Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA 4 ÇOCUK sesİ Bekİr Onur Hİlal Bebek 26AĞUSTOS 2018, PAZAR Şeker gibi yazılar Tatil edebiyatı ve sanatı Tatil sevgisi ile tüketim merakı paranın iki yüzü gibi birlikte gelişti. 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren tüketiciler aynı zamanda tatilciler oldular. Tatil yapmak iki yüzyıl içinde “doğal” oldu ve özel bir değer kazandı. Böylece tatiller çocukluğun en çok hatırlanan anıları içinde yer aldı. Tatil anıları çocukluktan kopmanın acılarını onardı bir anlamda. Tatillerin sosyoekonomik boyutu ile psikososyal boyutu iç içe geçti. Gene de modern tatillerin dokusunda antik çağların izlerini görmek şaşırtıcı değil. Turizmin temeli (çelişik görünse de) bir yerde oturup kalmak değil sürekli hareket etmektir. Seyahatnameler ve mektuplar bunun tanığı… 17. yüzyılda Evliya Çelebi Osmanlı topraklarını gezdi ve gözlemlerini Seyahatname’sinde topladı. 18. yüzyılda Lady Montagu dönemin Türkiye’sini ve İtalya’sını gezmiş ve mektuplarında yazmış. 19. yüzyılda Jules Verne de hayal dünyasında gezerek “80 Günde Devri Âlem”i yazdı. Gerçi bunlar tatil değil gezi edebiyatı ama özü aynı: Gezme, dinlenme, görme (keşfetme), yazma. Biz özellikle bu sonuncuda geri kaldık. Neyse ki son yıllarda tıpkı anı edebiyatı gibi gezi edebiyatımızda da bir patlama var. Eksik olan nokta bu yayınlar üzerinde tıpkı anı edebiyatında olduğu gibi hiçbir inceleme yapılmaması. Oysa Avrupa’yı hatta dünyayı dolaşan genç gezginlerin ortaya çıkması bana önemli bir toplumsal dönüşüm belirtisi olarak görünür hep. Yaşamı boyunca ana kuzusu, baba tutsağı olmaktan, bağımsız, özerk, cesur bir kişilik olmaya doğru köklü bir değişim hatta devrim! Bu insanların nasıl böyle bağımsız kişilikler olduğu yazdıkları gezi kitaplarından ve yaşam öykülerinden analiz edilip bir model bile oluşturulabilir diye düşünmüşümdür (Yetişkin Psikolojisi derslerimi izleyenler hatırlar). Stanhope Forbes’in (18571947), Worcester Kent Müzesi ve Sanat Galerisi’nde bulunan “Mount Koyu’nda balık avı” (1902) tablosu ziyaretçilerin müzede en beğendiği eserdir. Belki bunun nedeni tablonun tam bir huzurlu tatil tasviri olmasıdır. Bu saf ve içten sahnede deniz sakindir, güneş suya yansır, çocuklar balık avlamaya çalışmaktadır. Forbes bir “açık hava” ressamıdır, doğrudan konunun karşısında resim yapar (Fransız izlenimcileri gibi). Forbes ışık ve atmosfer izlenimi vermek için saf parlak renkler kullanır, beyazı bol kullanması sıcak yaz günü duygusunu verir, gölgeler gökyüzünden yansır, suyun mavisi çocukların tenlerinin sıcaklığıyla kontrast oluşturur. Forbes geç 19. yüzyıl İngiliz resim sanatının iz bırakmış bir üyesidir, bu tablo da onun en büyük eseri sayılmıştır (Research Worcester). “Tatil edebiyatı” değil ama tatildeki yaşantılara dayanan edebiyat (belki psikolojik derinliğinden) bana her zaman çekici gelmiştir. Bu konuda gözde eserim (yıllarca Ergenlik Psikolojisi dersinde de kullandığım) Ernst Glaeser’in “1902 Doğumlular”ıdır. Roman, yaz tatilinde yaşanan ilk cinsel deneyimin kaygılarını yaklaşan savaşın baskılarıyla anlatır. Yine yaz tatilinde geçen F. Sagan’ın “Günaydın Hüzün”ü ergenliğin Oedipal iç çatışmalarını yansıtır. Herman Raucher’in “En Tatlı Yaz” adlı romanı (özgün adı, “42 Yazı”) İkinci Savaş sırasında bir ergenin yaz tatilinde yaşadığı ilk cinsel aşkın heyecanını betimler. Tatilin kötüsü yoktur diyenlere armağan olunur!.. 26 Ağustos 2018 SAYI: 34 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına MEHMET Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Faruk Eren Yayın Yönetmeni TAYFUN ATAY Yayın Koordinatörü Gürer mut Sayfa YönetimUygulama İLKNUR FİLİZ Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın. Cumhuriyet Gazetesinin ücretsiz ekidir. Baskı: DPC Baskı Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Demirören Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Keskin ayrımlar ve zıtlıklar şeklinde bölmeyin hayatı!.. Hakikat, ‘prizma’dır Üç köşeli bir düzlem olan üçgenden ziyade bir prizma gibi okumak hayatı, puslu ve saçaklı yapısını idrak edebilmekle mümkün hayatın… Prizma, boyutludur. Düz bir bakış ile anlatamazsınız onu boyutları ile kavramak zorundasınızdır. ‘0 ve 1’den farklı bir matematiksel dil bulmalı, keskin üçgenler ve düzlemlerden farklı boyutları olan prizmalara geçiş yapmalıyız. Hakikat, mantığın ötesindedir. İnandığınız ya da bildiğiniz her şey, birbiri ile tutarlı olmakla ve birbirini doğrulamakla beraber tamamen yanlış bir tutarlılıklar bütünü de olabilir. Mantığa doğruluk muamelesi yapmak öncüllerimizle ve önbilgilerimizle tutarlılık gösteren her “mantıklı” çıkarımı hakikat gibi görmekle sonuçlanır. Bu da insanın önce inanıp kanıtları sonrasında arayan halini bir nebze açıklar. Mesela, erkeklerin ne kadar kötü varlıklar olduğu ile ilgili öncülleri olan kişi, bununla tutarlı olan bilgileri cımbızla çekip mantıklı bir önermeler kümesi oluşturabilir. Dünyası, mantığın dokunulmaz üstünlüğü altında oldukça “hakiki” gözükebilir. Ve bu mantık putu, dış gerçeklikle arasına tezat bilgileri içeri sokmayacak şekilde şeffaf bir zar örer. Bu şekilde yanılsamalı, yanlı, kendini besleyen ve gitgide kesinleşerek keskinleşen inanç dünyasını sürdürmek kolaylaşır. Ola ki dışarıdan içeriye “aslında iyi erkeklerin de olabileceği” ile ilgili bir bilgi sızacak olsa, oluşacak mantıksızlığı ya da çelişkiyi gidermek gibi “iyi niyetlerle” yeni bilgi, eski inançlar lehine olacak şekilde asimile ya da deforme edilir. Oluşan bu tutarlılık, cehaletin sigortası olur adeta. Mantıklılık kılığında sorgulama ihtiyacınızı elinizden alır. Hakikat, kör bir noktaya yerleşerek burnunuzun ucunda sizden saklanır. ‘A ve A olmayanlar dünyası’ndan ‘Ben ve Ötekiler’e Mantığı doğrulukla eşitlememek kadar mantıksal çıkarım yapma şekli de hakikate yaklaşabilme açısından önemlidir. Örneğin, klasik mantık İki değerlidir. Bir önerme ya doğrudur ya yanlış, bir şey ya siyahtır ya beyaz, ya A ya da A olmayandır. Bütün insanlar ölümlüdür/ Sokrates bir insandır/ O halde Sokrates de bir ölümlüdür. Bu denklem bilinen en yaygın örneklerden biridir. Elimizde A’nın B ve C’nin A olduğu bilgisi olduğunda C’nin de B olduğunu çıkartmamıza olanak tanır. Çıkarım yapabilme, bilgi edinme ve bağlantı kurma açısından insan zihni ve dilinin önemli ve gerekli bir becerisidir. Bu zihinsel ve dilsel becerilerin tıkanıklıkları ve handikapları da vardır. Klasik mantık, A ve A olmayan, B ve B olmayan, vb. şekillerde bölümler hayatı. Dolayısıyla zihnimizi ya öyle ya böyle arasına sıkıştırır. Hayatı birler ve sıfırlar, ya yanlış ya doğrular ekseninde algılarız. Hem siyah hem beyaz yerine ya siyah ya beyaz vardır. 1 ya da 0 yaklaşımı, hayatın çeşitliliği, zenginliği, kontrastları, kaosu yani hakikati karşısında tıkanık ve kısıtlı kalır. Gerçeklik; dinamik, devingen, değişken ve ara renklerle doludur. Keskin ayrımlar ve zıtlıklar şeklinde bölmek hayatı, bizi mutlakiyetçiliğe, keskinliğe, zihinsel daralmaya, katılaşmaya ve cehalete götürür. Ahmet, içki içiyor İnananlar, içki içmez O halde Ahmet inançsız Şimdi, bu argümanın mantıklı olduğunu söyleyebiliriz. Öncüllerden Ahmet’in inançsız olduğu sonucuna varmak akla uygundur. (Öncüllerin doğruluğu ve kelimelerin anlamsal yanıltıcılığı ayrıca bir tartışma konusudur). Öncüllerin tamamen doğru olduğu ve kelimelerin nesnel gerçekliklere işaret ettiği durumlarda bile bu tür çıkarımlar yapmak, hakikati kesip biçme, algıyı daraltma ve “tünel bakışı” anlamına gelir. Fuzzy mantık yani puslu, bulanık ya da saçaklı olarak Türkçeye çevrilmiş olan yaklaşım, yaşamı daha esnek, detaylı, karşıtlıkları ve iç içelikleriyle okuma şansı verir bize. Yapay zekâlarda kullanılan bu mantık yöntemi A ve A olmayan ayrıştırmasından uzaktır. Şafak Ural, fuzzy mantığı şöyle anlatıyor: Klasik mantık anlayışı açısından bir elma kırmızı değilse yeşil elmalar kümesine dahil olmak zorundadır. Fakat puslu mantığa göre kırmızı olmayan bir elmayı, eğer tam olarak yeşil de değilse, belli bir yüzdeyle kırmızı olarak kabul edebiliriz. Bu durumda, tam kırmızı elmanın değeri 1 iken, tam kırmızı olmayan yeşil bir elmanın değeri 0 olacaktır. Diğer bütün elmaları kızarıklık derecelerine göre, mesela ‘yüzde 40, yüzde 60, yüzde 90 ve diğer oranlarda kırmızıdır’ gibi değerlerle nitelemek mümkündür. Her şeyi tanımlamada bu dereceli dil kullanılabilir. Yüzde 99 kel bir adamı 0,01 saçlı, saçları gür bir adamı 0,01 kel olarak tanımlayabiliriz mesela. Çok zayıf bir kadına yüzde 99 zayıf demek yerine yüzde 0,01 kilolu da denebilir. Düşün cenin ve dilin esneyişi ve mantığın dereceli versiyonu, Yin ve Yang da olduğu gibi siyahın içindeki beyaz ve beyazın içindeki siyahı ıskalamamayı kolaylaştırır. Kendimden tamamen ayrıştırdığım ve arındırdığım her özelliğin nüvesini kendi içimde bulabilirim. Yaşamın, doğanın, “ben”in donukluktan uzak devingen, akışkan ve zıtlıklarla dolu yapısını idrak edebilirim. Üçgenden ‘Prizma’ya Dilin çeşitliliği, düşüncenin esnekliği, siyahın içindeki beyaz, diyalektik düşünme ve bölmelerin azalması demektir fuzzy mantık… Bizi mantıktan felsefeye, felsefeden mantığa, oradan matematiğe, psikolojiye, nöropsikolojiye ve kadim bilgeliklere götürür. Kaos kuramcılarının da söylediği gibi kanatlarını farklı çırpmaya başlayan bir kelebek, bütün daireyi etkilemeye ve dönüştürmeye başlar. Üç köşeli bir düzlem olan üçgenden ziyade bir prizma gibi okumak hayatı, puslu ve saçaklı yapısını idrak edebilmekle mümkün hayatın. Prizma, boyutludur. Düz bir bakış ile anlatamazsınız onu, boyutları ile kavramak zorundasınızdır. Mantık, felsefe ve matematik, hayattır. Mantığı esnetmek ve enginleştirmek, felsefeyi ve matematiği de geliştirmek anlamına geliyor. 0 ve 1’den farklı bir matematiksel dil bulmalı, keskin üçgenler ve düzlemlerden farklı boyutları olan prizmalara geçiş yapmalıyız. Sıfırı, sonsuzu, kümeleri, kesirli sayıları anlamalıyız. Bilimsel alanların ne kadar birbirleri ile etkileşim halinde olduklarını, bilimin doğanın her yerinde ve tam içimizde olduğunu, matematiğin ve fiziğin evreni olduğu kadar kendimizi de anlamak olduğunu bilelim. Kuvvetten, kaostan, eğrilerden, geometrik şekillerden, jeolojiden, yeryüzünün oluşumu ve katmanlarından, astronomiden, kimyasal çözeltilerden, biyolojiden kendimizle ve kendi hikâyemizle ilgili çok şey öğrenebileceğimizi bilelim. Kutsal olan ve okunması gereken ayetler bunlardır. hilalbebek@yahoo.com; www.hilalbebek.com.tr Yurttan Sesler Azmi Karaveli Bursa İznik’te leyleklerin toplu göçü 10 köyü elektriksiz bıraktı. Haberde “Sonbahar yaklaşırken, daha sıcak bölgelere sürüler halinde göç eden leylekler, yüksek gerilim hatlarına zarar vererek elektrik kesintisine neden oldu” deniliyor. Oysa kimsenin aklına “Göç yolları üzerine kurulu yüksek gerilim hatları leyleklere zarar verdi” haberini yapmak gelmiyor. Aynı aymazlık, yaşam alanları işgal edilen yaban domuzlarının yemek bulmak için lüks sitelere girmek zorunda kaldıkları zaman ve üçüncü köprü yapılırken boğazı yüzerek geçen dar alana sıkışmış hayvanlar için de geçerliydi. Bakış açımız Kızılderilileri her daim vahşi gösteren, onların yaşam alanlarını işgal eden beyazlara benziyor. Kanal İstanbul’un, köprülerin, havaalanlarının yarattığı doğa tahribatı adeta tefarruattan ibaret. Yeter ki elektrikler kesilmesin, betonseverliğimiz daim olsun. Yalova’da yıkanıp ütülendikten sonra sokağa asılan kıyafetler herkesi şaşkına çevirdi. Kim tarafından asıldığı bilinmeyen elbiseler, ’iyi bayramlar’ notu ile daha önce örneğine rastlanmamış bir yardımlaşmayı ortaya koydu. Yurttan Sesler haftanın “Helal olsun” ödülünü bayramın aslında ne anlama gelmesi gerektiğini hepimize tokat atar gibi hatırlatan bu gizli kahramana sunuyor. İstanbul’da polis 3 saat içinde 5 çalıntı otomobil ele geçirdi. Şüphelilerin çaldıkları araçları dikkat çekmemek için cami otoparkına bıraktıkları ortaya çıktı. Kaçak yapıların olduğu yerlere cami dikince akan sular durur malumunuz, artık Ankara Polatlı’da kestiği kurbanlığın kemiklerini yeniden birleştirerek iskeletini oluşturan İ.A., “yaratıcı bir çalışmaya” imza attı! orası dokunulmazdır. Camilerde cemaat namaz kılırken ayakkabı çalmak zaten vakai adiyeden. Cami avlusundan musluk ya da ağaç çalmak da yine son dönemin trendleri arasında yer alıyor. Sorunca camiler kışlamız, o ayrı elbette! Isparta’nın köklü kulüplerinden Gülspor bu yıl yetiştirdiği 18 futbolcusunu amatör kulüplere 15 bin TL karşılığında satıp, karşılığında 10 keçi satın aldı. Böylece yaklaşık 150 futbolcunun bulunduğu kulübün 10 da keçisi oldu. Keçilerden her yıl 45 bin TL kâr edilmesi bekleniyor. Sürdürülebilirlik kavramı beyaz yakalı hayatlarımızın en trend kavramı olmuşken, borç batağında yüzen kulüplerimiz bu konuda yıllardır sağır dilsizi oynuyordu. Başta 3 büyükler olmak üzere bütün takımların Gülspor’u örnek alması dileğiyle... İsviçre’de çalışan O.E, 6 yıl önce bir yakını aracılığıyla, memleketi Kayseri’de yaşayan Ş.D.’yi istemeye gitti. Kızlarını vermeyi kabul eden aile, “Sen Almancısın, dokunmaz’” diyerek 100 etek, 100 gömlek, 20 takım elbise ve 20 bin lira istedi. Ailenin isteğini yerine getiren O.E., 40 bin liralık da takı aldı. Düğünün ardından “Karnım ağrıyor” diyerek gerdeğe girmediği iddia edilen gelin, iki gün sonra da sevgilisiyle kaçtı. Haberin detayları çok acayip. Cem Yılmaz’ın Hokkabaz filminde Özlem Tekin’in canlandırdığı Fatma karakterinin bildiğimiz ete kemiğe bürünmüş hali. Bir de 100 etek, 100 gömlek ne be kardeşim, Kayseri’de küçük bir tuhafiyeci açarsın valla. Bu topraklarda filmler gerçek olaylardan esinlenmiyor da olaylar filmlerden esinleniyor sanki. Ankara Polatı’da yaşayan İ.A., kurban ibadeti için kestiği büyükbaş hayvanın etlerini ayırdıktan sonra kemikleri birleştirerek, iskeleti yeniden kurdu. Fotoğrafa dikkatli bakınca son derece başarılı bir çağdaş sanat işiymiş izlenimi veriyor. Zaten sanat Lascaux’dan beri büyükbaş hayvanları baş tacı etmemiş midir? Damien Hirst’ün koyunları, köpekbalıkları, inekleri nasıl çağdaş sanat işleri olarak değerlendiriliyorsa bu da o kategoride el alınmalı. Billie Grace Lynn’in “Mad Cow Motorcycle”da kullandığı inek kemiklerinden ne farkı var bu çalışmanın sorarım kültür sanat yapıcılarına? Açın İ.A’nın önünü, buradan Hirst’e de seslenmek istiyorum: “Eyyy Hirst haddini bil!” C MY B