Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
29 HAZÎRAN 2003. SAYI 901 11 sinin bu en gizemli bölümü, her zaman akhnı başından ahrdı kızın. Gene de bir kez olsun adım dahi atmazdı o bölgeye.. Onu tutan, Bahçıvanbaşı'nın sık sık yaptığı uyarılar değildi.. Kesinkes değildi. Yaşlı adamın her," Aman küçükhanım, sakın ha" deyişinin ardından, içindeki merak ateşinin körüklenmiş gibi olduğunun farkındaydı küçük. Ve bildiğim, anımsadığım kadarıyla, o sıska yumurcak, o ormana gitmeyi aklınakoymuşolsaydı.mutlakagiderdi. Neden gitmiyordu? Bir "neden" bulunduğunun farkındaolamayacakkadargençti.Helede şimdi benim bulduğumu sandığım "neden"ihatırınagetirebilmesınin mümkünü yoktu. Şimdilerdeben diyorum ki, çocuğu hayalinde süsleyip durduğu o dünyaya gitmekten alıkoyan, "bilinmez"in çekiciliğiydi. Bilinmezin, uykularına taşıdığı olağalarda düşüp kalanı çok... kalmayanları da ölü gibi.. geliyorlar.. Eee, harpler boyledir... Bilhassa da böyle her yeri yakıp yıkan ıımumi harpler. Herkesi yerinden eder... Sağ kalanları dört tarafa savurur.." Tam bu sözlerle mi anlatırdı derdini?..Herhalde,hayır... Neki,yaşlı adamın yaşadığı sürekli bir hüzündü bu kesin... Küçük kıza da bulaşan... Nedenini bilemediği ya da pek anlayamadığı... ama ihtiyar dostuylabirlikteyaşadığıoince hüzün... unutulacakgibi değildir. Ama hemen ardından Bahçıvanbaşı, ağaçların oykülerine asıl yurtlarındaki yaşamlarına, o toprakların özelliklerine geçerdi. Muhacir ağaçların öyküleri, muhacir insanlarınkinden çok daha azhüzünlüydü. Bu serüvenleri çocuk, ilk dinleyişinde ezberlemişti aşağı yukarı. Her anlatılışları da ülkeler arasında sayan aptallara inat... *** Düşünüyorum da, Fuat Paşa yalısının arkabahçesindende"seçkin", "değerli" insanlargeçerdi daha çok... Tabiiogünlerin değerölçülerinegöreseçkin, değerli. Onlar yürüyerek geçerlerdi; şimdikiler motorlu araçlarlageçiyorlar. Farksadecebu... mu?... Ne ki, Fuat Paşa babamın davâ arkadaşıydı... Kahramankişilerdi onlar.. Veelbette namuslu. Memlekete, memleketlerinin insanJarına özgurlük getirmek için can koymuşlarortaya...Engençyaşlarındanbaşlayarak, her türlü savaşın içinde olmuşlar. Sonundabiri(babam) lOlydağırhapsemahkum edilmiş; öbürünün idam cezası, sürgüne çevrilmiş. (Ikisini de, pek çoğunu oldıığu gibi, 2. Meşrutiyet kurtarmış 7 yıl son lar.... ve kaçıncı kez olursa olsun, her dinleyişte, Bahçıvanbaşı'ya duyduğu hayranlık daha da büyür daha da dal budak salardı. Daha arkada, bahçenin tepeleşirgibi olduğu yerde bir de "orman " vardı. Güneşli günlerde bile yarı karanlık... YaJıda geçen bir iki günün ardından uzunca bir süre kiiçüğünrüyalannıaltüsteden;gündüzlerini masalımsı öykülerle dolduran "arka bahçe"ağaçlarıveo "koskoca!"orman... Aslında orman falan değildi herhalde.. Yalının, çok geniş bahçesinin büyük bir parçasıydı. Ne ki, Bahçıvanbaşı da yalı halkı da "orman" derlerdi nedense. Üstelik kızcağız, ne orman görmüştü ne de bu kadar sık, bunca ulu ağaçların bir arada bulunduğu bir başka yer. Bahçıvanbaşı ormandaki ağaçları küçümserdi biraz. Orayla ilgili işleri daha çok nım s akınJh çıraklarına yaptırdığını da söylemişti galiba. "Bunlarbildikağaçlar..Başkayerlerde debulunur". "Doğru" derdi kız içinden. "Şu öndeki çamlardan bizim bahçede de var. Hele Prenses'in bahçesinde, yığınla. Buradakiler kadar çok ve uzun boylu değiller ama daha sonra onlar kadar olurlarbelki..." Ama daha uzaktakiler? Uzaklaştıkça büyüyen, karanlıklara karışan, karanlığı yaratanöbürküler? Onlar hiçdetanıdıkgelmiyordu kıza.. Hele bir akşamüstü.. çok, ama çok rüzgârlı bir akşamüstü.. ormandan, öyle tanımadık, öyle acaip sesler gelmişti ki, küçük kız ormanı bu kadar scviyor olmasaydı, korktuğunu kabullenirdi. Ama, korku'dan, içine korku salan her şeyden ölesiye nefret ederdi kızımız. ENGtZEMLtBÖLÜM Ağaçlarını yakından görmek... O koca ağaçlara tırmanmak; oralarda yürürken, belki de tanımadığı hayvanlarla karşılaşmak... Hayalini hazla kurduğu, büyüttüğü bu orman; Fuat Paşa Yalısının arka bahçenüstü düşlerini yitirmek korkusuydu.. ve de imgesel arkadaşları Sanvas'la Sendes'e anlattığı öyküleri... Sevgili ilginç dostu Bahçıvanbaşı, ister küçük kızı çok sevdiğinden, akıilı bulduğundan, ister biriyle konuşmak ihtiyacından... Neden olursa olsun çoğu kez bir yetişkin insanmış gibi konuşurdu onunla. Uzak yerlerden, yabancı iklimlerden gelmiş ağaçları anlatırken, kendisiyle onlar arasında yakın bir benzerlik buldıığunu küçük kızsezermiydi? Kesin birşeysöyleyemem. Ama sanıyorum ki biraz biraz sezinlerdi. Yaşlı adam daha da açık konuşurdu bazen: "Bunlar da muhacir işte, küçükhanım" derdi. "Benim gibi, pek çokları gibi muhacir. Yurtlarından,evlerinden,sevdiklerinden uzakta... alıştıklarısudan.havadan bile. . .Elimizde olsa gelir miydik? Şu ağaçlar bile gelmezlerdi..Gayrı gelmiyorlar ya zaten... Gelemezler.. getirildikleri topraklar bizim değil artık.. Hepsi birer birer gitti Osmanh'nın elinden.. Ağaçlar gelmiyor lâkin insanlargeliyor.. sürüsürü geliyorlar.. Yoldaha öncekilerden pek de farklı sayılmazlardı; ama küçük kız, her birini gene de çok büyük tat alarak dinlerdi. Çünkü her dinleyişinde her şey bir başka biçimde şekillenirdi gepgeniş, gepgenç muhayyilesinde. Kısacası, Müşir Fuat Paşa ya da savaşlarda hem de saraya kafa tutuşunda gösterdiği cesaretten ötürü halkın ona yakıştırdığı adla, Deli Fuat Paşa yalısının; Paşa'sı, Bahçıvanbaşı'sı ve soylu görkemiyle, küçük kızın anılarında benzersiz bir yeri vardır. Ama illede arka bahçesi... Pahalı çiçekleri, muhacir ağaçları, masraflı bakımına karşın, doğal güzelliği yakalamış o nefis arka bahçe... Ve şimdi, Istanbul'unherhangi bir yerinden kopup, Istinye'den öteye giden motorlu araçlar geçiyor oradan... Nereden geçtiğinden, neleri, hangi değerleri çiğneyip yok ettiğinden habersiz... Pek çoğu yabancı markalı, sayısı meçhul milyarlar ödenmiş en lüks arabalar... Bugünkü değer ölçülerinegöre, "değerli", "seçkin" insancıklarıtaşıyan... Ve de, Türkiye'yi, en borçlu en fakir ra...) Askerkengirdiğihersavaştanzaferle ' dönmüş Paşa... Girdiği savaşların, hele de madalyalarının sayısını bilebilmezdi. Ama 90 yaşına 5 kala, MUli Mücadele hareketine verdiği maddi, manevi desteğin hayatının en büyük gururu; yaşadığı en mutlu günün de29 Ekim 1923 olduğunu söylemişti bir gün...Ve Mustafa Kemal'e duyduğu hayranhğı. Bu erdemlerden hangilerini değil, hangisini taşıyor, bugün o yalılarda oturanJar?... îstinye'den öteye o eski bahçelerin bir bölümünden geçerek daha ötelere gidenler? Bilmiyorum. Ama biliyorum ki, "arka bahçeler" temiz değil artık... Temiz olmamaktan öte, alabildiğine pis... * ** Bir gariplik var içimde... Hüzün gibi... alaca karanlık gibi... Baktığım her yere, her şeye bulaşan... Kıpır kıpır serçelerin, kıpır kıpır boğaz sularının dağıtamadığı, hatta çoğalttığı... Bir şeyler... Hüzün gibi... Alaca karanlık gibi.. .yapış yapış çini mürekkebi bir karanlık. #