24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

6 12 MAYIS 2019 ÖZNUR OĞRAŞ Gidin... görün...ÇOLAK u ‘Romeo ve Juliet’ sahnede A nkara Devlet Opera ve Balesi, William Shakespeare’in aynı adlı eserinden uyarlanan “Romeo ve Juliet”in bale gösterimini Çaykovski’nin müzikleri eşliğinde 3 bin kişilik Congresium’da 16 Mayıs’ta saat 20.00’de sahneliyor. u ‘İstanbul Her Şeye Rağmen’ Galeri ARK; fotoğraf çekmeye başladığı 80’li yıllardan beri İstanbul’u sayısız defa kadrajına almış Timurtaş Onan’ın, şehrin gündelik yaşamına dair görsel hikâyelerle yüklü “İstanbul Her Şeye Rağmen” adlı yeni sergisine 4 Haziran’a dek ev sahipliği yapıyor. u ‘Kemal’ için özel turne... M üzisyen Pınar Ayhan, hikâye anlatıcılığı ve tasarımı kendisine ait “Kemal” eseriyle, milli mücadelenin 100. yılına özel turneye çıktı. 16 Mayıs’ta Ankara’da MEB Şura Salonu’nda ikinci gösterisini yapacak. 19 Mayıs’ta İstanbul’da Uniq Hall’de, 20 Mayıs’ta İzmir’de izleyicisiyle buluşacak. u ‘Opera Gala Konseri’ İ stanbul Devlet Opera ve Balesi ile Zorlu PSM iş birliğiyle gerçekleşecek Opera Gala Konseri, 14 Mayıs’ta saat 20.30’da Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’nde... u Samsun’da yürüyüş ve konser K oç Spor Fest Bahar Oyunları finalleri, yarın Samsun’da yapılacak. Etkinlik, saat 18.00’de Atatürk’ün Samsun’a çıkışının 100. yıldönümü dolasıyıla 1919 metrelik Türk bayrağıyla yapılacak yürüyüşle başlayacak. Sevilen rock grubu Athena konseri ise saat 22.30’da Tütün İskelesi’nde. u Eskişehir’de İspanyol rengi Eskişehir Büyükşehir Belediyesi’nce düzenlenen 9. Eskişehir Opera ve Bale Günleri sürüyor. Bugün saat 20.30’da İspanyol Renkleri Zarzuela gösterisi sunulacak. Son etkinlik ise 15 Mayıs’taki Aida sunumu. u Keşke babam ‘Goril’ olsa A nthony Browne’nun yazdığı, Roman Stefanski’nin yönettiği “Goril” Akbank Çocuk Tiyatrosu’nda 11 ve 18 Mayıs’ta saat 11.30’da sahnelenecek. Hannah, gorilleri çok seven sevimli bir kız çocuğudur. Babası çok yoğun çalıştığından, onu her özlediğinde gorilleri ile oynar. u ‘Profesyonel’ kara komedi... İ stanbul Devlet Tiyatrosu’nun oyunu dünyaca ünlü Sırp yazar Duşan Kovaçevic’in yazdığı ve Işıl Kasapoğlu’nun yönettiği “Profesyonel” 15 Mayıs’ta saat 20.00’de Cevahir Sahnesi 2’de sahnelenecek. Oyun, kapitalizmin yalnızlaştırdığı, serseme çevirdiği insanı anlatıyor İstanbul’da bir Kosovalı Eren Aysan Yeton Neziray’ın yazdığı “Kosovalı Peer Gynt”, Saydam Yeniay rejisiyle bir süredir Cevahir Sahnesi’nde seyirciyle buluşuyor. Ibsen’in ünlü oyunu “Peer Gynt”den el alan genç oyun yazarı Neziray, bu defa kapitalizmin yalnızlaştırdığı, serseme çevirdiği insanı günümüz Avrupa’sına fırlatıyor. Üçüncü dünya ülkelerinde mutlak kılınan savaşların, ekonomik krizin, göçmenlik sorununun, ırkçılığın tam da göbeğine... Oysa Ibsen’in yorumuyla Peer Gynt, hayalperest ve türlü kahramanlık öykülerini anlatan yalancı bir genç olarak yaşam öyküsüne başlıyor; kral olma düşüyle yaşayıp giderken genç bir kıza (Solveg) yaptığı zalimlik nedeniyle dışlanıyor; denizi olan ülkelere göç ederek para pul sahibi oluyordu. Dahası, parası için ona dalkavukluk eden insanların servetini çalmasıyla çöllerde bir başına kalıyor, Norveç’e dönmek için her yolu deniyor, bindiği gemi kayalıklara çarpınca başka birine kıymak adına hayatını kurtarıyor, nihayet kasabasına dönüyordu. şimdiki zaman bireyi Vicdani hesaplaşmanın getirdiği gelgitler içinde kıvranırken ilahi güç onu yeniden dünyaya göndermeye karar veriyordu. Bir şans daha veriliyordu Peer’e. Böylece Ibsen, trajik olanı tüm kudretiyle yaşamış kahramanına eşik atlatarak şiirini birleştirdiği düşsel yorumla dünya tiyatrosuna en büyük yazınsal armağanlarından birini veriyordu. Bizim Peer ise her ne kadar benzer bir izlekten yaşamını kurmaya kalksa da Ibsen’in Peer Gynt’ü gibi hülyalı, dünyayı dolaşmak isteyen biri değil. Yaşamak, ayakta durmak için zorunluluktan göçmen olmayı seçen şimdiki zaman bireyi... Üstelik insanların yoksul ve zengin olarak ikiye ayrıldığı bir ortamda, zenginlerin, ileri düzeydeki ülkelerin “doğuluları” ve “alt birimlerde çalışan insanları” deyim yerindeyse “ötekileştirmesi”ne karşı ironisini koruyor. Neziray, yine Ibsen’den farklı olarak seyirciyi olaylardan uzakta tutmak, kendisini sorgulamasını sağlamak amacıyla, sahnede aynı za manda bir oyun oynandığını düşündüren göstermeci ögeler kullanıyor. Aslında tuzaklı bir metin var karşımızda... Öyle ki, bir rejisör çıkıp sahne algısını ve oyunculuk tavrını baştan aşağıya grotesk olana oturtup, kolaylıkla iflasını hazırlayabilir! Yeniay, kendini böyle bir yönelime kaptırmamış; oyundaki dramatik unsurların, büyük acıların seyircinin alımlamasına sonuna kadar imkân tanımış. aşkın tuzağı Dahası parçalı bir anlayışın egemen olduğu oyunun epizotlarının arasındaki geçişleri yaratıcılıkla çözümleyerek önemli bir başarıya imza atmış. Sınıf çatışmasının isterlerinin, burjuva toplumunun ikiyüzlülüğünün, savaşın insan üzerindeki etkilerinin, Peer’in aşkın tuzağına geçişindeki esrikliğinin güldürü ögelerindeki dozunu iyi ayarlayarak vermiş. Behlüldâne Tor’un dekor tasarımı rejiye gerekli pası vererek dengeli bir yapı oluşturmuş. Işık Tasarımcısı Önder Arık ve Kostüm Tasarımcısı Mihriban Oran da aynı atmosfere hiz met ederek bütüne kıymetli katkılar sunmuş. İnsanın içini yakan Balkan ezgileri genç müzisyen Türkü Deyiş Çınar’a ait. Savaşla aşk arasındaki mesafeyi her defasında hissettiriyor bize. Oyun boyunca Avrupa’ya sığınmacı olmaya çalışan Peer, annesinin dizinin dibinden ayrılıp sırasıyla İsveç, İngiltere, Fransa, Almanya’ya girmeyi başarıyor; her defasında benzer sudan gerekçelerle sığınma talebi reddediliyor. Bu süreçte sahnede yine göstermeci oyunculuk biçemini esprileriyle ve enerjisiyle birleştiren Erşan Utku Ölmez’i, yeraltı dünyasının lideri Bac’te oynayan Hakan Şahin’i, savaşın ortasındaki kadınların dramını gösteren anne Fatma Öney’i, eylemci baba Yener Sezgin’i de anmak gerek. Sahneleme boyunca politik taşlamanın özelliklerine uygun olarak olayların gelişiminin kıvamında saptandığı, komik ögelerin akışa uyumlu bir biçimde yerleştirildiği, açık biçime uygun tavrın her alana yayıldığı, olağanüstülüğün ( Peer’in uçması) bu sayede yadırganmadığı nitelikli bir oyun var karşımızda. Türkçeyi kaybediyoruz Sanat Yemekte Yenir mi? oyunu Türk tiyatrosunun 3 çınarı Zeliha Berksoy’u, Deniz Gökçer’i ve Burçin Oraloğlu’nu bir araya getiriyor. Berksoy aynı zamanda oyunun yönetmeni. Ekipte genç oyuncu Arda Meriçliler de var. Bir aile komedisi olan oyunda, 40. evlilik yıldönümü sofrasında bir sanat tartışması başlıyor. Berksoy, Gökçer ve Oraloğlu ile Dada Kabare’de bir araya geldik. Berksoy, “Her konuda o kadar büyük bir boşluk yaratıldı ve bu boşluğa öyle bir yuvarlanma var ki. Herhalde diyorum bir yerden sonra bu geri dönecek, artık karanlığa daha fazla gidilemez. Çakıldık daha aşağısı yok, dibe vurduk... Şimdi artık yavaş yavaş göğe bakmamız, yukarı çıkmamız lazım” diyor. u Oyun ne anlatıyor? Zeliha Berksoy: Gerçekten uzun yıllar çok farklı bir tiyatro seyircisi vardı İstanbul’da. Bayramlarda tiyatroda daha çok oyun oynardık, yılbaşı gecesi tiyatroya gelinirdi. Seyirciler yeni yılı bizle kutladıkları için bir teşekkür olarak gecenin sonunda çekiliş yapılırdı. Sonra her şey o kadar değişti ki... Birdenbire 85’lerde, 90’larda bir restoran sosyetesi çıktı ortaya. Birbirleriyle restaronlarda ilişki kurmak insanlara daha cazip geldi. Böylece kültür de değişti. Oyun buradan başlıyor. Yeni kuşakla sanatsal, felsefi tartışmalar var. Selin Atasoy güzel, şakacı kalemiyle tüm bunları bütünleştirdi ve oyun ortaya çıktı. gençlerin dili telgraf u Nasıl tepkiler aldınız şimdiye kadar? Deniz Gökçer: Umduğumuzun fevkinde çok güzel geri dönüşler aldık. Burçin Oraloğlu: Seyircilerin çoğu Türkçenin tadına varıyor. Kendi oyunumuza cila vermek için söylemiyorum. Gerçek bu... İnsanlar burada yeni bir dil seyrediyormuş gibi oluyor ama bizim kuşağın dili bu. Zeliha Berksoy: Gençler artık neredeyse telgraf diliyle konuşacak. Avam bir dil de var. Son derece taşralı, varoş bir dilin hâkimiyeti var, çok kötü. Esas kötü olan kelime dağarcığının olmaması. Burçin’in dediği gibi dil bir çimento. Neyle anlaşacaksınız? Kimi bu milletin çimentosu Müslümanlığıdır diyor. O başka bir şey. İlk önce anlaşacaksın.  20 Mayıs Dada Kabare 1516 Mayıs Akla Kara Tiyatrosu 30 Mayıs Ankara Akün Sahnesi u Tiyatro bu sıralar yeniden popüler değil mi? Deniz Gökçer: Afife Jale Jürisi’nde olduğum için şu sıralar çok fazla oyun izliyorum. Takdir ettiğim şu; dizilerde her türlü rolü oynayan kişiler zor şartlarda tiyatro açıyor. Ama üzüldüğüm şu; sayı arttı da kalitenin artışı biraz öyle olmadı. Gayet yetenekli çocuklar izliyorum, ama bu çocukların ne dediğini anlamıyorum. Arkadaşlarım da aynı fikirde. Rolün gerektirdiği doğallık yerine “dimi”ler “gelcem, gitçem”ler ortaya çıktı. Oyunda bu konuyu da irdeledik. Bizim ekipte de gençler var, onlarla da tartışmalarımız oluyor. Türkçeyi kaybetmeye başladık, oyunumuz bu konuda çok isabetli oldu diye düşünüyorum.  dahi mi dahil mi? u Konuşma üslubu değişti mi?  Deniz Gökçer: Tamamen. Entelektüeli de yeni yetişeni de dili aynı şekilde kullanıyor ve ne dedikleri anlaşılmıyor. Kullandıkları “dahi” kelimesini duyunca, bazen “dahil mi dediler acaba” diye düşünüyorum. Yahut fısıltıyla konuşuyor oyunda, gerçek fısıltıyla! Seyircinin anlamasına imkan yok. Belki artık o doğru sayılacak, bilemiyorum. Bu tartışmayı da yapıyoruz oyunda.  u Burçin Bey, siz ne düşünüyorsunuz dil konusunda? Burçin Oraloğlu: Bir ulusu ayakta tutan harç dilidir. Yani bir ulusun ekonomisini, güvenliğini, savunmasını zayıflatırsınız, diplomasisini, siyasetini zayıflatırsınız. Bunların çözümü var; ama dil giderse ulus gider. Biz aydınlanmayı maalesef sürdüremedik, daha ışıklı ortamlara taşıyamadık Türkiye’yi... Nasıl ekonomide resesyon, kriz diyorlar. Aydınlanmada da böyle bir duraklama hatta gerileme içerisindeyiz. Buna sosyoekonomi olarak baksanız da böyle, kültürel olarak da baksanız maalesef böyle... TİYATRONUN MUHTEŞEMLİĞİ uTiyatro sizin için ne ifade ediyor? Burçin Oraloğlu: Sanat insan için yapılır. İnsana bir mesaj vereceksiniz, bir fikri enjekte edeceksiniz. Yakasından yakalayıp silkeleyeceksiniz, aydınlatacaksınız o insanı. Sanat sanat için yapılsa seyirciye gerek yok. Tiyatronun iki temel unsuru seyirci ve oyuncu. Biz ekmeği her gün tiyatro olarak, yeni baştan hamuru karıyoruz seyircinin önünde... İnsanın karşısına insanı koyarak ve o insana kendisini sahnedeki oyuncular olarak anlatarak o ekmeği o gün orada pişiriyoruz, taptaze o sahnenin tahtasının üzerinde. Ve onu seyirciyle orada paylaşıyoruz ve birlikte tüketiyoruz.  Orada bitiyor ve daha sonra yenisini yapmaya başlıyoruz. Tiyatronun muhteşemliği de burada. Dilek Kılıç Sanat Yemekte Yenir mi? oyunu Türk tiyatrosunun önemli isimlerini buluşturdu. Oyunda değişen sanat algısı eğlenceli bir dille masaya yatırılıyor.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear