27 Kasım 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

B İ R U S TA N I N S E Ç T İ K L E R İ : E T T O R E S C O L A Klasikler geçidi... SUNGU ÇAPAN avaş karşıtı filmler listesinde önlerde yer alacak cinsten bir başka başyapıt da Ettore Scola’nın üçüncü seçimi olup vaktiyle 1950’li yılların sonunda ülkemizde gösterilmesi Amerikan Haber Merkezi’nce sansür edilip yasaklanmış, türünün namlı, saygın bir örneği olan ve savaşın yol açtığı cinayet endüstrisini son derece gerçekçi bir yaklaşımla ele alarak kıyasıya yerip eleştiren Stanley Kubrick f ilmi ‘Paths of GloryZafer Yolları’. Birinci Dünya Savaşı’nda, 1916’da Fransız ordusunda patlak veren, saçma sapan bir disiplin dayatması sonucunda haksız yere idam edilen birkaç askerin hikâyesine yoğunlaşan ‘Zafer Yolları’, silahlı kuvvetlerdeki kişisel güç gösterilerinin ve üstünlük çabalarının anlamsızlığının altını çizen, cüretli ve yürekli tavrıyla sinema tarihine geçmiş bu filmde Kirk Douglas, Ralph Meeker, Adolphe Menjou, George Macready ve Wayne Morris başrollerde. Canları çıkmış, bitmiş tükenmiş adamlarıyla ne pahasına olursa olsun, önemli bir kaleyi ele geçirme emrini alan, sonuçta sisteme karşı yenik düşen Fransız Albay Dax rolünde, kariyerinin en parlak performanslarından birini çıkaran Kirk Douglas, ‘Zafer Yolları’nın ‘motoru ve başlıca kozu’. S kendi halindeki gariban bir Yahudi berberi, astığı astık, kestiği kestik, sapık ve gaddar bir diktatörün yerine geçiriyordu. Aynı zamanda Chaplin ustanın ilk sesli filmi olan ‘Büyük Diktatör’, o sevimli küçük adamı Yahudi bir berber parçası olarak, açık seçik biçimde bir Hitler karikatürüyle, Tomania diktatörü Hynkel’le yer değiştirerek, sonuçta güldürmekten çok savaş ve insanlık hali üstüne düşündüren, büyük bir siyasal yergi başyapıtıdır kuşkusuz. Bayram Günü Uzun süre müzikhollerde çalıştıktan sonra modern yaşamın anlamsızlıklarına, züppeliklerine ‘zarif bir anarşizmle’ karşı koyarak direnen sıradan, basit insanın serüvenlerini anlatan, az ama öz sayıdaki filmleriyle güldürü sinemasının özgün ustalarından birine dönüşen Fransız komedyen ve yönetmeni Jacques Tati’nin (19081982) yazıp, yönetip oynadığı ilk uzun filmi ‘Jour de FeteBayram Günü’ (1949), Büyük Diktatör Büyük Diktatör 2. Dünya Savaşı’nın başlangıcında, Hitler’in daha 1 numaralı insanlık düşmanı olacağı, ‘hastalıklı yüzü ortaya çıkmadan’, Chaplin ustanın geleceği gören, geniş ufuklu bakışıyla, 1940’ın koşullarında çektiği bu ‘Büyük Diktatör’, kuşkusuz savaş ve faşizm karşıtı filmlerin başında yer alan ve en çok da diktatörün bir çocuk gibi, dünya şeklindeki kocaman bir balonla oynadığı sahnesiyle, bir de gariban berber kahramanımızın hümanist söyleviyle belleklere kazınmış bir klasiktir. festivalde Ettore Scola’nın seçtiği klasiklerden bir başkası. 1930’lu yıllarda bir yandan dönemin ünlü sporcularının taklitlerini yaptığı, kabare ve müzikhollerdeki mim gösterileriyle ustalaşırken, öte yandan metinlerini yazıp oynadığı bazı kısa ve orta uzunluktaki filmlrle (‘Tenis Şampiyonu’ 1932, palyaço Rhum’la birlikte oynadığı ‘Neşeli Pazar’ 1935, genç Rene Clement’ın yönettiği ‘Solunu Kolla’ 1938) de komiklik yeteneklerini sergileyen Jacques Tati (Scheff), müzikholden kazandığı Ettore Scola’nın seçtiği klasiklerden ‘Büyük Diktatör’, Chaplin’in ‘dünyanın bütün Yahudilerine adadığı’, en ünlü ve önemli taşlamalarından biridir. Uzunlu kısalı, ilk dönem sessiz filmlerinde harekete, düşüp kalkmalara, kaçıp kovalamacalara dayanan bir komiği geliştirirken başarıyla canlandırdığı basit, küçük insan tipinin (yani Şarlo’nun) da giderek sinemanın unutulmaz kahramanlarından birine dönüşeceğini doğrusu pek ummayan Chaplin, festivalde yenilenmiş bir kopyası gösterilecek olan ‘The Great DictatorBüyük Diktatör’de paralarla çektiği ve Max Linder’e adadığı bir başka kısa f ilminden ( ‘Postacılar Okulu’ 1947) sonra imzaladığı ‘‘Bayram Günü’’yle ilk kez ciddi biçimde dikkati çekti 1949’da. Bir bayram gününde, Fransa’nın küçük bir köyündeki rutin görevini yapan, bisikletli bir taşra postacısının başına gelenleri, keskin bir gözlem gücüyle, zorunlu kalmadıkça diyaloğa başvurmayan, gerçekçi bir sinema diliyle hikâye eden ve Fransa dışında da beğenilip 1949 Venedik Film Festivali’nin en iyi senaryo ödülüyle Fransız sinemasının büyük ödülünü (1950) de kazanan ‘Bayram Günü’nün beklenmedik gişe başarısı, önceleri filmin gösterimi ve dağıtımında oldukça nazlanan tüm işletmecilerle yapımcıları Tati’nin kapısında sıraya dizecekti ama Postacı Evleniyor ya da Postacı Paris’te gibisinden, kendi halindeki taşra postacısı François’nın (tabii ki Tati oynuyordu François’ı) serüvenlerini seriye dönüştürecek, ısrarlı devam filmi önerilerini toptan reddedecekti Tati, çünkü çoktan başka bir tip yaratmaya karar vermişti perdede o: Bay Hulot. Tati’nin kendine özgü mizahi üslubu ve dillere destan titizliğiyle 2 yıldan fazla uğraşarak çektiği bir sonraki filmi ‘Bay Hulot’nun Tatili’ Fransız burjuvazisinin yazları kapağı attığı güney sahillerindeki sayfiye yaşamıyla kıyasıya dalgasını geçen bir başyapıttı. ‘Bayram Günü’ ve özellikle onu izleyen ‘Bay Hulot’nun Tatili’ (1952), canlı karakterleriyle, ayrıntılarda ‘insanı yakalamasıyla’, yergiden eleştiriye gidip gelen hınzır havasıyla, Tati’ye özgü mizahıyla ve farklı, uçuk, dilsiz görünümüyle çatışan o ‘General De Gaulle’un bedenine eklenmiş şair Jacques Prevert suratlı’’ haliyle, 1950’li yıllarda büyük bir popülerliğe eriştirecekti Tati’yi. Piposu, fötr şapkası ve açık renk yağmurluğuyla hayatımıza karışmış olan Tati’yle özdeşleşmiş Bay Hulot tipi bir komikten çok günlük hayattaki gülünçlükleri gözlemleyen ve vurgulayan, tarafsız, sıradan bir seyircidir aslında. J A N E C A M P I O N H A RV E Y K E I T E L Ö Z E L Kadın erkek ilişkisine farklı bakış ‘Piyano / The Piano’, romantik film anlayışına, evliliğe, kadınerkek ilişkilerine getirdiği sıradışı bir bakış açısı sunuyor. Film, 19. yüzyılın sonlarında geçiyor. Dilsiz ve dul anne Ada, Stewart’la evlenmek üzere küçük kızı Flora ile İskoçya’dan Yeni Zelanda’ya gelir. Ne var ki Stewart daha ilk günden Ada’nın nefretini kazanır. Sonradan da Ada’nın duygularını tek ifade yolu olan piyanosunu kâhyası George’a (Harvey Keitel) satar. Daha ilk görüşte Ada’ya tutulan George ise, kadının piyanosuna olan bağlılığını anlar ve ona yakınlaşabilmek için Ada’dan, duygu yoğunluğu gitgide artan piyano dersleri almaya başlar. (Yön: Jane Campion, Avustralya Yeni Zelanda Fransa, 1993, 121 dk.) 24. ULUSLARARASI İSTANBUL FİLM FESTİVALİ 11. SAYFA
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear