23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

10 AĞUSTOS 2014 / SAYI 1481 3 Fotoğraflar: VEDAT ARIK Medya yalan söylüyor, utanmıyor ALİ DENİZ USLU Ö zgür Mumcu’nun duyduğu öfke ve tepki onu bir dönem siyasetten de yazmaktan da uzak tutmuş. Türkiye’de olup bitenler ayyuka çıkınca da çok istemese de yazarken bulmuş kendini. Uğur Mumcu’nun öldürülmesinin üstünden yıllar geçti. Katiller hâlâ bulunmadı. Mumcu, için vicdanların sızlaması değil adaletin yerini bulması önemli! O yüzden söyledikleri keskin; “failler, emirleri verenler, cinayetleri örtbas eden devlet büyükleri, savcılar, hâkimler, polisler hayattayken yapılamasa da bilecekler ki öldükten sonra isimleri bu yaptıklarıyla lekelenecek. Çocukları tarafından reddedilecekler!” Cumhuriyet’e hoş geldiniz. Buranın sizdeki anlamını tarif etmek elbette kolay değil ama nasıl hissediyorsunuz? Heyecanlıyım, iyi hissediyorum. Cumhuriyet’in “yenilenmesine” bir parça katkıda bulunmak benim açımdan önemli. Elbette bu değişimden köklerin sarsılması ve başkalaşması anlaşılmamalı. Cumhuriyet gazetesi bir tarih, Türkiye’nin yaşadığı her şeyin şahidi. Zaman içinde yaşadığı inişler çıkışlar da bu tarihin birer parçası. Cumhuriyet bir tavır gazetesidir, sevmeseniz de kayıtsız kalamazsınız. Bu gelenekten, bu okuldan “gerçek” gazeteciler yetişti. Şimdi yeni arkadaşlarla buradayız. Pek çoğunun yolu buradan daha önce de geçmiş. Mesela Ceyda Karan ilk stajını burada yapmış. Ahmet Özgür Mumcu’ya göre medyanın durumu rezalet. Mumcu “Çoğu medya organı, parti propaganda aracı. Şu havuz medyası denen şey ise tam bir kepazelik! Medya yalan söylüyor, utanmıyor. ‘Özgürlük var’ deniyor, yalnızca havuz medyasının ‘saçmalama özgürlüğü’ var!” diyor. Muhalefet edenlerin bir kısmının da muhalefet karikatüründen öteye gidemediğini anlatıyor. Şık zaten yıllarca çalıştı, Aydın Engin de Cumhuriyet’in yazıişleri müdürlüğünü yaptı. Geriye Murat Sabuncu ve ben kalıyorum. Benim çocukluğum burada geçti, Ankara Bürosu’nda büyüdüm. Deneyimli bir gazeteci olan Murat Sabuncu da sabah gazeteleri ilk okumaya başladığında büyük ihtimalle Cumhuriyet’le güne başlıyordu. Türkiye’de gazetecilik demek Uğur Mumcu demek! Babamın gazetesinde olmak hem tutkulu hem de çok güç! Uğur Mumcu tartışmasız Cumhuriyet tarihindeki en iyi gazeteciydi. Ama ben onun devamı değilim. Kaldı ki gazeteci değilim. Gazetede yazıları çıkan biriyim. Gazeteciyim demek işi gazetecilik olanlara haksızlık olur. Hukuk fakültesinde öğretim görevlisiyim. Cumhuriyet ise elbette çok şey hatırlatıyor, sadece logosu bile çocukluğum demek. Zaten pek çok çalışanı da o dönemden tanıyorum. Şimdi de burada yazmak ve yapabilirsem katkıda bulunmak bana iyi gelecek. Yazmaya nasıl başlamıştınız? Ben hiç düşünmedim gazeteye yazmayı, geç de başladım o yüzden. Bir tepki ve öfke olarak siyasete uzaktım. Apolitik değildim ama uzaktan izliyordum. Çok da görünür olmak istemiyordum. Ama yıllar geçtikçe memlekette olup bitenler beni daha da rahatsız etmeye başladı. Sonuçta çok istemesem de kendimi yazarken buldum. Önce internette sonra da Birgün ve Radikal’de. Nispeten de geç başladım aslında. Birgün’de yazmaya başladığımda 32 yaşındaydım. Şu an 37 oldum. Yani o kadar da genç yazar sayılmam. Radikal gazetesi baskıyı bırakıp, dijitale geçti. Cumhuriyet’ten teklif o zaman gelseydi ne yapardınız? Radikal matbaadan çıkmasaydı ve bu teklif gelseydi Cumhuriyet’ten kabul ederdim. Sadece bana teklif gelse belki tereddüt ederdim ama genel bir atılımın parçası olmak fikri hoşuma gitti. Aslında ilk yazım da 2000’li yılların başında Cumhuriyet’te çıkmıştı. Doktora tezim “İşgal Hukuku”ydu. Amerika’nın Irak operasyonunun hukuka niye aykırı olduğunu yazmıştım. İki bölüm halinde yayımlanmıştı. Bu arada Cumhuriyet’e geldikten sonra “Fethullahçı” da oldunuz? Bu yeni mesela... Daha evvel de hükümet yanlısı ve darbeci de olmuştum. Bazen ikisini aynı günde ve aynı yazı nedeniyle olabileceğiniz bir ülke burası. Bir cemaatçilik eksik kalmıştı o da tamamlandı. Cemaatçilikle suçlayanlar biraz akıl fukarası, biraz da bir merkezden aldıkları talimatla Cumhuriyet’i itibarsızlaştırmaya çalışan odaklar. Ciddiye alınmamalılar ancak teşhir edilmeliler. Dünyanın en büyük binası Çocukken Cumhuriyet’in Ankara bürosuna çok sık giderdim. İstanbul’daki tarihi konağa da bir kaç defa gelmiştim küçükken. Dünyanın en büyük binası zannediyordum orayı! Ankara bürosunda Rıza Ezer’le beraber fotoğraf tab ederdik. En sevdiğim işti, sanırım yaklaşık altı yaşındaydım. Bir de teleks makinasının başına otururdum, delikli sarı kâğıtlarla oynardım. Bazen de daktiloyla haber yazdırırlardı, yayımladıklarını zannetmiyorum tabii. Teyp deşifresine de yardım ederdim. l Türkiye’de oylar büyük oranda dini hassasiyetler ve ekonomik nedenlerle veriliyor. 90’lı yılların ekonomik istikrarsızlığı bugüne çok net bir tavır olarak yansıyor. Bana sorarsanız Cumhurbaşkanlığı seçiminden çok, sonraki genel seçim önemli. Çünkü anayasayı tek başına değiştirecek çoğunluğa ulaşma ihtimali var AKP’nin. Zaten rejim bir adamın üstüne kurulu, tam otoriter bir hal alacak öyle olursa. Bu korkum ve öngörüm. Bugüne kadar yaşadıklarımız, baskının şiddeti de bunun göstergesi. Putin’in Rusyası, Orban’ın Macaristan’ı gibi bir ülkeyiz şu anda. Bu da gurur kırıcı bir tablo. HÜKÜMET PARANOYAKÇA DAVRANIYOR Muhalefet niye başarısız? Muhalefet partileri oy olarak üst sınırlarına ulaşmış durumdalar bana sorarsan. Daha fazlasını beklememek gerekiyor. Daha fazlası için yeni bir söylem geliştirmeleri gerekli. Muhalefet bence şu anki tavrıyla alabileceği en iyi oyu alıyor. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kendi içinden çözülmesi de bir ihtimal. Zaten muhalefet de oradan oy alabilmek için denemeler yapıyor. Hükümet uzun zamandır paranoyakça davranıyor, hep bir suçlu buluyor. Hep bir düşman yaratmak ve onunla kavga etmek isteyen bir iktidar bizimki. Bunun için kullanılan yeni medyanın saçmalama özgürlüğü de insanların ne kadar ahmak olduğunu göstermek açısından önemli. Şimdi de saçmalayanların karşısında durma özgürlüğümüz elimizden alınmak isteniyor. Artık duyulmuyoruz, sesimiz çıkmıyor. Çaresiz hissettiğimiz oluyor ama yılgınlığa kapılmamamız gerekli. En kötü ihtimalle otuz yıl sonra insanlar gazeteye baktığında “herkes delirmemiş bu ülkede o dönemde, gerçekleri görenler de olmuş” derler. Hiçbir işe yaramasa yazmak ileride okuyacaklara yarar. Cumhuriyet’te pazartesi, çarşamba ve cumartesi yazacaksınız. Gündemin takibi ve yorumu için iyi bir frekans bu. Sahaya inmek de uzak değil sanırım? Sahaya inebilirim. Zaten haberin izlenim olarak yazılması taraftarıyım. Köşe yazarlığı ya da bu şekliyle köşe yazarlığı lüzumlu mu onu da düşünüyorum. Bunu kendime de bir özeleştiri olarak söylüyorum. Bir dönem popüler medya figürü olarak da magazin basını peşinizdeydi. Bu görünürlük hali sizi rahatsız etti mi? Elimde olan ve istediğim bir şey değildi. Memnun olmadım tabii. Çok da takip etmedim aslına bakarsan. l Öfkem dinmiyor Bu ülkede öfke ile umut kardeş gibi. Siz öfkenizi dindirebildiniz mi ya da umudunuz koruyabiliyor musunuz? Öfke dinmez. Ama önemli olan öfkeyi üretici bir güce dönüştürebilmek. Sakin bir öfke omurganın yamulmaması için lazım. Faili bulunmayan her cinayete ortağız ve görmesek de hepimizin elleri kanlı. İnsanlar göz göre göre katledilirken, vicdandan bahsetmek mümkün mü? Bu bir vicdan meselesi değil hak meselesi. İnsanların yaşama hakları ellerinden alındı ve bunun hesabı sorulmalı. Vicdanlar sızlarsa ne ala. Ama sızlasa da sızlamasa da adalet yerini bulmalı. Er ya da geç de öyle olacak. Failler, emirleri verenler, cinayetleri örtbas eden devlet büyükleri, savcılar, hakimler, polisler hayattayken yapılamasa da bilecekler ki öldükten sonra isimleri bu yaptıklarıyla lekelenecek. Çocukları tarafından reddedilecekler. Ankara’ya ne sıklıkla gidiyorsunuz, hâlâ o evde misiniz? Biliyorum sorması saçma anlatması tuhaf. Hatırlıyorum da arabanın enkazının görüntüsü o günlerde gözümün önünden hiç gitmemişti. Hala da aklımda. Ankara’ya istediğim sıklıkta gidemiyorum. Elbette hâlâ o evdeyiz. Başka bir yere taşınmak, kaçmak bir çözüm değil ki. Hatta orada olmak belki de yaşananları daha kolay atlatmanı sağlıyor. l HAVUZ MEDYASI TAM BİR KEPAZELİK Türkiye’nin marazı hep aynı, siyasal çizgisinde değişim var mı? Ana fay hatlarındaki gerginlikler aynı, bir şey değişmiyor. Türkiye’de her şey yalnızca şekil değiştiriyor, kamplaşmaların tarafları değişiyor. Ülkede sürdürülebilir tek şey gerginlik! Siyaset yapmanın da bir yöntemi bu. Ama bir şekilde beraber yaşamanın yolunu bulmamız gerekli. Çünkü iktidar bu sorumluluğu almıyor, çok kötü bir sınav veriyor. Peki ya yeni medya? Medyanın durumu rezalet! Elbette her dönemde hükümete yakın medya organları olur ama burada durum farklı. Çoğu medya organı parti propaganda aracı. Bunu da biliyorlar ve bu durumdan rahatsız değiller. Şu havuz medyası denen şey tam bir kepazelik! Orada çalışan arkadaşlarımızın olması bu gerçeği değiştirmiyor. Yeni medya otoriter rejimlerdeki propaganda araçlarından farklı bir şey değil. Medya yalan söylüyor, utanmıyor. Yalanın bu kadar kutsandığı bir döneme az rastlanır. “Özgürlük var” deniyor, yalnızca havuz medyasının “saçmalama özgürlüğü” var! Neredeyse yazı yazabildiğimiz için şükretmemizi isteyen bir anlayış mevcut. Muhalefet edenlerin de bir kısmı muhalefet karikatürü. İçi boş temelsiz bir muhalefet bu. Hükümet karşıtlarının yüreğini soğutmak için yapılan gazetecilik de hükümete yarıyor, hatta bazı zamanlarda kendi medyasından çok daha faydalı oluyor. Bu tuzağa düşmemek gerek. Son tahlilde umutsuzluğun getirdiği genel bir kabulleniş mi var üstümüzde? Toplum farklılıklardan ibarettir. Herkes birbirine benzese zaten çok sıkılırdık. C M Y B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear