Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
5Ağustos 2018, PAZAR SAYFA 7 Derinlik Göksel Aymaz İktidarın kendi doğrularıyla ürettiği tehditkâr dil, her yana sızarken... Tabu toplumuna doğru Yaşları 1819 civarında, görünüşü tekinsiz iki delikanlı önümü kesti. Külhani bir eda ile “Dayı, 15 Temmuz’un kutlu olsun, bi yemek parası ver be, açız!” dedi bir tanesi. 15 Temmuz’du çünkü. “Param yok” dedim. Üzerime yürür gibi bir adım attı, şehadet parmağını yukarı kaldırıp, ürkütücü olduğunu zannettiği tehditkâr bir eda ile ses tonunu yükselterek dik dik konuşmaya niyetlendi: “O gece biz o tankların üzerinde...” Alâkası yok tabii, yalan söylüyor. Ama bu kısacık an, memleket gerçeği hakkında çok şey söylüyor. Kolayca görülebilecek yüzeydeki çıplak gerçek, iktidarın kendi doğruları etrafında ürettiği tehditkâr dilin gündelik hayatın en sıradan ayrıntılarına kadar sızmış olduğudur. Hiç şüphe yok ki o delikanlıların bu cüreti gösterebilmiş olmaları, ülkenin güncel ideolojik ikliminden kaynaklanıyordu. Onlar bunu yaparken, az öteden, “Ya Allah bismillah, Allahu ekber” sloganıyla yürüyen kitlenin sesi geliyordu. Biraz daha derindeki başka gerçek, Türkiye toplumunun hızla bir tabu toplumuna dönüşmekte olduğudur. Modern çağ, ‘yasak’la başladı Tabu, insan topluluklarının bir arada yaşayabilme kuralına ilişkin bir şeydir ve insan topluluklarının ortaklaşa yaşam kurallarının düzenlenişi, uygarlık tarihi içinde, yabandan moderne doğru, tabugünahyasak şeklinde ilerler. İlkel ya da kabile toplumu da denilen yazıya erişememiş tarih öncesi toplumların yaşam kuralları tabularla belirlenmiştir; kaynağını totem birliğinin mitlerinden alır. Yazılı tarih, kendine günah temelinde bir düzen kurmaya çalışmış toplumlarla başlar. Modern çağ yasak ile başladı. İnsan aklının evrensel ilkelerine göre belirlenmiş temel hukuk kuralları çerçevesinde tüm insanların özgür ve eşit bireyler olarak bir arada yaşayabilme koşullarının geliştiği bir dönemdir bu. Dolayısıyla, tabu önemli bir kavram... Varlığı ya da yokluğu, sosyal bilimlerde toplumların gelişmişlik seviyesinin bir göstergesi olarak değerlendirilir. Hangi gelişmişlik düzeyinde olursa olsun, insan hemcinsleri ile bir arada olmadan yaşayamaz; sonsuz sayıdaki ihtiyaçların üretimi toplumsal bir mesele olduğundan, bu zorunludur. Ama toplum da insansız yaşayamaz, çünkü üretim güçleri ve teknoloji ne denli gelişmiş olursa olsun insan için en elverişli ve vazgeçilmez alet hâlâ insandır. O se Tabuyu ve içinde ürediği mitsel düşünceyi var eden, toplumların yaşam biçimidir. Bu türden yaşam biçimlerinde gerçekliğe ilişkin aldanmalar, sıradan bilincin üzerine kat kat ve tüm ağırlığıyla çöker. İnsanları bu yükten kurtarmak hiç kolay bir iş değildir. beple, bir toplum kurulur kurulmaz kendisini oluşturan bireylere kendi kurallarını dayatır. Tabu, sisteme uyumlu bireylerin yetişmesi için düzenlenmiş bu kuralların en ilkelidir. Bireyin topluluk içinde var kalabilme koşulu tabu ile belirlenmiştir, onu çiğneyen topluluktan derhal dışlanır. Kesin ve katı bir uygulamadır bu. Kaptan Cook tabuyu çiğneyince... Kaptan Cook’un trajik hikâyesi bu katılığın Tanrılar için bile esnetilmediğini anlatır. 1799 yılında Cook iki gemisiyle Hawai’ye ulaştığı sırada ada yerlileri, Makahiki Bayramı’nı kutlamaktadırlar. Polinezya mitolojisinde, gökyüzüne çekilmiş olan tanrı Lono’nun Makahiki Bayramı süre since Adalar’a geri döndüğü varsayılır, Bayram sona erdiğinde tanrı Lono yeniden gökyüzüne çekilecektir. İngiliz gemilerinin gelişi Hawaililerin zihninde bu miti harekete geçirirken, Kaptan Cook da Lono’yla özdeşleştirilerek tanrılaştırılır. Cook için Lono’ya özgü ritüeller düzenlenir, sunular sunulur. Makahiki Bayramı’nın sonunda Kaptan Cook ve gemileri Hawai Adası’ndan ayrılır. Fakat kısa süre sonra gemilerden birinin pruva direği çatlar ve Cook, Hawai’ye geri dönmek zorunda kalır. Tanrı Lono, yani Cook, Hawai mitolojisini ihlâl etmiş, tabuyu çiğnemiştir, topluluk düzenindeki mevcut yapıyı tehdit eden bir figürdür artık. Ve Cook, yani Tanrı Lono, kalabalık bir Hawaili grup tarafından öldürülür. “15 Temmuz” diyerek para isteyen delikanlılar 15 Temmuz’u mevcut anlatısıyla kutsal bilmiş bir toplumun üyeleriydi. Onlarla sürtüşmek, kutsalın çiğnenmesi olarak yorumlanıp, hemen oracıkta kalabalık bir Türkiyeli grup için linç sebebi olabilirdi. Tabuların hâkim olduğu yaşam biçimi, mitlerle sarmalanmıştır. Bunun böyle olmasının, gizemli hiçbir tarafı olmayan, iktidar gibi, denetim gibi açık seçik sebepleri vardır lakin fark edilemezler. Mitsel düşünce, yeryüzünün gizlenmiş gerçekliğini ikame eden bilme biçimidir; anlaşılması değil inanılması istenen şeylerin kurgulanışıdır. Bu tarih öncesinde de bir ihtiyaçtı, öyle görülüyor ki, 2000’li yılların dünyasında da bir ihtiyaç. Metonim olarak ‘15 Temmuz’ İlkel bilinç, bu ihtiyacını “metafor” ve “metonim” denilen benzeştirmeler yoluyla gidermeye çalışmıştı. Mesela, Neolitik devir insanının ölümden sonra dirilişe inancının temelinde doğa ile insan yaşamı arasında kurduğu metaforik ilişki yatmaktaydı: Nasıl ki ömrünü tamamlamış bir çiçekten toprağa düşen bir tohum yeniden yeşeriyorsa, toprağa gömülen insan da bir süre sonra dirilecektir. Bunun günceli, “Nasıl ki Abdülhamit Han yedi düvele kafa tuttuysa...” diye başlayabilir pekâlâ. Hawaililer ise Tanrıları Lono ile Cook arasında metonimik bir ilişki kurmuştu: Mite göre, Lono göğü delip gelecekti ve gökle yerin birleştiği ufuk çizgisinde beliren Cook’un gemileri de göğü delerek gelmişti. O halde Cook, tanrıydı. “Türkiye’yi bölmek isteyen dış mihraklar demokrasi diyor, muhalefet de demokrasi diyor. O halde...” demek de bir metonimdir. Mitsel düşüncede gerçeklik bir kez bu şekilde kurgulanmaya başladığında, yeni kurgular birbirine eklenir ve gerçeklik görülemez, fark edilemez hale gelir. Bu noktadan sonra, ölüler yeni bedenlerde dirilebilir, kafası boğa gövdesi insan yaratıklar türeyebilir, kadının erkeğin yayına dokunması yasaklanabilir, ölen bir kişinin kemiklerinden çorba yapılıp içildiğinde o kişinin sevenleri arasında yaşamaya devam edeceğine inanılabilir, faiz lobisi Türkiye ekonomisine operasyon çekebilir, Türkiye antiemperyalist bir mücadele içinde olabilir!.. Tabuyu ve içinde ürediği mitsel düşünceyi var eden, toplumların yaşam biçimidir. Bu türden yaşam biçimlerinde gerçekliğe ilişkin aldanmalar, sıradan bilincin üzerine kat kat ve tüm ağırlığıyla çöker. İnsanları bu yükten kurtarmak hiç kolay bir iş değildir. Burçİn Akgün Ünaldı ‘Fabrikasyon’a talep sonlanma yolunda... Zanaata dönüş İzlenim Son dönemde dünyanın önde gelen “it” çantala mak isteyen yüksek moda markalarında görülme rı arasında dikkat çeken bir Türk marka var: Manu ye başlandı. Kendi kökleri de on yıllar öncesine da Atelier. 1961’de daha 11 yaşındayken, Rum ve Al yanan ünlü modaevlerinin artizanı tekrar kucakla man ustalardan bu zanaatı öğrenmek için atölyeye ması dışında, yalnızca yerel üretim ve zanaatı be giren, Türkiye’nin kalan son deri ustalarından olan nimseyen yeni markalar çıktı. Örneğin Maiyet, yok bir babanın zanaatını tasarım dili ile yoğuran iki kı olmaya yüz tutmuş el sanatlarının ustalarını, nadi zının, hâlâ Beyoğlu kokan ama dünya sahnesin de zanaatkârları aramak, keşfetmek, onların ustalık de devlerle yan yana duran ürünü bir marka... Çün larını yeni nesillere öğretmek ve gelenekle modern kü yeni lüksün, üzerine meş tasarım dilini yoğurarak bundan hur bir etiket basılmış ürün moda markası oluşturmak üze lerle artık işi yok. Gelece re kurulmuş ütopik ve ultra lüks ğin lüksü, bugünün küresel markalardan biri. leşmiş ve markalaşmış dünyasında yeniden el işçiliği ‘Tel kırması’, nin, geleneğin, zanaatın ve yok olmaya yüz tutmuş el sanatlarının yüksek modanın houte couture ile buluştu tasarımcıları tarafından yo Elbette bu durumu sadece rumlanması olarak tanımlanı yüksek moda tarafından değer yor. Sanayi devrimi sonrasın lendirmek eksik olacak. Zanaa da, tasarımcılar belki de yüz tın markalar tarafından yeniden yıldır yapmadıkları bir şe benimsenmesi azgelişmiş ve ge yi yeniden yapmaya başladı lişmekte olan ülkelerde sürdü lar: zanaatkârlarla konuşma rülebilir iş olanakları yaratması ya, onlardan ilham ve ürün yanında, yok olmaya yüz tutmuş almaya, onlardan öğrenmeye, geleneksel sanatları da destekle el sanatını makinenin önüne miş oldu. Markazanaatkâr bir koymaya. BoucheronCape de Lumiere (Işık Pelerini) liktelikleri özellikle üçüncü dün Trend kâhini olarak tanı için ölçüm yapan zanaatkârlar. ya ülkeleri için, bildikleri işi ya nan Li Edelkoort, fabrikas parak yeni bir iş sahibi olmala yon ürüne artan talebin sonlanacağını, kullandığı rı demek. Sürdürülebilir moda yanında sürdürüle mız nesnelerde zanaat içeren, elin dokunduğu öğe bilir bir yaşam ve sosyal fayda sağlama, gelenek lere dönüş yaşanacağını 90’ların sonlarında öngör sel el sanatlarını koruma, kadın emeğini değerlen müştü. Dijital nesnelerin hayatımıza girmesi ile dirme gibi amaçlarla kurulan Matter, Dara, Indego, günlük işlerimizi birkaç parmak hareketi ile halle Edun gibi pek çok kuruluş, moda markalarını ye debilir hale gelirken, eşyalarımızdaki hislerin önem rel zanaatkâr ve ustalar ile bir araya getiriyor. Bu kazanmaya başladığını ve en önemlisinin de do gün bu platformlar aracılığı ile Kenya, Bosna Her kunma hissi olacağını vurgulayan Edelkoort bugü sek, Haiti, Endonezya, Hindistan köylerinden çı nün tahminini yapıyordu. Dokunma hissinin en yo kan yerel ve geleneksel ürünler Vivienne Westwo ğun olduğu şeylerden biri de elbette tekstil ve bu od, Oscar de la Renta, Stella McCartney, Kate Spa na bağlı olarak moda sektörü olduğundan zanaa de gibi tasarımcıların koleksiyonlarında yer bulu ta dönüş öncelikle el yapımı, biri diğeri ile asla ay yor. Böylece bu işbirlikleri müşteriye otantik, tama nı olmayan dokuma kumaşları tasarımlarına kat men el yapımı ve kişiye özel bir ürün sunmanın ya Geleceğin lüksü, bugünün küreselleşmiş ve markalaşmış dünyasında yeniden el işçiliğinin, geleneğin, zanaatın ve yok olmaya yüz tutmuş el sanatlarının, yüksek modanın tasarımcıları tarafından yorumlanması olarak tanımlanıyor. nında zanaatkâra kalıcı bir gelir ve yüz yıllık geleneklere yeniden gün ışığına çıkma yolu açıyor. Dahası bu zanaatkârların hikâyelerinin dünyanın bir ucundan diğer ucuna anlatılmasına da olanak sağlıyor. Türkiye’de de genç tasarımcılar zanaatkârlara yüzünü dönmeye ve koleksiyonlarında geleneksel Türk el sanatlarına yer vermeye başladı. Zeynep Tosun, Anadolu kadınlarına hazırlattığı tel kırmaları haute couture ile, Bora Aksu, Gaziantep’in kutnu dokumasını Londra’nın moda elitleri ile buluşturdu. Bu ‘uyanış’ ne için? Uzun süredir pek çok lüks marka fabrikasyon ürünlere, haddinden fazla teşhir ve özendirme yöntemi ile ederinden yüksek etiket fiyatı koyarken bu uyanış bize yine kültür, gelenek ve el emeğinin esas paha biçilemezler olduğunu ve bir zamanlar yüksek modanın da bunlardan çıktığını hatırlattı. Bundan olacak, büyük modaevleri de kendi zanaat köklerine ithaflarda bulunmaya başladılar. Artisan okullara sahip Berlini, Loewe, Kiton bu okullarından görüntüleri; Chanel, pilise ustalarının ya da düğmecilerinin yer aldığı reklamları; Hermes, Hearts&Crafts isimli belgesel ile çanta ustalarını perde arkasından gün yüzüne taşıdılar. Belki çok yakında bir yüksek moda evine ait eteğin içinde bu etek Kenya’da Adetokunba tarafından sizin için dokunmuştur da yazar!.. Peki, ya bu da bir moda ise?.. Zanaatkâr, ata mirasını, el emeği ve terini ortaya koyup ürün oluşturan kişi demek iken, bu kelime seri üretim yapan kimi markaların reklam kampanyalarında bir “trend” sıfata dönüşmeye başladı bile. Immanuel Kant, “El zihnin üzerindeki bir penceredir” der. Biz şimdi aldığımız şeyi tüketmek için değil, onu yapan ellerin hikâyesinin bize vereceği hissi parasıyla sahiplenmek için mi, benzersizliği getiren zanaat kusurlarını, kusursuzlaştırdığımız suretlerimizde taşıyarak ayrışmak için mi istiyoruz? Yoksa bir elbise, çanta ya da ne olursa, satın alabildiğimiz şey sadece güzel değil aynı zamanda dünya için, yerel sanatlar için, kadın emeği için anlamlı da olsun diye mi almak istiyoruz?.. Bu uyanış ancak bizler kendimizi markalarla tanımlama ihtiyacı duymadığımızda gelip geçici bir moda değil, yüksek modadan yerel markalara kitlesel ve kalıcı bir anlayış biçimi olur. C MY B