dolar. Gayri safi milli hasılanın yüzde 53’ü tarımdan elde ediliyor. Komünist olmakla birlikte, ülkeyi yöneten Devrimci Halk Partisi’nin 1986’da başlattığı serbest piyasaya yönelik reform programı hala yürürlükte. Dünyada, ABD ile normal ticari ilişkileri olmayan dört ülkeden biri Laos. Çetin doğası ve denize kıyısı olmaması nedeniyle sanayi yatırımını ülkeye çekemeyen Laos tüm umudunu turizme bağlamış. Başkent Vientianne, Luang Phrabang, Pakse, Savannakhet ve Vang Vieng, Laos’ta kesin ziyaret edilmesi gereken kentler arasında. Ülkenin başkenti Vientianne, Mekong nehri kenarında 500 bin nüfuslu küçük bir şehir. Laos’un güneyine veya kuzeyine gidecek gezginlerin ilk uğrak yerlerinden biri. Kentin, sessiz, sakin görünümünün altında Fransız yönetiminde kaldığı yılların etkileri çok fazla. Şık lokantaları, caz barlarıyla kısa süre konaklayanların gözde mekanı. Luang Phrabang ise 1990’lı yılların başlarında ulaşım zorluklarından dolayı oldukça fakir bir kasabaymış. Ancak turizme kapıların açılmasıyla en zengin bölgeler arasına girmiş. Kentte doğa yürüyüşleri yapmak, göletlerde yüzmek, kanolarla nehirde gezmek, fil safarilerine katılmak gibi pek çok aktivite mevcut. Vang Vieng yüksek dağ ların arasına sıkışmış, konaklamanın ve yemeklerin çok ucuz, eğlencenin ise sınırsız olduğu bir kent. Savannakhet ise Fransız koloni tarzı yapıların yer aldığı eski bir şehir. Kentin yakınındaki That Ing Hang 16. yüzyıldan kalma. dokuz metre yüksekliğindeki yıkıntı güney Laos’taki en kutsal yapılardan biri. Kadınların ayak basmasının yasak olduğu yıkıntılarda Şubat ve Mart aylarında dolunay sırasında festival yapılıyor. Yine bu kentin yakınında bulunan milattan sonra 533 yıllarında inşa edilmiş Kimer tarzı taş ev yıkıntısı da oldukça ilginç yapılardan biri. Mekong’un Niagarası’na ev sahipliği yapan Pakse 20. yüzyıl başlarında Fransızlar tarafından keşfedilmiş. Bu nedenle Fransız tarzı yapılarıyla güneydeki en ilgi çekici kentler arasında yer alıyor. Özellikle doğa gezginlerine ve mağara tutkunlarına yönelik turlarıyla ilgi çe kiyor Laos. Ülkede 600’den fazla mağara keşfedilmeyi bekliyor. Bu mağaraların en ilgi çekenleri Khammouane bölgesinde bulunuyor. Khammouane, Laos’un orta kesiminde 16 bin metrekarelik alanda yaklaşık 330 bin kişinin yaşadığı ormanlık ve dağlık bir bölge. Bölgenin en önemli yerleşim birimlerinden biri 20. yüzyıl başlarında Fransız kolonisi olduğu zamanlardan kalma mimarisiyle dikkat çeken eski Thakaek köyü. Lao dilinde ‘‘misafirin geldiği yer’’ anlamına gelen Thakaek Köyü, Mekong kıyısında ticaret yollarının kavşağında bulunuyor. Köyün hemen dışında yer alan Buda adına yapılmış 29 metre yüksekliğindeki 6. yüzyıldan kalma altın kaplama anıt dinsel çekim merkezi olmuş. Bin bir çeşit mağara Bölgedeki mağaralara gelince... Budist rahiplerin her yıl ziyaret ettikleri ve iyi sağlık için dua ettikleri Tham Xang Mağarası’na büyüleyici Mekong Nehri manzarasıyla giriliyor. İçeride Budist heykelleri ve büyük altın Buda heykelini görmek mümkün. Adını sandal ağacı Buda heykelinden alan Tham Phachan Mağarası ise 100 metrelik girişiyle insanı büyülüyor. Mağaranın girişinin hemen solunda 15 metre yükseklikte oluşturulan küçük çıkıntıda sandal ağacı Buda heykelini görmek mümkün. Thakaek köyünün 14 kilometre kuzeydoğusunda Tham Xiangliab Mağarası bulunuyor. Girişi büyük bir kayayla kapalı olduğu için 300 metrelik bir tırmanışla ulaşılabiliyor mağaraya. Tarihi çizimlerle süslü mağara ışık yönünden çok zayıf ancak yumuşak kabuklu kaplumbağa ve yarasaları görmek mümkün. Tham Phanya İnh Mağarası da içindeki yeraltı gölüyle büyülüyor insanı. Budist semboller ve resimlerin süslediği girişinden biraz ileride 75 metre uzunluğunda bir göl ve onun devamında bir başka mağara karşılıyor bizi. Suyun büyülü güçleri olduğu ve hastalıkları iyileştirdiğine inanılıyor. Bir başka ilginç mağara ise Nam Don Resurgence. Mağaranın girişini muhteşem bir lagun süslüyor. Sadece kayıkla girilebilen mağaranın 20 metre içinde nehir yeraltı tünellerine bağlanıyor. Mağara 3 kilometre kadar dağın içine gidiyor. 1998 yılında bir Fransız araştırma ekibi mağaranın 150 metre içinde 23 metre derinlikte kör bir mağara balığı buldular. Hiç gözü olmayan balık tamamen karanlık ortam için evrimleşmiş. Na Khang Xang köyü yakınlarındaki Tham Pa Fa Mağarası, boyları 15 santimetreyle bir metre arasında değişen 224 Buda heykeliyle ilgi çekiyor. Burada da yumuşak kabuklu kaplumbağalara ve yarasa kolonisine dikkat etmek gerekiyor. Tham Phang mağarası bir metre uzunluğunda 300 yıldır ayakta duran Buda heykeliyle ünlü. Termitler tarafından yenmeye başlanmış heykel korumaya alınmış. Mağarada bulunan bronz Buda heykeli de köyün manastırına götürülmüş. Bu bölgedeki en ilgi çekici mağaralardan bir diğeri ise Tham Konglar. Bu mağara 30 metre genişliği, 100 metre yüksekliği ve yedi buçuk kilometrelik uzunluğu ile mağara tutkunlarının favorisi. Kuru mevsimde kanolarla yaklaşık bir buçuk saatte geçilebilen mağara içindeki kumsalları, galerileriyle karanlık güzelliği yaşamak isteyenleri bekliyor. Anadolu coğrafyası, İstanbul ve Ankara’dakileri buluşturmak için hoş bir zemin hazırlamış... Karadeniz’in içinde dışında güzellikler yaratmış. Bartın’ın, Amasra’nın, Yedigöller’in, Safranbolu’nun, Abant’ın bir anlamı da bu olsa gerek... Ankara plakalı araçlarla İstanbul plakalıların yarıştığı bu güzel beldelerde dolaşırken insan, gazetecilik ve gezicilik damarını da bırakamıyor. Safranbolu’nun o güzelim evleri zaman denen o acımasız öğütücü karşısında usul usul eriyor. Safranbolu çarşısının tabela kirliliği de insana geri adım attırıyor. ‘‘Nasıl olsa devamı çarşı, gitmesem de olur’’ dedirtiyor. Safranbolu’ya son gidişim kış sonuna doğruydu. Evlerin bacalarından gökyüzünde şekiller çizen dumanlar yükseliyordu. Evlerin bakımlı olanları da bozkırdaki çiçek gibi hemen beliriveriyordu. Safranbolu evleri için açık hava müzesinden çok, açık hava kütüphanesi demek uygun düşer. Yapraklarının çoğu yırtılmış, kimi sayfaları solmuş ama, okunası kitaplarla dolu bir kütüphane... Ben Safranbolu evlerini, Reha Günay’ın YapıEndüstri Merkezi Yayınları’ndan çıkan ‘‘Türk Ev Geleneği ve Safranbolu Evleri’’ adlı kitabından öğrendim... Günay kitabında sadece evleri anlatmakla kalmamış, evlerdeki yaşamları, üretimleri de en ince ayrıntılarına kadar aktarmış. Onun kitabını okuduktan sonra Safranbolu evlerini gezmek biraz zor. Zira, her bölümün önünde durup, ‘‘Burasının bir anlamı vardı’’, ‘‘Bu küçük ahşap bölüm eskiden şu işe yarıyormuş’’, ‘‘bu bölüm mutfakla sofrayı ayıranbirleştiren yer’’ diye mırıldanmadan edemiyorsunuz. Tabii bu evlerden ne kadar bulabilirseniz! Hakkını yemeyelim, yine de korunan bölümlerin az olmadığını vurgulayalım... Oysa Safranbolu’yu bir bütün olarak koruyabilmek ne güzel olurdu. İnsan, kimi Avrupa ülkelerindeki, Ortaçağ’dan kalan ve aynen korunmuş köyleri düşünüyor. Evet köyler... Bir yerleşim yerini aynen, işlevleriyle birlikte canlı olarak koruyup bugüne taşımışlar, turistlerin geçmiş arayışını kaşımışlar... Safranbolu’ya gidip yörenin topraklarından fışkıran bereketi vurgulamamak olur mu? Kente adını veren bitki, kekik, dağ otları ve ille de ceviz... Bir de Safranbolu evleri ressamları... Doğal güzellikler, sanatı da besler sözünün güzel bir örneği... Gözü tırmalayanlar ve okşayanlar iç içe... Buyurun size Safranbolu... Gezekalın...
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear