22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

8 ARALIK 2006 CUMA tarihçe BRÜKSEL GÜNLÜĞÜ ELÇİN POYRAZLAR Yemen bizim neyimize? belirsizliği bir yana mezarları da yoktur. Durumu Genelkurmay’dan öğrenmek isteyen Zeki Ehiloğlu, sadece Yemen’e giden paşalarla ilgili bilgi alabilir. Bunun üzerine “Yemen’de ölen Türklerin sayısını tarih bilmiyor. Öğrenmekten de ürküyor” der (Yemen’de Türkler). Dahası “Yemen’de işimiz neydi?” dediği için bazı çevrelerce ‘vatansızlıkla’, ‘kansızlıkla’ suçlanır. (Bkz. Neydi Bu İşlerin Aslı, Şükrü Günbulut) Bir önceki isyan 1895’te Hüseyin Hilmi Paşa komutasında ezilmişti, ancak 1905’te Yemen, İmam Yahya Hamidettin öncülüğünde bir kez daha ayaklanır. İmam Yahya, Paygamberin ailesinden olmadığından Osmanlı hanedanının halife olamayacağı gerekçesiyle 2. Abdülhamid’e karşı cihat ilan eder. Ezilemeyince 1911’de kendisiyle anlaşma yoluna gidilir. Anlaşma İzzet Paşa komutasında, o dönem Yemen’de bulunan İnönü tarafından yapılır. Bu anlaşma ile Yemen isyanı kesilir gibi olsa da, 1912’de Osmanlıİtalyan savaşı başladığında Yemen’deki isyan dalgası da yinelenir. Hicaz demiryolu sayesinde Osmanlının Arabistan ve Yemen üzerinde güçlenen denetimi de (A. Hourani), sorunun çözümünü sağlamaz. 1918’de Osmanlı Dünya Savaşı’nda yenilince, bu kanlı ve acılı macera da fiilen biter. C 13 BerlinParis Hattında Tren Kazası B ERDOĞAN AYDN Savaşın türkülerimizdeki öyküsünden sözedince, doğaldır ki akla en çok Yemen gelir. Yemen türküleri savaş karşıtlığının, çaresizliğin, acının, özlemin çığlığı, tarihsel belgelerdir. Bu türküler, emperyal hayaller uğruna feda edilen yüzbinler için ağıttır. Osmanlı’nın Yemen’deki hakimiyetini sürdürme amacı, yüzbinlerce Anadolu evladının ölümüne neden olmuştur. Meşru bir amacı olmadığından bu ölümlere ne denli çok üzülsek az. Ancak üzülmek veya sorumlulara kızmak yetmez; bu tarihsel trajediyi, benzerlerine karşı itiraz eden bir tarih bilincine çevirelim ki gerçek yurttaşlar olabilelim. Kendi siyasal ve ekonomik çıkarları için insanları ölüme sürebilenlerin, “cihan hakimiyeti mefkuresi” (ülküsü) gibi mazeretleri ile karşı karşıyayız. Siyasal meşruiyet ve ekonomik çıkar kaynağı olarak Arap coğrafyasını elde tutmak amacı, Yemen’in Osmanlılar için stratejik bir değer kazanmasını getiriyordu. Bu nedenle Yemen, bir insan öğütme makinesi olmasına karşın korunmaya çalışılmıştır. Üstelik burada savaşılan güç, örneğin İngilizler gibi dışsal değil, doğrudan Yemenlilerdir. Biricik dışsal güç bizzat Osmanlıların kendisidir. FETİH VE İSYAN Yemen’in Osmanlı egemenliği altına girişi, Yavuz Sultan Selim’in 1517’de Mısır’ı fethetmesiyle gerçekleşir. 1518’de Yavuz, önceden Mısır’ın valisi olup Osmanlı otoritesini tanıyan Emir İskender’i paşalık unvanıyla Yemen Valisi yapar ve onun aracılığıyla Yemen vergilerinin Osmanlı’ya akışını sağlar. Ancak Yemen halkı, daha o zamandan başlayarak Osmanlı’ya karşı direnir. Osmanlı Yemen halkını itaate zorlamak için sürekli güç kullanacaktır. Öyle ki Kanuni zamanında Yemen yeniden fethedilmek zorunda kalınır. Ancak bu fetih de tam bir denetim kurmaya yetmez. Yemen sürekli ayaklanmalar nedeniyle ara ara denetimden çıkar. Yemenliler Osmanlı’yı istemez ve her fırsatta ayaklanır. 1547’de Portekizlilerin de yardımıyla Aden’i kurtarırlar. 1548’de Piri Reis Aden’i yeniden fetheder. 1567’de Yemen yeniden Osmanlı’nın elinden çıkar. 1569’da yeniden fethedilir. 1592’de bu kez Zeydiler ayaklanır. Pekçok savaş ve gelgitten sonra 1636’da Osmanlılar bir kez daha Yemen’den kovulur. Birbirini izleyen savaşlar sonucunda 1750’de Yemen’i yeniden fethederler. 1803’te bu kez Vahhabilerle Osmanlılar arasında 7 yıl savaş olur. 1835’te Kavalalı Mehmet Ali Paşa Yemen’i Osmanlılardan alır 1849’da Osmanlılar tekrar ele geçirir. Ancak aynı yıl Zeydi ayaklanması başlar ve 1872’ye kadar sürer. Yemen pek çok Osmanlı komutanın da yükselme ya da tasfiye yeridir. Örneğin Anadolu isyanlarının vahşetle ezilmesinde nam salmış Kuyucu Murad Paşa, Yemen’e basarak ta vezirliğe kadar yükselecektir. 1557’de Mısır Valisi Mahmud Paşa’nın kethüdası olan Kuyucu Murad, Yemen’deki direnişin ezilmesindeki yararlılığından ötürü, 1571’de Yemen’e beylerbeyi atanır. Süveyş kanalının 1869’da açılışından sonra 1870’te bu kez Emir Mehmet bin Ayz öncülüğünde yeni bir ayaklanma başlar. Redif Paşa komutasında 17 tabur ve Mısır’dan 20 bin kişilik bir kuvvet gönderilir. Ardından Gazi Muhtar Paşa komutayı alıp isyanı bastırır. Hiç bitmeyen bu isyanları bastırmak için 18701919 arasında yüz binlerce Anadolu çocuğu Yemen ellerine gönderilmişti. Tarihçi diyor ki: “Bizler son kafile olarak 1919’da Yemen’den ayrıldığımıza göre Türkler Yemen’de tam 400 sene kalmışlardır. Bu dört yüz sene içinde mücadele, isyan, kıtal devam etmiş ne Yemenlilerin huyu değişmiş ne de biz bu inattan vazgeçmişiz. Yemen’in en sakin görünen zamanları bile mevzi vakalarla ve hastalıklarla Türk askerinin ölümüne sebep olmuştur. Hani geçmişte yüz yıl muharebeleri meşhurdur ya, tarihin en uzun süren savaşı olarak gösterilir. Yemen harbi yüz yıl savaşlarından dört misli daha uzun, yani 400 sene sürmüştür. Çölü, suyu, dağı, taşı askere düşman olan bu ülkede ne gayeyle 400 sene harp edildi? Neden iç tarafları olsun kendi haline bırakmadık da Türk milletine tarihin en büyük felaketini yükledik. Yemen’den ne bekliyorduk? Oralarda ne yapmak istiyorduk? Yemen’e asker göndermekte çok güçlük çekiliyordu. Bundan dolayı Zeydiler güç kazandılar ve 1905’te 7. orduyu yenerek Sana’yı aldılar. Bunun üzerine İttihat ve Terakki Hükümeti Yemen’e kuvvetli bir ordu yolladı. Aynı zamanda İmam Yahya ile müzakereye girişti. Sonunda imamın muayyen bir mıntıkada hükümet etme hakkını tanıyarak 1910’da muahede imzalandı. Tarihler vakaları, savaşları yazıyorlar. Fakat hastalıklardan nerede, ne kadar asker öldü? Bunu hiçbir kitap yazmıyor. (Oysa) Yemen’de harplerde ölen asker mevcudu, hastalıklardan ölenlerin onda biri dahi yoktu.” (H.Hüseyin Balak). Yemen’de ölenlerin sayısı da bilinmez. 300 binden bir milyona kadar sayı veren var(*).Osmanlı kayıt tutma gereği bile duymamıştır. Tüm şehitlik söylemine karşın Yemen’e ölüme sürülenlerin toplam sayısının MERHAMETSİZ PADİŞAHLAR 400 yıl boyunca her isyanla birlikte Yemen’e gönderilmek üzere, Anadolu’dan asker toplanır. Halk ise özellikle Yemen’e asker vermek istemez. Ama itiraz edecek güçten de yoksun, duygularını türkülere döker. Türkülere de yansıdığı gibi gidenin gelmediği meçhul bir yerdir Yemen: “Havada bulut yok, bu ne dumandır? / Mahlede ölüm yok, Bu ne figandır / Şu Yemen illeri ne de yamandır / Eli Yemendir, gülü çemendir / Giden gelmiyor, acep nedendir?” diye çığlıklar yükselir Anadolu’dan. Yemen’deki son Osmanlı kafilesinde yer alan Z. Ehiloğlu; “Zavallı Yemen şehitleri! Siz bu volkan artığı yalçın topraklarda ılgın ılgın kan döktünüz, can verdiniz. Fakat sizi hatırlatacak hiçbir iz yok. Cezayir’de, Plevne’de, Sivastopol’da savaşanlar gibi sizin için marşlar söylenmedi, adınıza abideler dikilmedi. Çünkü sizi vuranlar kendi vatandaşlarınız sayılıyordu. Hatta o zamanlar bütün dünyaya karşı İslamlığı müdafaa eden sizler, milliyetinizi açığa vuramazken onlar sizden üstün olarak milleti necibe sıfatını taşıyorlardı” (Yemen’de Türkler) diye yazacaktır duygularını. Evet onlar için marşlar yazılmadı; ama halka dair bir çığlığın destanı olarak dillendiler. Yemen’i elde tutma inadını sürdüren Osmanlı egemen aygıtına karşı halkın biricik sığınağı türküleriydi. Bu ses; “Merhametsiz padişahlar askeri On senedir bekletiyor Hicaz’da Genç iken kocadım yitirdim yari Soyka Yemen yiğit koymadı bizde N’olur karlı dağlar n’olur Asker yarim gelse yaralarım iy’olur Padişaha söyleyin yari göndersin, Bu kanunu, bu zagonu döndersin, On seneyi bir seneye indirsin, Hiç mi merhamet yok Sultan Aziz’de?” diye dillenirken, bir başka bölgeden; “Yemen Yemen şanlı Yemen / Toprakları kanlı Yemen Ben Yemen’e dayanamam / Körolsun beni gönderen Yeşil çadır yas mı tutar / Tüfek mavzer pas mı tutar Gidin sorun anneciğime / Benim için yas mı tutar” diye haykırır. Bir diğer bölgeden: “Yemen bizim neyimize / Şivan düştü evimize Bak yavrular yetim kaldı / Güvenmeyin beyinize Günden yanı soldu m ‘ola / Yerden yanı uldu m’ola Memed’imin ala gözün / Karıncalar oydu m ‘ola Gitme Yemen’e Yemen’e / Yemen sıcak kayfe pişer Asker talime çıkışın / Aceminin aklı şaşar” türküsü dillenir. Yemen, gidenlerin geri dönemediği bir yana, öldürüldükleri yerlerde sahipsiz cesetler olarak çürüdüğü, gözlerinin karıncalara yem olduğu, anaların, yavukluların ağıt ürettiği anlaşılmaz bir acılar diyarıdır... Ola ki genç aklıyla durumun vahametini anlayamayan, haklı bir amaç için, düğüne gider gibi savaşa giden oğulların ve kocaların; “Mızıka çalındı düğün mü sandın Al yeşil bayrağı gelin mi sandın Yemeni gideni gelir mi sandın Dön gel ağam dön gel dayanamirem Uyku gaflet basmış uyanamirem Ağam öldüğüne inanamirem” diye uyarıldığı yerdir Yemen. (*) İctihad mecmuasının 139 numaralı ve 30.11.1921 tarihli nüshasının 2941 sahifesinde istatistik idaresinden alınan kayda göre Süveyş kanalının açıldığı 1869 tarihinden sonraki 45 sene zarfında Yemen’e bir milyon Anadolu evladı gömülmüştür. (Z. Ehiloğlu) ir peron düşünün tıka basa insan dolu. Kimisi yolcu kimisi değil. Perondaki trenin hareket etmesini bekliyorlar. Gar yöneticilerden trenin hareket saaatine, içindeki yolcuların niceliğine, ne kadar hız yapacağına yönelik bir dizi açıklama geliyor. Hatta gar yönetimi ileri gidip bu trenin kaza yapacağını duyuruveriyor. Bekleyen grup dönüp hayretle duran trene bakıyor. Daha tren hareket etmedik ki kaza yapsın!? ??? AB duran bir trene kaza yaptıracak kadar siyasi kıvraklığa sahip. 3 Ekim 2005’te Türkiye’nin müzakerelere başlamasıyla “AB trenine bindik” diye sevinç naraları atan Türk tarafı bir yıl süren tarama süreciyle trenin yolculuk hazırlıklarını tamamladı. İş ana motoru çalıştırmaya gelince ise gar yönetimi olaya el koydu. Türkiye’nin AB trenine binmesi bazı hatları memnun etmedi. Özellikle BerlinParis hattı derhal teknik bir müdahaleyle Türk yolcuları trenden indirdi. Türk yolcuların yerine getirmediği bazı hukuki işlemler öne sürüldü. Büyük hatlardan izin koparamayan gar yönetimi trenin vagonlarından 8’inin çıkacağını diğerlerinin de kapılarının kapanmayacağını bildirdi. BerlinParis hattı bundan da memnun olmadı. Tren saatinin yolcuları perişan edecek kadar geç bir tarihe atılmasını kararlaştırdı. Bilet parasını da geri vermeden. Tren daha hareket etmeden BerlinParis hattındaki duvara çarptı. ??? ABTürkiye ilişkilerini tren yolculuğu sanan Genişleme Komiseri Olli Rehn’e işte bir karikatür. AB Türkiye’ye yönelik siyasetini açık bir biçimde ortaya koymadı ki bu ülkeyle yolculuğa çıksın. AB’nin anayasa, bütçe, ekonomi, küreselleşme, terör, enerji ya da her ne krizi olursa olsun stratejik anlamda önem taşıyan Türkiye’nin üyeliğine yönelik son kararını almadığı ortada. 17 Aralık 2004’te Türkiye’ye “müzakerelerin hedefi üyeliktir ancak sürecin ucu açıktır” dendi. Kıbrıs bu kararın önkoşulu ve kalkanı haline geldi. AB’nin yazılı kararlarında bir sapma yok. Türkiye’nin aday ülke statüsünde müzakere sürecinde sabrederek, bekleyerek, donarak ve durarak “devam etmesine” karşı değil. Ancak AB, Türkiye’nin tam üyeliği konusunu öyle öteye attı ki kimse bundan konuşmaz oldu. ??? Şimdi süreç AB Komisyonu’nun 8 başlıkta müzakereleri askıya alması ve diğer başlıkları kapatmaması gibi detaylara kitlendi. Berlin ve Paris’in bu hafta Ankara’ya takvim konusunda baskı oluşturmaya yönelik tutumları da AB doruğunun kaçınılmaz kararı olarak karşımıza çıkacak. FransaAlmanya ekseni AB içinde sabit bir denklemdir. Bu ekseni daha sonra küçük ülkeler de takip eder. AB Komisyonu’nun önerisinin iyileştirilmesi olasılığı acı bir gülümsemeden öteye gidemeyecek. Önerinin Türkiye’ye limanlarını açmasına yönelik takvim koşulu, Güney Kıbrıs’la ilişkilerin normalleştirilmesi ve hatta BM çatısı altındaki bir çözüme yönelik atıfın çıkması gibi unsurlarla daha da ağırlaştırılması bekleniyor. İngiltere, İsveç, İspanya gibi ülkelerin Komsyon’un önerisinden memnun olmadığı da gelen haberler arasında. 11 Aralıktaki AB Dışişleri Bakanları toplantısında Türkiye pazarlığının kızışması, ardından AB doruğunda da BerlinParis hattının kararı şekillendirmesi Brüksel’in beklediği sonuç. ??? Görünen köy kılavuz istemez derler. Şimdi Ankara’nın tüm bu gelişmelere nasıl bir yanıt vereceği, hangi konularda çekince koyacağı, sırtını dönüp gidip gitmeyeceği soruları kafa kurcalıyor. Eğer ortada bir danışıklı dövüşme yoksa Ankara Hükütmeti’nin bu kararlara kükremesi gerekir. Ya da “ipleri koparıyoruz” çıkışını “bilge” Ankara siyaseti son ana saklıyor. Bu sürecin devam edeceğini başlık sayısına bakarak savunmak ancak şabanları etkiler. Ankara’nın AB hayali net siyasi nedenlerle bir ya da iki yıllığına donacak gibi görünüyor. Bundan sonra ABsevdalıların bu süreçten ne istediklerini belirlemeleridir asıl olan. elcpoy?yahoo.fr Osmanlı belgeleri gerçek ‘V an’da Ermeni İsyanı’ adlı kitabını tanıtan Profesör McCarthy, Ermeni soykırımı savlarına ilişkin gerçek bilgilerin Osmanlı ve İngiliz belgelerinde yer aldığını belirtti. Talihsiz ölümler emen savaşı, Anadolu insanını derinden yaralayan, çünkü, haklılığına inanmadıkları bir savaştır. Bu durumu aşmak için başvurulan ideolojik koşullandırmalar, türkülerde de görüleceği gibi amacına ulaşmamıştır. Bu el topraklarında ölüm, ‘Peygamberin topraklarını müdafaa’, ‘İslam’ın birliğini koruma’ olarak kutsanmaya çalışılır. Bu gerekçelendirme sonraki zamanlarda milliyetçi bilincin ihtiyacına bağlı olarak, “bütün İslam alemini Türk’ün liderliği altında birleştirmek ve korumak” haline getirilir. Bugün bile Yemen Savaşlarına dair literatür tarandığında, “Tarihimizin bir çok sahnesinde tekrar tekrar yaşandığı gibi insanımız Yemen için de ardına bakmadan cepheye koşmuştur. Bugün isimleri bile bilinmeyen binlerce Yemen şehidi devletinin izzetini korumak için canlarını gözünü kırpmadan feda etmiştir. (...) vatanı milleti için cepheye koşmuştur” gibi söylemlerle karşılaşabiliyoruz (Hüseyin Özcan); hem de, “Türkülerin Gerçekleri ve Yemen Türkülerinin Arka Planı” gibi başlıklar altında! Tebaalık ve kulluktan Y yurttaşlık bilincine yükselemeyen böylesi yorumlara karşın kabul edilmelidir ki bu ölümler talihsiz ölümlerdir. Üstelik toplanan askerlerin Yemen’e gönderilmesi de başlıbaşına bir ölümdür: “Yürüyerek İzmir’e, oradan da yabancılardan kiralanan gemilerle, Yemen yolculuğuna çıkarlar. Ne var ki, günlerce yürüyerek yorgun düşen askerlerden bir kısmı gıdasızlık ve bakımsızlıktan meydana gelen salgın hastalık sonucu, daha yolculuk esnasında Kızıldeniz’in sularına gömülerek; Yemen’e varabilenler ise, Tehame Çölleri’nde günlerce süren yürüme sonucu meydana gelen su kaybından tifo hastalığına yakalanarak hayatını kaybetmiş ve elbiseleriyle beraber açılan çukurlara gömülmüşlerdir.” (Ö. F. Yaldızkaya). Savaşa kendi çocuklarını göndermeyenler, yürüttükleri böylesi haksız savaşlarda sayısız Anadolu evladını telef etmişlerdir. Anadolu’nun insani kaynakları Galiçya’dan Yemen’e, Viyana’dan Turan hayallerine bir dizi savaşta sorumsuzca harcanmıştır. Savaşların yıkımından ders çıkarmak istemeyenler, Yemen türkülerini aşağılar veya toplumsal mesajlarının üstünü örtmeye çalışırlar. Buna karşın şehitlik üzerinden geliştirilen halk avcılığı ile insanları, her zaman savaşa sürebilecekleri psikolojik bir atmosferde tutarlar. Şehitleri yaşatmaya, yaşarken hak ve özgürlüklerine saygılı olmaya dair duyarlılığı ise göstermezler. Yemen’deki şehitlerden sözeder, ama Yemen’de onca insanın niye şehit olduğu sorusunu sordurtmazlar. Mustafa K. ERDEMOL LONDRA Ermeni soykırımı savları ile ilgili karşı tezleriyle Ermeni diasporasının tepkisini çeken dünyaca ünlü ABD’li Profesör Justin McCarthy, Türkİngiliz Ticaret ve Sanayi Odası Vakfı (TBCCI) tarafından Lordlar Kamarası’nda düzenlenen bir toplantıda en son kitabı The Armenian Rebellion at Van’ı (Van’da Ermeni İsyanı) tanıttı. Çok sayıda davetlinin ilgiyle izlediği toplantıda Profesör McCarthy, sözde Ermeni soykırımına ilişkin sağlam ve gerçek bilgilerin Osmanlı ve İngiliz belgelerinde yer aldığını belirterek, özellikle Osmanlı arşivlerinde “bir tane bile gerçek olmayan” belgeye rastlanmadığını kaydetti. Dia gösterisi eşliğinde yaptığı konuşmasında, Ermeni isyanlarını anlatan McCarthy, özetle şunları söyledi: “Ermeniler 1915 yılında isyan ettikleri Van’da Müslümanları öldürdüler. Ayrıca 3 bin Kürt, Zeve vadisinde Ermeniler tarafından katledildiler. Kürt aşiretleri de bunun üzerine Ermenileri öldürdüler. Trajedi böyle başladı. Osmanlı arşivleri incelendiğinde buradaki bilgilerin Ermeni kaynaklarının aksine tutarlı olduğu görülecektir. Osmanlı’da ‘Ermeni’nin canını ve mülkünü koruyun’ diyen yüzlerce belge var. Osmanlı ve İngiliz belgeleri gerçekleri yansıtmaktadır. Osmanlı arşivlerinde bir tane bile gerçek olmayan belgeye rastlanmamıştır. Bu belgeleri yazanlar askeri görevlilerdi ve bir gün bu belgelerin kontrol edileceklerini bile düşünmeden yazıyorlardı.” Profesör Justin McCarthy Ermenistan’ın ilk başbakanı Ohannes Kaçaznuni’nin OsmanlıRus savaşı sırasında Ermenilerin Rus yanlısı olduklarını “gururla” karşıladığına da dikkat çekerek Kaçaznuni’nin, Tehcir’den önce Osmanlı’nın Ermenilere “sekiz ay boyunca tolerans gösterdiğini” söylediğini kaydetti. Soykırımın söz konusu olmadığını, Ermenilerin çoğunun Ruslar tarafından öldürüldüğünü ifade eden McCarthy, “Rus yanlısı oldukları için Rus tarafına giden Ermeniler orada açlıkla karşılaşınca geri dönmek istemişler, ama Ruslar izin vermediği için çoğu açlıktan ölmüştür” diyerek “Ölen Müslümanlardan, Türklerden, Kürtlerden hiç kimse söz etmiyor. Bu insanlar hiç kimsenin umurunda değil mi? Neden bu insanların sesleri duyulmuyor?” şeklinde konuştu.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear