Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
0) 0) F u * 0) lora Tristan 20 Aralık 1985 cumartesi sabahı yok oldu. Daha doğrusu, onun ortalardan silindiğini beıı o sabah 10.30'da anladım. Semerkant mavisi bir kapak içinde dokuz punto harflcrle dizilmiş iki incccik ciltten oluşan ve Maspero Yayınevi'nin küçıik koleksiyonunda yer alan bir kitaptı bu. Kadın vc işçi haklarımn elde edilmesinde Fransa'da can dövüşüne çıkmış Flora Tristan'ın anılarmı ieeriyordu. Onu blanblan pırlantası gibi saklıyordıım. IstanbulParis'i yazarkcn fcıninistlcr Ü7erine karaladığım sayfalara, bir ara, onu da bulaştırmayı düşünmüş ama ayrı bir deneme doktururüm diye bundan vazgeçmiştim. Bir aydıı kafamda hep zıngıldayıp durduğu için de, birkaç gün önce, onu çalı^ma odamın sağındaki raflardan alıp soldaki kitaplığın orta gözüne, elimi uzatınca hemcn ulaşabileceğim bir yere aktarmıştım ki odaya giren heı insanın gözu ona takılıyordu. llkin, belki başka bir yere koymuşumdur diye, iki odayla bir koridoru kaplayan tüm rafları baştanbaşa elden geçirdim. Sonra, atlamış olabileceğimi de hesaba alarak bir daha çalyaka ettim. Öğleden sonra, yani midemi tıka basa doldurup üstünü de kahveyle örttükten sonra, işe yeniden sıvandım. Bu kez Flora'nın, resim, tiyatro, şiir, öykü, tarih kitapları arasında olmayacağını kesinlikle bildiğim halde, onları da, nili ya da çividi mavi olup olmadıklarına kulak asmadan, bir bir tiftikledim. Flora yok, yoktu. Gece yatağa girerken birden kafama yine o saplandı. Uykuyu bir yana iterek, taın elli dakika rafları bir kez daha eşeledim. Ertesi gün bir dostun çayındaydım. Eve nasıl döndüğümü anımsamıyorum. Kapıdan içeri adımımı atar atmaz yinc kitaplara saldırdım. O da semere vermeyince kendi kendime dedim ki: Oğlum Salâh, bu böyle olmaz. Boyuna aynı kitaplara bakıyorsun. Şinıdiye değin bir sonuç alamadığına görc bundan sonra da alamazsın. Yapılacak iş bağdaşında ayak değiştirmektir. Bunun için de araştırmayı burada değil, kitabı yürütenin evinde sürdürmek zorundasın. Kendimin kendime yaptığı bu uyarıdan sonra aklım inip binmeye başladı. Hemen tüm dobtlarımı eve biı kez gelmiş olanları bile şişe dizdim. Ne ki kimsenin bulaşık olduğuna karar veremiyordum. Yalnız fotoğrafi raprapları arasında Dînin patlakgöz yüzü boyuna ekrana gcliyordu. Sonunda kestirip attım; bu D.'nin işiydi. D. 19 aralık cuma günü çaya gelmiş, üç saat boyunca da burnunu ve ağzını kitaplarıma »Urmekten geri kalmamıştı. Bir ara, çay getirmek üzere mutfağa gittiğimdc de onu çalışma odamda Flora Tristan'la bu yapılır mı be Salâh? başbaşa bırakmıştım. O günden sonra da eve kimse gelmemişti. Yürütme işini Kye bağlayınca bir oh çekrim. Arkasından da iki yıl önce yine kitaplığımdan asırılan Max Brod'un Kafka üzerine incelemesini de bizim eve gelenler zatcn sayılıdır onun arakladığına vardım. Bir başka deyişle, kuşkularım bütün bütüne su yüzüne çıktı. Doğrusu, o gün dc, D!nin bulunduğu odada Max Brod'u cıpabıldak bırakmıştım. Dönüşümde ise kapağında esmer, koyu hünnabi ve yılankavi lekelerin top oynadığı kitabın yokluğunu sezemedim. Birkaç gün sonra çaktım ama pandufla işini yine de ona konduramadım. Çünkü D. o güne değin yüzüne kir düşürecek herhangi bir iş yapmamıştı. Ayrıca belleğimin de hınzır bir huyu vardı. Zaman zaman bende olmayan bir kitabın bende olduğu sanısını verirdi. Nedir, bunıı içinin kötülüğünden yapmazdı. Gerçek bir kitap kuıdu olduğumdan bütün gençliğim kitapçı dükkânlarında geçmişti. Yani bcllcğim gözlerini kitapçı dükkânlarında açmıştı. Haftada üç, dört kitapçılara uğruyor, kitaplarm önünde yular kırıyordum. Çokluk da onları raflardan çekerck saatlcrce saytalarını kanştırıyordum. Artık ben de belleğim de öyle bir duruma gelmiştik ki evdeki kitaplarla dükkândakileri birbirine karıştırıyorduk. Flora'ya Ne Oldu? Diyeceğim, Max Brod'un yoklara karışması karşısında da ilkin belleğimin bana bir oyun hazırlayıp hazırlamadığuıı düşundüm. Sonunda kitabın kesinlikle anaforlandığı kanısında karar kıldım. Söylemeli ki D. bir gunha idi, yani gradosu yüksek bir marihuana cigarasından ayırt edilemezdi. Koyun suratlı Barbara Streisand gibi durumu insana güven ve sıkıntı veriyordu Hh, varlığı güven ve sıkıntı veren birinin de hırsız olabileceği hiçmi hiç düşünülemezdi. üerçi tam bir fırlakgöz, bir lokmagözdü ama ben, ilkleri, lokmagözlüluğü de iyi insan olmanın ayırıcı biı özelliği sanıyordum. Bu kez Flora'm, o karınca belli, o uzun siyah saçlı, o lspanyol tenli Flora'm ortadan yitince artık lokmagözlülüğe de, patlakgözlülüğe de bel bağlamamak gcrektiğine inandım. O anda da, şaak, belleğimin çok derinlerdeki bir yerinde bir şey çatırdadı. Aklım, 24 yıl önce Ankara'da tanıdığım bir başka ısacası, arak olayının üstünden epey geçmişti ki Picasso beni evine çağırdı. Hem atelyesini hem de resimlerini gösterecekti. Gittim. Küçük şirin bir evdi. Dostum ona o zamanlar dostum diyordum beni atelyesine aldı. Soluklanmadan resimlerini göstermeye başladı. Söylemek doğru olur mu, olmaz mı? Tablolara şöyle bir göz atmıştım ki bütun tuylerim diken diken oldu. Bunların Picasso'yla şöyle dursun, sıradan bir badanacıyla da hiçbir girintisi, çıkıntısı yoktu. Çaylarımızı içerken bir etajer üstündeki 2530 kitabı gözden geçiriyordum. O ne? Benden iki ay önce yürütülen üç kitap da ordaydı. Elimdeki çay bardağını yere bırakarak etajere doğru koştum. Söz konusu kitapları alarak iyisinden inceledim. Vah bana ki, kitaplanmın üstüne kendi adımı yazmak gibi bunu çokları yapar kötü bir alışkanlığım olmadığı için açık bir kanıya ulaşamadım. Gerçi biraz önce gördüğüm cavala cuvala resimleri yapan birinin kitap aralamaktan da kaçınmayacağını düşünü K Flora Tristan (18031844), kadın ve ifçi haklarım savunur. lokmagöze kaydı. Hem onun paçadudakları da vardı. Patlıcan bir burnun altından Ramazan pidesi gibi dudaklar çenesine doğru sarkıyordu. O, D'den de ileri papazdı. Bir günde, göz kaş arasında, üç kıtabımı kaldırmıştı. Biri Marcel Brion'un Soyut Sanal'ı idi. öbür ikisi de ünlü Fransız ressamı Andre Lhote'un peyzaj ve figür üzerine iki kitabıydı. Ne var, kitaplanmın kaparozlanmasından bir süre sonra suçluyu suçüstü yakaladım. Daha doğrusu, o kendisini suçüstü yakalattı. Onu da anlatırsam tarih çıkar. Suçlu bir ressamdı. Ama ressamların en şalakgozlarından biriydi. O zamanlar ben, bir yayınevi yönetiyor, yaptığı kimi çevirilerden ötürü ona ilk günlerde kendisini bir Picasso sanmıştım para çıkartıyordum. Picasso da buna pek seviniyor hele salyasümük çevirilerine çekidüzen vermeme baygın bakışlar fırlatıyordu. yordum ama yine de renk vermemeyi efendice bir davranış saydım. Yalnız, bir dakikadan beri omzumdan aşağı beni süzen Picasso'ya yani badanacıya onları hangi kitapçıdan aldığını sordum. O da kuşkumu bütün bütüne kamçılayacak bir karşıhk kondurdu: Ne bileyim bir yerlerden almışım işte. Ne var, benim suratımın sirkc satmaya başladığını görünce, az biraz sonra, laflarının arasına şöyle bir palamut yerleştirmeyi gerekli gördü: Ben bir yerde, bir kitap gördüm mü, valla hemen aşırırım. Dilimin ucuna kadar gelen: "Bunları da sen mi aşırdın?" sözünün ağzımdan dışarı çtkmaması için kahramanca zehirli dikiş iğneleriyle dudaklarımı diktim. Laf aramızda kitapların anaforlanması beni pek üzmemişti. O zamanlar kitaplar şimdilerdeki gibi ateş pahası değildi. Küçük bir para nede niyle bir panduflacının artık ona dostum diyemezdim yüzüne hırsızlığını vurmak istemedim. Kaldı ki kitapları üç hafta önce Paris'tcki kıtapçıma ısmarlamıştım bile. Bııgün yarın gelirlerdi. Gerçekten bir hafta sonra Brion'un kitabına kavuşturn. Yüz bin hayıf ki kitapçım Soyut Sanat'ı gönderirken öbür kitapların tukendiğini, yakınlarda da ba.sılmayacağını haber veriyordu. Üzüntumun a/.lığı, bir de var ki, başka bir nedene dayanıyordu. er ya7arın, her ressamın, her mu/ikçinin yaşamında birtakım dönemler vardır. Topunuz bilirsiniz ki Picasso'nun Mavi Dönemi, Pembe Dönemi, Gerçeküstucü Dönemi, Klasik Dönemi, Pompei Kırnuzısı Dönemi, Yaşamına Kanşan Kadın Adları Dönemi ve de çözümsel, yapay, rokoko, yuvarlak kübizm dönemleri vardır. Ben elbet Picasso'yla boy ölçuşecek biri değildim. Gelin görün ki, benim de Resim Dönemim, Sinema Dönemim, Polis Romanları Dönemim, Tiyatro Dönemim, Caz Dönemim vardı. Yazarlığımın yani sıra, zaman zaman, bu ilgi alanlarına karşı içimde yeşil tşıklar yanmıştı. Kitaplanmın çalındığı yıl ise Resim Dönemim sona ermiş Tiyatro Dönemim başlamıştı. Ne ki, eski bir dönemin anısı olan kitaplardan uzak düşmek bana yine dc dokunuyordu. Bu defaysa, Flora'nın kaçmlması bende dirlik, dışlık diye bir şey bırakmadı. Üstüne Ustlük, bir denemeden de olmuştum. Flora'ya bağlanışım onun biraz da Fransız ressamt Paul Gauguin'in büyük annesi oluşundan kaynaklanıyordu. Şöyle bilin ki, bu akrabalık Flora'nın çocukluğunun yoksulluk içinde geçmesine engel olamamıştır. Flora Tristan bir lspanyol soylusunun yasadışı çocuğudur. Annesi yıllarca nikahsız oturmuş, adamcağız bir gün pattadak ölunce de kendini sokakta bulmuştur. Uzun ve çileli yıllardan sonra Flora, on sekizine basınca (1821) Chazal adındaki bir taş oymacısıyla burun buruna gelir. Adam kendisine delice tutulur. Anababası Flora'nın uygun bir eş olmayacağında dircnirse de o bunların hiçbirine kulak asmaz. Kaldı ki Flora da örnek bir eş olacağını, herkesle iyi geçineceğini yani bir filozof yaşamından ayrılmayacağını fıslamıştır kendisinc. Chazal nikahı basmakta gecikmez. Hyvah ki, mutlulukları bir ay bile surmez. Yine de Flora adama iki çocuk yapar. 1825 yılında bir üçüncusünü yapacağı sırada da cvdcn kaçar. Aline adını alacak olan kızını da bu, daha sonraları Gauguin'in annesi olacaktır kendi annesi Therese'e bırakır. Bundan önceki çocuklarına da o bakıyordur. 13 yıl, Flora'nın yaşamında karanlık bir evre olarak bilinir. Çeşitli memleketleri dolaşmış, bir ara Peru'ya da giderek babasının zcngin akrabalarından yardım dilenmiştir. Onu 1938 yılında bir yazar olarak görürüz. Peru serüveninden pek bir şeyler elde edememiştir ama yolculuk ona Bir Paryanın Gezileri adında bir kitap kazandırmıştır. Aynı yıl kocası Chazal onu tabancayla öldürmeye kalkışır. Nedir bu, Flora'yı günün kadıııı yapmaktan, kitabının kapışılmasına yol açmaktan başka bir işe yaramaz. Flora 1839 yılında yeniden lngiltere'ye gider. Orda Bedlam Akıl Hastanesi'ni gezerken bir Fransız denizcisine raslar. Kendini tanrı sandığı için kapatılmıştır buraya. Zırtapoz Cenapları onu görür görmez şöyle der: Sevgili hemşire seni buraya Tanrı gönderdi. Beni kurtarmak için değil. Ben burda nasılsa rtlüp gideceğim, ama dünyuya gctirdiğim düşünceyi kurtarmak için göııderdi. Sonra da sözlerini şöyle sürdürür: Ben tsa'nın geleceğini haber verdiği Mesih'im. Butün kölelikleri kaldırdım. Kadınları erkeklerin, yoksulları da zenginlerin boyunduruğundan kurtardım. lnsan ruhunu günahlara tutsak eden zincirleri de kopardım. Hemşire, sana insanlığın kurtuluş gizini vereceğim. Sen bu işin kadınısın. H 26