Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
18 AĞUSTOS 2019 7 30 Ağustos’a doğru savaş ve yemek Un çorbası ve peksimetle kurtuluş Vecdi Seviğ Mustafa Kemal, 1922 yılının 18 Ağustos günü Ankara’dan Konya’ya gitmişti, iki gün sonra da Akşehir’de batı cephesi karargâhında olacaktı. Büyük taarruza sayılı günler kalmıştı. Genel Kurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) Paşa da Ankara’daki hazırlıkları tamamlamış, cepheye doğru yola çıkmıştı. Fevzi Paşa’nın yola çıkmasından önce taarruz hazırlıklarını gözden geçirmek üzere düzenlediği toplantılardan birine Sivas milletvekili Kara Vasıf Bey de Meclis Savunma Komisyonu yazmanı olarak katılmıştı. Vasıf Bey, “Ankara ile İzmir arasındaki 800 kilometrelik mesafeyi alırken askeri ne ile besleyeceğiz” sorusunu yöneltti. Fevzi Paşa o anı anlatırken “Cevaben, ‘bu muharebede bizim iaşe menzilimiz, tarihin klasik harplerinde görülen ordularınki gibi gerimizde değil, ilerimizdedir’ dediğim zaman Kara Vasıf’ın gözleri yaşarmıştı” diyecekti. Vasıf Bey’in endişesi bir yıl önce düşmanın Ankara yakınlarına doğru ilerlediği tarihlerde yaşanan sorunlardan kaynaklanıyordu. et yerine bakliyat Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın dizelerine, “10 Temmuz, II. İnönü’den üç ay sonradır/ Basardık ki kara ekmeğimizi tuza,/Yunan ordusu yeniden saldırdı/Çırılçıplak ordumuza” diye yansıyan Türk ordusunun Sakarya Nehri’nin doğusuna çekildiği günlerde, cepheye gıda maddesi gönderimi de aksamıştı.. Askere et yerine bakliyat yediriliyor, kazana daha az yağ konuluyor, şekerden vazgeçiliyordu. Bazı birliklerin temel gıdası, un çorbasıyla peksimet olmuştu. İşgal güçleri Polatlı ile Haymana yakınlarındaydı. “Kadınlar bakar askere” diyen Ceyhun Atuf Kansu’nun şiirinde “Yaktılar kutsal köy ocağını/Çalı dumanı kokan/Çorba pişirdiler askere:/Yağsız az ve yetmez/Kısadır yay laların molası/Köseaptal köyünün kuzey sırtlarına/Doğru/Çıktılar yürüyüşe” ifadeleriyle günümüze aktardığı zor günleri geri bırakacak önemli adım Sakarya Zaferi’nde atılmıştı. Kurtuluş Savaşı’nın her aşamasında ordunun beslenme ihtiyacının karşılanması özel önem taşımıştı. 22 Nisan 1922’de Gazi Mustafa Kemal, savaşın son aşamasının planlandığı toplantıda “En büyük tehlike iaşe işidir. Günlük iaşe bile güçlükle bulunmuştur. Fakat ordu aç bırakılmamıştır” diyerek konuya gösterilen duyarlılığı vurgulamıştı.. ekmekler... Ordular Afyon’dan İzmir’e doğru ilerlerken, Fevzi Paşa’nın “iaşe menzili ilerimizdedir” tahminleri doğrulanıyordu.1. Kolordu Kurmay Baş kanı Binbaşı Muharrem Mazlum (İşkora), savaşla ilgili anılarında “Yunanlılar yokluk nedir bilmiyorlardı. Önümüz sıra perişan olup kaçtıkları zaman onlardan ele geçirdiklerimiz arasında bizi en fazla memnun eden şey ‘ekmek’ oluyordu” dedikten sonra ekliyordu: “İzmir’de kurdukları büyük ekmek fabrikasında pişirip cepheye sevk ettikleri iri, bembeyaz ekmekleri zevkle yiyorduk.” Yörük Ali Efe’nin “efradın ekmek, yemek, gaz, tuz, soğan, sabun, çarık, çömlek, tütün, pabuç, gömlek, hayvanat, arpa, saman, köstek, kolan, nal, mıh, yular gibi ihtiyacatı acaba nasıl, ne zaman temin edilecektir” sorusunu Kuvayi Milliye Muğla Havalisi Komutanlığı’na sormasının ardından iki yıl geçmeden ülke düşman işgalinden kurtarılıyordu. Ordu, Başkomutanın ilk verdiği hedefe İzmir rıhtımında ulaşmıştı. Gazi Mustafa Kemal’in Nutuk’taki ifadeleriyle, “Her evresiyle düşünülmüş, hazırlanmış ve zaferle sonuçlanmış olan bu harekât”, “Türk ulusunun özgürlük ve bağımsızlık düşüncesinin ölümsüz anıtı” olarak tarihe geçiyordu. Türk ordusunun Sakarya Nehri’nin doğusuna çekildiği günlerde, cepheye gıda maddesi gönderimi de aksamıştı.. Askere et yerine bakliyat yediriliyor, kazana daha az yağ konuluyor, şekerden vazgeçiliyordu. Bazı birliklerin temel gıdası un çorbasıyla peksimet olmuştu. Kuramcı Marion Zilio özçekimin fotoğrafını sonu sayılabilip sayılayamayacağını sorguluyor... Herkesi saran ve sosyal medya aracılığıyla iyice parlayan özçekimi konu alan bu yapıt, özçekimi enine boyuna tartışmaya açıyor. Özçekim çılgınlığını irdelemek... Özseverlikte kendi imgesine, kendi güzelliğine tutkuyla bağlılık daha da ötesi tutkulu bir bağımlılık söz konusudur. A.J. Greimas yaşasaydı Tutkular (Passions) adlı yapıtında sevi/aşk, kıskançlık gibi tutkular arasına özseverin ne diyorum, özseverteşhirciröntgencinin özçekimini de eklerdi hiç kuşkusuz... NÜKHET GÜZ Doğru mu, yanlış mı, gerçek mi, yalan mı sorgulamasına yanıt bulmak oldukça güç... Ne gam özçekimcilerin çoğu öykülerini “giz perdesi”ni aralamak için aktarıyor gibiler... “Önemli olan günümüzde sanat yapıtlarını tanıtmaktır” düşüncesiyle, özçekimi bir sanat dalı yapmak üzere kollarını sıvayan sanat yöneticileri, sanat eleştirmenleri bile var. Özçekim, günümüzde özseverlik, teşhircilik, röntgencilik kavramlarıyla birlikte anılıyor. Herkes sosyal medyada görünmek isteğinde, sanatçı dünyasından siyasa dünyasındakilere, din adamlarına dek herkes, Papa bile sosyal medyada görünür kılınma hevesinde ve beğeni sayısının çokluğunu görme hazzının peşinde... Öyle ya ne denli çok beğenilirseniz o denli varsınız; siyasal, dinsel, sanatsal, bilimsel düşünceleriniz, “markanız” o denli yayılgın kılınmıştır! Ayrıca özçekim anında düzenlenebilir, düzeltilebilir, güzelleştirilebilir nitelikli artık, bu da neredeyse ortak bir kanı ve özçekimin çekici yönü! Ne güzel, sosyal medyada herkes fotojenik, zaten gerekli her türlü aygıt el altında! Eskiden nasıldı? İnsanların eskiden kendilerini ara sıra görmesi bu nedenle de özüyle ve görüntüsüyle ilgilenmemesine yol açmıştı. Fotoğraf yoktu, portre yaptırmak önce soylulara daha sonraları da varlıklılara özgüydü. Sonraları fotoğraf, ilginin görüntüye, görünüme yönelmesini sağladı. Ayrıca fotoğraf, demokratikleşmeyi ve yaygınlaşmayı sağladı ve günümüzde herkes yüzünün ayırdına vardı. Böylece fotoğraf daha da çok gündelik akışa yerleşti. Akıllı telefonların inanılmaz ivmesiyle de durum giderek çılgınlık konumuna ulaştı hiç kuşkusuz! Marion Zilio’ya göre on dokuzuncu yüzyılda aynaların ve ruhçözümün gelişimi de fotoğrafla bağlantının kurulmasına yol açtı. Fotoğrafın bulgulanması gelişmiş, bir toplum yapılanmasına, iletişim ve ulaşımın da bu gelişimde yer almasına yardım etti. Tüm bu teknolojik etmenler, bireyin yaşadığı alanın özelliklerini, kendisiyle ve ötekiyle olan ilişkisini bozar, “öz” bir destekle dışsallaştırır. Gerçekle gerçekdışının yer değiştirdiği ve insanların yalnızca imgeleriyle özdeşleştiği bir dünya yaratır özçekim. Bu dünya görüntü göstergelerin egemen olduğu bir dünyadır ve her birimiz dondurulmuş görüntümüzle karşılaşınca bir yabancılaşma duygusu yaşarız. Yabancılaşma duygusunun dışında, bu dondurulmuş görsel başka bir şey görmemize yol açıyor. ÖzçekimSelfie “Ben” Her Yerde”, başlıklı 352 sayfalık ortak yapıt, alanın önemli bilim insanlarınca 13 bölüm çerçevesinden özçekim çılgınlığını irdelemek üzere kurgulandı. Otoportre ile özçekim arasındaki benzerlikler vurgulanacak denli önemlidir ve yok sayılamaz. İkisi de “insan yalnızlığının tanığı” konumuyla dile getirilir. Bu da özçekimin yalnızca bir eylem değil, küresel bir çöplüğe dönüşmekte olan sosyal medya aracılığıyla varoluş savaşımıdır ve dizginlenemeyen bir isteme bağlıdır. (Prof. Gül Batuş) BEN YÜCELİR... Göründüğü denli varolabilme düşüncesi giderek kendini önemli ve özel sayma, saydırma çabasına yönelme, böylece yalnızlık duygusundan uzaklaşabilmek için bir tür savaşımın kahramanına evrimleşebilme zorunluluğunun kimliğin ödün verilemez bir parçasına dönüşebilir. (Prof. Emine Yavaşgel) Özçekim, ikili bir ayna tutma işlevi taşır başka bir anlatımla özsever biridir özçekimi yapan ve paylaşan, aynı mar kalarda olduğu gibi. Hiç kuşkusuz sosyal medya “kendini kurgulamasunmaen çok beğenilmeen çok konuşulma” konumunu özçekimle kolaylaştırarak sunduğundan markalar için çok elverişli bir ortamdır. Özçekim, birey için neyse marka reklamı için de aynıdır, daha da ötesidir. (Doç. Seden Meral) Birey kendi kendine oluşturduğu kimlikle daha güzel, daha çekici, daha mutlu bir “ben” sergilediğine inanır. Karşıt durumda ise “narsisistik yaralanma” olgusuyla karşılaşılır ki bu da ruhsal bunalıma, çöküntüye yol açar. Ayna, derin yapıda istenilen bir “ben”i sunmalıdır... Gerçeklikte ayna bu işlevi her zaman sunmasa da ayna işlevini gören izlerkitle üstlenir, beğenir ve alkışlar dolayısıyla beğenilen ünlenirse “ben” yücelir, özsaygısı artar. Karşıt durumda ise daha açık bir anlatımla yeterince beğenilmeme dolayısıyla da ünlenememe durumunda ise çalışmada tanımlanan özseverlikte yaralanma gerçekleşir, derin bir ruhsal yaralanma... ( Prof. Dilek Ertürk) BEN AYNI BEN Mİ? Örneksemeli ve sayısal çekimlerde uygulanımı bakımından birinde doğrudan, öbüründe dolaylı biçimde sonuçta “ben” söz konusudur da “ben” gerçek bir “ben” midir? Bu kesinlikle tartışılabilir bir durumdur. Sosyal medyada paylaşılan “ben” o andaki, çekim sırasındaki “ben” ile aynı ruhsal durumda mıdır? Özçekimlerini sosyal medyada paylaşan “ben” ikili bir rol üstlenmiştir. Özçekimini paylaşan, özçekime bakan daha da ötesi izleten/izleyen aynı birey olabilir. (Prof. Ertuğrul Algan) Sanatsal bağlamda otoportre portreden ayrımsanır ve “genel olarak portre resmi ve özel olarak otoportre, resmedilen kişinin imgesinin fiziksel özelliklerini kalıcı kılmayı amaçlamaktadır.” Sanatçıda temel görüş kalıcı kılınmaktır... Oysa özçekimde gelip geçicilik bitimlilik vardır hiç kuşkusuz... (Prof. Mehmet Dr. Şeyda Üstünipek)