Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
4 IŞİD, İslamiyet adına kafa kesip kadınları satıyor. Yemen El Kaidesi peygambere hakaret etti diyerek Charlie Hebdo’da 12 insanı öldürdü. Derginin karikatürlerini bastığı için gazetemize yönelik tehditler sürüyor. Oysa İhsan Eliaçık da, Eren Erdem de Kuran’da savunma dışında şiddeti meşrulaştıran bir ayet olmadığında hemfikir. Alay etmekle ilgiliyse, “oradan ayrıl” emri verildiğini hatırlatıyorlar. Peki tek kitap olduğu halde, bir Müslüman “Allah adına” neden ve nasıl insan öldürüyor? Batı sömürgeciliğinin İslamın radikalleşmesinde payı ne? Fikret Başkaya, “Dinci fanatizm de emperyalizm tarafından araçlaştırılıpkullanıldı” diyerek yanıtlıyor, “Fakat ‘kullanmak’ ve ‘denetim altında tutmak’ aynı şey değildir”. İşte Kuran’daki İslamiyet ve hayata yansıyanlara dair üç söyleşi. 5 FİKRET BAŞKAYA Türkiye’de son birkaç yıldır, şiddete dayanan İslami hareketlerin aksine Antikapitalist Müslümanlar gibi hak, adalet söylemlerini dillendiren toplulukların sesleri de duyuluyor. S Türkiye’de yaşanan, din soslu faşizm devletlerinin ayakları üstünde durmalarını engellemek esastır. Bölgedeki devletlerin kendi ayakları üstünde durabilmeleri, kendi kaderlerini belirlemeleri, emperyalizmin bölgeden defedilmesi demektir. Kaynaklarına sahip çıkmaları ve kendi refahları, kalkınmaları için kullanmaları demektir. Oysa, Ortadoğu denilen bölge emperyalist Batı için, hem jeostratejik konumu, hem de enerji deposu olduğu için, tabii bir de İsrail’in “güvenliği” için son derecede önemli. Bu yüzden bölge devletlerini ve halklarını etnik, din, mezhep temelinde olabildiğince ufalamak ve sürekli birbirleriyle boğazlaşır duruma getirmek için ne gerekiyorsa yapıyorlar. Tabii bu “hırsızın hiçbir suçu olmadığı” anlamına da gelmez… Mısır’da Nasır ve diğer milliyetçi seküler rejimler etkisizleştirilince ve ardından da neoliberal politikalar dayatılınca, geniş yoksul halk kesimleri haklı olarak kendilerini aşağılanmış hissetti ve Batı’ya karşı haklı bir tepki ortaya çıktı. Batı’nın Siyonist İsrail’e sınırsız ve koşulsuz desteğinin de bunda önemli payı vardı. İşte o tepkiyi politik İslamcılar, kendi politik amaçları için manipüle ettiler. Tepki haklıydı ama hedef yanlıştı. Dolayısıyla, dinci fanatizmin gerisinde, kısaca ifade ettiğim arka plan vardı… Dinci fanatizm de emperyalizm tarafından araçlaştırılıpkullanıldı. Fakat “kullanmak” ve “denetim altında tutmak” aynı şey değildir. Onları sadece emperyalizmin kuklaları olarak görmek de yanlış olur… ESRA AÇIKGÖZ iyaset bilimci, Özgür Üniversitesi’nin yöneticisi, “AKP Ilımlı İslam, Neoliberalizm” kitabının da editörü olan Fikret Başkaya, radikal ya da ılımlı fark etmez, politik İslamın iktidarı ele geçirdiğinde yapacağının aynı olduğunu söylüyor; şiddet. Çünkü bir toplum projeleri yok. Ancak yaşanan İslami şiddetin ardındaki emperyalist oyunları da unutmuyor. Charlie Hebdo saldırısından sonra yeniden yoğunluklu olarak radikal İslamılımlı İslam tartışmaları yaşanmaya başlandı... “Ilımlı İslam”, Amerikalıların uydurduğu bir “söylem”. Eğer bir İslam ülkesindeki rejim, ABD ve NATO’cu müttefiklerin “istediği” bir rejimse, işte ılımlı İslam o. Bir İslam ülkesi, neoliberalizmi, kapitalizmi, emperyalizmi sorun etmiyorsa, aşırı eşitsiz dünya sistemini sorun etmiyorsa, “dost ülke” sayılır ve desteklenir. Aslında radikaliyle “ılımlısı” arasındaki yegâne fark, radikal olanın iktidarı şiddete başvurarak ele geçirmek istemesi. Onun dışında hiç farkları yok. İster ılımlı, ister “radikal” deneni olsun, iktidarı ele geçirdiklerinde yapacakları şey aynı. Asla yeni, orijinal bir şeyler yapma şansları ve potansiyelleri yok. Çünkü bir toplum projeleri yok. Projen ne diye sorduğunuzda, “Cevabı Kuran’da var” oluyor… Bugüne dair soruları geçmişe ait yöntem ve araçlarla çözme imkânı yoktur. Ilımlısı olsun, radikali olsun, politik İslam denilen, Müslüman Arap toplumlarını çözümsüzlüğe, geriliğe mahkum etmektir. Bunların vakitlice teşhir edilmesi ve acilen aşılması gerekiyor... Din de son tahlilde bir ideolojidir, dolayısıyla yoruma tabidir. İstenirse pekâlâ eşitlikçi, ilerici bir yorumu yapılabileceği gibi, tam tersine, gerici, karanlıkçı, sekülerlik, laiklik, demokrasi ve özgürlük düşmanı bir yorumu da yapılabilir. Son 3040 yılın “İslami hareketleri” ikincisini yaptı, yapıyor. Ve bunun en son ve tipik örneği de İŞİD. Ne yazık ki, İslamda hiçbir zaman bir reformasyon gerçekleşmedi. Ne de Latin Amerika’da Katolik din adamlarının Özgürlük Teolojisi türü bir hareket ortaya çıktı. Bunun bilinen tek istisnası Sudanlı Şeyh Mahmut Muhammed Taha’nın yapmak istediğiydi ama civcivi yumurtadayken ezdiler. Taha 1986’da Müslüman Kardeşler’in de dahliyle idam edildi… 11 Eylül saldırısı, yükselen IŞİD vahşeti, Charlie Hebdo’ya yönelik saldırılar hep İslamiyet üzerinden tartışılıyor. Neoliberal politikalar ve Batı’nın Ortadoğu’ya yönelik tahayyüllerinin dikkate alınarak değerlendirilmesi hep geri plana itiliyor. Batılılar için Ortadoğu’nun MüslümanArap halklarının, AKP kutuplaştırarak oy almak istiyor AKP’nin muhafazakâr politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? AKP, kavramın bilinen anlamında “muhafazakâr” değil. Din soslu neoliberalizm şampiyonu bir parti. Hem dini, hem de milliyetçiliği araçlaştırarak iktidarda kalmak istiyor. Eğer muhafazakâr olsaydı, ülkenin varı yoğu “büyüme adına” yok edilir miydi? Her şey talan edilir miydi? Geriye muhafaza edilecek ne bıraktılar? Evet, AKP neoliberal politikaları en iyi uygulayan iktidar partisi. Bu başarısının sırrı ne sizce? Eğer gerçekten bir başarıdan söz edilecekse, bunun başlıca iki nedeni vardı: Birincisi, Türkiye 2001’de derin bir krize girmişti. Her çöküşün ardından bir yükseliş, çıkış işin doğası gereğidir. Ekonomi IMF gözetiminde rayına oturtuldu. Tabii krizin faturasının kime çıktığı da malum… AKP bir bakıma, tamir edilmiş, bakımı yapılmış, harekete hazır bir aracın direksiyonuna geçirilmişti… İkincisi, AKP’nin iktidar olduğu dönem, çok kolay ve ucuza borçlanmanın mümkün olduğu bir zamandı. Faiz oranları çok düşüktü. Dünyada değerlenmekte zorlanan müthiş bir sermaye bolluğu vardı. Borç alıp konuta, inşaata, yola, köprüye, AVM’ye, beş yıldızlı otele, rezidansa yatırdılar. Bir de tabii düzen partileri de iflas halindeydi, dolayısıyla bir muhalefet zaafı vardı… Ya AKP’nin İslam dünyasındaki yeri, rolü? AKP’nin İslam dünyasında hiç itibarı ve etkileme yeteneği yok. Nerdeyse Hamas dışında oturup konuşabilecekleri tek bir İslam ülkesi yok gibi… Dış politikaları külliyen iflas etmiş durumda, yerlerde sürünüyor. İçerde de artık inandırıcılığını yitirdi… Kutuplaştırarak oy alıp iktidarını korumak istiyor. Bugün Türkiye asgari demokrasinin, asgari hukukun esamisinin okunmadığı bir ülke. Rejim hızla din soslu faşizme doğru savruluyor… Artık yönetemiyorlar… Ilımlı İslamı hep ABD üzerinden konuşuyoruz. Oysa ki RusyaÇin ittifakı da yüzünü Ortadoğu’ya döndü. Bu denklemde nasıl bir yer alıyor sizce onların rolü? Müslüman ülkeler için bu ittifak ne işe yarar? Çin’in kısa ve orta vadede Ortadoğu petrol ve gazına ihtiyacı var. Nüfusu dünyanın beşte biri ama dünya enerji kaynaklarının yüzde 2’sine sahip. Rusya Putin’le Yeltsin bozgunundan çıkmayı başardı ve dünya jeopolitiğindeki yerini aldı. Artık yeni durumda emperyalist Batı’nın “köpeksiz köyde değneksiz gezme” dönemi geride kaldı. Çin, Rusya, Hindistan, İran, Brezilya, Endonezya, G. Afrika, vb. arasındaki ittifakların ve dayanışmanın önemi büyük ve bu NATO’cu cepheyi kaygılandırıyor. Ukrayna üzerinden Rusya’ya, Suriye’ye, vb. saldırmalarının nedeni o. Bu yeni oluşum Ortadoğu halkları ve diğerleri için de bir şans demeye geliyor ama önce kendi oligarklarıyla hesaplaşmaları gerekiyor. Fakat ondan da önce yeni bir perspektife ve paradigmaya ihtiyaç var. l EREN ERDEM İHSAN ELİAÇIK D Devletleşen din, şiddet üretir evletleşen dinlerin şiddet ürettiğini düşünüyor İslam araştırmacısı Eren Erdem. Cihadistleri, din adına insan öldürenleri ortaya çıkaran da bu. En kötüsü de, İslamiyetin bu zeminde anlaşılmaması için cumhuru ulemanın hiçbir gayret sarf etmemesi, aksine devletleşen dindarlığın temsilcileri olarak hareket etmeleri. İslami şiddetten ancak bağımsız yeni bir Rönesans’la kurtulunabileceğini düşünüyor, ama bunun yakın zamanda gerçekleşeceğine dair umudu yok. IŞİD vahşeti, Charlie Hebdo saldırısı derken İslamın aşırılık, saldırganlık barındırdığına dair tartışmalar özellikle Batı’da çok yaygınlaştı... Aşırılıklar, radikalizm ve saldırganlıkları tetikleyen İslam düşüncesi Hz. Muhammet’ten sonra, onun adına atfedilen hadisler üzerinden şekilleniyor. Dini okumayı hadisleri baz alarak değerlendirirsek, İslam radikalizmi destekler, besler. Ancak Kuran’ın kişisel ya da meşru savunma dışında şiddeti meşrulaştıran bir tarafı yok. Bugün cihadistler, terörist gruplar birtakım rivayetlere dayanarak hareket ediyor. Bizim cumhuru ulema dediğimiz kimseler İslamiyetin bu zeminde anlaşılmaması için hiçbir gayret sarf etmemişler. Bundan kaynaklı İslam dünyasının bugünki algısı şiddeti tetikleyen bir zeminde şekillenmiş ve bunun sonuçları da yaşanıyor. Neden şimdiye kadar İslami yaşama bu yönüyle bakılmamış? Kişisel tahlilim, bunun dinin devletleşmesi sürecinden kaynaklandığı. İslam dünyası dini alabildiğince ivedi biçimde devletleştirme yolunu seçti. Devletleşen bir din ya da herhangi bir ideoloji doğal olarak şiddet üretir. Çünkü devlet varlığını, meşruiyetini şiddete dayandırıyor. Dolayısıyla bu türden tartışmaların gelişmesi pek olumlu karşılanmıyor. Çünkü özeleştiri mekanizması aslında devlet ontolojisini de karşısına alan bir tartışma başlatıyor. Oysa cumhuru ulemalar hep devletlerin ya da devletleşen dindarlığın temsilcileri olmuş. Bağımsız fikirlerin ortaya çıkması da devletlerin eliyle engellenmiş. Mesela İran’da bugün Türkiye’de savunduğumuz fikirleri temsil eden Ali Şeriati devlet eliyle öldürüldü. Daha sonraları İran devletinin “Amerika’ya karşı giriştiğini söylediği devrim” diye kodladığı süreç düşünce hürriyetini ortadan kaldıran bir sürece evrildi. Türkiye’de de Diyanet, devletleşen dinin önemli araçlarından biri... Belki kuruluş sürecinde biraz daha Kemalizme meşruluk katan bir dindarlık çerçevesi çizmiş olsa da, bugün geldiği noktada dini devletleştirme projesinin en merkezi kurumu Diyanet. Bir din devletleşiyorsa doğal olarak şiddet yaratmaya mahkumdur. İsevilik tarih metinleri üzerinden bakınca Roma İmparatorluğu’na itiraz olarak doğmuş ve Haçlı emperyalizmi diye bir şey yaratmış. Musevilik, firavun hanedanlığına yani devlete itiraz olarak doğmuş, devletleştiği ölçüde bugünkü temsilcilerinin yarattığı şiddet ortada. İslam Mekke’deki devlete karşı tepki olarak doğmuş ve devletleştiği ölçüde şiddet üretmiş. Aslında devlet ortaya çıkışı itibarıyla iyi bir şey değildir, kötü bir şeydir, bundan kaynaklı olarak din devletleştiği ölçüde kötü bir şey olma yoluna girmekte ve şiddet yaratmaktadır. Bence âlimler, ilahiyatçılar buradan bakmalı. Bu tartışmayı buradan verdiğimizde, bizim İslamcılarımızın laiklik karşıtı tezleri de aslında manasızlaşıyor. İ Dini tartışırsak her şeyi tartışırız Ortada tek kitap olduğu halde, siz okuduklarınızdan bunları çıkarırken, bazıları “Allah için öldürün” sloganlarıyla nasıl oluyor da cinayetler işleyebiliyor ve Müslüman çoğunluk, bu vahşete sessiz kalabiliyor? Peygamberin vefatından sonra dışa doğru işgal, fetih hareketleri ve iç savaşlarla, bence Kuran’ın ve peygamberin yolunun dışına çıkıldı. Ben, Müslümanların ta Anadolu’ya kadar gerçekleştirdiği fetihleri, işgal hareketleri olarak görüyorum. Peygamber bir yeri işgal etmeye, fethetmeye girişmemiştir. Bir ülkeyi fethetmek, haraca bağlamak bence İslamın yasakladığı davranışlardır. Kuran’da en büyük günah kan dökmek ve fesat çıkarmaktır. Peygamberin vasiyeti var; “Benden sonra birbirinizin boynunu vuran kâfirler olmayın” diyor. Ancak Ali ile Muaviye’nin, halifelik savaşlarında yüz bin kişi ölmüştür. Kerbela’da peygamberin torununu, 72 kişiyi çolukçocuk kadın demeden öldürdüler. Hüseyin’in kafasını kesip, gövdesini üç gün çölde çiğnettiler. Medine’yi yağmalayıp 900 kadına tecavüz ettiler. Kâbe’yi yaktılar. Yezid Kerbela’yı yaptıktan sonra kendisini halife olarak İslam dünyasına nasıl kabul ettirecekti? Hadis uydurmaya başladılar: “Cumaya gidenin günlük; hacca gidenin, kurban kesenin yıllık günahı affolur”. Şu an yaygın olan din bu. Namaz kılmak, oruç tutmak, kurban kesmek, başını örtmek asıldır. Öldürmek, yalan söylemek, iftira atmak, çalmak, bir halkı sürmek fasıldır yani ayrıntıdır, önemli değildir. Bu nedenle Türkiye’de kurban kesme oranı dini davranışlar arasında yüzde 98, faizden kaçınma oranı yüzde 3! Ritüele önem veren bir din anlayışı var. Bu Emevi kültüründen geliyor. Adam silahı eline alıyor, alay edene karşı böyle bir cezalandırma Kuran’da yer almadığı halde 12 kişiyi öldürüyor. Oysa Kuran’a uyulsa, Kuran’ın sosyal reformlarına devam edilse, barış içinde, dünyaya örnek bir toplum kurulacaktı. O açıdan diyoruz ki Kuran metinleri yarım kalmıştır. Üstelik en çok da dindarlar zarar görüyor bu politikalarından. Biz bunlarla yüzleşiyor ve hesaplaşıyoruz. Bunu dinin içerisinden yapıyor, hurafelerle mücadele ediyoruz. Türkiye’de insanların dini konulardaki “hassasiyeti” şiddete varabilecek durumdayken, iktidarın bu çarpıtmalarına neden ses çıkarılmıyor? Ben buna, “mahalle putu” diyorum. Bir mahalle putuna tapmak. Eğer peygambere hakaret eden, dinle dalga geçen Fransız, Hıristiyan, öteki mahalledense onun öldürülmesine bile sempatiyle bakabilir, “Oh, oldu, bizden değil zaten” diyebilir. Ama kendi mahallesinden birisi Bakaramakara diye Kuran ayetleriyle dalga geçerse onu seçimden sonra balkona çıkarıp, alkışlayabiliyor. “Biz”den ve “biz”den olmayan diye kocaman bir mahalle duvarı var. Benim en büyük düşmanım bunlar. AlevilerleSünniler, laiklerlemuhafazakârlar, TürklerleKürtler, Müslümanlarlagayrimüslimler büyük mahalle duvarlarından birbirlerini duyamıyorlar. Biz bu nedenle Gezi’ye gittik. Bu nedenle, ömrüm teravilerde, cumalarda geçti; MüslümanTürkSünni bir orta Anadolu ailesinden geldiğim halde cemevlerine gittim. Bu nedenle, ramazanda ve muharremde oruç tutuyorum. Müslümanların çoğunluğu bu eleştiri doğru, ama laiklere koz vermeyelim, diyor. Niye gidip Cumhuriyet’e söylüyorsun bunu, niye Gezi’ye gittin, niye Halk TV’ye çıkıyorsun, diye eleştiriyor beni. 28 Şubat’ın aynısı bu. O zaman da Yeni Şafak’a, Akit’e çıkmak irticai faaliyete girdiğinden 30 davadan yargılandım. Anarşizm okuması gerekli Şu an laikliğe ve anarşizme oldukça farklı bir bakış açısı getirdiniz... Bence İslam dünyasının ihtiyaç duyduğu okuma, anarşizm okumasıdır. Devletin tarihsel varlığının, kimliğinin tartışılması gerekiyor ki, dinin devletleşmesinin yaratacağı sorunsallar da çözülebilsin. Aksi takdirde biz şiddet karşısında hiçbir somut fikir üretemeyiz. Ben bu tartışmayı Kuran’daki ayet şöyle diye yürütmeyi doğru bulmuyorum. Kaynak tartışmaları üzerinden yol almaya çalışır ve esas sorunu, devletleşme sorununu, görmezden gelirsek, tarihsel hastalıkların elemine, rehabilite edilmesi için adım atmayız. Biz bu saldırıları ya da Cumhuriyet gazetesinin bugün yaşadığı süreci, “Gerçek Müslüman Cumhuriyet’in önüne gidip eylem yapmaz, saldırmaz” gibi çözümlemeler yerine, bu tepkileri ortaya koyanların devletleşen dindarlık anlayışının tezahürü olduğunu ifade edip çatışmanın kriz noktalarını ortaya koymamız ve dini alabildiğince devletin dışında bir durum olarak tanımlayabilmemiz gerekir. Ama İslamiyet sosyal hayata, mülkiyet ilişkilerine, kadınerkek ilişkilerine müdahale eden bir yapıya da sahip. Ama bunları bir manevi, ahlaki olgu olarak değerlendiriyor. Adalet, hoşgörü ve barışsal evrensel değerleri kapsayan bir devlet aklının bütün dinleri temsil edeceği, durumunu kabul edip onun üzerinde laboratuvar çalışmaları yapmalıyız. Bence Türkiye’de önümüzdeki dönem alabildiğince seküler, laik bir yeniden inşa sürecini test etmemiz gerekiyor. Aksi takdirde Türkiye Cumhuriyeti ile İran arasında çok paralel bir durumun ortaya çıkacağı ya da Suudi Arabistan gibi bir modelin gelişeceği kanaatindeyim. Türkiye’de radikal İslam giderek yaygınlaşıyor ve taban buluyor. Bunda kendi düşüncelerinden bir iktidar partisinin başta olmasının etkisi olduğunu düşünüyorum, “erk”in baş döndüren çekim gücüyle birlikte aşırılıklar da normalleştiriliyor. Amerika’nın Irak işgali, evveliyatında Batı sömürgeciliğinin Doğu üzerindeki hegemonik yaklaşımları bu dünyada bazı ideolojik rahatsızlıklar yarattı. Batı karşıtlığını tetikledi. Fakat bu Batı karşıtlığı sağlam ideolojik temellere oturmadığı için cihadist bir ideoloji çıktı. Batı sömürgeciliğine değil, bütün Batılılara düşman olmayı öğrendik. Türkiye’de de bugün hükümet ve çevresi, muhaliflerini dış mihraklıkla, emperyalizm işbirlikçiliğiyle suçluyor. Üstelik de neoliberalizm politikalarını en iyi uygulayan iktidar partisi oldukları halde... Evet, emperyalizmin ekonomisine, finans ilişkilerine tapan bir zihniyetin bizleri emperyalist işbirlikçi olmakla itham ettiği bir dönemdeyiz. Buradaki tutarsızlıklar, en başa dönersek bir devletleşme sorunudur. sebebi, Hebdo’nun önüne konulan İslam okumasıdır. Bugün İslam okumasına göre Hz. Muhammet harem kurmuş, 9 yaşında kızlarla evlenmiş, kan dökmüş bir kişilik gibi tanıtıldığı için Batı dünyasından yükselecek tepkileri göğüslemek zorundayız. Çünkü bizim çizdiğimiz peygamber modeli tam da onların karikatürü. Ortaya çıkacak eleştirilerin kaynağı İslam dünyasındaki metinler. Dolayısıyla benim eleştirim Buhariye’yedir, Müslüm’edir, peygamberi böyle tanıtanlaradır. Yakın zamanda böylesi bir mücadeleye girileceğini, çözüme ulaşılabileceğini düşünüyor musunuz? Açık konuşmak gerekirse ben çok umutsuz bir durum içinde olduğumuz kanaatindeyim. Bu ancak bağımsız bir yeniden Rönesans’la mümkün. İslam dünyasından köklü bir Aydınlanma hareketinin çıkması lazım, ama bunu şu aşamada pek mümkün görmüyorum. Aydınlanma hareketleri büyük yıkımların ardından doğuyor. Arap Baharı dediğimiz sürecin enkazından bir Aydınlanma fikri çıkabilir mi? Çıksa bile orta vadede çıkacaktır. Bu süreçte de sadece Charlie Hebdo ya da onlar gibi düşünenler değil, inanç mensuplarının da ağır bedeller ödeyeceği, Türkiye’de bu kafanın çok radikal eylemler yapabileceği, Cumhuriyet gazetesine yapılan saldırıları gördük, bunların farklı mecralara sıçrayabileceği kaygısını taşıyorum. Bütün ilahiyatçıların, İslam bilimcilerin, teologların bir laboratuvar kurarak güçlü bir çalışma süreci başlatmasını çok lüzumlu buluyorum. Diyanet, eğer bütçesinin hakkını verecekse dövme, sakız fetvalarını terk ederek, tüm enerjisini ve bütçesini buraya harcamalı. Radikal terörün Türkiye’de gençler arasında yayılmasını engelleyecek yayınlar gerçekleşmeli. SelefiVahhabi akımın önüne geçmek için ne gerekiyorsa yapılmalı. Ama şu an zaten mevcut iktidarın Selefizme olan yakınlığı beni böyle bir sürecin ortaya çıkacağını düşünmekten alıkoyuyor. l Asıl tepki, içimizdekilere olmalı İslami şiddetle başa çıkmak nasıl mümkün olabilir? Cihadizmle fiziksel bir mücadele vermek mümkün değil, çünkü hücre tipi örgütlenen, nerede ne yapacağı belli olmayan, çok tehlikeli bir yapılanma. Verilebilecek en doğru mücadele ideolojik. Bunun da kısa vadede çözüm üretmeyeceği aşikâr. İslam dünyası önümüzdeki yüzyıl bütün modern değerlerin başındaki en büyük bela olacak gibi. Bunu İslam açısından söylemiyorum, Müslümanlar açısından söylüyorum. Charlie Hebdo’nun yaptığı inanç sistemime göre doğru değil. Ancak fikir özgürlüğü açısından o karikatürü basıp yayınlamalı. Bu da benim inandığım dinsel okumanın bir tezahürü. Çünkü benim inandığım kitap şunu söylüyor; senin inançlarınla alay edildiği takdirde yapman gereken, o ortamdan uzaklaşmaktır. Hem o karikatürü yapmasının temel hsan Eliaçık’ın İslamiyet üzerine 22 kitabı bulunuyor. Gösterilenle yetinmeyip Kuranıkerim’deki ayetleri inceleyerek kaleme aldığı kitaplar bunlar. Öğrendiği en önemli desturlardan biri, hak, hukuk gözetmek, adaletli olmak ve mağdurun yanında durmak. “Dünün zulmüne dün, bugünün zulmüne bugün, yarının zulmüne da yarın karşı çıkarız. Bugünün zulmü; iki adamın eline silah alıp, peygamberle dalga geçti diye, Allah ona böyle bir yetki vermediği, Kuran’da pasifist bir tavır öngörüldüğü halde, Tanrı, Azrail gibi davranıp karikatür dergisindeki 12 kişinin canını almasıdır” demesi bundan. “Genelde politikacılar, özelde de AKP’li politikacılar hak ve adalet mantığına göre değil, kimlik ve mahalle mantığına göre hareket ediyor” diyor, “AKP’li politikacı diyor ki, o tarafta durursam peygambere hakaret etmiş gibi olurum. Tabanım muhafazakâr. Oy kaybederim. Bu kaygıyla birkaç gündür Başbakan lafı Cumhuriyet Gazetesi’ne getiriyor. Bunu seçimlerde bile kullanabilirler. Halbuki Cumhuriyet’in basmak istediği karikatürde hakaret yok ki. Peygamberin çizilmesine laf söylüyorlar, ama bu da İslam kültürüne aykırı değil, Süleymaniye, Ayasofya Camii’nin kütüphanesinde onlarca peygamber minyatürü var”. Ona göre bu karikatürün, Türkiye gibi yüzde 99’u Müslüman olan, günde beş vakit ezan okunan bir ülkede basılması önemli, çünkü bu dini alanı tartışılabilir hale getirebilir ve bu olursa “memleket şaha kalkar, önümüz açılır”. Batıdaki tartışmalar çoğunlukla İslamiyet’in bir “aşırılık” taşıdığı yönünde. Sizce İslamiyette saldırganlık öğretisi var mı? Bunu anlamamız için iki kaynak var: dinin ana kitabı Kuranıkerim ve peygamberin yaptıkları. Bence ikisinde de saldırganlığı teşvik yok. En son çıkan kitabımın ismi; Demokratik Özgürlükçü İslam’dır. Bu, IŞİD’e panzehir olsun diye yazıldı. İslamda kadın hakları, cariyelik, kölelik, savaş, öldürme, cihat ne anlama geliyor, hepsini araştırdım. Kuranıkerim’deki bütün savaş ayetlerini inceledim ve savunma amaçlı olmayan, bir şart ileri sürmeyen hiçbir savaş ayeti olmadığını gördüm. “Size saldırırlarsa onlara cevap verin”, “Baskıya maruz kalırsanız misilleme yapın”, “Sizi öldürmeye gelirlerse öldürün”, deniyor. Ama hep bir savunma halinden bahsediliyor. Ama bizim inancımızla dalga geçiliyor, deyip bunun da bir saldırı olduğunu iddia edebiliyor insanlar... Kuran’daki alay etmeyle ilgili ayetlerin hiçbirisi öldürme emri vermiyor. Diyor ki, “Birisi dinle alay ederse oradan ayrıl. Sözü değiştirinceye kadar onlarla oturma, onlarla birlikte olma.” Bu önce Mekke’de müşrikler alay ettiğinde gelen En’âm süresi 68. ayette, sonra Medine’de Hıristiyanlar ve Yahudiler alay ettiğinde gelen Nisa süresi 140. ayette bildiriliyor. İkisi de pasifist tutum öneriyor. Dindar, öfkeyle hareket eden insan değildir, öfkesini kitapla sınırlandırandır. “Mahalle putu” algısı kırılmalı Türkiye’de bugün dini öğretileri dilinden düşürmeyen bir iktidar var. İslamiyet açısından AKP’nin durduğu yeri, İslamiyete etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? AKP 2002’de iktidar oldu, ben 2003’te Müslümanlar iktidarda ne yaparlar; devleti nasıl ele almalıyız, sorularına yanıt olarak, “Adalet Devleti” diye bir kitap yazdım. “Devlet kendiliğinden zulüm üreten bir kurumdur. Türk devleti olursa Türk’ün, İslam devleti olursa İslamın, Alevi devleti olursa Alevi’nin zulmüne dönüşür. Bunu dengeleyecek yegâne kavram adalettir”, dedim, “İlla dini kavramlar kullanarak devleti açıklayacak olursak devletin dini adalet, mezhebi eşitliktir”. Devletin millete başını örttürmek, zorunlu din dersi koyup Müslüman yetiştirmek, oruç tuturmak gibi görevleri yoktur. Ama öldürmemek, çalmamak, iftira atmamak, bir halkı sürmemek, hakka, hukuka, emeğe, alın terine riayet etmek, rızayla işbaşına gelmekgitmek, halkı yönetime katmak gibi görevleri vardır. Bunlar da dini bir görevdir aslında. Ancak mevcut muhafazakâr, dindar anlayış, biraz evvel arka planını anlattığım dini anlayıştan besleniyor. Biri çıkıyor, Allah’ın sıfatlarına şirk koşuyor. Biri, “Kuran’da akrabalarını kayırın diyor, ben de kayırdım”; diğeri “Hırsızlıkla yolsuzluk aynı değil” diyor. Oysa yolsuzluk daha büyük suç, kamunun malını çalıyorsun. Öbürü, altı yaşındaki kızla evlenilebilir, diyor. Anlayacağınız, sorgulanmamış eski İslam kültürü bütün cemaatleriyle, din anlayışıyla içini kusuyor. Peygamber Medineli bir yoksul gibi yaşadı, sarayı olmadı. Lüksten, şatafattan uzak durdu. Ama siz devletin imkânlarını ele geçirince saray, villa yaptırıyorsunuz. Ebuzer Gıffari, Muaviye’ye bir laf söyler; “Eğer bu sarayı halkın parasıyla yaptırdıysan hırsızlıktır, haksızlıktır. Eğer bu sarayı kendi paranla yaptıysan israftır, haramdır”. Bu laf şimdi de geçerli. Hurafelerle yüzleşme kaçınılmaz Şimdiye kadar dini kullanan bu hurafelerle neden yüzleşilemedi? Geçmiş çağlar boyunca yüzleşenler oldu, ama sesleri fazla çıkmadı. Çağımızda da sadece biz değil, dünyanın başka yerlerinde, İslam ülkelerinde şairler, filozoflar ses yükseltiyor. Ama bu hususta Müslümanlar bana göre tarihin gerisinde kaldı. Geçmişi sorgulamayıp atalara ve geleneklere körü körüne bağlılık bir yanlışın tarih boyunca sürmesine neden oldu. Mesela saltanatın kaldırılması 1350 yıl gecikmiş bir devrimdir. Muaviye zamanında Bizans’tan ithal edilerek İslam dünyasına sokulmuştur. Araplar arasında babadan oğula geçen saltanat yoktur. Kabilenin büyüğü durumu vaziyet ederdi. Oradan özgürlükçü, demokratik, hoşgörüye dayalı, çoğulcu bir sosyalsiyasal model çıkabilirdi. Bazı dini gruplar, demokrasi küfürdür, hâkimiyet Allah’ındır diyor, ama saltanata sesini çıkarmıyor. Çünkü onu kendinden belliyor. Oysa asıl saltanat küfürdür. Belki Kuran çağın çok ilerisinde konuştu. O yüzden de bu yüzleşme şimdiye kadar gerçekleşmedi, ama gecikmiş olsa da, bundan sonra en azından tarih sahnesine çıktıkça, iktidarla, parayla karşılaştıkça, başka kültürle temas kurdukça nihayetinde olacak. l