25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

4 19 HAZİRAN 2009 CUMA Ben ondan memnunum o da benden DENİZ YAVAŞOĞULLARI Babam Nejat Yavaşoğulları’yla yaptığım bu söyleşi şu ana kadar yaptıklarımın arasında en zor olanıydı. Konunun ikimiz olması işi daha da zorlaştırdı tabii, insanın babasına kendisini sorması pek de kolay olmuyor. Babakız ilişkisini anlatmak da öyle, o kadar işin içindesiniz ki nereden ele almak gerektiğini bilemiyorsunuz. Ancak sanırım bizim bu konudaki çıkış noktamız müzik... ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? Fotoğraf: VEDAT ARIK Babamla ilişkimi anlatmak oldukça zor. İnsan işin içinde olduğunda herşey sanki daha karışık geliyor. En azından nereden başlamanız gerektiğini, nereden ele almanız gerektiğini kestiremiyorsunuz. Babamla yaptığım bu söyleşi şu ana kadar yaptıklarım arasında en zor olanıydı. Normalde anneler günü, babalar günü gibi özel günleri hatırlayan kutlayan insanlardan değiliz. Evde doğumgünü hatta yaşı bilinen tek kişi bile benim mesela(!). Aslında, evet… Pek normal bir aile değiliz. Babamın babalık tavrı da pek normal değil galiba. En azından çevremde gördüğüm hiçbir babaya benzemiyor. Kız arkadaşlarım babalarından kaçarken, ben bu duruma şaşkınlıkla bakıyordum. Erkek arkadaş konularından tutun da giydiğim kıyafetlere kadar hiçbir konuda babamdan çekinmedim. Hele ortaokul yıllarıma kadar babamın çok daha rahat bir insan olduğunu düşünüyordum. Bu düşüncem, ilk erkek arkadaşımı ona anlattığım dakikadan sonra değişti ve bu kadar da dürüst olmanın yersiz olduğunda karar kıldım! Şimdi ona sorduğumda, “hayır kızmamıştım, iyi çocuktu” diyor ama ben, babamın onu ve arkadaşlarını eve çağırıp çocukları rock müzik testine tabi tutuğunu çok net hatırlıyorum. Gayet ciddiydi, kaşlarını çatmış, bir şarkı çalıp “Bunu biliyor musunuz, ne bu şarkı?” diye soruyordu. Yine de erkek arkadaşını babasıyla tanıştırabilen şanslı kızlardan oldum hep. Sanırım cuma günü yola çıkacakları, bu nedenle gelirsem de okulu kırmam gerekeceği için istemiyordu. Biz de yine Tuğçe’yle para biriktirip onlar yola çıkmadan önce okula gidiyormuş gibi çıkıp Ankara’ya gitmiştik. Babam bizim Ankara’da olduğumuzu duyunca acayip sinirlenmişti. Bunların dışında kavga ettiğimizi hatırlamıyorum, o da bana sinirlendiğini hatırlamıyor, bu noktada annem lafa karışıyor “Ona göre hep haklı sensin zaten” diyor bana. Babam “İnsanın dünyaya gelmiş olması kendi seçimi değil, ama sen bir insanın dünyaya gelmesine, hayatla karşı karşıya kalmasına sebep oluyorsun ve bu, insana sorumluluk yüklüyor” diyor. Bu sorumluluğa rağmen çocuk yapmayı istediklerini söylüyor. Ve anlatmaya devam ediyor: “Ben bu çocuğu ortaya getiren erkek taraf olarak, gelişmelerin doğal akışı içerisinde olmasını tercih ettim. Bebekken odanı bile ayırmadık. ‘Ayrı odada yatsın ağlarsa ağlasın, alışır’ diyenler vardı, ama ben doğal olanın bu olmadığını düşündüm. Sen de öyle büyüdün bizden ayrı yatmak istediğin zaman ayrı yatmaya başladın, belli yaşlarda hep bizi bir yere götürmek isterken, bir gün geldi gittiğin yerlere gelmememizi istedin. Ortaokul döneminde Akmar’a gidiyordun, ‘Niye gönderiyorsunuz çocuğunuzu oralara?’ derlerdi. Üstümüzde mahalle baskısı da vardı yani, ama herşeyi gidişata bırakmaya çalıştık” Gerçekten de öyleydi, her konuda yaşıtlarımdan daha rahat izin koparırdım. Her çocuk gibi tabii ben de ailemin kızacağı pek çok şeyi yaptım, ama bu rahat ve özgürlükçü tavırlarından dolayı mıdır nedir istemsizce aşırıya kaçamıyordum. Babam yine de en kötü olduğum dönemlerin büyümeye başladığım dönemler olduğunu özellikle de lise dönemim olduğunu söylüyor. “O dönemlerde herkes isyankar bir ruha sahip olur, sen biraz daha fazla isyankar bir ruha sahip oldun. Geçer diye umut ettim, sonunda geçti. En tehlikeli dönemin oydu, ki o yıllarda ve o ruh halinde takılı kalanlar da olabiliyor” diyor. Bana en çok ona yalan söylediğimde kızmış. Lisedeki en yakın arkadaşım olan Tuğçe’de kalacağımı söyleyip başka yerde kalmaya yeltendiğim günden bahsediyor. Bir olayı daha hatırlıyoruz bunları konuşurken… Aynı dönem babamların Ankara’da konseri olacaktı. Ondan beni de götürmesini istemiştim, ama bana bütün hafta boyunca herhangi bir cevap vermemişti. Ankara kaçağı 20 yaşında evden ayrılmaya karar verdim. İstanbul Üniversitesi’ni kazandığım için aynı şehirde kalmıştım, arkadaşlarımın çoğu da farklı şehirlere dağılmıştı ve hayat bana çok sıkıcı gelmeye başlamıştı. Liseden farkı okula serbest kıyafetle gitmekten başka birşey değildi sanki. Bu düşüncemi babama açtığımda ne hisstteğini soruyorum, “Mantıklı şeyler söyledin” diyor “Başka şehirde okul kazansaydın ayrı yaşayacaktın, ben de senin hayatla baş başa kalmanın zamanının geldiğini düşünüyordum. Yine aynen dediğim gibi herşeye karar veren sen oldun.” Aslında babam benim müzisyen olmamı istiyordu, hâlâ istiyor, ara ara dile getiriyor, ama gazetecilik yapmamdan da memnun. Ona küçükken hangi mesleği seçeceğimi düşündüğünü soruyorum, sosyal konulara, sanata düşkün olacağımı farkettiğini anlatıyor. Halbuki ben ilkokul öncesinde resime düşkündüm, ama sonra veteriner olmaya karar verdim, bir ara arkeolog olmak istedim, ardından gazeteci, sonra yönetmen, sonra fotoğrafçı, moda tasarımcısı, senarist, yazar... Mezun olduğum bölümün hiçbir zaman beni tatmin etmediğini biliyor, “Belki lise dönemlerinde daha yakın olabilirdik, ama ona da sen izin vermedin” diyor. ÖSS stresi yüzünden ne olursa girmeye karar vermiştim, bunu oturup babamla veya annemle de konuşmamıştım. Evet o dönemler geleceği fazla düşünmüyordum. Babam bu konuda hatanın bir kısmını da eğitim sisteminde buluyor, 17 yaşındaki çocukları bölüm seçmeye zorlamanın doğru olmadığını düşünüyor. Lisedeyken daha yakın olabilirdik Babamın, alacağım eğitim konusundaki kararları her zaman beni mutlu etmiştir. Mesela ilkokulda olmuştu bu, ben sadece o dönem çok yorulduğumu hatırlıyorum, o anlatıyor; “İlkokulda seni bahçeli güzel bir okula yazdırmıştık, muazzam da bir öğretmeniniz vardı, sonra okulla ilgili bir problem oldu ve siz bütün sınıf başka bir okula geçtiniz. Orası da tersine altı katlı bir apartmandı, bir yıl orada okudun. Ot gibi ders ezberleyen biri olmandan da hoşlanmıyordum, bu yüzden jimnastiğe gitmek istediğinde destek verdim fakat o da günde üç saat antreman yapmanı gerektiriyordu. Artık okula giderken stresten miden ağrımaya başlamıştı, herhalde öğretmene ne diyeceğini düşünüyordun, ödevlerini yetiştiremiyordun. Mehmet Seven isimli bir arkadaşım bana ‘çocukluk da hayatın evrelerinden biridir’ demişti ‘üstelik hayatın en güzel dönemlerinden biridir, onun da yaşanması lazım’. Bu da hep aklımdaydı sonra seni “çantasız eğitim” diye sloganı olan daha rahat bir okula verdik. Doğru mu, yaptık yanlış mı diye düşünürsek bu daha çok annenin uktesi. Devam etseydin, Robert veya Alman Lisesinde okurdun, ama ben bu konuda ısrarcı değilim.” Annenin uktesi İnsanın babası roçkçı olunca... Babakız olarak en iyi anlaştığımız nokta herhalde müziktir. Onun sayesinde müzikle tanıştım ve müzik ortamında büyüdüm. Bu nedenle günün 12 saatini kulaklıkla geçiriyorum belki de, hiçbir dönem müzikten kopmadım. Beni 1993 yılında Metallica’ya götürmesi hayatımdaki pek çok şeyi değiştirdi. Herşeyi görmemi istediğini söylüyor. Deep Purple, Jimmy Page&Robert Plant, Roger Waters, Sting, Gun’s and Roses, Scorpions gibi pek çok konsere gittik beraber. Sonra ben kendi seçimlerimi yapmaya başladım müzik konusunda. Ancak babamla ilşkimizin temel noktasını bence müzik oluşturuyor. Örneğin bu söyleşiden önce yan yana geldiğimizde ortada bir gitar vardı ve hemen ona aynı zamanda mp3 çalar olan kayıt cihazımdan bir şarkı dinlettim, o da bana nasıl çalınacağını öğretti. Söyleşi boyunca aramızda duran gitar, benden ona ondan bana geçip durdu. Ara ara konuşmamız da bu nedenle bölündü. Herhalde en çok bu konuda anlaşıyoruz. Diğer yandan babamın Bulutsuzluk Özlemi’nin solisti olması, dış dünyayla ilişkim göz önüne aldığımda, dönem dönem farklı duygulara sebep oldu. Örenğin lisede, müdürün “çocuğunuz kıyafet kurallarına aykırı gelmiş” diye arayacağı kişinin babam olması çok hoşuma gidiyordu. Gazetelerde Rolling Stones’un solisti Mick Jagger’ı çocuğu esrar içiyor diye okula çağırdıklarını, okumuştum. İnsanın babası “rock”çı olunca bu tip ironik şeyler yaşıyor, özellikle de okul döneminde. Lisede bu durum çok hoşuma gidiyordu ama öncesinde değil. İlkokul’da öğretmenimiz, şuan Gabriel adlı grupta vokal yapan aynı zamanda gitarist olan o zamanki sınıf arkadaşım Dağhan Yazıcıoğlu’na saçını kestirmediği için kızmıştı, o da dönüp “Ama Deniz’in babasının saçı uzun!” diye söylenmişti, öğretmenimiz ne diyeceğini şaşırdı “o mesleği gereği” dedi. Mesela o an babama çok kızmıştım hem rock müzisyeni olduğu için hem de saçı uzun olduğu için. Söyleşinin sonunda babamla en anlaşamadığımız nokta ne diye düşünüyorum, bulamıyorum sanırım yok öyle birşey. O da benden memnun olduğunu söylüyor, ama daha hırslı olmamı istermiş, hırssızmışım. “İsteyince yapıyorsun gerçi, ama bu çok nadir oluyor” diyor, bir de sigara içmeme kızıyor. Ben de onun kendi heves etmediği hiçbir şeye olumlu bakmamasına kızıyorum. Onu bir şey yapmaya ikna etmek keşke biraz daha kolay olsaydı! C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear