Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
6 Dr. Nejat TARAKÇI İzmir Ekonomi Üniversitesi UAİ Bölümü ntarakci@gmail.com evletlerin iki temel görevi vardır. Bağımsız varlıklarını korumak ve sürdürmek, milletinin refah ve mutluluğunu sağlamaktır. Devletin varlığının en vazgeçilmez ve birinci unsuru, vatan adı verilen coğrafyadaki topraklarıdır. Vatanı olmayan bir devletten söz edilemez. Vatanı korumanın ve varlığı devam ettirmenin, kısaca ‘beka’yı sağlamanın en temel unsuru jeopolitik konumun gerektirdiği yeterli bir askeri güce sahip olmak veya güvenilir bir askeri ittifak içinde bulunmaktır. Atatürk bu gereksinimi şöyle açıklamıştır. ‘Dünyada hayat için, insanca yaşamak için istiklâl lâzımdır. İstiklâl sahibi olmak için haizi kuvvet olmak ve bunun için mevcudiyetini ispat etmek icabeder. Kuvvet ordudur. Ordunun menbaı hayatı ve saadeti, istiklâli takdir eden milletin, kuvvetin lüzumuna olan imanı vicdanîsidir. Milletin refahı ise ekonomik açıdan güçlü ve bağımsız olmayı gerektirir. 21.yüzyıl başında içinde bulunduğumuz uluslararası ekonomik ve politik sistem, devletlerin yukarıda belirtilen iki temel görevini yapmasını giderek daha da zorlaştırmaktadır. Soğuk Savaş döneminin stratejik ülkesi Türkiye, Müslüman olmasına rağmen, jeopolitik ve jeostratejik konumunun Batı güvenliğine sağladığı hayati katkı nedeniyle 1952’de NATO’ya kabul edilmiştir. Sovyetlerin Akdeniz’e inişlerini kontrol eden Türk Boğazları bu katkının kilit taşıydı ve bu nedenle Türkiye o dönemdeki NATO’nun vazgeçilmez ülkesiydi. Sovyet askeri tehdidine ilave olarak milli ve manevi değerlere de karşıt olarak Türk toplumuna pompalanan komünizm tehlikesi, 19501990 arasındaki 40 yıl boyunca Türk siyasi hayatına damgasını vurdu. ABD güdümlü Türk siyasi hayatında, Amerikan tercihlerine bağlı olarak zaman zaman kısa süreli askeri yönetimlerle, siyasiler yeniden uygun şekilde yönlendirildi. Bugün NATO, Türkiye’nin güvenliğine yeterince katkı sağlıyor mu? Yoksa, Batı’nın Avrupa’dan Karadeniz ve Hazar bölgesine kayan jeostratejik merkez, Türkiye için kaçınılmaz yeni risk ve tehditler mi doğurmaktadır? 1995 yılından itibaren neoliberal sisteme (Küresel Ekonomik Sistem) entegre edilen Türkiye, güvenlik ve siyasi açıdan bağımsız karar alma yeteneğini ne derece koruyabilmektedir? ABD liderliğindeki G7 ülkeleri tarafından yönetilen küresel sistemin, özellikle Türkiye gibi G7 ve AB dışında kalan devletlerin, yukarıda belirtilen iki temel görevini yapamaz hale getirdiği değerlendirilmektedir. Bu bağlamda Türkiye’nin, son 20 yıldan bu yana içinde bulunduğu yeni jeopolitik konumunun gerektirdiği şekilde, kendi güvenliği açısından, üyesi bulunduğu NATO ittifakının işlerliğini ciddi bir şekilde sorgulaması gerektiğine inanılmaktadır. C S TRATEJİ Cumhuriyet Strateji 1 Eylül 2008 / 218 NATO’nun genişlemesinin Türkiye’ye etkisi tartışılıyor… D Risk mi, güvence mi? AB terörizm ve enerji güvenliği dahil, global ve bölgesel güvenliğini NATO çerçevesinde ABD’ye ihale etmiştir ve ABD’nin Avrupa üzerindeki askeri ve ekonomik hegemonyasını kabullenmiştir. Çünkü bugünkü politik ve ekonomik konjonktürde bekalarını sağlamanın en ekonomik ve kolay yolu budur. Akdeniz’den çıkarılmıştır. Yeni plan ve stratejiler Rusya’nın Karadeniz’de de marjinal hale getirilmesini amaçlamaktadır. Bulgaristan ve Romanya’nın NATO üyeliği ardından Ukrayna ve Gürcistan’ın da NATO’ya alınması halinde Rusya, Karadeniz’de çok kısa bir kıyı şeridine sıkıştırılmış hale getirilecektir. Rusya, Akdeniz ve Baltık’tan sonra kendi anavatanında da güvenliğini büyük ölçüde tehdit edecek böylesine radikal bir jeopolitik değişikliğe izin verecek midir? Buna izin verdiği taktirde Azerbeycan üzerinden Hazar’ın karşı kıyısına uzanacak NATO’nun yeni bir genişleme dalgasını durdurmak daha da zorlaşacaktır. Bu itibarla 1958’de bir jest olarak Ukrayna yönetimine verilen Kırım ile Abhazya (2), Rusya için Karadeniz’de en kritik ve hayati jeostratejik hedefleri oluşturmaktadır. NATO genişlemesinin en dikkat çekici yanı, eski Sovyet cumhuriyetlerini hedef almasıdır. Ortadoğu’da, Kuzey Afrika’da hiç bir ülkeye böyle bir perspektif önerilmemektedir. Çünkü, Suudi Arabistan, Ürdün, Mısır veya Suriye’nin NATO üyesi olması halinde ABD’nin bölgedeki askeri dengelere dayalı ekonomik çıkarları olumsuz yönde etkilenecektir. Aynı zamanda bölgedeki dinsel, etnik ve kültürel farklılıkların yarattığı istikrarsızlık karşısında NATO kendini beklenmedik risk ve tehlikeler içinde bulabilecektir.Bu itibarla NATO’nun genişleme stratejisi Batı’nın global çıkarları doğrultusunda Rusya’nın yakın çevresindeki jeostratejik eksenlerde şekillendirilmektedir. ABD’nin Avrupa güvenliğini öne çıkararak ortaya koyduğu bir başka önemli proje de, Polonya ve Çekoslovakya’ya monte edilecek füze savunma sistemidir. Rusya’nın şiddetle karşı çıktığı bu sisteme son planlama ile Litvanya’nın da dahil edilmesi beklenmektedir. Litvanya’nın bu projeye dahil edilmesi, Kaliningrad bölgesindeki Rus askeri varlığına karşı bir nevi caydırıcı veya göz dağı verici bir karşı hamle olarak değerlendirilebilir. TÜRKİYE’NİN GÜVENLİĞE KATKISI ve ekonomik hegemonyasını kabullenmiştir. Çünkü bugünkü politik ve ekonomik konjonktürde bekalarını sağlamanın en ekonomik ve kolay yolu budur. AB ülkeleri, savunma ve güvenlik harcamalarından sürekli kaçmakta ve hatta bazıları(1) NATO kriterlerinin bile altına indikleri için uyarılmaktadır. 2002’de NATO’nun büyük genişlemesinin ardından 2004’de AB de buna uyarak genişlemiştir. NATO’ya paralel bu genişleme aynı zamanda Avrupa’nın güvenliği için yeni risk ve tehlikeler ortaya çıkarmıştır. Batı karşısındaki tek global askeri güç olan Rusya; Kaliningrad bölgesi hariç, Baltık ve Bugünkü konjonktürde Türkiye’nin Avrupa’nın güvenliğine katkısı soğuk savaş dönemine kıyasla fazla göze görünmemektedir. Daha doğrusu her devlet olaya ulusal çıkarları açısından baktığından Türkiye’nin başta enerji güvenliği olmak üzere Avrupa’ya olan doğrudan veya dolaylı güvenlik katkılarının farkında olamamaktadırlar. AB üye adayı Türkiye, AB kapısında oyalanmaktadır. Müslüman kimliği, kültürel farklılığı ve yüksek nüfusu üyelik için caydırıcı faktörleri oluşturmaktadır. 1952 Avrupa’sında öne çıkan güvenlik kaygıları ve Kore Savaşı’na olan katkısı, Türkiye’nin Müslüman kimliğini aşan jeopolitik bir gerçek olarak NATO kapısını açmıştır. GENİŞLEMENİN TÜRKİYE’YE ETKİLERİ AB terörizm ve enerji güvenliği dahil, global ve bölgesel güvenliğini NATO çerçevesinde ABD’ye ihale etmiştir ve ABD’nin Avrupa üzerindeki askeri