27 Kasım 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Istanbul bize doğru gelirken BaşUstünden, üzerine ilişilmiş ırgatın oradan... sereserpe ve scrin ve scrseri bir rüzgârın altında... günlerdir sürüp gitmiş deniz yolunun bitimine ve denizin bitmesine azbuz bir zaman kalmışken ileri bakıldıkta, ufuktan ne mi doğar şimdi güneş mi? öncc akçıl, ktlçUk bir leke beliriyor ufukta hayır güneş değil, sonra yaklasıyor yaklaşıyor akçıl leke bize doğru, büyUyor. Akçıl leke büyüyerek geliyor. önce şişkin bir yumakmış gibi gibiyken, daha da büyüyünce, o gelenin bir kadın, tahtına kurulmuş bir Kibele, Ingres'in, "Türk Hamamı"ndakı kadınlarınca dolgun bedenli, geniş kalçalı ve kocaman memeli bir kadın olduğu görülüyor. Ve insanlar, yüksekteki bu tanrıça kadının sağından ve solundan, tUmü de ona çıkan sokaklardan, karıncalar gibi kaynaşarak, iki memesinin doğrultusunda bu kadının, kuyruklar oluşturmuş o karınca büyüklüğündeki insanlar, emzirilmek için bekleşen yedisinden yetmişine, çocuk, kadın ve erkek birbirini çiğniyorlar "bana, bana" diyerek. Birbiriyle itişip kakışanlar önlere geçmek için, birbirine ayak koyanlar, dirsek atanlar, sıra beklemeyenler, hak yiyenler, yoksullar ve zenginler, işsizler, işi gücü olanlar, sahteciler, dürüstler, hileciler, namuslular, hırsızlar, esrarkeşler, uğursuzlar, cümle insan yapısında insanlar, sağlıklılar, hastalar, özürlüler, sağlamlar, gözleri görme yenler görenler, yerlerde sürünenler, yirmin ci kattakiler, kendi halindekiler, kibirliler, eli açık olanlar ve elleri sıkılar, başı dik duranlarla başı eğik duranlar, cUmle insan soyu işte karıncalar gibi UşUşmüşler bize doğru yaklaşmakta olan o kadının başına, emzirilmek için bekliyor, birbirini eziyorlar biı mahşer gününün karmaşası ve dehşeti içinde. Ve ufuktan kopup gelen o kadın, tahtı ve görkemiyle, çevresine doluşmuş onca kadın ve erkeği, onca çoluk çocuğuyla yanımızdan hızla geçip gidiyor, denizin Uzerine inmiş de az yukardan ilerleyen koca bir bu lut gibi, çevresine doluşmuş karınca kararınca boyutlarda insanlarla, çelişkiler zinciriyle birlikte, hızla geçip gidiyor. Derken, ufukta bir başka küçük leke be liriyor, bize doğru yola çıkıyor. Gele gele iyice yaklaştıkça bu yana, bu gelenin, büyüdükçe, lstanbul'un bir parçası olduğu görülüyor. Sarayburnu, göğsündeki parkıyla, ardında emekliye ayrılmış vagonları, gara girdi girecek yorgun argın treni, ve daha da arkada görkemli Topkapı Sarayı'yla, solda sahil yoluyla, hızla yöneliyor sancağa. Haliç*i Marmara kıyısmdan ayıran Sarayburnu, gerisindc Tbpkapı'nın Sarayı, namı diğer Sarayı Cedid ki Yeni Saray demektir, yirmi sekiz kuleli ve bin dört ytiz metrelik surlarıyla, durduğu yerden kopmuş hızla geliyor. En bulunmaz ve pahası biçilemez değerli taşlanyla inceden inceye bezenmiş yüzyıllarlık süs eşyası yanında, zindanında zincirlerle donatılmış sayısız falakası ve duvarlarında kardeş kanı lekesı, gün ağartan cümbüşlü harem geceleriyle, erkekliği burulmuş, erkeksizlik aşılanmış ak ve kara ağaları, bir emirle boyun vuran, gırtlak boğan bostancıbaşılan, yedi iklimden gelmiş Macar, Sırp, Romanyalı, Kafkasyaiı ve Yunani, esmer, kumral, sarışın cariyesi ve içoğlanlarıyla, fırça kıllı kara sakallarından yağlar, şerbetler sızan Zıllullah, Allah'ın Gölgesi'ymiş, sultanlarıyla gelip gelip yanımızdan geçip giden, denizin üzerinden kayarak uzaklaşan yüksek duvarların ardındaki şu suskunluk, Topkapı Sarayı nam bir gizlice ve gizemli dunyadır, tarihin ve lstanbul'un onsuz olamadığı... Şimdi de, iple çekilirmiş gibi bir hızla ufuktan yola çıkıp, millerle deniz yolunu arkada bırakarak hız alan esmer bir leke daha, Cenevizli bir tstanbul simgesi, Galata Kulesi, ayaklanmış geliyor denizi köpürterek. Ve Galata Kulesi'yle birlikte Evliya Çelebi'mizin sesi geliyor: "Bu Galata Kulesi'nin bilhassa turistler için hazırlanmış olduğunu duyduğumda, bir turisti mUzmin olan ben hakir de kuleyi gezip görmek istedim. Galata Kulesi'nin en üst katı bir cihannüma gibi tanzim edilmiş olup, buradan bütUn lstanbul görünür. Pek hoş ve latif manzarası vardır, kefere turistin çok hayretini mucip olur. Burada garson nam sakiler tarafından akçesi karşılığında her türlü meşnıbat dağıtılır. Kokakola, pepsikola, şuveps adıyla alkolsüzleri olduğu gibi, cintonik, cinfiz, skruvdrayver gibi alkollüleri de mevcuttur. Bir garson karşımda arzı endam eyleyip ne içeceğimi sorduğunda, alkolün bana haram olduğunu bildirdim. Garson, 'öyleyse size bir alkolsüz bira verelim' dediğinde, doğrusu me rak ettiğim bu içkiyi kabul ettiğimi söyledim. Bardağa bir şişeden dökülen alkolsüz bira nam bir meyin bardağa dökülürken öfkeyle köpürüp durması pek hoş bir manzaradır. Lakin içilmesi pek hoş olmayıp ağza kekremsi bir tad bulaştınr, miktarı fazla kaçırıldığı takdirdeyse insanı davul gibi şişirirmiş ki buna hiç tevessül etmedim. Bu Galata Kulesi'nin etrafındaki mahalleleri doğrusu bok götürür ki hiç hoş değildir. Sahipsiz kedi köpekleri de olup, kış günleri çamuru, yaz günleri de tozu hiç eksik olmaz. Bu fnahalleleri yirminci yüzyılda dolaştığım halde çok eski çağlarda dolaşıyormuş gibi olduğumu söylemem elhak doğru olur!' Ufuktan kopup aynlarak gelen kara lekeler gittikçe çoğalıyor. Sancaktan ve iskeleden, pruvamızdan, ufuk çizgisinden yola çıkan ve bize yaklaştıkça büyüyerek gelişen, kimlikleri beliren, yanıbaşımızdan suları yara yara geçerek Yeni Cami ve avlusu, güvercinleri, güvercin yemi satan özürlüleriyle ve Ustgeçitîeriyle, satıcıları satıcıları satıcıları ve keşmekeşiyle, curcunası, sesiyle, kiri, pası, rüzgârda tozlarıyla Eminönü alanı yayvan yaygın gelip geçiyor, akın akın geçip giden sayısız arabayı sırtında taşıyarak... Derken, keskin bir baharat ve kök kokusu savruluyor bize doğru denizin üzerinden. Zencefıl ve tarçın, karabiber ve safran, zerdeçal ve kök kereviz, papatya, adaçayı, ıhlamur, hatmi, amber, nane ve kekik kokuları birbirine karışmış, hafif esen rüzgâra katılarak geminin başüstünü kaplıyor. Derin bir soluk ki alıp verirken, ta öteden, o doğurgan ufkun tam da dibinden yeni bir esmer leke koparak bize doğru koşuyor: 1660 yıü içinden, elleri dert görmeye Mimar Kasım Ağa yapısı, bodrumlarıyla birlikte seksen altı dükkânıyla Mısır Çarşısı... tki büyük yangın tatmış, ama silkinerek yeniden ayakları üzerine dikilmiş, önce kokusunu gönderen, ardından, hızla bize yaklaşan yüzyıllarlık çağdaş tarihsel çarşı! Peynirleri, yağları ve ballarıyla, radyoları teypleri, kaset ve şarkılarıyla, gizemli şifa otu satan dükkânları, kilimleri, örtüleri, süpürge ve paspasıyla, fındık, fıstık ve keçinin boynuzu, binbir kuru yemişiyle, dön dön dönen Mevlevi döneriyle, şekerleri, lokutnlan, helvalan, reçelleri, macunu ve ünlü Urünleriyle, oluk oluk akıp giden, oluk olup gelip akan insanıyla o ilginç tünelçarşı, sarı, beyaz, kırmızı, mavi, yeşil, gri, kahve, mor ve turuncu, bütun renkleri ve ışıklı ampül leri yanında, bizi de içine alıp bir ucundan öbür uca, sağımızdan solumuzdan hızla geçiyor. Çarşının öbür ağzından çıktık, işte gine başüstünde, ırgata ilişkiniz ve denize karşı bir durakta bekler olur kalmışız. Şimdi de, uzaktaki mavilikler arasında beliren bir beyazlık, ince beyaz bir kadın bedenini andıran bir nesne yaklaşıyor bizlere. önce aşırı bir hızla yaklaşırken gemiye, bize yakın düşünce hızı kesiyor, yavaşlıyor: Bir lstanbul güzeli, adı kendisine kendisi de adına yakışmış Kız Kulesi... Hemen kenarındaki bir kayanın Uzerinde, sırtında beyaz tülden bir giysi, dizlerini çekerek oturmuş, sarı saçlı bir genç kız, dalgın ve düşünccli duruyor. Alıyor Kız Kulesi, ve bakalım ne diyor: "Geleceği yıldızlardan okuyan ak sakallı, uzun asalı kâhin, imparator Konstantin'in huzuruna çıktığında ben yoktum. Demiş ki Bizans kayserine, yüce Konstantin, demiş, dün gece çoban yıldızında okudum, güzel kızının ölümü bir yılan sokmasından olacak, sözümü yabana atma sakın, sana gerçcği söylüyorum. İmparator Konstantin, içinin titrediğini duymuş ve sapsarı kesilmiş kâhinin sözlerinden. Ve hiç vakit yitirmeden, denizin ortasında bir kule yapılmasını buyurmuş ve kızının o kulede korunmasını... İşte o kule ben'im, tstanbul denizinde gerçekleşti doğumum, adım da Kız Kulesi..!' Kız Kulesi susuyor, o susuyor susmasına, ama söylence sürüp gidiyor gine, bir sinema filmi gibi gözlerimiz önünde: Bir kayık yaklaşıyor şimdi küçük kuleye, karşı kıyılardan yola çıkmış bir kayık... Bu güneşlik, apaydınlık havada, beyaz giysili prensesin ve bembeyaz kulenin denizin üzerini ışığa boğduğu bu havada, kuleye yanaşan kayıkçının yüzündeki gölge ne, yüzü neden karanlıkta kalıyor elindeki küçük sepeti kulenin rıhtımına koyarken? O sepet ne? Bana getirdiğin nedir? Üzüm aziz prensesim, yeni ürün ve taze, buğusu üzerınde, siz de göreceksiniz. Sepeti rıhtıma bırakan kayıkçı, küreklere sanlıp hızla aynlıyor kuleden, geldiği yolda uzaklaşıp gidiyor, kayık önce kayıkken, bir noktaya dönüşüyor az sonra ve hiçlere karışıyor. Üzüm sepetinden yükselip İmparator Konstantin'in kızını sokarak öldüren yılan, Kleopatra'yı sokan yılan mıydı diye düşünüyorum Kız Kulesi şimdi yol alıp yanımız 20 W.H. Bartlett'ın Kız Kulesi Gravürü
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear