23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

SAYFA 2 11 Mart 2018, PAZAR Müzik gürer mut Ülkemizde operaya gönül ve emek vermenin bedelini Burcu Hancı anlattı Türkiye’de soprano olmak! Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası (BİFO) Yarışmanın sonunda jürinin değerlendirme kısta geçen ay şef Gürer Aykal yönetiminde Krzysztof sı ve ince zevkini tebessümle karşıladım. Benim Penderecki’nin Trompet Konçertinosu’nun ülke için bu yarışmadan sonra gelen konser davetleri bir mizdeki ilk seslendirilişini dünyaca ünlü trompet tür ödüldü aslında. Katıldığım diğer odisyonlanlar sanatçısı Gábor Boldoczki ve soprano Burcu Han sonrasında da Hamburg ve Litvanya’daki konser cı eşliğinde gerçekleştirdi. Konserde başarılı per lerde yer alma şansı buldum. formansıyla göz dolduran Hancı ile henüz sanat kariyerinin başında genç bir klasik müzik sanatçısı olarak Türkiye’nin kültürsanat ortamında özellikle politik motivasyonlar doğrultusunda yaşanan Bir şeyleri yoktan var ediyoruz sorunları, sıkıntıları ve her şeye karşın eksilmeyen umutlarını konuştuk. ? Türkiye’nin durumu, akademiden yeni mezun bir genci etkiliyor mu? Genç sanatçı motivasyon ? Müzik eğitiminizle başlayalım mı? kaybıyla mı müziğe başlıyor? Müziğe yönelmem konservatuvarda Tiyatro bö Belirsizlik durumu bizleri elbette çok kötü etki lümünde oldu. Şan derslerinde bir sesim olduğu or liyor. Aslında bu inanılmaz bir ikilem. Hem çok taya çıktı. Ardından Hacettepe Üniversitesi Anka korkunç bir motivasyonla ilerliyorsunuz, hem de ra Devlet Konservatuvarı Sahne Sanatları Opera bir şeyler yapma zorunluluğuyla çok iyi bir yo bölümüne gittim. Başarılı şekilde mezun olsam da la giriyorsunuz. Bir şeyleri yoktan var etmeye ça konservatuvar dönemimin çok zor geçtiğini söyle lışıyoruz. Peki, ne için? Devlet operalarının dışın yebilirim. Ardından İtalya’da artistik akademiyi bi da Türkiye’de iş imkânımız yok. Opera sınav aç tirdim. Dünya genelinden bayağı bir başvuru vardı mıyor. Açsa dahi, sopranolar kadroyu doldurduğu ve 8 kişi seçilmiştik. Yunanistan’da opera stüdyo için soprano alımı yapılmıyor. Halbuki, bunun bir yaptım. Şimdi de Borusan’da opera stüdyo (Aka dönüşüm içinde olması gerek. Opera’daki roller ki demi BİFO) eğitimime devam ediyorum. şilere göre dağıtılmıyor. O nedenle Borusan’ın şu ? Akademi BİFO’yu biraz açabilir misiniz? Akademi BİFO, yani opera stüdyo… Türkiye’de sanat şartları çok kötü olduğu için genç mezunların sahne deneyimi alması için kurulmuş bir merkez. Dünyanın pek çok yerinde kurulduktan sonra Türkiye’de an yaptığı şey çok önemli. Bu durumu görüp, “biz bu gençlere yönelik ne yapabiliriz?” diyerek, bizlere bir stüdyo açıyor. Aslında başka kurumların da bu sürece dahil olmaları gerekiyor. Bana soracak olursanız, bu kurumların birleşip, özel bir opera kurmayı düşünmeleri gerek. de açıldı. Bu alanda ? Bu sorunun teme Borusan’ın çok büyük linde altyapı eksiklikleri bir sorumluluk üstlendi olabilir mi? ğini düşünüyorum. Biz Aslına bakarsanız bu Fotoğraf: Kurtuluş Arı usta çırak ilişkisiyle tec ülkenin küçümsenme rübe kazanırız. Mesela yecek bir opera geçmi opera stüdyo da Yekta şi var. Yani Türkiye’de Kara ve Sascha Goetzel bir temel atılmış. Son ile çalışıyoruz. Ayrıca raki süreçte üzerine bir dünyaca ünlü isimler de şeyler katmanız gere geliyor. Burada gerçek kiyordu bu yapılamadı. ten profesyonel boyutta Hele de son beş yılı dü eğitim alıyoruz. şünürsek operalar cid Burcu Hancı ile bugüne kadarki çalışmalarını konuştuk. di anlamda çok zor du Erkeklerin rumda. dünyasında tek başına yarıştım Başarı altın tepside sunulmuyor ? 2015 yılından itibaren birçok yarışmaya katıldığınızı görüyoruz. Bu süreçler kariyerinizi nasıl etkiledi, ne gibi fırsatlar sundu? Yarışmalar ve odisyonlar (bir müzisyeni deneme amaçlı dinleme) birçok konser fırsatı sunuyor. Bu yarışmalarda inanılmaz bir disiplinle çalışıyorsunuz. Kamp gibi düşünün bu süreci. Orada üç gün boyunca o stresi yaşamak da inanılmaz tecrübe katıyor insana. Bunu bütün yarışmalar için söylüyorum. Fakat İzmir’deki yarışmanın benim için çok büyük bir deneyim olduğunu özellikle söylemem gerekiyor. Tek kadın finalist olmak gerçekten büyük bir başarıydı. Bir an kendimi erkeklerin dünyasında tek başına kalmış bir gibi hissettim. ? Bugün bir Türk müzisyenin Batı’ya gitmesi zorunluluk haline mi geldi? Ben kesinlikle gidilmesinden yanayım. Mezuniyetten sonra yurt dışında birçok konsere katıldım. Ama oradaki şartların da iç açıcı olmadığını söyleyebilirim. Bizler için temel problem Türkiye’deki tıkanıklığın bir an önce çözülmesi. Devlet operalarında yıllarca sözleşmeli çalışıp, kadroya girememiş, sesleri gerçekten iyi pek çok arkadaşımız var. Her alanda olduğu gibi burada da liyakata dayalı bir sistem yok. ? Soprano olmak zor mu? Elbette zor. Çok fazla soprano var. Bir odisyo Şef Gürer Aykal yönetimindeki Krzysztof Penderecki’nin trompet konçertinosunda Soprano Burcu Hancı sahnede. na seçiliyorsunuz, 700 kişinin 600’ü soprano. Bir mezzosoprano’nun basın veya tenorun şansı daha fazla aslında. Bu noktada repertuvar da çok önemli. Artık odisyonlar öyle bir noktaya geldi ki, bir yere seçilebilmek için çok zorlu eserleri çok iyi seslendirmeniz gerekiyor. Aksi taktirde elemelere katılanlar aynı eserleri söylüyorlar, bu da jüriye antipatik gelmeye başlıyor. Üst üste yirmi kere ‘La Traviata’ dinlediğinizi düşünün. Bazen popüler olmayan, kıyıda köşede kalmış eserler daha güzel önünüzü açabiliyor. ? Opera’da kadına yönelik ayrımcılık var mı? Her yerde olduğu gibi bu alanda da fazlasıyla var. Yani bunu söylemek gerçekten zor ama bu alanda hemcinslerinizin ayrımcılığına uğradığınızı söyleyebilirim. Mesela bir jürinin tamamı kadınlardan oluşuyorsa, genelde kazananların erkekler olduğunu görüyoruz. Kadınların bu alanda da işleri gerçekten zor. Elbette hiçbir şey imkânsız değil. Hiç kimseye altın tepsilerde bir şeyler sunulmuyor. ? Bugün Türkiyeli sopranolar dünya ölçeğinde etki yaratabiliyor mu? Türkiye’de büyük yetenekler var. Ama kendilerini yurtdışında gösterecek maddi imkânları yok. Çok zor şartlarda insanlar sanat yapmaya çalışıyorlar. Düşünün ki, her odisyona gidişiniz yüklü bir masraf olarak sırtınıza biniyor. Ben çok iyi sesler biliyorum imkânsızlıklar nedeniyle müziği bırakmak zorunda kaldılar. Kesinlikle dünyadaki sopranolarla yan yana koyulacak Türk isimler var. Ben şuna kesinlikle eminim, sanatçı ve müzisyenlere destekte olunsa Türkiye önemli bir eşik atlayacak. Gençlerin eğitimi çok önemli ? Günümüzde, toplumun büyük bir kesiminin klasik Batı müziğine yabancılaştığını görüyoruz. Fakat aynı zamanda önemli bir klasik müzik dinleyicisi de var. Bu ikiliği nasıl değerlendiriyorsunuz? Ben bu zamana kadar bir temsilin boş salona oynandığını görmedim. Örneğin Borusan’ın inanılmaz bir izleyicisi var. Devlet operalarında da durum aynı. Bilet alıp gitmek istediğimde yer bulamıyorum. O yüzden yetkililerden daha fazla sahne istiyoruz! Elbette burada kritik olan, gençlerin eğitimi. Çocuklara okullara girdikleri andan itibaren müziği sevdirmek gerekiyor. Bu çocukların bilinçli insanlarla temsile gitmesi ve bir temsilin nasıl izlenmesi gerektiğinin anlatılması son derece önemli. ? İleriye yönelik en büyük hayaliniz neler? Çok güzel sahnelerde çıkmak tabii ki istiyorum. Bu işte inanılmaz noktalara gelmiş insanlarla çalışıp, onları sorularımla bunaltmak istiyorum. Mesela en son Luciana Serra, Renato Bruson ve Eva Mei geldi Borusan’a. Benim için inanılmaz bir tecrübeydi. Kısacası iyi sahnelerde sevdiğim güzel rollerle bulunmayı çok istiyorum. Fink, bir kez daha İstanbul’da Erel Eryürek 90’lı yıllarda kendisi gibi DJ olan, “Zamanımız geçti” diyerek huzurlarımızdan ayrılan “elektronikçiler”in aralarından sıyrılıp, kendi sound’unu yaratan, İngiliz müzisyen “Fin Greenall, aka Fink”in hikâyesi, geçtiğimiz aylarda çıkardığı 6’ncı stüdyo albümü “Resurgam” ile devam ediyor. Önümüzdeki hafta (14 Mart Çarşamba) da Babylon’da konser verecek. 1990’dan 2003’e kadar başarılı bir DJ ve yapımcıyken, grubuyla birlikte milyonların dinlediği bir şarkıcı ve besteciye dönüşen, John Legend ve Amy Winehouse gibi müziyenlere de şarkı yazan Fin Greenall, pek çok röportajında da dile getirdiği gibi, her bir yeni parça, farklı proje ve albümle yeniden doğuyor. 2012’de, 46 yaşında ansızın hayatını yitiren grup üyesi Nils Koppruch’tan sonra alabora olsa da, Tim Thornton ve Guy Whittaker ile birlikte bir turneden diğerine koşan, 2014’teki “Hard Believer” albüm turnesinden sonra “sadece” iki stüdyo albümü yapan Fink, şimdi “Resurgam” albümüyle tekrar turne yollarında. Greenall’ın doğup büyüdüğü Cornwall’daki 900 yıllık eski bir kiliseden ismini alan ve “tekrar dirileceğim” anlamına gelen “Resurgam”da yer alan 10 yeni parçayla sevenlerinin yüzünü güldüren Fink’e (üçlüsüne) konserlerinde ayrıca iki canlı davulcu eşlik ediyor. Fin Greenall bu albümüyle bizi karanlık bir ormanın derinliklerine götürüyor. Münzevi bir hayata geçtiği izlenimi vererek, evcilleştirdiği kargasıyla kulübesinden seslenir gibi söylüyor parçalarını. Elektronik köklerinden fragmanlar taşıyan parçaların yanı sıra, albüme adını veren “Resurgam” ve “Day 22” isimli parçalarında yine “canımıza okuyor”. Bütüne bakıldığında ise, ormanın huzurundan ve sükunetinden sorumlu korucu olduğunu yer yer soluklaşsa da hatırlatmasını biliyor. Gece sürüşlerinin eşlikçisi Fink gündelik hayatta hüznünü neşesiyle örtbas edenlerden... Karanlığı ve geceyi seviyor. Belki de bu bilgisi ya da ilgisi DJ’lik zamanlarından geliyor. İnsanları eğlendirmek için para kazanırken, günün birinde eğlence satmaktan daha fazlasını isteyerek, şarkıcı ve söz yazarı olan Greenall’ın kendini daha iyi ifade etmek gibi bir derdi var. Elektronik müziği ne kadar sevse de, bir süre sonra kulağına hepsi aynı gelmeye başlıyor. 2000’li yılların ortalarında artık DJ olmak istemediğini net bir şekilde anlıyor. Eline akustik gitarı alıyor ve gerçekten de kendine has bir stil yaratmayı beceriyor. Blues, Dub ve Folk arasında bir türün içine yerleşerek, gece sürüşlerinin eşlikçisi “This Is The Thing” veya “Pilgrim” gibi parçalar Fin Greenall da yaptığı gibi, müzikle ucundan bile ilgili olan birinin tüylerini diken diken eden parçalar besteliyor. Bir albümü alıp bambaşka bir kılığa sokup tekrar yayınlamak da onun marifeti. “Horizontalism” tam da böyle bir albüm. Bir önceki albümde bizi karanlıkta bırakan Fink, burada daha çok sisli yerlere, banliyölere ya da rıhtım köşelerine götürüyor. Müzikal kariyeri açısından bakıldığında Greenall, 90’ların “downtempo” dalgasından kendini kurtarabilmiş az sayıda isimden biri. 1990’da sınırları tam olarak çizilmemiş olan House ve Techno vardı. 2003’te işler değişti. Bir yığın “sub genre”lar oluştu ve o dünya nasıl devam edeceğini kendisi de bilemedi. Her şey denenmişti. Plak döndürmeyi seven adam Greenall’a göre, kafası yerinde olanlar ilerlemesini bildi. Berlin, minimale doğru ilerledi, Londra, BrokenBeat ve BatıLondraSound’una yöneldi. Bu akımlar yeşillenmişti ama Greenall hiçbirine ait değildi. DJ olarak kendisi için bir gelecek göremedi. Millet, Traktor ve CDJ’lerle müzik çalarken, plak döndürmeyi seven bir adam olarak, “döneminin geçtiğine” o da inanmıştı. Belki biraz daha dayansa, bugün 40 yaşını çoktan geçmiş olan Ricardo Villalobos veya Sven Väth gibi isimlerin arasında yerini alacaktı. Greenall bu yüzden hayıflanmıyor, hayıflanmasın da... Yaklaşık 4 yıl önce Berlin’e yerleşen müzisyen, pazarları öğleden sonra, tekno mabedi Berghain’a gidip alkolsüz ve “desteksiz” eğlenmeyi, yanı sıra tekno çalmayı da seviyor. Ama en iyi teçhizatlandığı malzemesi Fink; çalışılmış, uğraşılmış, dinlendirilmiş ve herkesin parçalarını ezbere bildiği, bilet alıp konserlerine gittiği o büyülü yer… C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear