23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

8 28 ŞUBAT 2021 Yeryüzüne sığmayan adam, Demir Özlü 1 U zun zamandır rastlamadığımız ölçeksürgünler, yurdundan kovulanlar, bir de dünyada kendine yer bute kar yağıyor. İstanbul’un lamayanlar var, Demir bu hallerini özlemişim. ÇoBey onlardandı, hangi luk çocuk kendini attı dışaşehre gitse sürgünlüğürı. Hava puslu, pek sevimli nü götürmüştü. değil, kar güzelliği yok, yine de özlem giderir oldum. Sanırım ortaokuldaydım o büyük kar tatilinde, evlerden burnumuzu çıkaramaz olmuştuk, bir buçuk aya varmıştı tatil. Uzak anılar bunlar. Yakın anı olur mu? Demir Özlü’nün ölümüyle sarsıldım. 2 “Borges Kaplanları”nı ertelemişim, içten, derin denemeler, çok sevdim. İlgi duyduğum yazarlara benden çok önce Özlü’nün kafa yormuş olması, genel ENVER AYSEVER KURŞUNKALEM Demir Özlü metinlerini okurken nasıl sıkıştığını, kendi tarifiyle boğuntu hissine kapıldığını gördüm. 5 Kütüphanemi daraltmaya karar verdim. Sürekli kitap alma gereksinimi duyuyorum, asla ihtiyaç duymayacak olduklarımdan kurtulmalıyım, diğerleri yetecek. Şu sıra Sartre’dan sık söz açıyordum, önüme Özlü metinleri gelince, başka ortaklık daha çıktı. Kendimi Sartre soyundan biri olarak tarif etsem yeridir. Sartre varlığıyla anlamda edebiyatına yakın dünya için önemliysaymam kendimi, ona dair di. Duygusal, düşünsel doğru teşhisler koymuş olmam buruk sevince döndü. A dergisi yazarlarının tümü Fatih çevresinde oturuyormuş, hoşlandım bundan. Özlü’nün Oktay Akbal dostluğunu bilmiyordum. Canlı edebiyat ortamı varmış. Özlü için şehirleri, duyguları, düşün boyutunda dile getiren yazar tarifi doğru. Olaylardan öte durumlarla, ilişkilerle ilgileniyor. Yapıtlarının toplamı Özlü’nün kimliğini ortaya koyuyor. Geç tanıdım Demir Özlü’yü. Leyla Erbil bir öğle yemeğinde buluşturdu. Yazıştık kaç kez, söyleşi yapmak istedim geçen sene, dedi ki; “Senin sorularına yanıt verirsem elimdeki kitabı bitiremem. Zamanım yok.” Demir Özlü Tamamladı mı acaba? 3 Bir yazara yakınlık hissedince daha çok okumak, bilmek istiyorsun, bir yer geliyor, bitiyor. Özlü’de de öyle oldu. Belki eksik yazıları vardır okumadığım ama tanıyorum onu. Dostların yitimi acı verir. Demir Özlü okurken daldan dala dolanıyorum, türlü duygular içinde. Yazarların kendisinden öte yapıtlarıyla bağ, dostluk kurulur, talihin varsa yüz yüze de gelirsin, çoğunlukla düş kırıklığı olur. Demir Bey öyle değildi, kolunda Leyla Erbil, Teşvikiye’de yürüyüşleri aklımda, ne güzel öğle yemeğiydi. Demir Özlü “İnsanlar yaşıyorlar, yaşıyorlar; sonra bir anda içlerinde çok derin bir uçurum mu buluyorlardı?” diye sormuştu “Güvercinler ve Matmazeller/Düş Öyküleri” kitabında. Yapıtlarını okudukça sadece bu sorunun peşine düştüğünü fark ettim, yer yer yaçalkantıları da buna dahildir. Güçlü bir yazarı sınırlamak haksızlık olur. Eleştirisini yaparken büyüklüğüne tanık oluyoruz. Bizde de Sartre’ya yakın, benzer kavga veren aydınlar oldu. Şimdi çorak kültür, düşün ortamı. Kendimi yalnız hissetmem doğal. Bir yandan da çok kalabalık yaşam, yalnızlığı kendine özgü kılmak gerek. Bir Yaz Mevsimi Romansı’nda “İnsan da aşk da. Şu gördüklerin var ya, hepsi birer makettir bunların. İnsan figürleri. Dostlar varsa, bir kent gerçekten bir kenttir” diye yazar Demir Özlü. Sahi nerededir dostlar? “İnsan yoktur, insan!” demesi boşuna değil. 6 Geçen gün yanımdan kendi kendine söylenen, hayli öfkeli bir kadın nıta yaklaştığı sanısına kapılsam da – geçti, ardında üç köpek. yanıtı olmadığını bilir sonsuz arayı Kimseyi umursamadan Ankara’ya şın peşinde geçer ömrü. “Güneş batar saydırıyordu. Tam olarak adresi anken Tepebaşı’ndaki cadde eflatuni bir lamadım, Saray’a mıydı, yoksa iktirenge boyanıyor. Eyüp sırtlarında ba dar, erk olarak usunda kalan Ankatan güneş ölümü çağrıştırıyor. Sonsuz ra mıydı sövdüğü. Çevredekiler deli luğu. Sonsuzluk içinde yok oluşu. Es olduğunu varsayıp umursamadı, kukinin hayalleri… Eyüp sırtlarında ya lak kabarttım, kadın hareketli olduğu pılmış bir gezinti. Bir sevginin aranışı. için yarım yamalak kavradım. DeliliSonra dönüş yolu. Yorgunluk. Ağaç ği azımsayan, kusur sayan kim varsa lı, küçük ön bahçeler. Sonra bu çatı ka tartışırım doğrusu. tına çıkıp uzanmak. Derin bir yorgunEve gelir gelmez Deliliğe Övgü’yü luktan kurtulmak için, çatılardaki du okudum. Rotterdamlı Erasmus’un ruşları sakinlik veren bacaları seyret yaşamını şahane yazmıştı Zweig, yılmek. Sakin bir yaşam düşlemek. Baca lar önce okuduydum. Erasmus kişilarla sakin bir yaşam.” nin kendini koruma biçimi olduğu4 Özlü’nün “düşün romanı” diye tarif ettiği metinleri önemsiyorum. Özlü “eğer bir roman şiir etkisi –tadı bırakmıyorsa eksiktir” diyor, katılırım. Çağın meselelerini ancak güçlü sözcükler/imgeler aktarabilir. Özlü, Kundera’dan söz açıyor. Birinci sınıf yazar bulduğunu sanmıyorum. Ya da şöyle demeli: Bazı yanu söylüyor, delilik kurtuluş gibi. İki tür deliden söz açıyor; budala ve bilge olandan. Demir Özlü eksilince yüreğim daraldı, uzaktı, yine de avunurdum varlığıyla, yazarlarım ölünce eksik kalırım. 7 Demir Özlü metinlerini okurken nasıl sıkıştığını, kendi tarifiyle boğunpıtlarını birinci sınıf sayıyor, kimintu hissine kapıldığını görde tekrara düştüğünü savlıyor. Yüz düm. Delirmemek içten değil eğer yüze de tanışmışlar. Edindiğim izle biraz dünyayı duyumsuyorsa insan, nim Kundera’nın yazısından çok da kim bilir belki, sadece yazıya sığınaha sakin olduğu yönünde, ben huyrak aklı başında insan izlenimi versuz olduğunu sanıyordum, gerçi ak mek istiyoruz, delirdiğimizi kimseler si yönde düşünmem için neden yok. bilmesin diye fena yol değil! Kundera’nın aşılması zor komünizm Leyla Hanım koluna girecek Dedüşmanlığı kökleşmiş iyice, Özlü on mir Bey’in, güzelce söyleyecekler dan da söz açıyor. öğle yemeklerini, birer kadeh kırmızı Sürgün yazarları sıralıyor, gönüllü şarapla belki... Çevrimiçi gezide, IŞİD saldırısında önemli bir bölümü yerle bir olan Palmira antik kentinin dünü ve bugünü de anlatıldı. Belgesel tadında gezi, Yanı Başımızdaki Kültür Hazinesi: Suriye Gezisi sanal acısı gerçekti MUSTAFAK. ERDEMOL Geçen haftaki yazımı okumak lütfunda bulunanlar anımsayacaktır; “devam yazıları yazmayı sevmem ama haftaya muhteşem bir kadını anlatacağım” demiştim. Ama araya sevgili editörüm Hilal Köse’nin Suriye’yle ilgili bir sanal geziye katılıp izlenimlerimi yazma “emri” girince (Hil, yap deyince akan sular durur tabii) sözünü verdiğim konuyu yazmak artık başka bahara kaldı. Suriye’ye emperyal çullanmanın başladığı ilk yıldan itibaren, dört kez gittim. Savaşın en şiddetli olduğu zamanlardı. Bir savaşta can yakan ne varsa tümünü gördüm... Suriye’de, bir ülke nasıl mahvedilir, tanık oldum. Hiçbir mali anlaşmaya bağlı olmadığı için parası değerli, yoksulluğun neredeyse hiç yaşanmadığı bir ülkenin yurttaşlarının nasıl bir anda komşu ülkelere sığınacak kadar yoksul, çaresiz duruma düştüklerini gördüm. Ülkelerine gelenleri, hele Türkiye’dense, ağırlamak için nasıl çırpındıklarına tanık olduğum o güzel insanlar, Türkiye’de açık bir ırkçılığın kurbanı durumuna getirildi... O nedenle Hil’in, Fest Travel’in sık sık yaptığı sanal ülke gezilerinden biri olan Suriye gezisine katılmam önerisini sevinçle kabul ettim. Önce geziyi sunan Yıldırım Büktel’e hayranlığımı/teşekkürümü iletmek isterim. Tek kelimeyle mükemmel bir “kılavuzdu”. İnsanın anlattıklarını iyi biliyor olması ne güzel. Benim de bildiğim, savaş sırasında zaman bulabildiğim sürece gördüğüm yerlere ilişkin harika bir sunum yaptı. PARASIZ KALSANIZ BİLE Şam’ı çok sevmiştim. Hâlâ seviyorum. Kenti çevreleyen Kasiyun Dağı’nı gördüğümde, “Nerede bir dağ bir kente böylesine yakışır” demiştim. Bu dağ dinler tarihi ama özellikle İslam tarihi açısından çok önemli bir yerdir. Kabil’in Habil’i öldürdüğü yerin bu dağda olduğunu söylerler. Dağdan kente baktığınızda koca bir kente sahiplik duygusunu yaşıyorsunuz. O kadar güzeldir. Gittiğim ilk yıl, tarafların birbirine bombalar yağdırdığı bir akşamüzeri, otelimden çıkıp sokaklarına daldım Şam’ın. Acıkınca bir pizzacı gördüm, tercümanımızdan “ben vejetaryenim” demeyi öğrenmiştim. Pizzacıyla, ne o İngilizce ne ben Arapça bilmediğimiz halde anlaştık. Türkiye’den geldiğimi öğrenince yalvarmama rağmen pizzanın parasını ödemeyi kabul ettiremedim. Bunu birçok yerde daha yaşayacaktım. Bir başka akşam yine Şam sokaklarında dolaşırken, güzel ama gösterişsiz bir binanın önüne geldim. Tek bir asker vardı önünde. Selamlaştık, “ne binası bu?” anlamına gelen el kol hareketime “Meclis” yanıtını verdi. “Girebilir miyim” dedim yine el kol yardımıyla, “gir” dedi. Girdim. İnanılmaz güzel bir iç mimarisi var. İn cin top oynuyor. Kapıdaki askerin dışında kimse yok. Büyükçe bir salonun önünde durdum, kapıyı açtım. Bulunduğum yer, televizyonlardan aşina olduğum Suriye Parlamentosu’ymuş meğer. Dışarıdaki asker de geldi yanıma, rica ettim fotoğrafımı çekti, sıralarda oturdum, Başkanlık Kürsüsü’nde poz verdim. Hangi ülkenin parlaSavaşın karanlık yüzüyle anılan ülkenin plajları yaz gelince tıklım tıklım oluyor... Tartus'un kumlu kıyıları... Yüzlerce fotoğrafla sunum yapıldı. Şam’ın kalabalık sokaklarına da daldık, kültür miraslarını ekrandan ‘ziyaret’ ettik. Şam’ı çevreleyen Kasiyun Dağı. mentosuna böyle elini kolunu sallayarak girebilir bir insan? HOŞGÖRÜ DEVLET POLİTİKASI Bir gidişimde Kesep’te mola verdik. Daha sonra çatışmalarda öldüğünü öğrendiğim genç bir karakol subayı karşıladı bizi. Arapça bilen meslektaşlarım konuşurlarken açık olan televizyondaki bir törene takıldı gözlerim. “Nedir?” dedim, “Suriye Hıristiyanları yeni papalarını seçiyor” dediler. Suriye devlet televizyonu naklen verirmiş bu töreni. Saatler sonra Şam’a geldik, otelde, odamda, mesleki alışkanlık işte, televizyonu açtım. Aynı tören yine ekranda, tercümanımız Şevket Aksu’ya sordum. “Bitene kadar yayımlanır, eğer şu kargaşa olmasa Devlet Başkanı Beşar Esad da mutlaka kısa süreliğine katılır törene” dedi. Hoşgörü neymiş o gün anladım. Yüzlerce anım var böyle. Şimdi aynı tutumu görür müyüz bilmem ama Türkiye’den giden her kimse, Türkiyeli olmanın tadını çıkarırdı. Böyle bir sevgi görülmemiştir. Galatasaray’ın Avrupa şampiyonluğuna kendi takımları kazanmış gibi sevinmiş insanlardı bunlar. Şu sokaklarda görüp burun kıvırdığımız o Suriyeliler var ya, ülke nüfusuna oranla, Türkiye’den daha fazla okur yazar oranına sahip bir ülkenin yurttaşlarıdır. Tüm Arap dünyasına şiiri, romanı, tiyatroyu öğreten bir toplumun çocuklarıdırlar. Adonis diye biliriz ama asıl adı Ali Ahmed Said Esber olan o büyük şair Suriyelidir. 1988’den beri Nobel’e aday gösterilir. Salim Bereket’ten keşke haberimiz olsa. Kürt kökenli bir Suriyelidir. Arap dünyasının edebiyat büyücüsüdür denir. O MUHTEŞEM KADINLAR Maryana Marrash, Suriye’nin edebiyat tarihinin en büyük kadın yazarlardandır. 1848 Halep doğumludur. Ülkesinde edebiyat salonları açan, şiir koleksiyonu yayınlayan ilk Suriyeli kadındır. Ülfet İdilbi’yi bilmeyen, özellikle işgalci Fransızlara karşı direnen genç bir kızı anlattığı romanı Sabriye’yi bilmeyen yoktur Suriye’de. Şiirlerinde hem de 50 yıl önce erotizmden söz eden, kahramanları güçlü kadınlar olan romanların yazarıdır. Ülkesinin de ilk kadın Lübnan Büyükelçisi de olmuştur. Bir Nizar Kabbani vardır ki, Suriye’nin dünya çapındaki feministlerindendir. Yazdıklarında kendi yaşadığı acılar da büyük yer tutar. “Her ülkenin vardır böyle sanatçıları” diyeceksiniz, doğru var ama bu saydıklarım Suriye’nin sınırlarını aşmış, tüm Arap dünyasının ortak değeri olmuşlardır. Suriye’den çıkmaları da rastlantı değildir, çünkü Suriye diğer Arap ülkelerinden daha laik, daha çağdaştır. Bu sanal gezi beni çok duygulandırdı. Yanı başımızda bizim de katkılarımızla öldürülen bir ülke var. Gezdiğim, gördüğüm, insanlarıyla tanıştığım ülkeyi artık sanal olarak gezebiliyoruz. Sebep olanların canı cehenneme.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear