26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

avutmak icin de, "Belki de onun için böylesi daha iyi. önce kuar, sonra da gidip bir dengini bulur" diyordu. Gazeleci ve oyun yazan Şimdi cennettc mı, yoksa cehennemde mı Recep Bitginer, 1922 yılında Adana'da doğdu. olduğunu bilemediğimb Kor Agop'un mey1940 yılında Konya hanesınde son buldu yuruyuşumuz. Kör Lisesi'ni bitirdikten sonra Agop'la, ressam Agop, ilkokul ve mahalle tstanbul Gazetecilık arkadaşı. Kör Agop, ilkokula gittiği ilk yılEnstitüsü'nde okudu. lar, dut ağacına çıkmış, gözüne batan çöp1944 yılında gazetectliğe le, bir gözü kör olunca bırakmış okulu. başlayan Bilgıner, Çocukluğunun afacan Kör Agop'u büyuyunşiirlerinin yanı sıra daha ce de, tanıdık çevresı genış bir meyhaneci olçok oyun yazan olarak muş. tanındı. 1962 yılından bu yana oyunlan stirekli olarak sahnelendı. Orhan Kemal'in dili, birinei kadehten son"Gazeteciden Dost", "Isyancılar" "Ben ra açıldı. Bu bir sarhoşluk açılması değıl, Devlelim", "Utanç Dünyası", "San Naciye", söyleşinin sıcaklığında, anlatacak çok şeyi"Yunus Emre", "Parkta Bir Sonbahar nin olmasından kaynaklanan sevecenlik açılGünüydü" adlı oyunlanmn yanı sıra masıydı. Onun anı dağarcığında, en büyük "Polilikada Bir Sançizmeli" adını laştyan bir romanı ve "Hapısliğım" adlı bir anı kilabı da var. Bilginer'in "Karım ve Ben" adlı oyunu 198586 döneminde Ankara Devlet Tıyatroları ve Istanbul'da sergilendi. Recep Bllginer "Utanç Dünyası" oyunuyla "Ilhantskender Armağanı"nı ve "Yunus Emre" oyunuyla Yunus Emre llme Hızmel Vakfı'mn Yunus Emre Btiyük Sanat ödalü'nü kazandı ameliyat daha geçireceğini anlatırken, hiç umursamıyordu. Konuşurken, sözlerini el hareketleriyle güçlendiriyor, hikâyesini anlattığı hapishane arkadaşlarının taklidini yapıyordu. Bir ara, ayakkabısını çıkardı, ayağını altına alarak oiurdu sandalyeye. Bir gün önce, hapishanede tanıdıği bazı kimselere, Kuçükpazar'da bir kahvede rastlarruştı. Hapishanenin kahvecısi, meydancısı, kabadayısı, gardiyanı, sanki hikâyelerindeki kişiler gibi, o anlattıkça, gO/Umüzün önünde canlanıyordu.Orhan Kemal değil, karşımızdaki, omuzunda mcndili eksik, bir meddahtı. Dılinc doladığı kimselerin, zıtlaşmalarını, şakalaşmalarını, acımasi7İıklannı anlatırken, yalnız agzı değil, elleri de konuşuyordu. Romanlarında ve hikâyelerinde boyutla 20 ıı başka olayla Isa'nm çevresindckı Onıkıler'le yediği son akşaııı yemeği Çağrışım yapıyor, ama olumunden bu yana, bırlikle yediğımı/ o yeıneği, hep, böylc anımsadım lsa, o son akşam yemeğınde, çevresinde toplanan Havarıyuna, "Içinızden biri yinrıı dort saai ıçınde bana ihanet edeceksinız" dıyecek kadar umutsuzluk ıçindeydi. Oysa, birlikte yediğimiz o son öğle yemeğinde, Orhan Kemal, sevinç ve sevecenlik doluydu. Dahası, rtmru boyunca yakasını bırakmayan, para sıkıntısmdaıı kurtulmuş gıbıydi ya da öyie goruyordu kcndını. Sanınm, 1971 yılının nisan başlarındaydı. llıman bir guneş baharın selamını gctırmışti Istanbul'a. Öğle saatlerı. Cağaloglu'ndan, hep yakındığımız, ama kara sevda gıbi tutulduğumuz basının merkezi Cağaloglu'ndan Turbe'ye doğru yurüyoruz. Ben, Hüsameddin Bo/ok, Agop Arad. Vönumu? belli: Kumkapı'ya, meyhaneye. Babıâli Caddesi ile, Nuruosmanıye Caddesi'nın kesiştiğı noktada, Orhan Kemal'le karşılaştık. O karşıdan, Turbe yönunden gelıyordu. "Merhaba!" "Merhaba" "Nereye?" "Kunıkapıya. Sen?" "Birini hekliyorum." "Kım?" "Bir kız." Bir sure durakladı, sağına soluna bakındı. Yutkundu. Içınden bir şeyler geçırdiğini sezdik. "Kumkapı'da iveceksiniz degil mi?" "Evct." "Giizel be. Randevıım olmasaydı, ben dc gelirdim, kaynatırdık" "Nasıl iyi bir parça mi?" dıye sordu Arad kendi uslubu ıçınde. "Yırmı ıki yaşında" dedi Orhan Kemal. Biz uçumuz, oldukça kıloluyduk, Orhan Kemal, zayıf ve ufak tefek kalıyordu yanımızda. Yaşamı boyunca hep arkadaş, hep dost canlısı kalmıştı. Gülen gözleriyle, yuzümüze bakıyordu. Yuzüne, tatlı bir gülümse yayılmıştı. Bir yanda yirmi iki yaşında bir genç kız, bir yanda bizler ve en önemlisı, meyhanede sürecek söyleşinin çekimi arasında bocaladığı belliydi. Orda, Onu, Tarık'ın, lspanya'ya ilk çıkışına benzettim. Tarık'ın askerlerinin önunde, zafer ve servet vardı, geride deniz. Ama, gemileri de yaktığı içın, askerleri kaçamazdı. Orhan Kemal de, bizimle gclırse, o yirmi iki yaşındaki kızla, belki, bir daha bizimle buluşamayacaktı. Kalırsa, aşk; gelirse, yarenlik ve bir sofrada bulunmanın doyulmaz tadı vardı. "Sizinle geliyorum" dedi. Yürüdük. Şimdi konservatuvar olan eski belediye binası önünden, yokuş aşağı, Cincı meydanına indik. Hem yürüyor, hem konuşuyorduk. Köşe başında beklediği, sonra bizı görünce bıraktığı kızı anlaüyordu. Kendini B Yıl 1969, Ankara: Orhan Kemal, Gençlik ıtırkı'nda. Orhan KemaVle son öğle yemeği yeri hapishanede geçen günleri, günleri ne demek, yılları kaplar. Sonra hastaneler. Kaç kez ameliyat, kaç kez uzun suren tedaviler. Yoksul yıllar, hastane yılları, hapislik yılları... T^ş olsa, demir olsa dayanmaz. Ama, Orhan Kemal dayandı, dayandı ve yazdı. Onun ıçın, haik dilınde söylenen "Kendi gitti ismi kaldı yadigâr" demiyoruz, kendi gıttı, eserleri kaldı diyoruz. Gerçekten, o son öğle yemeğinde, Orhan Kemal en keyifli günlerinden birini yaşıyordu. Kesilip biçilmeye, o denli alışmış ki, yakınlarda hastaneye yatacağını, belki bir rını bulan bu tipler, yaşamının istasyonları olan hapishanelerde, hastanelerde, işçilik yaptığı fabrikaiarda hasır neşir olduğu, kader ortaklığı yaptığı insanlardı. tnsanı, insanın iç dünyasını, dış dilnyasını, ekmek kavgasındaki durumunu yakından tanımıştı. tnsanı ve insanın oluşturduğu toplumu Orhan Kemal, görüyor, gözlüyor, yaşıyor ve sadece bunlan yazıyordu. Onun için, yazdıklarında bilgiçlik taslama yoktu. Onun Türk romanındaki yerinin tartışma yazısı değil bu. Sadece bir küçük anı. Onun için, herhangi bir yargıda bulunmuyorum, ama onun, ya şamı gibi yazışı da sade, yazdıklarında içtcnlikli bir yazar olduğu, dost canlılığını, cana yakınlığını söylemeden de geçemem. O son öğle yemeğinde, Kumkapı'daki Kör Agop'un meyhanesinde, söyleşinin bir noklasında, söz döndü dolaştı, Kemal Tahir'e dayandı. Orhan Kemal, onun romanlarında iktisat dersi vermesinden, felsefe yapmasından hoşlanmıyordu. "Sen iktisat profesoni miisün, yoksa romancı mısın?..." diyordu. "Romancıysan romanını yaz, iktisat profesöru isen, onun kitabını." Başka zaman masamıza gelip otııraıı, uturıır oturmaz da, bizim hesabımızdan kcndisine rakı ısmarlayan Kör Agop, o gün gelmedi. Meyhane, zaten tenhaydı. Bir süre sonra da bizden başka kinıse kalmamıştı. Orhan, söz arasında, "Ne iyi ettim de sizinle geldim" diyordu. "Bundan sonra sık sık gelelim. Kh, ben yolumu bulmaya başladım. Piyesim oynuyor." O gunlerde, Şehir Tiyatroları'nm Tepebaşı'ndaki Dram Sahnesı'ndc tspinozlar adlı pıyesi oynuyordu. Piyes tutmuştu. Sonra bana dönüyor "Sen de piyeslerinden kazanıyorsun." Belli ki, para sıkıntısını atmış durumda. Daha doğrusu, kısa bir dönenı için de olsa, oynayan piyesinden gelen telif hakkının, ileriye doğru surup gıdeceğı ınancında. Zayıf ufak tefek Orhan Kemal, yaşama sevincine kapılmış, olduğundan daha sağlam görünuyor. O acılan sanki çekmcmış, o amelıyatlan sanki o geçirmemiş. Sanki, yakın gunlerde, yeniden önemli bir ameliyat geçırccck olan o değıl. Orhan Kemal'i ilk kez, 1950 yılına doğru, bir gazeteci arkadaş aracılığıyla, vılayet binasının karşısında, yol üzerinde tanımıştım. Rahmetli Sedat Simavi, on hikâyesini bırden almış, daha yayımlamadan, on hikâyenin parasını toptan ödemişti. O zaman için yııklu bir paraydı; Babıâli'de, dilden dilc dolaşıyordu. Meyhar.ede, kendisine, lspinozlar piyesıyle ilgili bir haber verdım. Daha doğrusu bu bir haber değil, bıı olavdı. Ispinozlar pıyesınde, oyun kışılerınden bırının adı, Ülfel ıdi Rastlantı bıı ya, Belediye Meclısi'ndekı uyelerdcıı birinin adı da Ülfet: Şehir Tiyatrolaıı'nın bdşında Muhsin Ertugrul var. Belediye Mcclısı üyesı Ülfet Hanım, Muhsin Ertuğrul'a karşı bir grııbun bayraktaı lığını yapanlardan. Oyunun rejisöru Zihni Kuçumen, Muhsin Ertuğrul'un tutluğu gençlerden birı. Üstelık eser Orhan Kemal imzasını taşıyor. Tepebaşı'nda lspinozlar oyununu seyreden Belediye Meclisi üyesi Ulfet Hanım, bir hışımla tiyatrodan çıkıyor ve feryadı basıyor: "Bu piyesteki kadınlardan birine beniın adımı koymuşlar. Bu bana hakarettir, bu piyesin, derhal kaldırılmasını istiyorum." Orhan Kemal, okkalı bir Adanalı kufurü savurdu, sonra da guldu, başka konulara geçtik. Piyes oynamaya devam ettı. Muhsin Ertuğrul bu, böyle saçmalıklara papııç bıraktr mı? O gun, Orhan Kemal'i, daha yakından tanıdım. Romancı ve hikâyeci Orhan Kemal'e, dost canlısı, hoş sohbet Orhan Kemal de eklenmişti Kör Agap'un Meyhancsı'nden, çakırkeyif olarak "Gelecek hafta yine huraya gelelim" sözleşmesiyle ayrıldık. O sözleştiğimiz gelecek hafta geldi, ama biz buluşamadık. Orhan Kemal, Sofya'ya gitmiş, orada hastalığı azmış, ameliyat olnıuş ve ölmüştü. Bulgar Yazarlar Biriigi, onu koydukları tabutu, Kapıkule sınırına kadar getirecekler, orada teslim edeceklerdi. Durumu bana, ilk kez Nurer Ugurlu söyledi. Edirne ValLsi dostumuz Haydar Özkın'a telefon ettim. Sosyal Sigortalar hastancsine ait bir ambulansa alınıp tstanbul'a gönderilir mi diy^... Olur yanıtını aldım. Ama, bu yanıt gerçekleşmedi. Rahmetli Ercıiment Behzat Lav'ın önculüğünde bir grup Edirne'ye gidip, Orhan Kemal'i getirdiler. O gece, onu sevenler, Kumkapı'da, bu kez Kör Agop'unkinde değil, kıyıda bir meyhanede, onun anısına toplanıp içtik. O, kendisini tanıyanların anısında yaşıyor, geride kalan kitapları ise daha genç kuşakların belleğinde. D
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear