26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

sergi Mehmet Gün’le merhaba Mac Art Gallery, çağdaş sanatın önemli isimlerinden Mehmet Gün ile sezona merhaba diyor. Yapıtlarında kavramsal anlayışı temel alan Gün, beyaz zemin üzerinde leke ve kaligrafi kullanarak eserlerini yorumluyor. Beyaz boşluklar ortasında, iç dünyasını renkli kırık, birbiri ile kesişen çizgilere indirgiyor ve duygu titreşimlerinin grafiğini çiziyor. Bir dönem; Sigmound Freud, biokimya, astronomi ve astrofizik üzerine yaptığı araştırmalar sonucunda, eserlerinde gerçeküstücülükten soyutdışavurumculuğa uzanan bir yol izlemiştir. Evrensel nitelikteki soyut resimlerinin yanı sıra video ile tini enstelasyonu alanında çalışmalar yapmıştır. Sergi, 31 Ekim’e dek sürecek. (Tel: 0 212 343 85 40) 10 4 EKİM 2008 CUMARTESİ Genç tiyatroculardan bir meydan okuma 7 ve 21 Ekim tarihlerinde Talimhane Tiyatrosu’nda sahnelenecek olan Neşeli Bir Gün, metropol yaşamının komik bir eleştirisi. “Sütsüz Şekersiz” adı gibi sade bir tiyatro topluluğu. Sultan Ertuğrul, Çiğdem İnan ve Berk Sarıbay’dan oluşan topluluk, “Neşeli Bir Gün”ü sahneye koyarak ilk hayallerini gerçekleştiriyorlar. Sütsüz Şekersiz’in büyük iddiaları yok. Büyük konuşmaktan da bizzat kaçınıyorlar. Ancak sonuç olarak söyleyecek bir sözleri var ve bunu dile getiriyorlar. Sade kahve kadar sert, duruşu sağlam bir topluluk Sütsüz Şekersiz. İsmin ve yüzlerin pek de ZUHAL önemli olmadığını, anlattıkları AYTOLUN hikayenin yerine ulaşmasının asıl amaçları olduğunu özellikle vurguluyorlar. Hatta sırf bu yüzden oyunun afişinde yüzlerini değil ayaklarını kullanmışlar. 3 konservatuarlı; Ertuğrul, İnan ve Sarıbay’ın yıllarca kurdukları bir hayalin sonucu Sütsüz Şekersiz. Daha önce AKM’de sahneledikleri dans tiyatrosundan sonra ilk bir arada projeleri olan Neşeli Bir Gün, günümüzün hızlı, metropol yaşantısına esprili bir eleştiri getiriyor. Uçlarda olan şeyleri denemeyi sevdiklerini dile getiren tiyatrocular, bu uçlarda çalışmaları seyircinin anlayabileceği ve eğlenebileceği şekilde sahneye koyuyorlar. “Çıkış noktamız bu aslında. Olabilecek en soyut ve gerçekçi biçimde anlatıp hem de anlaşılabilir kılmak. Bu biraz da meydan okuma demek. Çünkü hem zoru deniyorsun hem de anlaşılır kılmaya çalışıyorsun” diyor projenin tasarımını ve hikayesini kurgulayan Çiğdem İnan. Müzikler, dekor tasarımı ve animasyonların tamamı oyuna özgü. Söz yok, yalnızca sahnelerin manası var. Hareket Tiyatrosu olarak sahnelenecek olan oyun üretici ve heyecan verici bir çalışma. Kalıpları ve alışkanlıkları yıkıp yıkamayacaklarını soruyoruz ama onlar iddialı ve umutlu. Sanatın modern açılımlarının Türkiye’de yeni yeni izleyiciyi bulmaya başladığını söylüyor İnan ve ekliyor: “Bu tip yeni akımlar Avrupa’da geldikleri en üst noktayla sahnelendiğinde Türkiye’de izleyiciyle buluşamıyor. Çünkü izleyiciden uzak kalıyor. Anlaşılabilir olmalı ki diğerlerine de gidebilsin. Diğer türlü seyircinin anlamasını beklemek onlara da haksızlık. Biz modernin sıkıcı olmadığını göstermek istiyoruz. Modern olan bizim çağımıza ait olandır.” Prova arasında konuştuk Sütsüz Şekersiz’le; hem yeni oyunları Neşeli Bir Gün, hem de anlatmak istedikleri masala dair... Makineleşme süreci Sanatçı Betsy Sullam, 2006 yılında ilkini açtığı “makineleşme süreci” temalı heykel sergisinin devamı niteliğindeki ikinci sergisinde, değişmekte olan dünyanın hızına uyum sağlamaya çalışan insanlığın yaşadığı değişim sürecini ve tanıklığını, bu sürecin mekanik yansımalarını; “..aynılaşmaya, benzeşmeye başlayan, kendileriyle, birbirleriyle, yaşamla ve dünyanın değişen değerleri ile mücadele içinde olan insanlar... robotlaşan, makineleşen bir gelecek...” sözleri ile heykellerine yansıtmaktadır. Makineleşme süreci 19 Ekim’e dek Schneidertempel Sanat Merkezi’nde görülebilecek. (Tel: 0 212 249 01 50) dile geliyor yaşadıklarımız. Düşünsenize bir gün içinde neler yaşadığımızı... Trafikte uzun saatlerde yaptığınız yolculuklarda kalabalık içinde ne kadar kapalı olduğunuzu, bina içlerinde iletişimden gittikçe koparak bilgisayar başında kaç saatinizi geçirdiğinizi, büyük şirketlerde bir dosya isterken bile yazışmada bulunduğunuzu, süpermarketlerde dakikalarca ve sessizce alışveriş arabasını doldurduğunuzu ve hatta komşunuzla en son ne tiyatro Yakındoğu’da İhanet “Her köyde, kasabada, kentte huzursuz ruhlar vardır bilirsiniz. Ama aslında her evde en azından bir tane huzursuz ruh bulunur. Öyle ahım şahım bir nedeni yoktur huzursuzluğun.Var olmanın birincil şartıdır yalnızca. Eğer varsanız huzursuzsunuzdur, o kadar.” Özen Yula’nın “Yakındoğu Üçlemesi”nin ilk oyunu olan ve bir “kişi”nin sessiz öfkesinin anlatıldığı “Yakındoğu’da İhane”t, bu sene biriken tarafından mayıs ve haziran aylarında farklı mekanlarda, farklı formlarda sergilendi. 9 ve 10 Ekim tarihlerinde Kargart Sahnesi’nde. (Tel: 0 216 330 31 51) içinden. Oysa ki kendi kurduğumuz hapishanelerin içinde debeleniyoruz” diyor İnan oyundan söz ederken. Mümkün olduğunca en sivri noktaları alarak oyuna katan ekip, oyunu da 50 dakika ile sınırlı tutmuş. Tekrara düşmeden, vurucu yanlarını anlatarak, zaten değerli olan zamandan fazla çalmak istemediklerini amaçladıklarını söylüyor İnan. Özde anlatmak istediklerini çetrefilleştirmeden, 50 dakikada hem anlaşılır hem de kalıcı kılmaya çalışıyorlar. Animasyon film, müzikler, dekor ve hareketlerle destekleniyor oyun. Oyuna hazırlanırken çok fazla ödün vermek zorunda kalmışlar. Bunu dile getirmek bir pişmanlık göstergesi değil. Memnunlar hallerinden. Hiçbir destek alamamışlar, hiçbir sponsorluk girişimi sonuç vermemiş. “Biz bir adım attık, bakalım kaç adım gelecek karşıdan” diyorlar. Dertleri; üretim. Mevcut kısır döngüden çıkılabilmesi için farklı projelere açık olunması ve yeni projelere inanılması gerektiğine değiniyor Berk Sarıbay. METROPOL YAŞAMININ TRAJİKOMİK HİKÂYESİ Neşeli Bir Gün yaşamımızda ne kadar az neşenin olduğunu içimizi sıkan değil, gülümseterek anlatan bir oyun. Bir insanın 24 saatte ne kadar çok çerçöple uğraştığını, trafik, alışveriş merkezleri, süper marketler ve plazalar derken kendi yarattığımız bu karmaşanın içine nasıl hapsolduğumuzu ironik bir dille sahneye koyuyor. Oyunda söz yok; mizansenler ve hareketlerle zaman apartmanda karşılaştığınızı... Gün içinde ne kadar çok trajikomik olay yaşadığınızı... Hepsi ayrı bir hikaye, hepsi ayrı trajedi. Hatta İnan’ın dediği gibi Maslak deyince dahi insanın yüzüne hemen bir gülümseme oturuyor: Adım adım ilerleyen trafik ve boşa giden zaman... Her gün benzer şeyleri yaşıyoruz farklı köşelerde. Hatta kendimizden uzaklaşarak, yaşamın tüm gereklerinden koparak bir akışa kaptırıyoruz kendimizi. Neşeli Bir Gün tüm bunların komik bir eleştirisi. Komik ama acıklı. “Bu koşuşturma içinde bir şekilde farkına varmıyoruz. Binalar yükseliyor, camları ardında insanlar küçük küçük karıncalar gibi görünüyor. Aslında o kadar saçma bir uçurum var ki yaşamak istediğimiz hayatla yaşadığımız hayat arasında. Bu koşulları kendimiz yarattığımız gibi kendimiz de çıkabiliriz SANAT BİR KOL BOYU UZAKLIKTA OLMALI Sütsüz Şekersiz, bu ilk oyunlarıyla bir hareket tiyatrosunu buluşturuyor izleyiciyle. Ama kalıpları yok. Bundan sonra hikayelerini başka bir türle de anlatabileceklerini dile getiriyorlar. İzleyicinin alışkanlıklarına sıkı sıkıya bağlı olmadığını, belli yapılar içinde bir beğenileri olmadığını söyleyen İnan, “Oyunlardan herkes haberdar ama Türkiye’de çok az insan tiyatrodan geçinebiliyor. Demek ki çok da talep yok. Bu değiştirilebilir bir şey. Çünkü hayatta herşey değişebilir. Gelen kitle memnun ayrılırsa tiyatro izleyicisi de etkileşimle artacaktır. Sanat yaşama karşı tekrar şarj eden bir şey bizi. Sanat hepimizin bir kol boyu uzaklığında olmalı.” Izİzlenim Suçlu Yürekler Ankara Devlet Tiyatroları, yeni oyunuyla İstanbul’a konuk oluyor. İnsanı yalnızlığa iten ve kaybolan Amerikan ideallerini; uzunca bir süredir birbirinden ayrı ayrı yaşayıp, hiçbir anlamda birbirine benzemeyen fakat en küçük kız kardeşin cinayete teşebbüsü nedeniyle bir araya gelen ve sürekli birbiriyle rekabet eden üç kız kardeşin beklenmedik buluşmalarını ve onların fırtınalı geçmişlerini resmederek vurgulayan tatlı sert bir komedrama olan Suçlu Yürekler, 7, 8, 9 ve 10 Ekim’de Şişli Cevahir Sahnesi’nde tiyatroseverlerle buluşacak. Beth Henley tarafından yazılan, Aclan Büyüktürkoğlu tarafından çevrilen ve yönetilen oyunda İpek Çeken, Berna Konur, Elvin Beşikçioğlu, Serpil Gül, Adnan Erbaş, Eren Oray rol alıyor. (Tel: 0 212 380 12 38) İstanbul Modern Sanat Müzesi son yıllarda sıkça gezilen sanat müzelerimizden. Çağdaş sanat örneklerini görmek üzere gezilen müzede ulusal ve uluslar arası programlar sürdürülürken kütüphane, sinema, söyleşi, eğitim çalışmaları ziyaretçi sayısını arttırıyor. Böylece dinamik bir anlayışla tüketilen sunumlarla sanat eğitimimize ve kültürel yapılanmamıza katkıda bulunuluyor. Müzede zaman zaman retrospektifleri, zaman zaman da koleksiyonlardan seçkileri izliyoruz. Eylül ayı başında açılan çağdaş sanat sergisi bunlardan biri. Serginin adı: “Suyun Bir Arada Tuttuğu”. Yapıtları Gabriele Schor ve Levent Çalıkoğlu Verbung Koleksiyonu’ndan seçmişler. Verbung’un, Avusturya’da büyük bir enerji şirketi olduğunu biliyoruz; çağdaş sanatla ilgilenmesi ise yeni bir yaklaşım. Koleksiyon Fred Sandback, Gordon MattaClark, Cindy Shermann, Jeff Wall’in çağdaş sanat dönemeçlerinde ses getiren üretimleriyle ünlenmiş. Ayrıca Kate Gilmore, Laura Ribero, Lon Naguyen gibi genç sanatçıların işleri de unutulmazlar arasında yer alacak gibiler. Koleksiyondaki diğer yapıtlar da sanatsal düşünmeyi, yaratıcılığın sınırsızlığını, estetik Kate Gilmore, Açık Kollarla, 2005 algılamaların geliştirilmiş halini vurgular nitelikliler. Sergide fotoğraflar, videolar, heykeller başta “Suyun Bir Arada Tuttuğu” özellikle kadın sanatçıların gelenler; yerleştirmeler, kısa filmler ise dikkatleri kolayca yoğunluğu ile gündemini belirleyecek bir sergi. 1971’de üzerilerine çekiyorlar. Linda Nochlin gibi bazı araştırmacı kadın sanat tarihçilerin Çağdaş sanatı bir başka deyişle sanatın 1970’lerden söylemini “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok?”sonraki dönüşümlerini içeren bu sunum için söylenecek yani, sanat tarihinde kadın sanatçı kimliğinin ancak ve tek söz var: Sanatta disiplinlerarasındalıkla barışık olmak ancak bastırılmış bir güç olabileceği öngörüşünün ya da onu çokça kullanan sanat anlatımlarını yeğlemek. Bir kapanmış bir dönem olduğunu kanıtlayacak birikimde. başka deyişle, toplumsal dinamiklerin irdelenmesini, Öncelikle Cindy Sherman’ın fotoğraflarına bakalım, sorunlaştırılmasını, sorgulanmasını çağdaş sanat pratiği salona girişte yanı başınızda olacaklar. 1970’lerde içinde ele alınışına kafa yormak, onu sevmek ve sabırla çekilmişler ve kadının toplumca algılanışını gösteriyorlar. izlemek. ? ÜMRAN BULUT [email protected] İstanbul Modern Sanatlar Müzesi ve Çağdaş Sanat2 Türlü türlü kadın imgesi acaba sizi de şaşırtacak mı? Hatta, bu fotoğraflar bugün ve bizi ele alsalardı, nasıl olurlardı mı? dedirtecekler. Düşündürücü bir köşe burası! Sherman ile başlayan geziniz zaman zaman sizi daha da hayretler içerisinde bırakacak yoğunlukta. Adeta feminist sanatın incelikleriyle öğrenileceği bir sunumla baş başasınız. Öncelikle Nil Yalter’in kıvrak duruşlu bir kadın bedenine, göbekten ve dairesel biçimli yazışını izleyin. Bedenin mekansal izdüşümü üzerindeki acı tarifsellik içinizi mi sızlatır, kafanızın tasını mı attırır bilemem ama gerçeğe sanatsal yaklaşımla parmak basmak için söyleyecek tek söz bırakmayacağından eminim. Bunun üzerine küçük monitörden izlenen Kate Gilmore’ın filmi tam tuz biber olacaktır. Kadının vazgeçemeyeceği yaşama bilinci ile örtüşen olumluğunu, yinelenen ve sürekli izlettiren kısa gösteride, isyankarlık içgüdülerinizin aynı anda yok oluşunu, tükenmişliğini yaşıyorsunuz. Çünkü siz de defalarca zorluklar yaşayıp hayata bir şey olmamışcasına sarılmışsınızdır. Feminist olma da ne ol?... Otur köşende aşağı, yok ol… Serginin Mekanlar/ Yerler bölümünde çağdaş sanatın mekanı kullanışı izleniyor. Bernd ve Hilla Becher endüsriyel mekana ait bir dizi fotoğraf çekmişler. Binalarla silindirik formu dinamizmi yansıtıyorlar. Fred Sandback en yalın haliyle mekanı oluşturuyor. Parçalıyor, bölüyor. Mekanın içinden kolayca geçebileceğiniz bir dizi bu. Birgit Jürgenssen in fotoğrafında ise ne içinden geçilmesi! Oraya tıkalı kalınmışlığın sızısını duyumsuyorsunuz. Kadının toplumsal konumlandırılışı bu kez bir sanat yapıtıyla karşınıza dikiliyor. Paylaşıyorsunuz… Sergi 11 Ocak 2009’a kadar izlenebilir. Dinmeyen Alkışlar Tiyatromuzun ve sinemamızın unutulmaz adları arasında yer alan, 1981 yılında yitirdiğimiz Cahide Sonku’nun sanat yaşamı, evlilikleri ve son yıllardaki dramatik yalnızlığını anlatan Dinmeyen Alkışlar, bir yanıyla Şehir Tiyatroları’nın yakın tarihinden de kesitler sunuyor...Gülsün Siren’in yazdığı efsane oyuncunun nefes kesen hayat hikâyesi Dinmeyen Alkışlar’ı, Engin Gürmen yönetiyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları 20082009 sezonunu Dinmeyen Alkışlar’la açıyor 12 Ekim tarihleri arasında Kağıthane Sadabad Sahnesi’nde olacak oyunda Aslı Seçkin, Aziz Sarvan, Cem Uras, Defne Gürmen, Emre Narcı, Enes Mazak gibi oyuncular rol alıyor. (Tel: 0 212 321 73 95) C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear