Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
8 23 AĞUSTOS 2020 Koronavirüs pandemisinde bir ada macerası Günbatımını izlemek OLCAY BÜYÜKTAŞ Gittiğimizde aylardan temmuzdu. Ada üzüm bağları, lavanta tarlası, çamları ve mavi denizi ile büyüleyici bir doğaya sahipti. Odanın balkonu gibi düzenlenmiş yeşil bahçede oturduğumuzda gördüğümüz filmlerdeki gibi duru, masmavi bir alandı... Etrafta görülebilen her şey mavi ve yeşildi... Boz olan neresiydi ki! Adada illa bir bozluk olmalı... Ne dersiniz bir de boz zamanına mı gitsek? olmazsa H er şey arkadaşlarımızın, “15 Temmuz’u hafta sonu ile birleştirelim, kısa bir tatil yapalım” önerisiyle başladı. İzni az olanlanlar ve uzaktan da çalışabilenler için şahane bir öneriyle planlar yapıldı. “Bir hekim arkadaşımızın yeri var, pandemi koşullarına tam uygun, irili ufaklı yedi oda, en fazla 16 kişinin kalabileceği tatlı bir mekân... Mümkün olan en az temasla huzurlu dört günlük bir kafa dinleme...” Daha ne isteriz... Kahvaltı yanında, mekânın sahibinin arkadaş olması torpiliyle akşam yemeği de önümüze gelecekti. Hatta şimdi itiraf ediyorum ki her şey bir yana, adını kargadan alan ve benim için çok özel bir rengi de içine katan mekânın adını duymak, öneriyi kayıtsız şartsız kabul etmeme yetmişti. Yarısı doktor 15 kişilik grupla çıktık yola. İki de bizim çocuk, başladı macera... olmaz 1.7 KILOMETRELIK KUYRUK Güzel şeylere ulaşmak o kadar kolay değil. Yaklaşık beş saatlik yolumuz var feribota kadar. Feribot saatlerini önceden takip etmek gerekiyor. Çünkü gidiş biletleri yalnız Geyikli İskelesi’nde satılıyor, dönüş için rezervasyonu nereden geliyorsanız yapabiliyorsunuz. İstanbul’dan Geyikli’ye kara yolu artık zor değil, çünkü paralı yollar boş... İzmir yolunu kullanırsanız neredeyse 400 liraya yakın bir yol parası vermiş oluyorsunuz. Ama sonuçta tatile gidiyorum diye önemsemiyorsunuz... Planladığımız saatten önce gidiyoruz iskeleye ama varamıyoruz. Neden derseniz çünkü çoooook uzun bir kuyruk var. Eskiden saatte bir karşılıklı olan feribot şimdi doldurup gidiyor, boşaltıp geliyor yani günde makul saatler içinde dört ya da beş sefer yapıyor. Biz kuyrağa girdiğimizde navigasyon 1.7 kilometre olduğunu söylüyor. Saat daha 11.00 ve en erken 17.00 gibi sıra gelebileceği öngörülüyor... Neyse ki grupta akıllı ka dınlar var. Hızlı bir operasyonla ilk giden iki Wuhan’ından gidiyoruz ama önlemleri bir kat araca bölünüp ve arkada iki tahilsiz adam bı daha artırıyoruz. Nerede, nasıl davranacağımız, rakıyoruz, arkamıza bile bakmadan! Araçta ne kadar kalacağımız gözden geçiriliyor. Böy değilseniz kişi başı 11 liralık biletle biniyor lece adanın güzelim iskele ve sahildeki barları, sunuz, biletleri dönüş için saklamanız isteni kafeleri hayal oluyor. Ama eski iki bağ evin yor. Araçlar 140 lira... den bozma pansiyonumuz, nar ağaçlı hamak İlk macerayı böyle atlattık diye sevinirken, lı bahçe ilk görüşte mest ediyor. Akşam gü adada bir kişide korona pozitif çıktığını, Çi zel bir yemek ve dostların söylediği türküler... çek Pastanesi’nden uzak durmamız gerektiği Daha ne olsun ilk gün için... haberini alıyo ruz. Sağlık Ba kanı Koca’nın deyimiyle Türkiye’nin Olcay Büyüktaş, çocukları Mavi ve Ali Yiğit’le lavanta tarlasında. Lavanta kokusu A danın en güzel plajı Ayazma, Süreyya Paşa Plajı kadar kalabalık olduğu için zinhar yaklaşılmayacak, sürekli esen poyraz eşliğinde, Akvaryum, Sulubahçe ve Habbele ile adını bilmediğim başka küçük koylar denenecekti... Şemsiye ve şezlong olmayınca sürekli esinti de olsa uzun süre kalmak mümkün olmadı. Hızlıca B planı yapıp tekne ayarladık ertesi gün için... Hızla bir alışveriş sonrası tekne turumuz başladı. Suyu mavi olduğu kadar soğuk... Sizi alıp götüren rüzgâr... Yine de çok keyifli. Seneye ertelendiği için caz festivali hevesimiz kursağımızda kaldı. Yeni günde, erken kalkmayı başaran evlatlarım ve Reyhan’la, lavanta tarlasında açtık uykumuzu. Güzelim bir yeşillik, muhteşem bir koku, eflatun ve Asya’nın maharetli ellerinde 10 dakikada şahane bir taça dönüşen lavantalar günden kalanlarımız oldu. Ada turu, şarap bağları, uzaktan kale, dar sokaklar, çiçekli balkonlar, renkli pencereler tabii ki görülüp sevilenler... Araba olmazsa ulaşım zor ama park yeri bulmak da. Hoş, bu kadar kusur kadı kızında da olur... Bir de olmazsa olmaz şey: Gün batımını izlemek... Akşam makul bir saatte çıkılmalı zira yerliyabancı, gençyaşlı, evlisevgili epey bir kalabalık, arabalarına uygun bir park yeri bulduktan son ra epey yürüyerek ellerinde şarapları, yiyecekleri, buldukları en uygun noktaya konuşlanıyor. Peki ya pandemi olmasaydı? Merak ettim doğrusu. Sanki güneş bir daha batmayacak. Ama kesinlikle çok güzel... Pansiyonumuzun duvarındaki kırlangıç yuvası. ‘Vira Bismillah’a az kaldı ŞÜKRÜ KARAMAN K aradeniz’de çingenepalamudunun erkenden avlanması yeni av sezonunun bereketli geçeceğini gösteriyor. 1 Eylül’de tekneler ağlarını sulara bırakacak. Balıkçılar bu yıl oldukça umutlu. İstanbul Boğazı’ndan Hopa’ya dek uzanan Karadeniz’de küçük kayıklarıyla denize açılan balıkçıların, bol palamuttan yüzleri gülüyor. Çingenepalamudu boylarına göre tanesi 10 ile 25 lira arasında satılıyor. Dört aydır somon, alabalık, çupra ve levrek gibi çiftlik balıklarına talim eden balıkseverler erkenden avlanan palamutla özlem gidermeye başladı. Bu yıl hamsi, kıraça ve mezgitin bolluğu bekleniyor. Tabii, balıkçıların öngörüsü gerçekleşirse tavalar dolacak. Bir sezon bol, diğer sezon az balık yakalanıyor. Denizin değerli balıkları lüfer, kofana, kalkan bu sezon da az avlanacak gibi. Bir zamanlar Boğaz’da bol yakalanan lüfer numunelik sayıda çıkıyor, fiyatları cep yakıyor. Her keseye hitap eden kıraça, istavrit, mezgit ve palamut yoksul sofralarını şenlendirecek. HHH Üç yanı denizle çevrili Türkiye’de kişi başına düşen balık tüketimi dünya ortalamasının üçte biri oranında. 2019’da kişi başına balık tüketimi bir önceki yıla göre yüzde 2 artışla 6.26 kilograma çıktı. Tüketimin çoğunluğu denizlerdeki kıtlıktan ötürü çiftlik balıklarından oluşuyor. HHH Salgın sebebiyle bağışıklık sistemini güçlendirdiği için çiftlikte üretilen balık tüketiminin artırılması için Tarım ve Orman Bakanlığı’nca destek kampanyaları başlatıldı, “İşlenmiş Su Ürünlerinin Desteklenmesine İlişkin Karar” yürürlüğe girdi. Destek olumlu olmakla birlikte, diğer yanda denizlerde mantar gibi türeyen, kirliliğe yol açan balık üretim çiftliklerinin artmasına yol açtı. Denetim şart, herkese ruhsat verilmemeli. Eski balık çeşidi ve bol miktarda avlanma yok artık. Sağlığa son derece yararlı deniz balığının daha fazla tüketilmesi, daha çok kitleye ulaşması için avlanma sisteminde radikal önlemlerin alınması kaçınılmaz. Deniz balığının yerini ne çiftlik ne de ithal balıklar tutabiliyor. Radikal tahammülsüzüm ben! 1 S algın karşısında elimiz kolumuz bağlı, hemen her konuda kuşkulu siyasal iradeden, bizim için karar almasını bekleyerek ölüyoruz. Belki soluğumuz kesilmeyecek, gelecek yılları da göreceğiz ama “ölüm” üstüne düşünmek için bolca vaktimiz oldu. Bir TIR şoförünün “beni virüs değil sizin düzeniniz öldürecek” cümlesi kulağımda çınlamaya devam ediyor. Bu düzen ilkin ruhumuzu esir alıyor, uzun süre farkına varmıyoruz; kavramlarla oyalanıyoruz: “Hoşgörü”, “Uzlaşı”, “Empati”, “Diyalog”! Ahmaklar için üretilmiş kavramlar bunlar... Geçen gün sevdiğim bir dostumla söyleşirken haykırdım: “Radikal tahammülsüzüm ben!” 2 K ısacık ömrümüzü birilerinin gerzekliğine kurban edecek kadar saf olmamalıyız. Zaman akıp gidiyor, korkunç bir gürültü içinde, çoksesli sanılan bayağı kalabalık arasında kayboluyoruz. Bu kürede “bana yer var mı?” diye sormak gerek. Kolay değil “hayır” diyebilmek ve sorumluluk semerinden kurtulmak. İnsan sosyal varlık, doğru, iyi de “kime, neden, ne ölçüde gereksinimimiz var?” diye sormak gerekmez mi? Mecburiyetten, ayıp olmasın, diye sürdürdüğümüz ilişkilerden yitirdiğimiz zamanın hesabını kim verecek? Cenazemizin kalabalık olmasından daha önemlisi seçtiğimiz kişilerden oluşması değil mi? İyi bir “radikal tahammülsüz” cenaze törenini ya önemsemez ya da eğer tersiyse ön ceden kurgular. “Öldükten sonra ne olursa olsun” denemez, cenaze yaşama dahildir! 3 H erkes dedikodu yapar, renkli uğraştır; nitekim kiminle, hangi dilde ve konularda bunu yaptığımız kimliğimizi ele verir. Günlük sığ, herkesin diline sakız olan konular üstüne boş konuşmanın anlamı yoktur, böylelerinden kaçmak gerekir. Eğer dedikodu yapacaksa kişi, mutlaka zihnini yaratıcı kılacak alanlarda, konularda, kişiler üstüne yapmalıdır. Ünlü kişilerin evlilik/cenaze törenine katılmayı toplumsal konumu için yararlı bulanların, orada gördükleri, işittikleri üstünden anlatacakları neden ilgilendirir ki bizi? Esas lezzetli olan, o törenlere gidenin, arkasından onca atıp tutmasına karşın, orada boy gösterip fotoğraf vermesidir. O fotoğraf delildir. Gün gelip, bunu yüzüne vurmak gerekir. 4 S aygın görünen birinin, kanaat önderi/yazarçizerin, onca atıp tutmasına karşın, parlak ışık ları yitirmemek için patronunun karşısında nasıl tir tir titrediğini görmek ve bunu dile getirmek önemlidir. Bir zaman, büyük basın patronunun davetinde görmüştüm; ne kadar gazeteci, yönetici şöhretlisi varsa oradaydık, en tanınmış olan saatine baktı ve dedi ki: “Kalkalım artık, patron öğle uykusunu uyuyacak.” Bu ayinler böyle sonlanır diye önüme kös kös bakarak girdim sıraya, o gün bugündür uyku tutmaz beni. Hakiki “Radikal tahammülsüz” orada “siktir” çekmeliydi. Zamanla gelişiyor insan, şimdi halimden memnunum. Tastamam dilediğim gibi oldum diyemem, ancak epey yol aldım, adı koymak önemliydi ne olduğumun... 5 O ynak siyasilerden biri herkese boncuk dağıtır, evine davet eder, mutlaka kütüphanesini gösterir ve gevezeliğe koyulurdu. Mesleğe başladığım yıllarda ağına ben de düşmüştüm. Sağcıların yöntemidir, aileni araştırırlar, eşini, annenibabanı, çocuğunu bilirler; eğer bir meşguliyetin varsa, örneğin kitap yazmışsan mutlaka okurlar ve hemen belli ederler. İlkin bunun samimiyet olduğunu sanır, biraz da mahcubiyet duyarsın. Zamanla herkese bu yöntemin uygulandığını öğrenince, bir tür iş görme, karşıdakini kendine borçlu hissettirme hali olduğunu kavrarsın. Bu ikiyüzlülük karşısında sessiz kalmak suçtur! Doğrusu o kütüphaneyi adamın kafasına geçirmek, kitabı suratına fırlatmaktır. Hesap işi ilişkiler tiksindiricidir. 6 “N ezaket” sorunlu kavramdır, aşınmıştır. İnsan herkese incelikli davranıyorsa, esasen kimseye saygı duymuyor demektir. Sevdiğim bir dostum, övgü saydığım şu cümleyi kurmuştu zamanında: “Sert, kavgacı, burnunun ucuyla bile geçinemeyen birisin. Ancak saygı duyduğun, sevdiğin, usta saydıklarına karşı tam tersi davranıyorsun.” Böyle olmak gereğine inanıyorum. Sahte cümleler, maskeli ifadeler, kısa ömürde zaman kaybıdır. Ferhan Şensoy diyordu ya: “Kimselere verecek selamım yok artık!” diye... 7 Ö mür kısa, yazmaya ve yaşamaya yer bulmak zaten güç; bir de ahmaklığı överek vakit kaybetmemek lazım. Çay içmeyeceğimiz insanlara patronumuz, komşumuz, müşterimiz olduğu için katlanmak zorunda değiliz. Ha bunu bencilce kendim için istiyor değilim, herkes böyle yapmalı... Uzaktan kumanda ne güzel alet, bir saniyede dünya değişiyor. ENVER AYSEVER KURŞUNKALEM Kolay değil “hayır” diyebilmek ve sorumluluk semerinden kurtulmak. İnsan sosyal varlık, doğru, iyi de “kime, neden, ne ölçüde gereksinimimiz var?” diye sormak gerekmez mi? Yitirdiğimiz zamanın hesabını kim verecek?