26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

CUMARTESI 02 14/2/07 16:51 Page 1 CUMARTESİ EKİ 2 CMYK 2 17 ŞUBAT 2007 CUMARTESİ 76 yaşında hâlâ sahnede bir Muzaffer OZAN YAYMAN Hayatımızın başına; “İyi anılarla, kötü anılarla hepsini bir arada yaşadı Muzaffer Katırcıoğlu” diye çekiyor manşetini. TRT İzmir Radyosu’ndan emekli, 76 yaşında, kendi deyimiyle “madden ve manen ayakta durmak için” hala sanatını icra eden Muzaffer Katırcıoğlu, manşete taşıyor yaşama tutunma azmini. İzmir, İstanbul’un ışıltılı günleri ardından alışık olduğunun dışında, Anadolu’nun sakinliklerinde hala bildiğini okuyor aslında. Bildiği bir Türk Sanat Müziği, bir de yaşama her mekan ve zamanda sarılacaksın söylemi. Bedeni genç, ruhu geçmişlere okuma dersleri veriyor. Gecenin bir yarısına kadar eğlence mekanlarında şarkı seslendiriyor, alkış alıyor. TRT İzmir Radyosu günlerinin ardından, İstanbul’un “fasıllı” geceleri hem de bir iki yıl değil 20 yıllık renkli bir hayat deneyimini peşine takarak, Ürgüp’e çeviriyor yönünü. Ona göre geminin bir şekilde yol alması gerekiyor. Sular azgın da olsa dingin de dursa bu gerçek kaçınılmaz; yol alınacak. Ürgüp’te günlerin önceki yıllarına göre sakin geçtiğini aktaran Muzaffer Katırcıoğlu, oğlu, gelini ve torunlarıyla bir arada yeni anılar biriktirdiğini dile getiriyor. Merhaba Yaşam hakkı kutsaldır, tüm canlılar için... Onların amacı sadece güvenli bir şekilde karınlarını doyurmak, nesillerini devam ettirmek... Kariyer planları yok, zenginlik peşinde değiller, kişisel çıkarları için savaş çıkarmıyorlar, hiçbir yeri işgal de etmiyorlar... Küçük bir kulübe, karda kışta ısınacakları bir çatı altı, bir kovuk, belki bir parça yemek tek beklentileri... Onlar sokaktaki hayvanlar... Eğitimsizliğin, sevgisizliğin, bencilliğin ve öfkenin üzerlerine yöneltildiği bu dünyada yaşama haklarını savunmak için seslerini bile çıkaramıyorlar. Kovuluyor, dövülüyor, yaralanıyor, dile getirmenin bile yürek paralayıcı olduğu türlü türlü işkencelere maruz kalıyor, hatta öldürülüyorlar. Ama onlarla birlikte, onlar için kalpleri sokakta atan insanlar da yok değil. Barınak Gönüllüleri ve Hayvanlara Yaşam Hakkı Derneği de bunlardan biri... Toplumsal duyarlılığı artırmak, sokak hayvanlarının haklarını savunmak için yola çıkan bir dernek, daha fazla gönüllü ve yardım bekliyor... ???? Türkiye’de şiddet ve gerilim hızla tırmanırken kalbimiz de bundan ciddi bir şekilde etkileniyor. Vahşetin, eşkiyalığın kol gezdiği, yoksulluğun hergün daha da katlandığı sokaklar kalp hastalıklarına davetiye çıkarıyor. Her yıl kalp ve damar hastalıklarından yaşamını yitirenlerin sayısı tüm savaşlarda öldürülenlerden ve doğal afetlere kurban gidenlerden daha fazla. Türk Kalp Vakfı Başkanı Çetin Yıldırımakın, bu vahim tablo karşısında herkesi ‘iyi kalpli olmaya’ çağırıyor. İyi hafta sonları... DELİ DELİ MÜZİKLER YOKTU Marmara Depremi’ni izleyen günlerde eşini kaybettiğini söylerken gözleri doluyor. “Keşke beraber gitseydik bu diyardan” diyerek dalıyor uzaklara. TRT’ye giriş sürecinde eşinin büyük desteği olduğunu anlatarak sözleri sıralıyor bir biri ardına: “Eşim hukukçuydu ve Türk Sanat Müziği’ne de son derece meraklıydı. İlk nota bilgilerini eşimden aldım. TRT sınavlarına girmem için beni ikna etti. İzmir’de yaşıyorduk o yıllarda. Sınav için müracaat ettim. Süreç beni TRT sanatçısı yaptı. Sene 1947”. “Vahit Özbiricik şefimizdi” derken saygı, “Emine Gönülden keman, Süleyman Şen, Turhan Yalçın kanun üstadıydı” diye anarken özlem, “Mısırlı Kemal fasıl okurdu. Bir gazel çekerdi ki aman aman...” dediğinde geçmiş yılların ahengi dökülüyor dilinden. TRT İzmir Radyosu’ndaki dönemin tekrarlanmayacak olduğunu bilmenin bir parça hüzün, o yılları yaşamış olmanın da gurur hissi verdiğini söyleyen Katırcıoğlu, “Meşhur İzmir Fuarı günlerinde Akasyalar Gazinosu’nda konserler verirdik. O dönemlerde Türk Sanat Müziği’ne ilgi, sevgi, saygı vardı. Deli deli müzikler yoktu. Arabeske rağbet olmazdı. Üzülüyorum şimdiki müzik ortamına baktığımda. Türk Sanat müziği bizim direğimizdir. Onsuz olmaz, kimliğimizin parçasıdır. Vardar Ovası, Alişimin Kaşları, Dağlar Dağlar Viran Dağlar, Estergon Kalesi, Sarı Zeybek bunlar Mustafa Kemal’in şarkılarıydı. Bu eserleri kim unutabilir ki? Bu şarkılardan birisi çalsın yine tüylerim diken diken olur” diyor. 1960’ların sonlarında TRT İzmir Radyosu’ndan emekli olduktan sonra İstanbul’a yerleştiklerini ve sanatını ülkenin bildik ses sanatçılarıyla birlikte icra etmeye başladığını vurguluyor. “İstanbul gecelerine fasılı tanıttık” derken sesi mağrurlaşıyor. Müzeyyen Senar, Ercüment Batanay, Nigar Ulueren, Gönül Yazar, Şükrü Turan, Şerif İçli gibi isimlerle birlikte fasıl yaptıklarını söyleyerek, “Neşeyi muhabbet” eyledikleri dönemi şu sözlerle aktarıyor: “Emekli olduktan sonra artık kenara çekilmeliyim demedim. Valantino diye bir yer vardı İstanbul Sıraselviler’de. Zeki Müren’in kral olduğu yıllardan söz ediyorum. 15 yılı aşkın süre çalıştım orada. Küme fasıl yaptık. Ömrümün unutulmaz günlerinden bir kesittir”. Eşinin kendisine TRT kültürünü armağan ettiğini, iki çocuk verdiğini, saygılı günleri yaşattığını söyleyerek, “Bir de, neyleyim köşkü, neyleyim sarayı içinde salınan yar olmayınca, şarkısını anı bıraktı bana. O gittikten sonra daha bir anlamlı oldu bu şarkı” diyor. Hayat çizgilerinin 17 Ağustos 1999 tarihli Marmara Depremi’yle değiştiğini söyleyen Muzaffer Katırcıoğlu şunları aktarıyor: “Deprem sırasında kızın, Büyükçekmece’deki yazlığındaydık. Depremden sonra eşim depresyona girdi, felç oldu. Eşimin orada akrabaları olduğundan Gaziantep’e gitme fikrini benimsedik. Eşim orada rahmetli oldu. Ben çok kötü oldum, her gün mezarına giderek gözyaşı döktüm. Oğlum Mehmet o sırada Nevşehir Dedeman Otel ile temasa geçti ve orasıyla anlaştı. Taşınmaya karar verdik. Bana, Nevşehir’in gece hayatı olmadığı ve sanatımı icra edebileceğim bir yer olmadığı söylendi. Ürgüp tavsiye edildi. Sanatını, Ürgüp’te yapabilirsin dediler. Böylece 2002 yılında Ürgüp’e yerleştik”. Bu sevgi Ü bana yeter rgüp’te, Belediye Başkanı Bekir Ödemiş’in kendisini çok sahiplendiğini ve ilçe turizmine renk katması için tüm imkanların seferber edildiğini söyleyen Katırcıoğlu, manşetlik konuşuyor yine: “Başkan, Muzaffer Abla bu diyardan göçtüğünde, öyle bir merasim yapacağım ki diyormuş. Ürgüp daha böyle merasim görmemiş olacakmış. Bu sevgi bana yeter”. Ardından, “Ölüm hepimize hak” diye eklemeyi de unutmuyor Muzaffer FASILI TANITTIK TRT İzmir Radyosu’nda beraber çalıştığı arkadaşlarıyla birlikte halk konserlerine çıktıklarını ve Ege Bölgesi’nin değişik yerlerine Türk Sanat Müziği’ni tanıttıklarını, sevdirdiklerini söylüyor Muzaffer Katırcıoğlu. Halk konserlerinden söz ederken ilk olarak, “Mikrafon yoktu o dönemlerde. Peşin onu yaz sen” diyerek ekliyor: “Senelerce mikrafon yoktu ortalarda. Çıplak sesle okuyorduk şarkıları. Küçük kasabalara gidiyorduk. Bayram havası yaşanıyordu bizimle beraber. Büyük şenlikti halk konserleri. Fazla ağırdan gitmezdik o konserlerde, Ada Sahilleri tarzında şarkılar seslendirirdik”. Çanakkale Bozcaada’ya yaptıkları turneyi unutamadığını söyleyen Katırcıoğlu, “Bizi orada bir Rum evine yerleştirdiler. Rumlar bizi sirtakiyle karşıladı. Biz onlara Türk Sanat Müziği okuduk. Karşılıklı kültürlerimize aşık olduk. 1955 yılından söz ediyorum. Yarım yüzyıl geçmiş üzerinden. Unutmam mümkün değil orasını” diyor. Katırcıoğlu. Ürgüp’te haftanın iki günü “Canan’ın Yeri”nde sahne aldığını, diğer günler ekstralara gittiğini ve müşterisinin, “ekabir” olduğunu söylüyor 76 yaşındaki ses sanatçısı. Ankara’dan, Kayseri’den gelen dinleyicileri olduğunu aktarıyor. Türk Sanat Müziği dinleyicisinin adaplı insanlar olduğunu dile getirerek, “Bizim kitlemizin kültürü yüksektir. Bu anlamda hiçbir sıkıntı yaşamayız. Dinleyiciler gelir, ellerini kavuşturur birbirine ve sesim eşliğinde anılara dalar” diyor. Hatırı sayılır müesseselerin kendisini davet ettiğini ve sanatını icra ettikten sonra zarfını, çiçeğini verdiklerini söyleyen Katırcıoğlu, “Hiçbir müesseseyle para pazarlığı yapmam. Onlar hakkımı verirler. Kazandığım parayı harcamak beni mutlu kılıyor. Emeğimin karşılığını aldığımda yaşama sevincim artıyor. Bir yandan Mehmet çalışıyor bir yandan ben. Gemiyi yürütüyoruz işte öylece...” Maddi ve manevi olarak hala ayakta durabildiği için yaşamdan büyük haz aldığını dile getiren sanatçı şunları not düşüyor, manşetin altına: “Sanatımı hala icra ediyor olabilmek beni ayakta tutan, besleyen bir unsur. Hayat sürprizlerle güzel belki de. Ürgüp’e ilk geldiğimde, böyle bir işe ilk giriştiğimde 10 gün kendime gelemedim. Peri Bacaları’nı görünce, ben nereye geldim, fezaya mı geldim dedim kendi kendime. Ama onu da aştım. Şimdi hala şarkı okuyor olmak, kimselere muhtaç olmadan ayakta kalabilecek paramı kazanabilmek mutlulukların en güzeli.” Bir oda bir salon eğlence Sen sus dizilerin konuşsun! SİNEM AYÇA AKPEK “Sen sus, gözlerin konuşsun” demişler bize. Biz gözlerimizle konuşuruz. Ama bazen gözlerden taşar duygular. Bindallılar anlatır aşkımızı, evlenmek istediğinde genç kızlar “saçı bağlı yastık” takar. Böyle anlatırız düşümüzü, acımızı, öfkemizi. Ağzımız var, dilimiz yoktur bizim. Buralarda ağzı olup dili olmamak meziyettir çünkü. Ne diyordu türküde: “Ayıptır diye kilit vurdular dilime. Ben de aşkımı dokudum kilime.” Biz aşkımızı kilime dokur, isyanımızdan kahramanlar yaratırız kendimiz yerine. Hekimoğlu dağa çıkar; isyan eder Gürcü Bey’e, Köroğlu Bolu Beyi’ne. Hep tekildir isyanlar. Sevdaya düşünce dert olur yoksulluk, haksızlığa ancak o zaman direnilir. Biliriz adaleti olmadığını dünyanın, bir tek kara topraktır, sadık yarimiz. Bundandır hiç kimseye güvenmeyiz. Biz sevdiğimize “telli turna” ile iletiriz selamımızı. Biz susarız, turnalar konuşur. Biz böyle anlattık yüzlerce yıl kendimizi. Ama artık başka türlü anlatıyoruz. Şimdi başka kahramanların zamanı. Televizyon dizilerinden fırlıyor bu kahramanlar. Türkiye onlarla gurur duyuyor. Ve hatta devleti yönetenler bu dizilerin filmlerinin galalarına gidip gurur duyuyor oyuncularıyla. “Vadideki derin kahramanlar”, bütün yaralarını sarıyor ülkenin. Biz gözlerimiz ile konuşup kulaktan beslendiğimizden; bilginin yerini dedikodu alıyor. Ve senaryolar bundan olacak ete kemiğe bürünüp kahramanları aracılığıyla “tüm gerçekleri” açığa çıkarıyorlar. Ulusal onurumuz kurtarılıyor bir senaryoyla. Başka senaryolarda ise ağalar, töre işleniyor. Töreye karşı çıkıyor yakışıklı ve de zengin ağalar. Kısacası yine aynı yazgının üzerine kuruluyor öyküler. Yazgımızı sanal kahramanlarımıza teslim edip onlardan medet umuyoruz. Yine susuyoruz, bu sefer dizilerimiz konuşuyor yerimize. Gerçekle hayalin birbirine karıştığı bu yerde, bugünlerde sıkça “derin devlet”ten bahsediliyor. Bir dönem “her şeyi devletten beklemeyin” popüler bir slogandı, şimdi her şey “derin devlet”ten bekleniyor anlaşılan. Birileri feyiz alıyor olmalı ki bunlardan, kendi “derin devletini” yaratmak peşinde; bir eline silah, bir eline Kur’an alıp yemin ediyor düşmanları yok etmeye. Boy boy fotoğrafları yayınlanıyor gazetelerde. “Bu uğurda ölmek var. Öldürülmek ve öldürmek var” diyor. Oysa “başka bir derinlik”te on tane can kayboluyor. Günlük birkaç YTL uğruna Urfa’nın Ceylanpınar ilçesinden kamyonla süt sağmaya giden işçiler boğuluyor Çırpı Deresi’nde. Devlet kurumları birbirini suçluyor bu ölümler için. Bu kazada ölen Anut Ene 12 yaşındaydı. Acaba hangi diziyi izlerdi Anut, kimdi kahramanı? Onun da derdine çare olacak bir dizi yapılır mıydı? Karacaoğlan, “Üç derdim var birbirinden seç/Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm” demişti 400 yıl önce. Yıl 2007 dertlerimiz aynı, seç birini üzerine bir dizi yap! Bu sefer gözler de sussun, artık silahların zamanı. Burası milyon dolarlık sanal kahramanlarla, iki YTL uğruna 12 yaşında ölen Anut’un ülkesidir çünkü. 10 yıldır sadık müşterisini sabit tutmayı DÖNMEZ başaran Dulcinea, bünyesindeki değişikliklerle Beyoğlu müdavimleri için Beyoğlu’na yakışan ama Beyoğlu dokusunu koruyan bir mekan. Dulcinea bir kafe/bar değil. Onlar Salon/Oda/Mutfak diyorlar mekanlarını sınıflandırmak için. İşletmesini geçtiğimiz haftalarda devralan Numan Ünsal “Burası kafe/bar değil çünkü öncelikle buranın mutfağı çok özel ve çok özenilerek yapılıyor. Dünyada ve Türkiye’de pek çok şeften ders almış olan şefimiz Fatma Haşimoğlu, Dulcinea’nın mutfağını pek çok yönden değiştirdi. Dünya mutfaklarının en lezzetli ve en farklı yemeklerini misafirlerimiz için hazırlıyor. Ayrıca birçok amaç için kullanılabilen Oda bölümümüz var. Mutfak ve Oda bölümleri burayı benzerlerinden ayırıyor. Dulcinea aslında Beyğlu’nun en eski mekanlarından biri. 10 yıldır ayakta duran bir yer, bir süredir unutulmuş olması çok iyi çünkü yaptığımız her bir yeniliğin karşılığını alıyoruz. Beyoğlu müdavimleri nankör değiller” diyor. Mutfakları pek çok mekanın aksine geceyarısına kadar açık. Salon, gündüz saatlerinde ve geceyarısına dek yemek yenen, içki içilen, oturulan bölüm. Akşam saat 22.00’den sonra masalar kalkıyor, standlar kuruluyor, müziğin sesi yükseliyor, 60’lı yıllardan günümüze kadar bilinen en güzel şarkılar çalınıyor ve eğlence başlıyor. Bazen canlı performanslar, bazen de dj’lerin özel olarak hazırladığı plaklarla geceye müzik ve renk katılıyor. Dulcinea’nın en farklı bölümü ‘Oda’sı. Oda’da etkinlikler düzenleniyor, sergiler açılıyor, partiler veriliyor, workshoplar uygulanıyor, amatör gruplar oyunlarını sahneye koyabiliyor. 130 metre karelik boş bir alan ve bu odadan kar amacı güdülmüyor. Odayı değerlendirmek isteyenler sadece yediğini ve içtiğini ödüyor yani oda kiralanmıyor. Şimdilerde haftanın bir günü Flamenko dersleri vermeyi düşünüyorlar. Bugün Oda’da karma bir resim sergisi açılacak. Her perşembe Raba di Babba adlı bir jazz grubu, çarşamba geceleri Smadj, cumartesi geceleri de Elektorde Band sahne alıyor. Kültürsanatla yemeiçmeyi kaliteli bir şekilde birleştiren Dulcinea, önümüzdeki günlerde, yeni sergiler, yeni tiyatro oyunları, konserler ve farklı etkinliklere kapıları açık, keyifli bir gün geçirmek isteyenleri bekliyor. Dulcinea, Taksim’in girişinde solda Meşelik Sokak’ta bulunuyor, girişleri ücretsiz. İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım Yazıişleri Müdürü: Güray Öz Görsel Yönetmen: Elif Tokbay Yayınlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ Yönetim yeri: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No. 2 Şişliİstanbul Tel: 0 212 343 72 74 Fax: 0 212 343 72 64 Reklam: Cumhuriyet Reklam Genel Müdür: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya Reklam Müdürü: İpek Aksoy Reklam Rezervasyon: Mete Çolakoğlu, Mustafa Doğan Tel: 212251 98 7475 Cumhuriyet gazetesinin ekidir. Baskı: İhlas Gazetecilik AŞ hafta?cumhuriyet.com.tr
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear