22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

6 27 NİSAN 2014 / SAYI 1466 Seyirci her güldüğünde çok korkuyorum Enis Arıkan’ın bir transı, Orkide’yi, canlandırdığı Garaj oyunu bilmediğimiz bir dünyanın kapılarını aralıyor. Garaj, çok güldürüyor izleyeni, çok da acıtıyor. Bunda Arıkan’ın oyunculuğu önemli çünkü sahneye “gerçek” bir insan çıkarıyor. O rkide, yanımızdan görmeliydi. Günde on saat geçerken çoğumuzun göz prova yaptık. Hep daha fazla ucuyla, daha da kötüsü kadın olmamı istedi İpek. Zaten bazılarımızın dışlayarak baktığı biri. yönetmen İpek Bilgin olunca O bir trans. Bir yılbaşı gecesi bir cebindeki her şeyi çıkartıyorsun garajda yolu, “biz”in içinde ve o daha fazlasını istiyor. Tabii sayılacak “normal”likte olan fiziksel görüntüme de önem Kahraman’la kesişiyor ve işte verdim. On kilo verdim. Yüzümü çizgiler de o zaman kırılıyor. Orkide nasıl köşeli yapabilirim, dudağımı ESRA ve Kahraman’ın aşkı, şiddeti, nasıl büyütebilirim, burnumu AÇIKGÖZ yalnızlığı, kısacası hayatın ta nasıl küçültebilirim; Bütün makyaj kendisini konuştukları bir saatlik tekniklerini öğrendim. Her gün sohbete tanık olduğunuzda aslında topuklularla yürüyüş çalıştım. birbirimizden çok da “farklı” olmadığımızı En çok ne zorladı sizi bu rolde? daha net göreceksiniz. Gülmekten kendinizi Tanımadığım birinin evine gittim, iki alamayacağınız, ancak her gülüşünüzün bardak çay içtim ve bir saat boyunca Damla içinize oturacağı bir oyun Craft Tiyatro’nun Müjde’nin, hikâyelerini dinledim. Evden “Garaj”ı. Biz de bu oyunda Orkide’ye can çıktığımda hiç unutmuyorum, tüylerim diken veren Enis Arıkan’la konuştuk. dikendi, vücudum uyuşmuştu. Bir yandan Garaj oyununa nasıl dahil oldunuz? çok komik, bir yandan çok dramatikti İpek Bilgin bir oyunumun çıkışında yanıma dinlediklerim. Hep, ne olur seyirci benim o geldi, “Elimde bir metin var, sen oynarsan gün yaşadığım duyguyu benle yaşasın, başka yapacağım ya da yapmayacağım” dedi. Bu hiçbir şey istemiyorum, dedim kendime. beni çok heyecanlandırdı. Metni okuyunca En zoru işte buydu. Seyirci her güldüğünde hemen aradım İpek’i. Çünkü metni çok hâlâ çok korkuyorum. Çünkü altında yatan sevdim. Komik bir dili vardı, bir yandan çok dramatikliği anlamasını çok istiyorum. gerçekçiydi. Hem İpek yönetecekti... Birlikte Evet, oyun güldürü dozajı yüksek olsa uzun bir prova sürecine girdik. da, LGBTİ bireylere yönelik nefreti, şiddeti, Ne çekti sizi Orkide’de? yalnızlaştırmayı gerçekten çok net bir Oyun teklif edilmeden bir ay önce, camdan şekilde ortaya seriyor ve insanı gülmekten bir trans seni seviyorum, diye bağırdı. Sabahın utandırıyor da bir yandan... beşinde, arkadaşlarımla evine çay içmeye Evet, çok gülüyorlar ancak hepsinin çıktık, arkadaş olduk Damla Müjde’yle. yüreği çok acıyor. İpek de her duyguyu Orkide’yi okuyunca Damla’ya çok benzettim yaşayabilelim, Orkide’nin bütün gerçek ve bunu oynamalıyım, çok doğru yazılmış diye halini görebilelim, diye çok uğraştı. Bana en düşündüm. Kemal’in çok komik ve samimi bir güzel eleştiriyi Serkan Altunorak yaptı; “Çok dili var. gülüyordum, sonra ağlamaya başladım, sonra Zor bir rol, genelde LGBT karakterler tekrar güldüm, içimden Allah’ım deliriyorum dizilerde, tiyatroda “karikatürize” diye düşünmeye başladım” demişti. edilir, ancak siz çok gerçeksiniz. Nasıl LGBTİ camiasından izleyenler oldu mu? hazırlandınız role? Tabii, en çok o gün heyecalandım. Kafamda tek bir cümle vardı; kadın olmak. Onların nasıl bulduğu çok önemliydi benim Seyirci beni izlediğinde kadın duygularını için. Oyundan sonra muhabbet ettik, bana “Sen beni oynuyorsun” dediler. İnsan daha başka ne duymak ister! Sonra daha eğlenceli muhabbete girdik, burnunu nasıl yapıyorsun, yanağını nasıl boyuyorsun, diye sormaya başladılar. Onlara taktikleri söyledim (gülüyor). Orkide baskın bir karakter, oyunun tek kişilik bir şov olmaması için kendinizi dizginlemeniz gereken anlar oldu mu? Aslında dengeleri hep İpek kurdu. Kahraman ve Orkide çok zıt karakterler. Evet, Orkide çok parlak bir karakter, çoğu izleyen onu söylüyor; bir müddet kaşı nasıl, vücudu nasıl böyle görünüyor, elbisesi nasıl diye beni inceliyor insanlar. Seyirci bana alışıyor ve sonra ikimizi birlikte izlemeye başlıyor. Eşitleniyor ikisi. Sizce bu oyundan insanlar nasıl çıkıyor? Oyunu izleyenlerin sokakta bir trans birey görünce, onun kendilerinden farklı olmadığını anımsayacaklarını düşünüyorum. O bana yeter. Hiçbirimiz onların hayatını bilmiyoruz. Ben de çoğu şeyi Damla Müjde’den sonra öğrendim. Bir erkeğe âşık oluyor, üç sene boyunca iş yapmıyor. Sonra trafik kazasında çocuk ölünce, hayat şartları yüzünden sokakta çalışmaya başlıyor yeniden. Koluna aşkının dövmesini yaptırmış... Bunlar beni çok etkiledi. İnsanların bunları duyması, öğrenmesi gerekiyor, o yüzden bu oyunlar çok önemli. Twitter’da bir transın elinde, “Ecelimle ölmek istiyorum” yazan bir pankart gördüm, çünkü bütün arkadaşları öldürülmüş. Oysa eceliyle ölmek herkesin hakkı! Yarın Afife Jale Ödülleri açıklanacak. Benim adayım sizsiniz... Güzel bir şey tabii Afife Jale gibi bir ödüle aday olmak. İçinden; “Vay be büyüdüm. Başıma bunlar da geliyor” diyorsun. Almasam da o beş erkekten biriyim. Onunla da mutlu olacağım. Uçurum dizisinde otizmli bir bireyi canlandırmıştınız. Şimdi de Orkide. Çok da toplumda yan yana gelmediğimiz kişileri gösteriyorsunuz bize, üstelik de üzerinizde hiç sahte durmadan. Ben öyle karakterleri seviyorum ve oynamaktan çok keyif alıyorum. O yüzden bana sanırım böyle zor, farklı roller gelmesinin nedeni de hep o. Daha çok çalışıyorsun, her şeyini değiştiriyorsun. Araştırıyorsun. Daha fazla gelişiyorsun. Bunlar da işime yansıyor herhalde. İnşallah hep böyle güzel roller denk gelir. Oyunculukta hedefiniz nedir? Öyle hayaller kurabilen biri değilim. Ama önce iyi bir insan olayım, sonra da iyi bir oyuncu, başka da bir hayalim yok. Tiyatronun garip bir tutkusu var. Tek beklentimiz seyirciden iki güzel cümle, alkış alabilmek. Biraz delilik, biraz aşk galiba. Garaj’ı her gece oynarım. Bana hiç izin vermeseler de olur. İki ay sonraya bile insanlar bilet bulamıyorsa, şımarıklık yapma lüksüm yok. l A İzleyip bu derde ortak olun, istiyorum... lzheimerli anne ve ona bakan oğlunun hikayesinin anlatıldığı “Nergis Hanım”, Görkem Şarkan’ın ilk uzun metrajlı filmi. Bu film Şarkan’a 33. İstanbul Film Festivali’nde Seyfi Teoman En İyi İlk Film ödülünü getirdi. Sahnelerde ve ekranlarda görmeye alışık olduğumuz Şarkan, bu filmde yönetmen koltuğunda. Settar Tanrıöğen, Zerrin Sümer, Begüm Akkaya ve Faruk Barman’ın yer aldığı filmde Şarkan, toplumsal olarak rahatsız olduğu noktaları bir film aracılığıyla herkese göstermek istediğini söylüyor. “Nergis Hanım” bir anneoğul hikâyesini anlatıyor. Ancak sıradan, kutsanmış aile öğretisinin dışında bir anlatı bu. Bu hikâyeyi oluşturmaya nasıl karar verdiniz? Emekli maaşıyla geçinen bir anne ve oğlunu anlatıyor “Nergis Hanım” filmi, anneden kalan eski bir evde oturuyorlar. Onları bir arada tutan şey de bu mülkiyet zaten. Anne alzheimer, oğluyla ortak bir geçmiş kuramıyor ama oğlu annesine bakmak zorunda. Bu öğretilmiş, öğrenilmiş bir görev. Bu toplumsal baskı, vicdanla ilgili kendine koyduğu sınır, tabu; benim canımı sıkıyor. Diğer yandan hepimizin günlük hayatta denk geldiği buna benzer şeyler vardır. Hasta anne ve oğlu aynı evde kalır ve evlat anneyi döver, seslerini duyarız ama müdahale etmeyiz, onları terk ederiz ve bu terk edişte bahanemiz hazırdır; “aile işlerine karışılmaz”. En önemlisi de onlar bizden değil, düşüncesi. Çünkü aile sadece kendi mensuplarını önemsemeyi ve gözetmeyi salık verir. Ben bunlardan rahatsızdım ve böyle bir hikâyeyle rahatsızlığımı görünür kılmak istedim. Fotoğraf: VEDAT ARIK “Nergis Hanım”, ilk uzun metrajlı filminiz. Bu filmden beklentiniz nedir ya da anlatmak istediğinizi aktarabildiniz mi? İçimde soyut olan bir şeyi somutlaştırmak dışında bir derdim yok. Filmden tek bir beklentim var, umarım kendi içimdeki derdi yeterince görünür kılabilmişimdir. Filmi izleyenler de bu derde ortak olurlar. Set süreci nasıl geçti? Settar Tanrıöğen ve Zerrin Sümer ile çalışmak nasıldı? Oyuncularla senaryoyu paylaştığımda senaryoyu ve niyetimi sahici buldular. Benim yapmak istediğim şeye inanıp ortak olmak istediler. Bu ortaklaşma işimi çok kolaylaştırdı. Setin ikinci gününde Gezi olayları patladı, ülke karıştı. Hepimiz bu sürece dahil olmak istedik ve seti dört gün durdurduk. Psikolojik olarak zor bir dönem yaşadık. Settar Tanrıöğen, Zerrin Sümer, Begüm Akkaya, Faruk Barman; bu saydığım oyuncuların oyunculukla ilgili gerçekten bir dertleri var. Meslekleriyle ilgili kafaları net. Filmde sorunsuz bir şey varsa o da oyunculuk bence. Filminiz 33. film festivalinde yer aldı. Üstelik daha ilk uzun metraj filminizle ödül bile aldınız. Filmi içinizdeki derdi görünür kılmak için yaptığınızı söylediniz, ama ödül beklentiniz mutlaka vardır. Neler hisettiniz ödülü aldığınızda? Ödül beklemiyordum, fakat ödül almayı ümit ediyordum tabii. Çok iyi bir his elbette, takdir edilmenin her türü insani iyimser yapar... Ben bir şey hayal ettim ve bunu insanlara da aktarmak istedim. Festivalde bu film görünür oldu, insanlar gördü ve derdimi paylaştılar. Bu bana mutluluk veriyor. Görkem Şarkan için oyuncu, yazar, senarist ve müzisyen gibi sıfatlar kullanabilirsiniz ama o kendisine sadece insan sıfatını yakıştırıyor. Bu genç adam şimdilerde senaryosunu ve yönetmenliğini üstlendiği ilk uzun metrajlı filmi “Nergis Hanım”la 33. Istanbul Film Festivali’nde Seyfi Teoman En İyi İlk Film ödülünün sahibi oldu. Bu ödül sizi sinema için cesaretlendirdi mi? Başka filmler de görecek miyiz? Eylem, onaylanma beklentisi ya da ihtiyacı duyuyorsa, o eylemi gözden geçirmek gerekir. Eğer beni harekete geçirecek yeni bir şey doğarsa içimde ve o şey biçim olarak sinemaya uygun olursa, film yapmak için elimden geleni yaparım. Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkileri dördüncü yılında bırakıp konservatuvarda tiyatroya girdiniz. Buna nasıl cesaret ettiniz, karar verdiniz? On bir, on iki yaşlarında müzik eğitimine başladım. Ama asıl eğitim işin içine girince, sanat dalları hobi olarak yapılacak işlermiş gibi gözüküyor. Tüm ailelerde bu tür refleksler var. Ben de müzik okuma hayaliyle başladım, ama siyaset bilimi okurken buldum kendimi. Tiyatroya ilginiz olduğunu nasıl fark ettiniz? Neden siyaset okuyorum dedim ve bırakmaya karar verdim. Okuldan kaydımı aldım ve ne yapacağımı düşünürken Kenter NERMİN tiyatrosunun önünden GEYİK geçtim, ilgimi çekti, oradakilerle konuştum. Aklımda tiyatroyla ilgili bir fikir oluştu. İki buçuk aylık eğitimler vardı ve buna katılmak istedim. Daha sonra konservatuvar sınavlarına girdim. Konservatuvarı da altı senede bitirdim. Türkiye’de diziler, filmler basit işlermiş gibi görülür, yeri geliyor biz bile kendi işlerimizi küçümsüyoruz. Sizce bizim eğlence sektöründeki eksiklerimiz neler? Bu aslında bir tür oryantalizm. Batılılaşma hamlesi bize şunu zerk etti; kendi coğrafyamızın kültürünü dışlamak ve onu zamanın ruhuna taşımaktansa yok saymak. Kendi kültürümüzü dışlayıp “batıya benzemeye” gayret ettik. Bu coğrafyaya ait bir aydınlanmanın peşine düşmektense, batılılara benzeme derdine düştük. Popüler gündemin sorunu; Twitter. Kapatıldı, açıldı. Tekrar kapanabilir, denildi. Tiyatrolar da tahrip ediliyor. Bir tiyatrocu olarak bu özgürlük karşıtı gündem sizi de rahatsız etmiyor mu? Öncelikle ben bir tiyatrocu veya bir erkek gibi bakmıyorum hayata, eko sistemin içindeki herhangi bir canlıyım. Benim sorduğum soru; ben neden böyle bir özgürlüğe ihtiyaç duyuyorum; Bunu kısıtlayan da neden bu özgürlüğü tehlikeli buluyor? Bu eylemlerin kökenlerini tartışmalıyız. Yasaklamalar beyhude çabalar. Tiyatro sahnelerinde görüyoruz sizi, bunun haricinde senaryolarınız var, müzikle ilgileniyorsunuz, şimdi de yönetmenlik. İşiniz ne desem, nasıl tanımlarsınız? Oyunculuk, yazarlık, yönetmenlik, müzisyenlik yapıyorum, evet, ama bunlarla kendimi tanımlamıyorum. Bu enstrümanları kullanmak için çalışıyorum aslında. Anlatmak istediğimi elimdeki enstrümanlarla anlatmaya gayret ediyorum. l C M Y B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear