Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
7 MART 2008 CUMA kültür LONDRA’DAN MUSTAFA K. ERDEMOL rant Dink’in katlini “Hepimiz Ermeni’yiz” diye lanetleyenlerin karşısına, kendini akıllı sanan birilerinin, büyük bir zekâ ürünüymüş gibi çıkardıkları bir geyik vardır. Biri köşesinde yazdı da hatta. Kibarlaştırarak aktarayım, şuydu: “Bir eşcinsel öldürüldüğünde, hepimiz eşcinsel diye mi bağıracağız?” Zekâ ya da taşı gediğine koyma konusunda Hoca Nasreddin’den zerre kadar nasiplenmemişliğin tipik örneğiydi bu. Gülüp geçtik tabii. Ama dediklerine geldik. Şimdi bir dolu insan bizden “Hepimiz Bülent Ersoy’uz” dememizi bekliyor. Geçelim. ??? “Bülent Ersoy nasıl biri? sorusu gereksiz gelebilir çoğumuza. Yapıp ettikleriyle, söyledikleriyle o kadar ortadaki, gerçekten insan “bir sırrı var mı Bülent Hanım’ın?” diye sormak ihtiyacını bile duymuyor. Açıklığı, dürüstlüğünden çok, mesleğinde “süregelen” olmak durumundaki şöhretini her dem gündemde tutmaktan geliyor. Piyasası bunu gerektiriyor çünkü. Skandalları olmazsa, sevdikleri sanatçıdan duydukları şarkının zevkine varamayacakmış gibi düşünen bir dinleyici kitlesi var sanki Türkiye’de. Tuhaftır gerçekten. Malum piyasadaki iki paralık aşklar (!), seviyesiz polemikler bir albüm öncesi yaşandığında ya da yapıldığında, gerçekten satışı etkiliyorsa, aşk iki paralıkmış, polemik seviyesizmiş diyenler ben de dahil olmak üzere bir yerlerde yanılıyorlar. Popüler kültürün bizim gözümüzden kaçan dinamikleri var çok belli ki. Bu nedenle Bülent Ersoy’un, hangi saiklerle söylemiş olursa olsun, ki her an geri alma olasılığı da olan, savaş karşıtı söylemi bir çok kesimi şaşırttı, dahası kızdırdı. İlki, haklılığı ya da meşruluğu bir yana, Ersoy’un, “gerekirliliği”ne kamu çoğunluğunun inandığı bir savaşa karşı olmasının yarattığı kızgınlıktır ki, mevcut ortamda anlaşılabilir. İkincisi, bütünüyle şaşkınlıktır; çünkü, bugüne kadarki “söylem”ine de “eylem”ine de bakarak, aslında “saçmalaması” beklenen Bülent Hanım’ın, bu kez hiç de “saçmalamaması”dır. Bu beklenti içinde olan kesimleri şaşırtan aslında bu. Toplumsal iş bölümünde kimilerine göre tartışmalı da olsa sanatçı sıfatı taşıyan Ersoy gibi birinin, kamusal hassasiyete ters düşen laflar etmesine neden itiraz edilir, benim tarafımdan anlaşılır değil. Ülkede yeterince, ister bilerek, isterse duygusal olsun, savaş yanlısı kişiler, kurumlar varken, savaş karşıtı bir itiraz neden bu kadar tepki toplar? Ersoy’un, dediğim gibi, bir süre sonra Anadolulu Nikolaus’u rahat bırakın! Elbette bir kardeşlik mesajı, ama... Osman ÇUTSAY FRANKFURT Bir süre önce “Demreli NikolausNikolaus von Myra” başlığıyla Türkçe ve Almanca olarak yayımladığı iki dilli bir kitapçıkta Noel Baba ile Demreli Nikolaus’un ısrarla birbirine karıştırıldığını belirten İmdat Ulusoy, Anadolu’nun Avrupa’nın göbeğinde bile bir çekim merkezi olduğunu vurguladı. Yazarlığının yanı sıra Bremen’de de Türkçe öğretmenliği yapan Ulusoy, Cumhuriyet’in sorularını yanıtlarken, değişik kültürler arasındaki dostluğun bu tür projeler üzerinden de etkili bir biçimde desteklenebileceğini söyledi. CUMHURİYET Böyle bir kitap yayımlarken hedefleriniz nelerdi, bunlara ulaşabildiniz mi? İlk izlenimleriniz nasıl? İMDAT ULUSOY Bremen’de okullardaki kültürel etkinlikleri destekleyen bir girişim var. Elektrik şirketi SWB Kurumu, “SWB Eğitim Girişimi” (SWBBildungsinitiative) adıyla her yıl onlarca projeyi destekliyor. Bremen’deki bir okulda “Demreli Nikolaus” adıyla bir tiyatro projesini desteklemesi için başvurduk. Projemiz kabul edildi ve maddi yönden gerekli tüm ihtiyaçlarımız karşılandı. Ben de çeşitli kaynakları araştırarak tiyatro metnini hazırladım ve daha sonra 20 kişilik bir öğrenci grubuyla oyunu sahneye koyduk. Yerel basın çok ilgi gösterdi. Bizi sponsor olarak destekleyen kurumun sorumlu müdürü bizzat gelerek izledi ve “Nikolaus’un eski adı Myra olan Demre’de daha önceleri yaşadığını ilk kez duyuyorum, bu çok ilginç ve hoş bir sürpriz oldu” diyerek hayran kaldığını belirtti. Basının büyük ilgi göstermesi sonucu birçok okuldan teklifler alıp oyunu sergiledik. Özellikle Almanya’da Nikolaus Günü olarak kutlanan 6 Aralık öncesi böyle bir oyuna okullar güncelliği açısından büyük ilgi gösterdiler. Her gittiğimiz yerde, öğretmen arkadaşlar, “Bunu kitaplaştırın ve belge olarak kalsın, her sene oyunu oynama olanağınız olmaz ama kitap olarak binlerce kişinin okuma olanağı olur, hele de iki dilli olması çok iyi bir proje” önerisini dile getirdiler. Buna dayanarak önce okulda çocuklarla kitap yapma projesi olarak başladığım bu projeyi daha sonra Anadolu Yayınevi resimlemesini de üstlenerek kitap haline getirdi. Kitap özellikle 6 Aralık 2007 Nikolaus Günü öncesi çıkar çıkmaz okullardan ve kütüphanelerden çok ilgi gördü ve anaokulları kendileri okuma günleri düzenlediler. Bu projeye ben ta başından beri “kültürler arası bir etkinlik” olarak baktım. Özellikle Türkiye kökenli çocuklar “gururlanarak” Alman arkadaşlarıyla yan yana oyunu seyrettiklerinde bizler de gerçekten çok mutlu olduk ve işte o zaman amacımıza ulaştığımı anladım. Çocukları önyargısız birbirine yaklaştıran kültürler arası bir etkinlikti bu projemiz. Bremen ve Hamburg’da geçen yıl kutlanan Nikolaus Günü nedeniyle, oradaki eğitimciler, “Bu artık her yıl yapacağımız Nikolaus Günü kutlamalarımız için ideal bir kitap, özellikle de Türkiye’den gelen çocuklar açısından önemli. Kitap iki dilli olduğu için, çocuklara ya kendimiz okuyoruz, ya canlandırarak anlatıyoruz veya büyük sınıflardan öğrenciler küçük sınıflara gelerek iki dilde okuyorlar ve çok güzel oluyor” diye bizzat veya telefonla bu iltifatlarını bildirdiler. Her gün dışlanma yaşayan veya eşitsiz bir ortamda eğitim gören bizim çocuklarımızın kendilerini C Kurban 15 H gösterme, ifade etme açısından çok yararlı ve hoş bir çalışma oldu. Doğrusu bu denli bir yankı bulacağını ben de beklemiyordum. Bremen’e Anadolu Yayınevinin gönderdiği 50 kitap iki hafta içinde hemen satıldı ve çok da beğenildi. VAR YÜZLERCE HİKÂYE Sizce bu tür masalla gerçek arası kitaplar üzerinden, farklı kültürler ve iç içe yaşayan değişik diller arasında daha kolay dostluk kurulabilir mi? Halklar arasındaki dostluğun anlam ve önemi, bu tür çalışmalarla daha mı rahat anlatılıyor? Nikolaus hakkında efsaneye dayalı yüzlerce hikaye var, fakat bu Türkiye ile ilgili olan çok yaygın ve tüm araştırmacılar tarafından da kabul gören ve bilinen bir olay. Nikolaus, varlıklı bir ailenin çocuğu; anne ve babasının ölümünden sonra kalan tüm mirası yoksullara, çocuklara yardım olarak dağıtmakla geçiriyor ömrünü. Daha sonraki yüzyıllarda Anadolu kültüründe de görülen (Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaş gibi) hümanist, hoşgörülü, ne etnik Noel Baba ile Nikolaus’un karıştıyönden ne de inanç yönünrıldığından yakınıyorsunuz? Bu, sonuç den insanlar arasında ayolarak bir “yakıştırma” ve sahip çıkmayı rım yapmayan bir inda içeriyor. Bunun sizce ne gibi nedenleri san. Bir de yardım var? Böyle bir simgenin Anadolu topraklarınederken kendini gösdan kaynaklanması ne anlama geliyor ve bazı termeden, gizlice ve açık tarihsel yanlışlıkların düzeltilmesi ne gibi alçakgönüllü bir sonuçlar verebilir? tarzda yardım edi Eski bir CHP’li olan Kültür ve Turizm Bakayor. Bizdeki kimi nı Ertuğrul Günay’ın geçen seneki 6 Aralık Nikosonradan görme laus Günü öncesi kendisini en çok ilgilendiren kozenginler gibi nulardan birisi de Demreli Nikolaus oldu ve kıyagösteriş olsun fetinde yapılacak değişiklikten yola çıkarak o da tadiye yardım etbii birçok insan gibi Nikolaus’u kastederek ve onunmiyor. O yüzla ikisini özdeşleştirerek ticari amaçlı ve turizm anden ölümünde layışına bağlı parlak bir öneride bulunup şunları cenazesine o dösöylemişti: “Noel Baba bir Akdeniz insanı olarak, nemde İtalyörenin iklimine göre, kürk mantolu değil, olsa olya’dan Mısır’a sa mayolu olması gerekirdi, fakat ticari amaçlarla kadar birçok ülCoca Cola Şirketi onu yıllar önce öyle giydirdi” dekeden değişik diğini gazetelerde okuduk. Almanca “Weihnachtsinanç ve kültürlermann” olarak bilinen ve Fransızcadan Türkçeye den insanlar gelip geçip bizde Noel Baba olarak bilinen figür ile katılıyorlar. GünüNikolaus arasında kıyafet benzerliğinin dışınmüzde de hangi da hiçbir ortak yan yok. Bu hep karıştırılıyor, inançtan ve kültürden elbette bilinçli, kasıtlı ve ticari nedenlerle olursa olsun, ayrım yapılıyor. Ünlü Coca Cola şirketinin Noyapmadan onun 6 Arael Baba’ya yıllar önce ticari kâr amaçlı lık gecesi çocukların dünkırmızı kıyafet giydirdiği elbette heryasına özgü şaşırtmacalı, kesin bildiği bir gerçek. Turizm Baoyunsal ve masalsı bir anlayışkanı, Coca Cola’yı ticari amaçla la hediyeler, armağanlar dağıtkırmızı kıyafet giydirdiği için ması tüm çocukları gerçekten çok eleştiriyor, ama kendisi de mutlu ediyor. Onun Demre’den Nikolaus’a kürk yeri(Myra) gelmiş olmasının, örneğin okulne mayo giydirlarda Alman çocuklar, öğretmenler, eğimeyi timciler tarafından da kabul görmesi sonucu bizim çocuklarımız adeta “kıska nıyorlar” ve inanılmaz biçimde sahipleniyorlar. Nikolaus’un başka bir inançtan olması, bir din adamı olması, onları hiç rahatsız etmiyor; Türkiye’de bir yerde yaşamış olması daha çok onları sevindiriyor. Bizim çocukların Noel kutlamasına katılımı ile “Nikolaus Gezmeleri” diye bilinen, bizdeki bayramlarda ev ev dolaşıp şeker toplamayı andıran buradaki esnaftan, büyük satış mağaza ve marketlerden hediyeler ve yiyecekler almaları konusundaki birlikte kutlamaları daha farklı, çekincesiz, rahat ve daha önyargısız oluyor. Çocukların hayal ve masal dünyaları çok geniş ve zengin olduğu için, farklı kültürlerden olsalar da aradaki ortak noktalar onları birbirine yaklaştırıyor ve çabuk kaynaşmalarını sağlıyor. Daha küçük yaştan itibaren önyargısız olarak birlikte yaşamak için anaokulları ve ilkokulların önemi burada daha da artıyor. Çünkü böylesi karşılıklı kültürler arası etkinliklerle önyargıların oluşmasına hayat hakkı tanınmıyor ve fırsat verilmiyor. O nedenle yaşamın her alanında kültürler arası eğitim, kaynaşma, tanışma ve kültürel alışveriş her zaman önemini korumakta. Nikolaus’un iki dilli ve çok kültürlü bir figür olarak okullara girmesi, bunun kabul görmesi küçümsenmeyecek önemde bir olay. Bu elbette sadece bu kitapla olan bir gelişme değil, Nikolaus’un Akdeniz kıyısındaki Patara’ya yakın Demre’den geldiğinin kabul edilmesi başta çocukları, yaz mevsiminde o bölgeye gelen turistleri ve ilgili tüm insanları yaklaştırıcı, kaynaştırıcı bir olay. Karıştırma bilinçli ve ticari tasarladığı için aynı yanlışı, yani eleştirdiği yanlışı yapıyor. Hatta bakan, bir değil iki yanlışı birden yapıyor. Coca Cola’nın giydirdiği kıyafetin yerine kendisi bir öneride bulunuyor, bu da ticari ve turizm amaçlı, yanlışın birisi bu. İkinci yanlış da, Nikolaus ile Noel Baba’yı ya bilgisizlikten ya da kasıtlı olarak karıştırıyor. Oysa ikisi ayrı ayrı figürler. Biz Almanya’da yaşıyoruz, örneğin, “Weihnachtsmann” eskiden Türkiye’de yaşamış, oradan geliyormuş desek, ki bu yalan yanlış her sene söyleniyor, buna sadece çocuklar değil kargalar bile güler. Bu, kafa karıştırmaktan başka bir şey değildir. Örneğin Avrupa’da Rusya’dan İspanya’ya kadar her ülkenin kültüründe değişik isimlerle Nikolaus diye birisi var ve bu, Noel Baba ile aynı kişi değildir. Bu, aldatmacadır, kandırmacadır. Turizm açısından kurnaz bir şekilde ortaya atılmış, birilerinin işine geldiği için zamanında söylenmiş garip bir uydurmacadır. Ayrıca Nikolaus başka bir inançtan olan bir din adamıdır ve bakan ile aynı inançtan olmadığı için, başkalarının inançlarından doğan kültürel değer ve geleneklerine de saygı göstermek gerekir. Böyle bir değişikliğe gitmek hem başka bir inanç kültürüne karşı saygısızlıktır, hem de kimsenin haddine değildir. O yüzden Avrupa’nın göbeğinde her yıl 6 Aralık’ta soğukta, kar yağarken sokaklarda bizim bakanın giydirdiği mayo ile Nikolaus’un (ya da bakanın deyişi ile Noel Baba’nın) ortalıkta dolaşması da, abesle iştigalden başka bir şey olamaz. Bu nedenle şunu demek sanırım yerinde olur: Lütfen Nikolaus’u rahat bırakalım! geri alması kuvvetle olası, savaş karşıtı söyleminin, birçok insanın “duygularına tercüman” olma ihtimali de var üstelik. Belki de korkulan, bu ihtimaldir. Önceki şehit cenazelerinde, “oğlumu şehit saymıyorum” diyerek mevcut devlet politikasına itiraz eden şehit yakınları olduğunu unutmamak gerek. Ülkemizin Ersoy benzeri sanatçıları, “bulundukları kaba uyma konusunda” pek maharetliler. Güneşlendiği otelin balkonunda iç çamaşırsız “yakalanan” Sibel Can’ın “takmayı çok istediği türbanı”, evde eşi “Sulhi Bey için” taktığını açıklamasındaki sahteliği tartışmaya elbette gerek yok. Bülent Ersoy da söylediklerinde samimi değilse, bu sahte tutumunun başına çok iş açacağını da akılda tutarak söylemeliyim: Ben Bülent Ersoy’un sahteliğinin yanındayım. Hayat, kişiyi, bazen bu tür durumlarda, örneğin sahteler arasında vicdanına en uygununu seçmek zorunda bırakıyor. Oysa Ersoy’un da Sibel Can gibi “konulduğu kaba uyma” konusunda sabıkası bir hayli fazladır. Ramazanda, ekranda, jüri üyesi olduğu program sırasında üstelik vaktinden çok çok sonra iftar açma palavraları atan, zaman zaman jüri üyesi arkadaşı Ebru Gündeş’i abartılı bir biçimde okuyup üfleyen Bülent Hanım, “oğlumu savaşa göndermezdim” diyerek, çoğunluğun savaş çığlıkları attığı bir dönemde, yanlış ata oynamış olabilir. Sahtelikte de bile, sadece annelerin anlayabilecekleri bir yaraya parmak bastığı için Sibel Can’dan daha doğru bir yerdedir. Meslek insanı söyletir. Tutum almaya meslek iter insanı. Doktorun, ölümü savunmaması gerekir. Polisin hırsızı savunması ne kadar anlamsızsa, hemşirenin de hastalardan sıkılma hakkı olmamalıdır. Hassas duyarlılıklar üzerine kurulmuş sanatçı da tavrını yaşamdan yana koymalıdır. Bilerek ya da bilmeyerek, Ersoy doğru bir tutum almıştır bu yüzden. Diyelim ki birey Ersoy’da pek iyi durmuyor bu tutum, ama sanatçı Ersoy’da iyi durmuştur. ??? Sürdürülen savaşın haklılığı, doğruluğu benim meselem değil. Vatan elbette savunulmalıdır ama böyle bir gerekçeye rağmen, “insanlar ölmesin”, “oğlumu askere göndermem” demek, bir temenni gibi anlaşılmalıdır. Çok mu zor bunu anlamak? Bu temenniyi kimin dile getirdiğinin ne önemi var? Yıllarca “ablan kurban olsun sana” diyen Bülent Ersoy’un “artık kimse kurban olmasın” deme noktasına gelmesi iyidir. Kıymetini bilelim. kemalerdemol@yahoo.co.uk YAZARARAŞTIRMACI SAMİ ÖNAL YAŞAMINI YİTİRDİ ‘Dil Tarih Sahafı’ artık yok... Kültür Servisi Yazar, sahaf, araştırmacı Sami Önal tedavi için gittiği İsviçre’de kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi. BESAM üyesi olan Önal’ın cenazesi Selimiye Camisi’nden askeri tödenle alınıp Başıbüyük Mezarlığı’nda toprağa verilecek. ÖNAL’IN YAPITLARI... ris’te geçirdiği iki yıla yakın zaman, yazarın yaratıcılığında yeni bir dönüm noktası olacaktır. “Sözcükler” dergisinin 2. sayısında yayımladığım Abidin Dino’ya yazdığı mektuplar, o sırada 65 yaşında olan Melih Cevdet’in Paris dönüşü nasıl yeni bir hayat kurma heyecanıyla dolu olduğunu bütün açıklığıyla yansıtır. ??? Günlükte, yazarın, “İnsan iyi midir, değil midir?”, “Tanrı inancı”, “emek”, “uygarlık”, “demokrasi”, “sosyalizm”, “sanat”, “mutluluk”, “neşe” gibi kavramlar üzerine yaklaşımları, üzerinde düşünülmesi gereken önemli başlıklar. Ocak 1977’de yazdığı şu satırlar ise sanki bugünün dünyasını tanımlıyor: “Halktaki mal mülk edinme tutkusunu gözlemledikçe umutsuzluğa düşüyorum. Bunun yerine ahlaksal tutkuları geçirecek bir yönetim de artık gelmeyecektir. Çünkü bütün partiler, insanlarımızın maddi ihtiyaçlarını ele alıyorlar. Ona sığınıyorlar. Yalnız bizde mi? Belki de dünyamızın krizi bu. Açgözlülükten yıkılmıyoruz. Burjuva sınıfının dünya çapındaki sömürü düzeni doğurdu bu sonucu.” turgay@fisekci.com elih Cevdet Anday’ın zaman bulup da bir günlük yazacağını düşünemezdim. Yoğun yaşayan, çok yazan biriydi. 85 yaşına dek haftada iki gazete yazısı, şiirler, oyunlar, romanlar yazmıştı. Gazete yazıları bir araya getirilip ciltler dolusu kitaplar ortaya çıktığında ne denli büyük bir denemeci olduğu da bir kez daha anlaşıldı. Yazdığı her şeye bir felsefecinin sorgulayan, tartışan gözüyle bakması da ona ayrı bir değer katıyordu. Çağdaş edebiyatımızda benzeri bulunmayan bir kişilikti. Kimi anılarını kaleme aldığı “Akan Zaman, Duran Zaman” adlı kitabının ikinci cildini yazamamış olmasına çok üzülmüşümdür. Bu denli yaşam zengini bir yazardan daha öğreneceğimiz çok şey olabilirdi. Günlük yazacağını düşünmezdim dememin bir nedeni de, aslında onun gazete yazılarının da bir tür günlük niteliği taşımasındandı. Bu yazılarda, o günlerde gördükleri, okudukları, düşündükleri üstüne okurlarıyla sohbet ederdi. Zaman zaman gezilerini, hastalıklarını da bu yazılarda okurlarıyla paylaşır, ama hepsinin sonunda sözü getirip düşünceye, sorgulamaya vardırırdı. “Bir Defterden” (Everest Yayınları) ad M DEFNE GÖLGESİ TURGAY FİŞEKÇİ Melih Cevdet’in Günlükleri Kitabın böyle ilginç yanlarından biri de, Melih Cevdet’in, dönemin CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit ile ilişkisini aydınlatan bilgi ve belgeler içermesi: Ecevit, şiir kitabını imzalayıp Melih Cevdet’e yolluyor. Melih Cevdet, Ecevit’in şair kişiliği ve sanatsiyaset, yönetimözgürlük sorunları üzerine bir yazı yazıyor. Ecevit de kendisine daha sonra bu sorunlara partisinin yaklaşımını gösteren CHP programını gönderiyor. Bu ilişki, sonraki yıllarda Melih Cevdet için yaşamında önemli bir dönüm noktası olacaktır. Yazar, günlük yazmaya başladığı sıralarda, aynı zamanda bir depresyona (ruhsal çöküntü) sürüklenmiştir. Sık sık uykusuzluktan, sinirlilikten yakınmaktadır. 1979’da Ecevit başbakan olduğunda Melih Cevdet’i UNESCO Genel Merkezi’ne kültür müşaviri olarak atar. Pa 1934’te doğan, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde askeri öğrenci olarak okuyan Önal, Erzincan Askeri Lisesi, Çankırı Astsubay Hazırlama Okulu ve Kuleli Askeri Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği, Ayazağa 3’üncü Kolordu Karargâhı’nda protokol subaylığı yaptı. 1983’te kendi isteğiyle emekli olduktan sonra Kadıköy’de açtığı sahaf dük kanı “Dil Tarih Sahafı” yazarların, aydınların uğrağıydı. Başlıca yapıtları: Milli Mücadele’de Oltu (Ankara, 1968), İstanbul Nasıl Eğleniyordu? (Ekleme ve notlarla, Refik Ahmet Sevengil’den yeni yazıya çeviri, 1998, 4. baskı), Eski İstanbul (Ahmet Refik Altınay’dan, 1998), İstanbul’da Suyun Tarihi (Prof. Dr. Haydar Kazgan ile birlikte, 1999), Sarıkamış (Köprülü Şerif Bey’den, 2003, 4. baskı), TBMM Gizli Celse Zabıtları (4 cilt, İstanbul, 2000, 3. baskı), Sayyâdane Bir Cevelân Beykoz’dan İzmit Körfezi’ne Bir Av Gezintisi (Ahmet Mithat’tan, 2001), Hüsrev Gerede’nin Anıları (2003, 4. baskı), Sadettin Paşa’nın Anıları (2004, 2. baskı), Tiryaki Sözleri (Cenap Şahabettin’den, 2005), Sarıkamış’tan Esarete (Tuğgeneral Ziya Yergök’ün Anıları, 2005, 7. baskı), Harbiye’den Dersim’e (2006). lı günlüğünün ölümünden altı yıl sonra yayımlanmış olması, sevenleri için gerçek bir mutluluk. Yetmiş sayfalık kitabın düzenli tutulmuş gerçek bir günlük olduğunu söyleyebilmek zor. 1970’lerin ikinci yarısında (19761979) kimi günler aklından, içinden geçenleri bir deftere yazmış. Günlüğüne yazdığı kimi düşüncelerini sonra yazılarında kullandığı da anlaşılıyor. Ama yine de bulunmaz değerde satırlar var sayfaların arasında. Melih Cevdet, ürünlerinde, yazılarında, konuşmalarında kendinden söz etmeyi pek sevmiyor. Onun tutkusu sanata ve yeni düşüncelere ulaşabilmek. Bunun için yazıyor. Günlükte, okur için belki de en ilginç yan, yazarın kimi zaman kendinden, yapıtlarından, sorunlarından söz etmesi. Atatürkçüler Toplama Kampı’nı ziyaret edecek BERLİN (Cumhuriyet) Atatürkçü Düşünce Derneği BerlinBrandenburg yöneticileri, Dünya Kadınlar Günü kapsamında 9 Mart 2008 pazar günü Ravensbrück Kadınlar Toplama Kampı Müzesi’ne gitmeyi kararlaştırdı. Berlin’in 90 kilometre kuzeyindeki toplama kampında 19381945 tarihleri arasında 40’ı aşkın ulustan on binlerce kadın tutuklu öldürülmüştü. Yakın tarihte restore edilen müzede iki rehber, dernek üyeleri ve dostlarına ayrıntılı bilgiler verecekler. Katılımcıların, Hohenstaufenstr. 7 adresindeki dernekte pazar sabahı saat 10.00‘da buluşacakları bildirildi.