28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

20 ARALIK 2020 5 Kadınları iptal edin! Dünyada cinsiyet bazlı kürtajlar nedeniyle 23 milyondan fazla kız bebeğin doğmadığını ÇUVALDIZ biliyor muydunuz? Ekonomik güvence, toplumsal prestij, soyun devamı gibi gerekçelerle erkek bebekleri tercih eden aileler özellikle Çin, Hindistan, Pakistan, Kafkaslar ve Balkanlar’ın bir bölümünELÇİN POYRAZLAR de ana karnındayken kız be elcpoy@gmail.com bekleri yok etme yoluna gidiyor. Kız olduğu için doğamayan, kız doğduğu için gömülen, kız olarak yaşadığı için lanetlenen milyonlarca çocuk... Ve bir kız çocuğun varlığını bu kadar büyük bir nefretle reddeden, onu daha hücreyken kazımayı isteyen ruh hali. Kadınları ve kadınlığı suçla özdeşleştirme, kadınlar üstünde hüküm ve yetki alanı yaratan iktidar, kibir ve düşmanlık... Aynı Türkiye’de ünlü bir erkek yazarın pek çok kadını taciz ettiğinin ortaya çıkmasıyla başlayan ifşa dalgasında gördüğümüz gibi. INKÂR VE SALDIRI İsimlerin önemi yok. Onların yeri tarihin çöplüğü olacak. İfşayla ortaya çıkan toplumsal refleksler, sorgulamalar, inkâr ve pişkinlik belki de isimlerden ve tekil suçlardan çok daha tehlikeli. Bir kadın “İmdat taciz” diye haykırdığında, hızla kurulan mahkemelerde önce kadını yargılamak için sıraya girenler... “Neden evine gittin? Neden öyle giyindin? Neden ona ümit verdin? Neden hemen açıklamadın? Neden şimdi? Neden? Neden? Neden?...” İşte o “neden” sorusunun içinde kadının aleyhine ithamın her katmanı ince ince döşenir. O ithamın geleceğini çok iyi bilen kadın en baştan susar. O ithamı çoktan hazırlamış erkek ise kendi suçunun savunmasını gönüllü yapacak kesimlere dayanır. Bilir ki o kesimler ister entelektüel kılıflarda, ister “saygınlık” kisvesinde, isterse gücünün parıltılı ışıkları altında, onun inkârını hevesle beklerler. Çünkü o inkârda kendi masumiyetlerini pekiştirip temize çekmek isterler. O inkâr vicdanlarını rahatlatır, konforlu hayatlarının pamuklu köşelerine yeniden çekilmelerini ve hiçbir şey olmamış gibi devam etmelerini sağlar. Sıranın kendisine geleceğinden korkan inkârcılar ancak organize bir inkârla güçlenirler. İnkâr savunma değildir. Kendi başına yetmez. “En iyi savunma saldırıdır” düsturuyla işaret parmaklarını kadına çevirirler. Yanlış anlaşıldığını, kendisine komplo kurulduğunu, o bulunduğu muhteşem tahta birilerinin göz diktiğini ve bunların tümünün organize kötülük olduğunu ileri sürerler. “Mağdurun beyanı esas değildir, birkaç deli kadının sözüne mi bakacağız” deyip yasalar önünde ispat isterler. Ve en iyi ispatın kadınların sesi olduğu gerçeğini küçümserler. ISYANIN SÖNMESINI ISTIYORLAR En güçlü kanıt, kadının kendisine çevrilen sorgu, yargı, baskı, damgalama, hiçe sayma namlusuna rağmen susmayı reddetmesidir. O reddedişle organize kötülüğün gerçek temsilcilerini teşhir edebilir. Şiddet yoluyla hükmeden erkekler kendi suçlarını kadınlara yamayarak her seferinde, bir kez daha onları iptal etmeyi denerler. Aynı, doğması istenmeyen kız çocuklarına yapıldığı gibi. Şimdi pek çok kişi başları ağrımasın, rahatları bozulmasın, statüko sarsılmasın diye kadınların çıkardığı isyan dalgasının sönmesini istiyor. Üstü kapansın, kol yen içinde kırılsın diye ümit ediyorlar. Ama şunu unutuyorlar; o dalganın sesi zamanın yepyeni ruhunu temsil ediyor. O ses kadını sıfırlamak isteyen sistematik, yüzlerce yıllık organize kötülüğe karşı yükseltiliyor. Bu yüzden kadınları her susturma çabası ateşe benzin dökecek. Her suçlama bin ifşayı tetikleyecek. Ve her inkâr, isyana kırbaç gibi inecek. Fotoğraf: Cumhuriyet Pazar #MeToo hareketinin öncülerinden yazar Ezgi Polat: O andan sonra daha güçlü hissettim Ezgi Polat, yazarlığı ve endüstri mühendisliğini aynı bedende buluşturabilmiş. “Hiçbir Yerin Ortasında” ve “Susulacak Çok Şey Var Aramızda” adlı iki öykü kitabı Can Yayınları’ndan çıktı. Tezgâhında başka hikâyeler de var demlenen. Uzun yıllar çeşitli dergilerde ve gazetelerde öyküleri yayımlandı. 10. Uluslararası İstanbul Şiir ve Edebiyat Festivali’nde gelecek vaat eden genç yazarlar arasında yer aldı. İfşayı başlatan yazarlardan. Yağmurlu bir İstanbul gününde bir araya geldik. Hem kendisini biraz daha yakından tanıdık hem de yankıları süren #MeToo hareketini konuştuk. u Önce sizi tanımak isteriz. Yazar olmaya ne zaman karar verdiniz? Nasıl bir yolculuk yazmak? Yazar olmak benim için evet şimdi oluyorum diye giriştiğim bir serüven değil aslında. Yazma eyleminin içinde yaşamaya başladığımı anladığım ve bundan tuhaf bir şekilde keyif aldığımı keşfetmemle ciddileşti her şey. Yazmak gerçeğin sunduğu imkânlarla yetinemeyen, bambaşka hayatları, bambaşka bedenleri ve beyinleri deneyimlemek isteyen biri için hem sancılı hem de çok keyifli bir iş. Sorgulananların, yüzleşilen meselelerin, düşünülenlerin, sıkıntıların başka biçimlerde ifade edilmesi mümkündür. Benim de hep heybemde taşıdığım bir arkadaş oldu yazmak. O yüzden başını sonunu bilmiyorum. u İlk edebi metninizi ne zaman kaleme aldınız? Konusu neydi? Neden o konu üzerinde durmuştunuz? Edebi olduğunu söyleyemem ancak ilkokulda tuttuğum bir defterde şiirlerim ve başlığını öykü olarak attığım kısacık komik bir metnim var. Dans grubu olan çok güzel bir kızla, çok yakışıklı bir oğlanın kavuşamamalarının hikâyesi. Sonrasında mutsuz bir yaşam sürüyorlar. Onları durduran dev bir güç var fakat ne olduğundan asla söz etmemişim. Neden bu konu üzerinde durduğumu bilmiyorum. Muhtemelen okuduğum masallardan, izlediklerimden etkilenmişimdir. Şiirlerim de ayrı dram. Hiç konuşmayalım bence. ÇOCUKLUK YARALARI u Çocukluğunuzun yazarlığınıza etkisi nasıl? Şöyle bir söz var ya “insanın anayurdu çocukluğudur” diye... Çok doğru bir söz. Şu an sahip olduğum iyi ve kötü ne varsa hepsi o kız çocuğuna ait. Güçlü olmaktan başka bir çaremin olmadığı bir çocukluktu benimkisi. O bedene ağır gelecek yüklerdi. Çocukken sizi yaralayan ne varsa hayatınız boyunca bunun acısını türlü şekillerde çekmek zorunda kalıyorsunuz. Mücadeleniz hiç bitmiyor. Sizin bozmadığınız yüzlerce antika eşyayı hiçbir zaman tam olarak beceremeyeceğinizi bile bile hayat boyu tamir etmeye çalışıyorsunuz. Bu gerçekten yorucu. Ama şu an şeyleri başka biçimlerde görebiliyorsam, bir meselenin en dibine inmekten gocunmuyorsam nedeni budur. Bu yüzden yazabiliyorum. Dertlerim var ve onlarla uğraşmayı sevmek zorundayım. Kendimle olan yolculuğumda bilinenin tam aksine bir yere varmamak için sürdürüyorum bu oyunu. Çünkü bir yere varırsam bitebilir. u Son kitabınız “Hiçbir Yerin Ortasında”nın yazılış serüveni nasıldı? Biraz son kitabınızdan bahsedebilir miyiz? Bir yazar için ikinci kitap her zaman büyük derttir. Bir öncekinin gölgesinden çıkmak için yazdıklarını olgunlaştırmak gerekiyor. Kendimi epey zorladığım sancılı bir süreç oldu. Bu özellikle tercih ettiğim bir şeydi, zorluydu ama keyifliydi de. Kendi yarattığım dünyaları bizzat tekrar tekrar keşfetmeye, didiklemeye usanmadan devam ettim. Ve nihayetinde hepsi beni odaklarında yer alan öze götürdü. Bir şeyin özünü avuçlarınızda tuttuğunuzu gördüğünüzde anlamı da yeniden keşfetmiş oluyorsunuz ve, tamam diyorsunuz, şimdi yola devam edebilirim. BU MESELE POLITIK u Susulacak Çok Şey Var Aramızda’nın adı özellikle çok dikkat çekici. Susmak ne ifade ediyor sizin için? Tam da kadınların konuşmaya başladığı bugünlerde... Konuşmanın ne denli önemli bir ifade ediş biçimi olduğunu unutuyoruz çoğu kez. Kitaba adını veren öykümde de söylendiği gibi, “Çünkü bize bir şeylerden kurtulmanın en güzel yolunun onu yok etmek olduğu öğretildi hep.” Susmak aynı zamanda bir yok ediş biçimi. Bir şeylerle mücadele edemediğimizde bazen susmayı tercih ediyoruz. Benim de sıkça başvurduğum bir yöntemdi bu. Artık sözlerimin hiçbir anlam ifade etmeyeceğini anladığımda susuyorum sanırım. Bu günlerde yaşadıklarımıza gelecek olursak belli öğrenilmişlikler yüzünden ne yapacağını bilemediği, yargılanmaktan ve yaftalanmaktan korktuğu için susan binlerce kadın var. Evet, geç oldu ama kadınların bu cesareti toplaması, korkularını bir kenara bırakıp artık bizi esir almış bu erk sorununa karşı cesur adımlar atması çok değerli. Şimdi bugün susmadıklarımız yarın yaşanabilecek her acı olayın önüne bir tuğla koymaktır. u İfşalarla başlayan süreci bir devrim olarak nitelendirebilir miyiz? Edebiyat dünyasını nasıl etkiler sizce? Ne acıdır ki kadınların tarihini erkekler yazdı. Çünkü yaratılan bu dünya kodlanırken kadınlar takma isim kullanıyor ya da bir köşede saklanmak zorunda kalıyorlardı. Şu an bunları konuşuyorsak nedeni, erk egemen dünyanın bizi toplumsal olarak sınıflandırdığı, sıkıştırdığı bu köşeleri yıkmamızdır. Bu politik bir mesele ve biz erkin ele geçirdiği binanın altında zelzeleler yaratıyoruz artık. Hepsi birbirinden bağımsız birçok hikâye duyduk bu süreçte. Kimileri konuları sınıflandırmakta güçlük çekiyor ama bu meselenin bir özü var ve bütün itirazlar aslında bu öze hizmet ediyor. Dolayısıyla bunun yalnızca edebiyat dünyasıyla bir ilgisi yok. Öyle ya da böyle bize ait olan şeyleri alacağız. Çok daha ağırını yaşayan, bu gücü kendinde bulamayan, sesini duyuramayan, bir köşede kadınlığına can çekiştirilen tüm kız kardeşlerimiz için bunu yapmak zorundayız. HILAL KÖSE Polat, “İki taraflı konular saptırılmadan, amacını aşmadan ilerlerse bu sözlerin bir anlamı olacak. Ama burayı korumayı başarmak önemli çünkü güç, kullanmasını bilmeyen insanların elinde çok ürkütücü bir araç haline gelebiliyor. Beni en çok yaralayan, aklımdan atamadığım şey bir babanın kızına zarar vermiş olma ihtimali. Bu ihtimali aklımdan atamıyorum” diyor. Sanki bir eşik aşıldı uİfşanın üzerinden günler geçti, ne hissediyorsunuz şimdi? Size psikolojik açıdan iyi geldi mi? İfşa süreci kuşkusuz çok zor olmalı?... Öncelikle o dakika itibarıyla kesinlikle çok güçlü ve cesur hissettim. Sanki bir eşik aşıldı. Elbette bu sürecin biraz yorduğunu da söylemem gerek. Hem işime odaklanmak hem buradaki yoğunluğu sırtlamak beni biraz zorladı. Duyduğum korkunç olaylar yüzünden hâlâ kendime gelmiş değilim. Ama buna değer diye düşünüyorum. uKadınlara vermek istediğiniz bir mesaj var mı? Sizce bundan sonra nasıl davranmalı? Kadınlara korkmamaları gerektiğini söylemek isterim. Yaftalanacaklarını, başlarına kötü şeyler geleceğini düşünmesinler. Çünkü zaten tam da bize dayatılan bu düşünce ve davranış kodları yüzünden yıllardır susuyoruz. Belki konuştuğumuz ve belki birçok derde göre insanların eften püften bulacağı şeyler yarın içimizi yakabilecek bir acıya engel olabilir. Bunu unutmamamız gerekiyor. Umutlandıran şey yıllar sonra hep birlikte bu gücü bulmamızdı. Kadın erkek fark etmez bu davanın destekçisi herkesin el ele tutuşması güzeldi.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear