Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
14 SlYASET 83 Nükleer topun ağzındaki Türkiye... Yeryüzünde adaın başına düşen nükleer patlavıcı 3 ton TNT'ye eşit... ABD'deki bazı uzmanlann geliştirdikleri yeni nükleer strateji, konuyu "caydırıcı" olma çerçeyesinden çıkarıp, "Nükleer savaş kazanılabilir" düşüncesine iiiyor. Üstelik bu kişiler etkili de oluyor. Bu hasta mantıkla "ölümün ölümü" savunuluyor. HALUK GERGER lenir. Bir başka deyişle, ölüm, her birey için kaçınılmaz yazgı olarak, "insanın dramı"nın, yaşam denilen kişi açısından geçici gerçeğin, belirleyicisi olarak ortaya çıkar. ölüm, yaşamın en temel gerçeğidir. Ama, felsefenin bu belirleyici çerçevesinin bir başka boyutu, tamamlayıcısı daha vardır. O da, kişinin ölumlU, fani olmasına karşın, insanlığın ölümsüzlüğüdür. Birey için ölüm kaçınılmazdır ama insanlık sonsuza dek yaşar. dir. Bunun kültürümüze girmesi, insanlığın artık bu temel gerçekçe çizilmiş çerçeve içiııde yeni bir yaşaın felsefesi oluşturması ve bu korkunç gerçeği içine sindirmesi elbette güçtür. Ama, bundan kaçmak, bu yeni çcrçeveyi yok varsaymak ve eski ölüm anlayışıyla yaşama bakmak da olanaksızdır. İnsanoğlu gerçekten "ölümün ölümü" karşısında duyarsız olabilir mi ve nükleer tehlikenin bu tehdidi karşısında bir nükleer savaşı göze alabilir mi? Şimdiye dek, birkaç istisna dışında, herkes için yıkım ve ölüm demek olacak bir nükleer savaşın bilinçli olarak çıkarılabileceğine kimse ihtimal vermiyordu. Istenmeyen bir nükleer savaşın yanlışhkla çıkması dışında, zaten böyle bir savaşı "savaşılabilir" ya da "kazanılabilir" olarak gören de yok denecek kadar azdı. Aksini savunanlara ise, birer "eksantrik" olarak bakılır, bu tipler pek te ciddiye alınmazdı. "Caydıncılık stralejisi"ni eleştirenler de, bunun temel amacı olan bir nükleer savaşı önlemede yetersiz olduğunu savunmaktaydılar. Tehlikeli görülen caydırma düşüncesinin altında yatan amaç değil, stratejinin açıklanmış amacı için yetersiz oluşu idi. En azından bilinen bir şey vardı: Tarihte ilk kez stratejinin amacı savaşı kazanmak deği, savaşı önlemek olmuştu. Şimdi ise, özellikle ABD'de caydırma stratejisi, savaşı önlemede yetersiz olacağı için değil, tam tersine savaşmak ve kazanmak açılarından yetersiz olduğu için ağır bir biçimde eleştirilmektedir, daha da dehşet verici olan bir başka gelişme de, bu eleştirilerin Reagan yönetimince neredeyse benimseniyor izleniminin verilmesidir. Bir nükleer savaşı kazanmak gibi akıl almaz bir noktadan hareket eden yeni stra "Olümün ölümü" ^ w tejistlcr, "ölümün ölümünü" çabuklaştıracak bir düşünsel saldırı içindedirler ve ne yazık ki saldırılarında oldukça etkin olmaktadırlar, hem de siyasal ve askeri karar alma mcrkczlerinde, yani Beyaz Saray'da, Pentagon'da. örneğin, Reagan'ın danışmanlarından Luttvvak, Avrupa'da bir sınırlı nükleer savaşı rasyonel bir siyaset olarak savunabilmektedir. Şöyle yazıyor I.uttwak: "Nükleer silahların muharebe alanındaki güçler üzerindeki mahvedici psikolojik elkisi bir catışmayı anında durdurabilir.. Düşman askerleri hemen panik içnde dağılırlar.. Gün sonunda çok az ölü verildigi görülür ama karşı laraf ta moral ve disiplin çok daha önce yok olur." yani, Avrupa'daki bir savaş nükleer silahlarla çabucak kazanılabilir. Pipes, Gray, Payne gibi Pentagon'da etkili bazı uzmanlar daha ileri giderek nükleer savaş sonuda "zafer" kazanılabileceğini savunmakta ve ABD'nin "zafer"e yönelik bir strateji sahibi olmamasını eleştirmektedirler. Bunlara göre, nükleer savaşta zafer mUmkündür. ABD'nin bütün yapacağı, ani bir saldırıyla, Sovyetler Birliği'nin siyasal karar alma, (örneğin, parti nıerkezini) komuta kontrol (örneğin, genel kurmayı) ve iç güvenlik (örneğin KGB'yi) merkezlerini yok etmektir. Bu durumda Sovyet sistemi çökecek ve Amerika savaşı kazanacaktır. Ondan sonra sıra, dünya siyasi coğrafyasını yeniden Batı'nın çıkarları doğrultusunda düzenlemeye gelecektir. Bu hasta mantıkla aslında bir düş, kesin bir olanaksızhk savunulmamaktadır yalnızca, ayrıca yaşamın sonu "ölümün ölümü" savunulmaktadır. Dolayısıyla, tehlike, yalnızca 50.000 nükleer silahın varlığında yatnıaktadır. Tehlike, zehirlenmiş düşüncelerde ve üst düzey siyasetçilerle askerlerin bu düşüncelerin etkisinde kalmalanndan da kaynaklanmaktadır. Şiddete, silahlanma yanşına ve karşılıklı güvensizliğe dayanan "caydırma" zaten büyük bir tehlike yaratırken, şimdi onun yerine çok daha riskli görüşİer egemen olmaktadır düşüncelerde. İnsanlık yağmurdan kaçarken, nükleer doluya tutulma durumundadır. Bu durumda, yalnızca nükleer savaşı savunmak değil, ölüme getirilmek istenen bu nihai ve yeni boyuta karşı çıkmamak, yanıbaşımızdaki tehlike karşısında suskun kalmakda insanhğa karşı bir suçtur. Bu "karşı çıkma" bir sonuç getirmeyebilir. Ama, insanlar yalnızca karşılığını alacaklarına inandıkları durumda mücadele etmezler. örneğin, bugün Avrupa'daki barış hareketi buraya yeni Amerikan füzelerinin yerleştirilmesini önleyemeyeeeğini bilmektedir. Buna karşın, mücadeleleri sürmektedir. Yaşamı savunmak ödevi, aynı zamanda vazgeçilmez bir haktır. Yapılabilecek tek şey de, nükleer silahlara aktif bir biçimde karşı çıkmaktır. Hiç olmazsa, bilinçsiz ölümün çirkinliğinden kurtulmuş oluruz, ölümün yeni boyutunu kavramakla. Kimbiliı belki de milyonların ortak kaygısı, ortak eylemi ve uyanan bilinciyle yaşama sahip de çıkılabilir. Nükleer silahlara karşı çıkmak, "ölümün ölümüne" karşı çıkmaktır. Aksi, insanlığın yok oluşu karşısında, radyasyona daha dayanıklı olan hamamböceklerinin ölümsüzlüğünü boynu eğik kabullenmektir. NUkleer silahlara karşı tüm dünyada oluşan toplunısal hareket, insanlığın bu denli küçültülemeyeceğinin en görkemli kanıtıdır. O nce birkaç temel veri ile bu yazıya başlayacağım. Bunları daha önce de söyledim, yazdım. Yaıın.öbür gün her fırsatta yineleyeceğiın, ta ki bu konuyu Türkiye'nin (komuoyunun) gündemine sokana kadar: Bugün dünyada 50.000 nükleer silah var... Bunların toplaın gücü 20.000 megatonu aşmakla... Yeryüzünde kişi başına düşen nükleer patlayıcı 3 ton TNT'ye eşit... Topyekun bir nükleer savaşın daha ilk dakikalarında 1 milyar insan ölecek, bir o kadarı da ağır biçimde yaralanacaktır... Ve, nükleer savaş tehlikesi olağanüstü boyutlara varmıştır, insanlık olarak yok olmanın eşiğindeyiz... Ve Türkiye de "nükleer top"un ağzındadır. Biliyorum, çoğu okuyucu "Senin başka işin yok mu, bir nükleer savaş tehlikesi tııtturmuş gidiyorsun. Bi/.im derdimiz başımızdan aşkın, seçim, gecim, derdin bini bir para" diyecekler. Hatta, biliyorum, bazıları bu konuyu sürekli işlememi daha da sert biçimde eleştiriyorlar. örneğin, bir dostum bu konudaki yazılarımı hiç okumadığını, "içinin karardıgını" içtcnlikle yüzüme karşı söyledi. Önıer Madra ise, aynı konuda o günlerde Cumhuriyet'te çıkan bir yazımı okuyan bir grup Boğaziçi Üniversitesi öğrencisinin, vapurda "Haluk Gerger de (tabiri mazur görün, ayncn kullanıyorum) iyice zırvalıyor" dediklerini aktardı. O yazıda, bir nükleer savaş felaketinin "yaşamın sonu" olacağını yazmıştım. Gerçi çabalanm bu tür kişilere yönelik değil. Hayata bu denli "sinik" yaklaşanlara ne denebilir ki. Ne yazık ki, artık ilkokullarda başlayan teste dayalı eğitim sistemi ile böylc daha çok "Yeni yurttaş" yetiştireceğiz. "Ödünç süreyle yaşıyoruz" Kültürümüzün, yaşama bakışımızın, felsefi çıkış noktalarımızın bu temel çerçevesi parealanmıştır artık. Nükleer silahlar, ölümü, yalnız tek tek bireylerin değil, tüm insanlığın kaçınılmaz yazgısı yapmıştır. Bakınız bu konuda Arthur Koestler ne diyor: "Şayet bana, insanın ırkının prehistoryası ve larihindeki en önemli günün hanglsi oldugu sorulsaydı, hiç çekinmeden, 6 agustos 1945 derdim. Bunun nedeni gayet basittir. Bilincin şafağından 6 ağustos 1945'e kadar, insanoğlu birey olarak kendi ölümünün görüntüsü ile yaşamak zorunda kalmıştı, atom bombasının Hiroşima üzerinde güneşin parlaklıgını aştıgı günden beriysc, insanlık bir bütün halinde tür olarak yok olacağının beklentisiyle yaşamak durumundadır... NUkleer Pandora Kutusu'nu açtıgından bu yana türümüzün ödünç süre ile yasamakta olduğunun sadece küçük bir azınlık bilincindedir." Ölüm kavramı dahi ortadan kalkacak Artık yaşamın en temel gerçeği, kişinin ölümü değil, ölüm kavramının dahi ortadan kalkabileceği olasılığıdır. Jonathan Schell'in deyişiyle, "ölümün ölümü" gündemde "Ay'da mı yaşıyoruz?" Uzunca bir süre, kan ve ateş arasında Beyrut'tan bizlere haber ve yorum göndermeye çabalayan Cengiz Çandar, yurda dönünce şöyle diyordu tclefonda: "Burnumuzun dibinde üçuncii diinya savaşı patlak verdi vvrecek, burada kimsenin ilgilendigi yok. Biz ay'da mı yaşıyoruz, nedir?" Gerçekten dc, dış dünyadaki oluşumlara, tehlikelere bu dcnli açık, anıa çevresinc bu denli kapalı, bu denli içine dönük bir başka topluın az bulunur. Oysa, Ulkemizin, insanımızın kendi ağır sorunlarının bilincinde olmak, hatta bu sorunların ağırlığı altında eziliyor olmak, dışımızdaki dünya ile ilgisizliğimizin nedcni kabul edilemez. Sanki nükleer tehlike ile, Ortadoğu ile ve benzer sorunlarla uğraşanlar, Türkiye'deki demokrasi mücadelesinin çok mu dışındalar? Onların geçim sorunıı yok mu? lnsanımızın, ülkcmizin içine itildiği bunalımı onlar da yaşamıyorlar mı? Doğrusu, bu Ulkenin üzerinde serili "olu lopragı"nı ben anlayamıyorum, izah edemiyorum. Neyse, okuyucu kusura bakmasın, şimdi konuya dönüyorıım. Felsefede, genellikle, "insanlık durumıı" ya da "insanın hali" ölümünün kaçınılmazlığı temel alınarak iş KULIS'TEN Ya Başbakanlık ya koalisyon 6 kasım gecesi seçim sonuçlanm HP Genel Başkanı Necdet Calp, Genel Merkez'deki renkti TV'den izledi. Basın mensuplan, sandıklar açılmadan önce MDP tarafından ortaya çıkanlan bir söylentiyi Calp'e iletmişlerdi. Buna göre Ankara'da ve Kars'ta iki sandtk açılmış, bu sandıklardan loplam olarak MDP'ye 745 oy, ANAP'a 23 oy, HP'ye ise 22 oy çıkmıştı. Calp sonuçlara ses çıkarmadı ve bir yorum getirmedi. Genel Sekreter özer Gilrbüz ise. "böyle bir sey olamaz" dedi. Genel Merkez'e ilk seçim sonuçları telefonla il örgütlerinden gelmeye başladı. Bu kez gelen sonuçlar daha önceki söylentinin aksine, HP çok farkla birinci parti olmuştu. Necdet Calp'in neşesinin yerine geldiği, çevresi ile şakalaştığı görüldü. Seçim sonuçları daha sonra TV'den izlenmeye baslandı. Bu kez ANAP önde, HP ardında gitmeye başlamıştı. Calp'in neşesi pek azalmamıştı, ama sonuç pek hoşuna gitmemişti. Görüldüğü kadar Calp, daha iyi bir sonuç bekliyordu. Hele zaman ilerleyip açılan sandtk saydarı fuzlalaşınca seçim sistemi sonucu birkaç yüz oyla 10'a yakın milletvekili yitirmeleri Necdet Calp'in açık açık sinirlenmesine yol açtı. Saat sabahın 02.50'sini gösterirken durum netleşmeye başladı. Necdet Calp'in endişeli olduğu görülüyordu. "ANAP tek başına gelemezse bizi MDP ile koalisyona zorlarlar. Kabul etmesem bir türlü, etsem bir türlü." dedi. 6 aydır süren yorgunluk sonunda sona varmışlardı. 62 yaşına karşın hiç beklenmeyen bir performans gösteren Calp'in şimdi tedirginliği buydu. "Açıkça şunu söyleyeyim. MDP ile koalisyon yapmak zorunda kalırsam, ya Basbakan ben olurum, ya da koalisyonu kabul etmem. tkisi kendi arasında yapsın derim."