28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

8 Neva’yla Ilgın’ın hikâyesi yıllardır dilden dile anlatılan bir aşk trajedisiydi. Bu gerçek hikâye temelde şehirde hep sorgulanan ama hiç konuşulmayan bir şeyi, bekâreti, kadının cinsel geçmişini ele alıyordu. Ilgın Olut’un beyninin içindeki hayaletin kâğıda döktükleriyle başlayan bu trajedi artık film oldu. Biz de hikâyenin kahramanı Ilgın Olut ve filmin yönetmenlerinden Can Arca’yla Neva’ya ve yaşananlara geri döndük. DENİZ ÜLKÜTEKİN “Neva” filminden bir kare. 15 EYLÜL 2013 / SAYI 1434 N NEVA; şehirli bir aşk trajedisi... Peki siz yönetmen olarak hikâyeye nasıl yaklaştınız? Can Arca: Ilgın’la tesadüfen tanıştık. Bana kitaptan bahsetti, biraz sohbet ettik. Bana göre yaşanmış bir hikâye ve yaşananlarla olan bir hesaplaşma var. Ilgın’ın bugün ki bakış açısı var. Sonra kitabı okudum, bana ilk cazip gelen şuydu; kitabı okuyan herkesin bir yorumu vardı “haklı ya da haksız” diye. Senaryo üzerinde çalışırken de şuna karar verdik. Burada amacımız bir cevap vermek değil, bazı dertler üzerine insanları sorgulamaya yöneltmek olmalı. Karşındaki insanın geçmişini nereye kadar sorgulayabilirsin? Hatta orada “masumiyet nedir”e varan bir soru var. Bekârete hep töre olarak bakılmış, oysa bunun bir de şehirli yönü var. Herkesin kafasına taktığı ama asla konuşmadığı. Sonra insanlar, “tamam da artık böyle aşklar var mı” demeye başladı. Ilgın da ben de sonsuz aşka inanıyoruz. Bazılarına bunu anlatamıyoruz, Ilgın çok cesur, bütün dünyaya anlatıyor. eva, kitap raflarına ilk düştüğünde bir şehir efsanesi olarak dilden dile yayılmıştı. Ilgın’la Neva’nın çıkmaz bir sona doğru ilerleyen, adım adım çaresizliğe sürüklenen ve sonuçta Neva’nın intihar girişimiyle sonuçlanan gerçek bir hikâyeden kâğıda yansımış bir şehirli aşk trajedisiydi. Ilgın, Neva’yı çok seviyor, onunla evlenmek istiyor ama geçmişini, cinsel hayatını aklından çıkaramıyor ve sorgulamaktan, sorguladıkça da sinirlenmekten kendini alamıyordu. Ancak Neva naifliği ve sevgisiyle sıradışı bir karakterdi. Hiçbir zaman Ilgın’a karşı gelmeyi denememiş, bunun bedelini de yaşadığı suçluluk duygusuyla ödemişti. Kitap çıktığında yazarı Ilgın Olut önce pişman olmuş kitabı toplatmaya çalışmış ama kitap çok satanlar listesine girmişti. Yaşananların üzerinden bir hayli zaman geçti. Neva şimdi film oldu. Can Arca ve Birkan Uz’un yönetmenliğinde çekilen film bu hafta içinde vizyona girdi. Biz de hikâyenin asıl kahramanına ulaştık. Ilgın Olut, yaşananlara artık başkasının gözüyle bakıyor. Hatta o kadar ki, hikâyenin kahramanını bile başkalaştırmış. Onun için kitabı yazmak bir terapinin başlangıcı olmuş. Filmle birlikte artık hayatın başka bir sayfasını açmanın zamanı geldiğini söylüyor. Ilgın Olut ve Can Arca’yla yaptığımız sohbet de tüm bu yaşananların bir hesaplaşmasıydı aslında... Bu kitabı yazma işi çok zor bir karar olmuştur mutlaka sizin için. Nasıl gelişti olaylar? Ilgın Olut: Planlı programlı olan bir şey değildi. Bir anda gelişti oturup başımdan geçenleri yazmak şeklinde oldu aslında. İyi de yapmışım herkesin bir şeyler yazması gerektiğini düşünüyorum, çünkü bir terapi gibiydi yazma süreci. Yazdığım zamanı aslında pek hatırlamıyorum. Başlarken hatırlıyorum ama depresyondaydım herhalde yazarken pek hatırlamıyorum. Objektif olmak da bir hayli zor olmuştur. I. Olut: Evet ama, başardığımı düşünüyorum. Haklılık haksızlıktan daha farklı bir kategoride düşündüm. Böyleydi böyle oldu. Hayatla ilgili de hep böyle düşündüm aslında. Yaşadığınız olay çok zor bi durum. Pişmanlığınız oldu mu? Bu pişmanlıklar kitaba yansıdı mı? I. Olut: Pişmanlıklar oluyor tabii, ama dediğim gibi yazma sürecindeki terapi ardından, film de kalan pişmanlığı bitirmiştir. Ilgın Olut ve Can Arca. Fotoğraf: UĞUR DEMİR Birkan’la birlikte cevap vermemeye çok özen gösterdik. Filmde bekâret lafı bile geçmiyor ama asıl sorgulanan o. Sinemada bir karakteri ele alan yönetmen onu psikolojik olarak da çözümler. Siz bu açıdan Ilgın’a nasıl bakıyorsunuz? C. Arca: Ilgın’la burada oturuyoruz, ama bir de kitaptaki Ilgın var. Öyle bir açmaz oldu ki, artık senaryo üstüne konuşurken, “Ilgın böyle yapmış” diye konuşuyoruz. Ilgın bunları yaşarken başka biriydi sonuçta. I. Olut: Bence gerçek aşk yaşanan her şeyi masum kılıyor. Filmdeki Ilgın’ın derdi de sevgisizlikle. Sevgisiz yaşanan ilişkileri basit buluyor. Öyle ama sonuçta mağdur olan neden Neva? Aslında Ilgın’ın çıkış noktası daha çok geneli yargılamak. I. Olut: Mağduriyeti, Neva ‘nın naifliği ve kırılganlığından kaynaklanıyor. Sevgisini kaybettiği anda hayat onun için tamamen bitiyor. Sevgisini kaybettiği anda yaşamanın anlamı kalmıyor..Hayatında sevgi olmadığında hiçbir şey olmayan kadınlar nadiren de olsa karşıma çıktı hayatta. Neva da öyle bir kadındı. Duygular ne kadar naif, ne kadar masum olsa da karşımızdaki insana zarar verebiliyor. Siz tüm bunları yaşarken Neva’ya böyle bir zarar gelebileceğini düşünmüş müydünüz? I. Olut: Düşünmemiştim. Karşımdakinin çok kırılgan, naif bir insan olduğunu biliyorum ama ne kadar gideceğini, nereye kadar gideceğini tahmin edemiyordum. Sınır koyamıyorsunuz. Karşınızdakinin “yeter” demesini bekliyorsunuz, o ise bunun yerine sonuna kadar gitmeyi tercih etti. Bunu asil bir hareket olarak mı yoksa karakter kırılganlığı olarak mı? I. Olut: Bence naiflik çok kolay bulunan birşey değil ve benim için değerli. Siz bir yönetmen gözüyle Neva’yı nasıl tahlil edersiniz? C. Arca: Neva birçok kadının yaptığı hatayı yapıyor. Bütün hayatını Ilgın üzerinden yaşıyor ve daha da kırılganlaşmaya başlıyor. Sorunların üzerini sevgisiyle örtmeye çalışıyor ve bu onu işin içinden daha da çıkamaz hale getiriyor . I. Olut: Kitabı yazarken şunu fark ettim. Biri 26, biri 19 yaşında iki karakter var. Acınası durumdalar aslında, hayatlarında bir sorun var ve onunla başetmeye çalışıyorlar. Yanlarında da kimse yok. Aşk konusunda tecrübesizler ve sorunla başedemiyorlar. Kitaptaki yan karakterlerin ilişkinin sonunun gelmesindeki rolü nedir sizce? I. Olut: Herkesin fikri var. Kimisine Ilgın çok sert görünebilir, bir diğeri “Ilgın haklı” diyebilir. Yan karakterlerin de fikirleri alınıyor tabii, ama yapı değişmediği için ne kadar fikirlerini alırsa alsın anlık olarak etkili oluyor. Kalıcı değişimler uzun ve sancılı süreçlerdir. Zaten karakterlerin değişim yapacak kadar süreleri de olmuyor. Ancak tam tersi de olabilir, Neva’nın yerinde Ilgın da olabilirdi. Siz kitapta güçlü karakter olarak görünüyorsunuz. Bu açıdan söylediğiniz ilginç. I. Olut: Güçlü ya da güçsüz olmaktan ziyade, mutsuz olmak, hem mutlu hem de mutsuz olmak. İki duygu arasındaki zaman aralığının çok kısa olması ve bunu kaldıramamak sorun. Size kitabı yazdırdığını söylediğiniz beyninizin içindeki hayalet mecazi mi yoksa daha somut bir şey mi? I. Olut: Somut birşey. Yazdıklarınızı kâğıda döken o. Aslında yaşadıklarından en kolay kurtulma yolu bu. Somut bir yaratıya da dönüştürebilirsin. Beynimin içindeki hayalet olmasa bu şekilde işin içinden çıkamazdım. Son kitabım da güzel bir kitap oldu ama bunun gibi değil, yazdığım her anı hatırlıyorum. Neva’nın intihar ettiği anı anlatabilir misiniz? I. Olut: Tabii ki böyle bir şey beklemiyorsunuz. Karşınızdaki kişinin ne kadar yıkılmış olduğunu da anlıyorsunuz, ama sizin ona söyleyecekleriniz daha önemli, içinizdeki öfkeyi boşaltmak istiyorsunuz. Neva, Ilgın’ın baskısı altında yaptığını o kadar büyük bir hata olarak görmüş ki, artık “kefalet ödendi, beni seveceksin değil mi” diyor. Tüm olanlardan sonra Neva’yla görüştünüz mü? I. Olut: Hayır. Aradınız mı peki? I. Olut: Görüşmedik. Görüşebilirdiniz ama görüşmediniz öyle mi? I. Olut: Görüşmedik. Peki görüşmek istiyor musunuz? I. Olut: Hayır. l denizulk@gmail.com Kendimden yeni bir kadın yarattım DEVRİM EGE önetmenliğini ve senaryosunu Eric Rochant yazdığı filmde Cecile De France’e Jean Dujardin Tim Roth eşlik ediyor. Bu bir casusluk filmi, cüretkâr sahneleri de dikkat çekici. De France yönetmen Eric Rochant oyuncu deşifre eden bir şifre çözücü olduğunu, bu yüzden de sonucun herkesi tatmin ettiğini anlatıyor. Oyunculuğun bir terapi olduğunu düşünse de hayatın yalnızca bundan ibaret olmadığını da biliyor. “Möbius” filminde Jean Dujardin ile harikalar yaratıyorsunuz, her yırtıcı hem de çekici bir rolünüz var, zaten duruşunuz da öyle. Cazibeli olmak doğamda yok ve aslında pek de rahat olamadığım bir kalıp biçimi. Cannes Festivali veya başka bir törende yer aldığım zaman, makyaj yapıp şık giyinmek için ufak bir gayret göstermem gerekiyor. İzleyicilerin beklentisini yüksekte tutmak için bunu yapıyorum. Filmde, erkek karakterin Y ilk bakışta âşık olması gereken Amerikalı bir ticaret kadınını oynuyorum. Julia Roberts’ın son derece klas ve çekici olabilecek yönlerini araştırdım. Filmin cüretkâr sahneleri de fazla. Nasıl bir tecrübeydi bu? Karakterlerimiz bir yıldırım aşkını yaşıyor. Bu coşkuyu eksiksiz bir şekilde yaşatmak gerekiyordu. Jean’ın karakteri Moise, canlandırdığım Alice karakterinin seks oyuncağı rolünde. Onunla ruhsal anlamda derinlere iniyor. Yönetmen Eric Rochant benden tüm bu kasılma ve çarpıntılara, iç çekişlere, tatlı ihtiras, ölümle yüz yüze gelme ve cinsel doyum gibi yoğun duygulara çalışmamı istedi. Tüm bunlar çok özgün bir çalışmayı gerektirdi. Sanırım sonuç da herkesi tatmin ediyor. Rahatsız olduğunuz zamanlar hiç olmadı mı? Orgazm sahnelerini çekmek zordu ve beni korkuttu. Heyecan verici olması için, daha önce üretemediğim bir samimiyeti çizmem gerekiyordu. Fakat kendimden çok da fazla veremedim. Bu yüzden, o derin hazzın yüzümden okunabilmesi için yönetmen tarafından iyi yönlendirilmem şarttı. Bence işe de yaradı. Kendimden yeni bir kadın yarattım. Her ne kadar bunu bir hayat tarzı olarak kabul etmesem de, bu yeni duruş bana yakıştı. Bunu bir olgunluk olarak da görüyorum, dudağımın kenarında hep bir tebessüm var adeta ve bu çok hoşuma gitti. Filmleriniz gerçek hayatınızla bağlantılı mı, yani hiç etkileniyor musunuz çektiklerinizden? Hayır, çünkü yaptığım hiçbir şey beyinsel değil. Her şey fiziksel ve bedeninden akıp gidiyor. Bu yüzden hiçbir zaman çektiğim bir filmin özellikle beni ilerlettiği kanısına kapılmadım. Mesela biri benim tiyatro veya sinemada oynamamı yasaklasaydı tabii ki depresyona girebilir, bir kaosun içine sürüklenebilirdim. Bence oyunculuğun kendisi bir terapi. Ben de hayatıma anlam katmak için sürekli kendimi geliştirmeye ihtiyaç duyuyorum. Elbette yalnızca bundan ibaret değilim, benim büyük bir ailem var. l Cecile De France, “Möbius” filmiyle beyazperdeye döndü. Aşk için her şeyi göze alan ihtiraslı bir kadını canlandırıyor. De France, cazibeli olmadığını düşünse de izleyicinin beklentisini yüksek tutmak için çok çalıştığını anlatıyor. C M Y B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear