25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

SAYFA 8 Serena Karamızrak Her köşesinde bucağında ondan izler var Mozart’ın Salzburg’u 15 Nİsan 2018, PAZAR Devri âlem Klasik müziğin ölümsüz prensi Wolfgang Amadeus Mozart’ın doğum yeri olan Salzburg, her yerde bu büyük bestecinin izleriyle karşınıza çıkan bir kent. Adım başı Mozart’la ilgili bir dükkân veya tarihi yapı göreceğiniz bu şehirde sanattan alışverişe, tarihten kültüre birçok şey bulacaksınız. Her yeri klasik müzik çeşitlemeleri eşliğin Wolfgang Amadeus de gezip leziz Mozart çiko Mozart (17561791) latalarının tadına bakarken mutluluktan başınız dönecek, emin olabilirsiniz. 1996 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi’ne giren tarihi şehrin ismi sahip olduğu tuz madenlerinden geliyor. Tuz anlamına gelen ‘Salz’ ile kale anlamına gelen ‘Burg’ birleşimiyle buraya Salzburg denmiş. Zengin tuz madenleri nedeniyle ekonomik olarak oldukça gelişmiş bir şehir. En güzel yerleri Küçük bir şehir olan Salzburg’un kalbi Getreidegasse Caddesi’nde atıyor. Ünlü St. Blasius Kilisesi, caddenin başında. Mozart’ın doğduğu ev, Mozart’s Geburtshaus da burada. Belirli bir ücret karşılığı gezebileceğiniz bu evde ünlü bestecinin kullandığı eşyaları, enstrümanları, hayatından önemli kesitler sunan resimleri görebilirsiniz. Bir de yaşadığı ev Mozart Wohnhaus var ve orada da çaldığı müzik aletleri ve kullandığı eşyalar yer alıyor. Gezerken kendinizi zaman tünelinde hissedip o çağlara dönebilme şansına erişiyorsunuz. Avrupa’nın en büyük ve en iyi korunmuş Orta Çağ kalelerinden, 900 yıllık Hohensalzburg Kalesi, şehri kuşbakışı görme fırsatı sunuyor. Tarihi bir teleferikle çıkılan 100 metre yükseklikteki kalenin içinde şirin bir kukla müzesi de var. Benim Salzburg’da en çok etkilendiğim ve uzun süre kalmak istediğim yer ise Mirabell Sarayı ve Rengârenk çiçeklerle süslü Mirabell Bahçeleri ve Barok tarzında inşa edilmiş Mirabell Sarayı, görülmeye değer. Mirabell Bahçeleri oldu. Rengârenk çiçeklerle süslü yeşil bahçeler bunlar. Üst kısmına çıktığınızda Hohensalzburg Kalesi’nin güzel bir görüntüsünü de yakalıyorsunuz. Barok tarzında inşa edilmiş Mirabell Sarayı, gerçekten görülmeye değer. Salzach Nehri üzerinde yer alan binlerce kilidin bulunduğu köprü de çok ilgi çeken bir nokta. Köprüde sevgililer isimlerini kilit üzerine yazıp köprü demirlerine takıp anahtarı nehre atıyorlar. Böylece aşkları sonsuza dek sürecek inancıyla!.. Mozart’ın vaftiz edildiği Salzburg Katedrali’ni de mutlaka görün derim. Barok tarzı inşa edilmiş katedral, Dom Meydanı’nda bulunuyor. Mozartplatz’da bulunan ve şehrin simgelerinden Mozart anıtı da görülmesi gereken yerler arasında. Meydandaki Salzburg Müzesi de atlanmamalı. Sokak ortasında satranç Kapitelplatz Meydanı’nın tam ortasında bulunan altın küre üzerindeki adam heykeli de oldukça ilgi çekici. Bu altın renginde inşa edilen küre Mozart çikolatasını ifade ediyor. Kürenin hemen yanında kocaman bir satranç tahtası yer alıyor. Hem yerli halk hem de turistler burada keyifle satranç oynayabiliyor. Ayrıca hükümet konutu DomQuartier Salz Kapitelplatz Meydanı’nda, üzerinde erkek heykeli bulunan altın küre, Mozart çikolatasını ifade ediyor. burg ve tarihi bir çeşmenin bulunduğu Residenzplatz da görülmesi gereken meydanlardan. En eski manastırlardan biri olma özelliği taşıyan St Peter’s Manastırı’nı ve bugüne kadar gördüğüm en güzel kiliselerden biri olan St. Peter Kilisesi’ni mutlaka gezmelisiniz. Manastırın girişinde yer alan Salzburg’un en eski mezarlığı Petersfriedhof da görülmeli. Tabii ki şnitzel Malum, Avusturya deyince akla hemen şnitzel gelir. Bunun en iyisini St. Peter Stiftskeller’de yiyebilirsiniz. Barenwirt ve Goldene Kugel’inki de oldukça iyi. Biz bir de ortamını beğendiğimiz için Sternbrau’daki şnitzeli denemiştik o da diğer alternatifler arasında olabilir. Şık bir mekân arayanlar için kesinlikle önerim Carpe Diem Finest Fingerfood. Hohensalzburg Kalesi manzaralı bir yer olsun diyorsanız Imlauer Sky’ı tavsiye edebilirim. Öğle yemeği için ise nehir kenarında hem güzel manzara hem de leziz yemekler sunan Cafe Bazar veya Getreidegasse Caddesi üzerinde bulunan Café Mozart neden olmasın?! Sacher, Cafe Viyana'da olduğu gibi Salzburg'ta da bulunuyor. Burada da meşhur Sacher tatlısını yiyip Melange kahvenizi yudumlayabilirsiniz. Alter Markt’ta bulunan Cafe Tomaselli de oldukça keyifli bir mekân. Afrika tarzı dekorasyonu ile göz dolduran Afro Café’ye de mutlaka gidin derim. Gençlerin uğrak mekânı Republic Café’de bir şeyler yiyip kahve içebilirsiniz. Son olarak Rialto Club Cafe gündüz saatlerinde güzel kokteyller içebilebilecek bir mekân. Salzburg’un gece hayatı da çok hareketli. Gençler geç saatlere kadar sokakta. Herkes barların dışına taşmış şekilde sohbet edip, içki içip eğleniyor. Bar önerilerim Flip Bar, Mentor’s Bar ve Basic; gece kulübü olarak ise Half Moon ve Citybeats’. Evren Besta’nın, yeni albümü müzik marketlerde. Beton gibi ‘Babafingo’ Ankara rap ortamlarının her daim aranan isimlerinden Mode XL grubundan uzun zamandır ses seda çıkmıyordu. Bilindik rap formlarının dışında kalan müzikleriyle kendine has bir kemik dinleyicisi olan gruptan gelen haber, fanlarının yüzünü güldürdü. Grubun “fiyakalı” sesi Evren Besta’nın ilk solo albümü “Babafingo”, Basemode Records & Sony Music Türkiye etiketiyle müzik marketlerdeki yerini aldı. Sahne ‘serbest stil’in Sekiz şarkının yer aldığı albümde Evren Besta’ya Ezhel, Dr. Zehir ve Evrim gibi isimler eşlik ediyor. “Babafingo”, en basit biçimiyle söyleyecek olursak klasik rap’ten ayrılan bir albüm olmuş. Özellikle bu yıl hemen her dizide rastladığımız bol “acılı”, “jiletlik” sözleri ve birbirinin aynısı altyapılarıyla bıkkınlık getiren tek şarkılık performanslardan çok farklı bir yerde duruyor. Şarkı sözleriyle yeraltı müziğinin hakkını sonuna kadar veren Evren Besta, padişahlıktan Gezi Direnişi’ne kadar birçok mevzuya değiniyor albümde. Evren Besta müzik olarak da çok farklı kulvarlarda yüzmüş ve bu da albümü “konsept” formatının dışında bırakarak “serbest stil” sularında gezdiriyor. Tek şarkıyla kulaklarda ekstra pas yaratan rap şarkılarının yanında sabun köpüğü niteliğindeki “hologram” rap müziğe karşı, beton gibi bir cevap olmuş “Babafingo”. Serbest stile devam diyoruz... BURAK SOYER Jazz ustası İlhan Erşahin elektronik müzikle sarmaş dolaş Babylon’da Bir J‘ azztronica’ uçuşu Müzik Önümüzdeki sonbaharda bir albüm çı ğına tanık oluyoruz. Bu türden hoşlan karacak olan ve pek çok kez bir araya ge Şafak mayan “ortodoks” Jazz dinleyicileri bi lerek sahne alan İlhan Erşahin ve Oce Özkütle le, bilgisayarın önemli bir enstrüman ansvs Orientalis, 20 Nisan’da bir kez daha olduğunu ve olanaklarının günden güne Babylon’da olacak. genişlediğini kabul ediyorlar artık. Biri Jazz’ın sınırlarını zorlamayı şi İkilinin ortaya çıkardığı bu proje ar edinmiş ve dünyaca ünlü müzisyenler de, emprovizasyonun elektronik mü le ortak projelere imza atan yılların sa ziğin içinde de pekâlâ çalıştığını gör natçısı, diğeri ise elektronik dans müziği mek mümkün. İlhan Erşahin’in klasik DJ’liğinden prodüktörlüğe hızlı geçiş ya anlamdaki saksafon sololarının burada parak, etnik elektronik akımının önemli İlhan Erşahin kolektifleştiğine, seyircilerin tepki ve ismi “Oceansvs Orientalis” olarak bilinen ilgisiyle şekillenen enerjiyle bambaşka Şafak Özkütle. Ortak projeleri ise, onları ilk kez bir ruha büründüğüne bir kez daha tanık olacağız. dinleyenlerin “tonal bir şiir” ya da daha düz bir Jazz ve elektronik müziğin kaynaşmaya başladı ifadeyle “sıkı bir Jazztronica” şeklinde nitelendir ğı 90’ların başına gidersek, Erşahin’in eski dostu dikleri, büyüleyici ve nefes kesen bir “uçuş”!.. dünyaca ünlü müzisyen Bugge Wesseltoft, bu iliş İlhan Erşahin’in ‘öylesine takılıyoruz’ diye teva kinin ya da yükseliş hareketinin öncülerinden... On zu ile ifade ettiği bu birliktelikte, elektronik müzi seneden fazla bir süre önce İstanbul’da tanışan bu ğin Jazz’a ne kadar yakıştığına ve onu çekici kıldı iki dostun ortak yönü, “sıkıcı” birer Jazz müzisye ni olmamaları. Belki de bu ilişkinin uzantısı olarak Erşahin, elektronik müziği hem esneklikle kucaklıyor hem de Jazz köklerine tutunmasını biliyor ve de farklı “janr”larla deneysellikten ürkmüyor. Wesseltoft’un bir röportajında dediği gibi, belki de “bir şeyleri değiştirmek istiyorsan, öncelik açıklıkta olmalı. Ne zaman yaptığın müziği başka türlerle eritmeye başlarsın, o zaman yeni bir şeylerden söz edilebilir ve yeni şeyler olmaya başlar”. İlhan Erşahin ortaklıklarla ve çok sayıda yan projelerle mutlu olanlardan; su gibi, yemek gibi bir ihtiyaç bu onun için. O, saksafonuyla başka müzik türlerine “burnunu sokarak” yeni şeylerin parçası olmayı seviyor ve hep sevecek gibi görünüyor... EREL ERYÜREK Bülent VARDAR Yeni vizyon filmi “Arada”nın piar çalışmalarında ülkemizin ilk punk filmi olduğu vurgulanmakta. Bir alt kültür olarak Punk, 1970’lerde sistem karşıtı bir ifade özgürlüğü hareketi olarak ortaya çıkmış, isyanını da en etkili olarak punk rock’la dışa vurmuştu. “Arada”nın punk rock kültürünü yansıtmada ne kadar başarılı olduğu tartışmalı olsa da “İki arada bir derede” kalan ülkemiz insanlarının kuşaklar boyunca değişmeyen yazgısını anımsatmakta başarılı olduğunu söylemek abartı olmaz. Film dışarıya gitmeyi ve orada albüm çıkarmayı hayal eden Ozan (Burak Deniz) ve sevgilisi Lara’nın (Büşra Develi) öyküsü. Ozan, İstanbul’un orta sınıflarının mesken tuttuğu Merter’de babası ve küçük kardeşiyle yaşamakta. İsyan duygusu içindeki Ozan’ın büyük tepkisi, babası Altan’a (Eriş Akman) yönelik. Altan da geçmişinde Türk Sanat Müziği kariyeri olan bir sanatçı. 12 Eylül ihtilali, onun kariyerini sona erdirmiş. Ozan, babasıyla yaşadığı bir kavga sonrasında evi terk ediyor. Punk rock albümlerden kasete kopyalar çıkaran Deniz (Deniz Celiloğlu), Ozan’ın yurtdışı özlemini bildiğinden, ona Kaliforniya için bir gemi bileti sağlayabileceğini söylediğinde Ozan, hayallerini gerçekleştirme fırsatı olarak gördüğü bu duruma tutunup gerçeği bilmeyen kız arkadaşı Lara ile bir gece içinde İstanbul’da biletin peşine düşüyor. 90’lar İstanbul’unun Punk Rock panoraması Arada Yakın Çekim Arada filminin yönetmeni Mu Tunç (ortada) ve başrol oyuncuları, Büşra Develi ve Burak Deniz. Bizde her kuşağın, gençlik döneminde “Bu ülkeden hiçbir şey olmaz” söylemi eşliğinde bir dışa açılma arzusu olmuştur. “Arada” filminin ana karakteri Ozan’da temsil bulan gençler de punk rock tarzındaki müziklerini icra etmekte yaşadıkları sıkıntılar nedeniyle bu söylemin peşine takılmıştır. Geçmişin müktesebatı (edinimleri) ile geleceğin hedefleri arasında ve “Orient” ile “Oksident” arasında sıkışmış bir toplumun insanlarının, özellikle gençlerinin şüphesiz farklı özlemleri, beklentile ri olacaktır. Fakat diğer yandan bu özleme ulaşmak için, “daha özgür” ülkelerde birinci sınıf vatandaş olmadan yaşamak veya eşit olduğunuzu sandığınız bir statüde bile karşınıza çıkan “öteki”lik durumu var. Yönetmen Mu Tunç bu durumun filminde özellikle altını çizmeye çalışıyor. Punk’ın provoke edici tınıları Mu Tunç, yukarıda özetlediğimiz mevzuları sinema dilinin olanakları ve punk müziğin provoke edici tınıları eşliğinde ele alıyor. O, filmiyle ilgili olarak kendisiyle yapılan bir söyleşide, “Bence İstanbul’dan nefret etmek artık kültürel bir koda dönüşmüş durumda. Ben şimdi herkesin 90’lı yıllar muhteşemdi İstanbul’da deyişini dinliyorum kafelerde... Herkesin anlata anlata bitiremediği 90’lı yıllarda geçen bir İstanbul’u resmederek hatırlatmak istedim” demekte. Bu çerçevede Tunç, ana karakteri Ozan’ın “Gitmek” fikrini somut hale getiren gemi biletini arayışı çerçevesinde 1990’ların İstanbul’undan kesitlerle öyküsünü anlatırken kanımızca filmini zora sokan bir finalle zayıflatıyor. Filmin öncelikli artısı ise genç kuşağın, özellikle televizyon dizilerinin aranan oyuncuları olan Burak Deniz, Büşra Develi, Deniz Celiloğlu gibi isimlere yaslanması. C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear