17 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

ADNAN DİNÇER’LE F U T B O L eposta:adnandincer@hotmail.com N E Y M İ Ş ABDÜLKADİR YÜCELMAN Futbol mu Yaşam mı? D eğerli okurlarım, benim bu haftalık kusurum varsa affedin. Ulusal arenada pike yapan futbolumuz hakkında yazılacak çok şey var ama!.. Bu ülkenin sorumlu bir ferdi olarak yaşadıklarımıza duyarsız kalarak kendimi aldatıp teselli edemedim. Bu kadar çaresiz olmak beni bir insan olarak utandırıyor!.. Herkesin bayram sevincine buruk da olsa ulaşmak istediği bir süreçte acıların, feryatların yükseldiği evlerde anne, baba, eş ve çocukların gözyaşlarına neden olan şehitlerimizin kanı ve trafik canavarının katliamı karşısındaki acizliğimizden utanç duydum kendi adıma. Biz bu değiliz, olamayız. Göz göre göre ölüme giden yolda bayram tatili adına bizi bekleyen trafik canavarına teslim olamayız. Şu anda satırlarımı karaladığım süreçte 100’ü aşan ölü sayısına Edirne’deki kazayla eklenen 18 insan... Ülkemizde her yıl 10 bin insan trafik kazası sonucu ölüyor. Nasıl bir amaç karşılığı bu canlar feda ediliyor? Bu kadar kayıp neden? Bu nasıl alışkanlıktır, aklımızı mı yitirdik? 16. yüzyıldan beri savaşlar, toprak kayıpları sonucu ülkemizin verdiği şehitler ne anlam taşıyor? Bunu yaşadığımız dünya anlamakta neden zorlanıyor? Bizi yönetenler neden bu kadar kaderci olmuş? İkinci Dünya Savaşı’na katılmayan bir ülke olarak Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda kazandığımız topraklarımızda tek amacımız yeni cumhuriyetimizle çağdaş ve mutlu bir toplum yaratmak değil mi? Ne oldu da biz direksiyona oturup ölümü seçtik? Neden herkesin kullandığı direksiyona uygun olmadık? Neden benim topraklarımın bir bölümünde askerlerim şehit oluyor? Ana baba kuzuları hayatın, yaşamın zevkini tatmadan vatan için canlarını verirken bizler nasıl burada futbol oynayan, ceplerine paraları dolduran, alçak dağları yaratan ve hiçbir yaşam acısından etkilenmeyen gibi bir vurdum duymazlık içinde olabiliyoruz? Sabahları insan üstüne ağıt yakıp prim yapan programlardaki haykırışlar hiç mi yankılanmıyor? Bir dolu insanın geri kalan yaşamlarında özürlü ve kendilerine hazırlanmamış bir gelecekte vatan için gözünü kırpmadan canlarını ortaya koyması karşısında üzerimize düşen görevleri tam yapıyor muyuz? Tribünlerde takımı için gözyaşı döken, birbirlerini kötü sözlerle protesto edenler, bilinçsizce harcanan paralarımızla ülkemizde sözde futbol oynayanların ve onları yönetenlerin sorumsuzluğu hiç mi bizi etkilemiyor? Bu acılar kötü bir alışkanlık ve travma mı yoksa? Çocuklarımızın gelecekle ilgili sportif, sosyal ve psikolojik ihtiyaçlarına nasıl yanıt verebiliyoruz? Yarının anneleri olacak kızlarımıza ve babaları olacak delikanlılarımıza yaşamın çok önemli olduğunu nasıl anlatacağız? Globalleşen dünyada bu sıkıntıları yaşayan masum insanların ülkelerinde helal kazançlarına göz dikip savaşta harcadıkları batık bütçelerinin bedelini onlara ödeten adil olmayan sisteme ne kadar dayanabileceğiz? Bu mu yüzyılın dünyası... Köşe başlarında kalemlerini ceplerine inen dolarlarla orantılı sallayan sanal teorisyenler bizleri kendimiz olan başarılarımızla yalnız bırakmayacaklar mı? Türk insanı o kadar yeteneklidir ki asırlar boyunca tek zaafı hep iyi niyeti olmuştur. Kanla kazanılan topraklarını masa başında veren, siyasi arenada yalnız kalan ülkemiz bir an önce bazı mutluluklar için kısa vadede gereksiz özentilerini bir kenara bırakabilir. Altında son model Ferrari’sini sahiplenen ama sahada işi olan futbol gerçeğine ayağını dahi sokmayan artist futbolculara ‘dur’ demeliyiz. Ülkemize ‘büyük hoca’ diye gelip yoktan var ettiğimiz eserlerin önünü kesenlerin çıkar ilişkilerine ortak olmayanları çalıştırmayan ve bu ortamdan yararlanan ayakçılara ‘yeter’ demeliyiz? Her hizmetin insana olduğunu unutanlarla geleceğimizin önünü kesenlerin çıkar ilişkileriyle kullanılan futbol, ‘tek adamlık’ zihniyetiyle yozlaşmaktadır. Beşiktaş taraftarı kan ağlıyor!.. F.Bahçe komada!.. G.Saray ‘acaba’larda!.. Trabzonspor geçmişini arıyor!.. Gençlerimiz forma bekliyor. Bizler ıskalanarak işimizin en verimli sürecinde oturtuluyoruz. Meydan boş kalıyor. Ortada bir katliam var. Trafik gib!.. Buna ‘dur’ diyelim. Büyük laflar edenler gerçek karşısında suskun kaldıkları gibi başarılı insanları da susturuyorlar... Beyler!.. İçim yanıyor. Şehitlerimiz, trafikte bayram yerine ölümü seçme (!) zorunda kalanların karşısında elim kolum bağlı insanlığımdan utanç duyuyorum. Böyle bir ortamda canım futboldan bahsetmek istemiyor. Bu hafta ulusal bir yasın içindeyim. Kimse kusuruma bakmasın... Herkesin başı sağolsun. Topun hangi kaleye girdiği beni ilgilendirmiyor şu anda... Altı Kaval Üstü Şişhane porcuların alışılmış bir kıyafeti vardır. Hani bir örnek desem de yanlış olmaz. Atlet ve şort... Futbolcuların ise biraz daha farklıdır; yazın kısa, kışın uzun kollu, çok renkli ama genelde de iki renkli tişört. Yine renkli bir şort ve altında rengarenk tozluk... Mutlaka farkındasınızdır, bizim futbolcular şortlarının boyunu giderek uzattı. Yani diz kapağının altına inen şortlar nerdeyse ayak bileklerine değecek. Aklıma Siirt’teki bir olay geldi. Siirt Müftülüğü’nün futbol takımı maçlara tesettüre uygun haşemayla (uzun don) çıktığı için ‘Donspor’ olarak isimlendiriliyormuş. Emniyetspor’la yapacakları maça da haşemayla çıkınca hakem astsubay maçı oynatmamış. Bir başka hakem bulmuşlar karşılaşmayı oynatacak... Siirt’teki bu olay iyice yaygınlaştı. Hakemlerimizin de gözü galiba haşemalara alıştı ki sporun klasik üniformasına aykırı, tesettüre uygun bir kıyafet ne onları ne kulüp yöneticilerini ne de spor teşkilatını rahatsız ediyor. Hele o uzun donlarla bir de sakal bırakmış futbolcuların ulusal marş söylenirken dünya TV’lerindeki görüntülerini bir düşünün... Saç sakal maça çıkmayı bir maharet sayıyorlar galiba. Görünüş altı kaval üstü şişhane örneği... Başlarında kılık kıyafetine düşkün Fatih Terim; futbolcularına en önce imajın ulusal formaya, ulusal marşa saygının ne olduğunu anlatsın. Merak bu ya ‘altı kaval üstü şişhane’ neymiş , nereden gelmiş, kim söylemiş? Öğreneyim dedim, ‘google’a girdim. Bu deyim giyimi eleştirmek, rüküşlüğü anlatmak için kullanılırmış. Yani tam bizim ulusal takım için söylenmiş. Google’da tesettürlü hanımlar için de bölümler var... “21. yüzyıl Türkiye’sinde türban konusu açılınca bazı kesimler heyheyleşiyormuş. Vay efendim, ‘Sen benim başımın örtüsüne ne karışıyorsun?’ diyerek ortalığı ayağa kaldırıyorlarmış” diyor bir bölümünde. Bir başka bölümde Dr. Yüksel Cavlak ve Dr. Hüseyin Pekin’in ortak yazısı var. Bu iki doktor da türbanlı kızların tesettür anlayışını ‘altı kaval üstü şişhane’ye benzetmiş... “Başı örten kumaşın arka tarafında kuş yuvasını andıran bir yuvarlak, alının yarısı ve boyun kapalı. Boyundan S aşağı yerlere değecek kadar uzun, bazen kumaştan bazen jeanden yapılmış giysi. Aslında çirkin değil, baştan aşağıya türban... Üst tarafta dar bir ceket, aşağıya doğru dar bir jean pantolon ve göze batan aksesuarı bol bir kuşak. Ayaklarda ya cimnastik ayakkabısı ya da sivri topuklu, modern ayakkabılar... Yüzlerde de (bazılarında) abartılı makyaj...” İşte doktorların gözünde ‘altı klaval üstü şişhane’ bir tesettür takımı!.. Doktorlar bu tariften sonra bir de mantık kurmuş. Diyorlar ki... “Eğer kadının örtünmesi Kur’anda tarif edildiyse her halde bu kuralın her İslam ülkesinde aynen olması gerekmez mi? Ama Arap ülkelerinde kadınların giysileri birbirinden çok farklı.” Sonuç olarak da ‘altı kaval üstü şişhane’yi şöyle noktalamışlar... “Galiba türban, Müslümanlığı kendine göre tarif edenlerce yorumlanıyor.” Google’ı kapadım, günlük gazeteleri okumaya başladım. 2 Ekim 2008 tarihli gazetelerde bir haber... “Suudi Arabistan’da iki yıl önce seçme hakkı kazanan kadınlar, yakın zamanda otomobil kullanma hakkını elde edince kara çarşaftan kurtulma çareleri aramaya başlamış. Ne yapmışlar? Çarşaflarını sırma işlemelerle, leopar desenli çizgilerle süslemeye başlamışlar. Ama karşılarına din adamları çıkmış. Kadınların moda devrimine karşı çıkmışlar, bu gibi çarşafları giyen kadınları hayat kadınlarına benzetecek kadar kendilerinden geçmişler. Bu şık çarşafların üstüne kara çarşafları giymelerini istiyorlarmış.” Yani amaç tesettür değilmiş demek ki... Amaç bağcıyı dövmek, yani kadını çirkin göstermek, kadınların üzerinde hükümran olmak, baskı kurmak... Kadınlar özgür olmanın ne olduğunu bir anlayabilse, İslam dünyası nasıl da değişir kimbilir... Bermuda modası olarak maçlara çıkan haşemalı futbolcuların donları acaba kulüp yöneticilerinin tesettür anlayışına göre mi uzayıp kısalıyor bilemem,ama akıl var, mantık var. Sporcular dizin altına inen paçalarla daha mı rahat ediyor? Yıllarca spor yaptık, bizden sonrakiler de hep sporun kendine özgü üniformasıyla spor yaptı. Hani nerdeyse yüzme yarışlarına mayoyla değil de haşemayla girilecek günlere geleceğiz. ABD’li basketbolcuların Bermuda modeli donlarına özentimiz neredeyse okul maçlarına dek gidecek. Geriye Koşan Türkiye ! Atletizmde ‘geriye koşma’ (retro) diye bir dal varmış, bilmiyordum. Meğer bu spor dalında da Türkiye’yi Ömer Aslan temsil ediyormuş. Ömer kardeşimiz İtalya Parma’da yapılan Dünya Şampiyonası’nda 200’ü 32 saniyede, 400’ü de 72 saniyede geri geri koşarak hem rekor kırmış hem de 2 altın, 1 gümüş madalya kazanmış. Ömer Aslan madalyalarını aldıktan sonra gazetecilere demiş ki... “Bu sporu garip karşılayanlar var.” Neden garip karşılayalım Ömer? Biz ülke olarak geriye koşmada zaten dünya şampiyonuyuz. Neredeyse 1920’lerden öncesine koşacağız. AKP, Türkiye’yi zaman tünelinde gerilere koşturuyor. 15
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear