Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
2 9 HAZİRAN 2013 / SAYI 1420 AKP’nin koyduğu senaryoyu yaşamak istemiyorum “Aydınlanma yoksa ya kahramansındır ya da hain! Kahramanlardan ve hainlerden oluşan bir ülkeyiz. Tablo sürekli dönüyor, her hain bir kahraman, her kahraman da bir hain oluyor...” Haluk Şahin için günümüz Türkiye’sinin fotoğrafı bu. AKP’nin politikasını da; “kutuplaşma yaratmak, derinleştirmek ve safhalarını konsolide etmek. Her krizde de saflarına yenilerini katmak” şeklinde özetliyor. AKP, Türkiye’nin dere yatağını değiştirmek için çalışıyor Peki, ya AKP’nin geleceği? AKP’nin 2023 amacı ekonomik hedefler bir yana başka bir değişimi de beraberinde getiriyor. Türkiye’nin aktığı dere yatağını değiştirecekler. Türkiye, tıpkı Huntington’ın Medeniyetler Çatışması’ndaki gibi; “İslam dünyasının liderliği rolüne geri dönmeli. Zaten medeniyet değiştirmesi mümkün değildi Türkiye’nin. Zamanı gelince de bunu anlayacak ve özüne dönecektir.” İşte bu tarih onlar için bunu ifade ediyor. Ben bunun ihanetle, hainlikle ifade edilmesini uygun bulmuyorum. Ama bunu konuşmamız gerekir. Kaygılanıyorum, çünkü AKP’nin koyduğu senaryoyu yaşamak istemiyorum. Onlar için 1923 bir hata olabilir, benim için değil! En doğru şey 1923. Onlar 2023’ü zengin, güçlü ve dindar Türkiye olarak hayal ediyor. Ben ise zengin değil müreffeh bir ülke istiyorum, güçlü değil adil bir ülke istiyorum, dindar değil özgür bir ülke istiyorum. Onların gelecek tanımları çok başka, bizimkiler de öyle... Sol ve Cumhuriyetçi kesim hep savunmadalar, karşı hayaller üretmekte tembeller. Hayaliniz yoksa başkalarının hayalini yaşamak zorunda kalırsınız. Yine başa dönersek “Kanal Artı 1” üstüne ölü toprağı serpilen haberciliği uyandırabilecek mi? Üstüne basarak söylüyorum “muhalif” bir kanal değiliz. Biz evrensel gazetecilik ilkelerine göre habercilik yapıyoruz. Bizim derdimiz “çakmak” değil, gerçek haberi insanlara ulaştırmak. Uğur Dündar benim 47 yıllık dostum, asker arkadaşım. Yıllarca birlikte çalıştık. O haber dairesi başkanı, ben de haber ve kanalın danışmanıyım. İdari sorumluluğum yok. Olsa da kabul etmezdim. Kanalda “Türkiye Nereye” isimli bir de program yapıyorum. Bu bir haber kanal değil, genel program kanalı. Eğlence programı da var, yarışma da var. Belki habere ağırlık veren bir eğlence kanalı demeli. Yayın ağınızı genişlettiniz mi? Dijitürk, DSmart ve uydudayız. İnternette de canlı yayındayız. Erişim sorununu büyük çapta çözdük. Bir tek kabloluda yokuz, karasal yayınımız yok. Şu anki olanaklarla televizyon seyircilerinin yüzde 80’ine ulaşabiliyoruz. l H aluk Şahin medyadaki tasfiye dalgasında kahramanlar yaratır. Yenilik ve devrim sürüklenen, yok edilmeye çalışılan onlarca burada başlar. Tasfiye edilmiş, yok gazeteciden biri. Belki de şanslı olanlardan. Şahin edilmişler yeni bir gelecek yaratacaklar. “kaybedenlerin” kanalı olarak bilinen “Kanal Artı Bir”in Nedim Şener’i, Ahmet Şık’ı ve Soner haber danışmanı. Ayrıca “Türkiye Nereye?” isimli Yalçın’ı hatırlayalım. Soner Yalçın, “Biz programını hazırlayıp, sunuyor. Onunla birlikte aynı kaderi mahkeme solanlarını haber merkezlerine paylaşan Uğur Dündar, Ece Temelkuran ve Banu Güven çevireceğiz” demişti ve de bunu yaptılar! de “Artı Bir TV”de. Şahin basın tarihinin bu karanlık ve Meslek hayatınız boyunca cevabını lekeli döneminde “kaybeden” olmanın onurlu bir duruş almaktan korktuğunuz sorular oldu mu olduğunu söylüyor. “Karanlık dönemin kaybedenleri hiç? geleceğin kazananları” diyor. Elbette olmuştur. Cumhuriyet kuşağı “Kanal Artı 1” yeni medyanın dönüşümünden sonra olarak hepimizin kafalarında kör noktalar “kaybedenlerin”, “tasfiye” edilenlerin kanalı olarak vardı. Ben bunları itiraf ettim, kabullendim. anılıyor malum. Mesela Kürt konusunu konuşmakta Bu karanlık dönemin kaybedenleri uzun dönemin çok geç kaldım, çünkü Cumhuriyet’in kazananları. Biz bunu biliyoruz, siz de bir gün bileceksiniz. önüme koyduğu büyük anlatıya inanmıştım. Çünkü basın tarihinin bu lekeli döneminde kaybedenler Diyordum ki “yeterli zaman olursa buradan olarak anılanlar onurlu bir sayfada yer alıyorlar. bir ulus çıkar”. Bunun yanlış Türkiye’nin en parlak soruşturmacı gazetecileri olduğunu söylemiyorum ama kendilerini hapiste buldular, bir kısmı da işsiz dünya değişti, ulus devlet modeli kaldı. En başarılı köşe yazarları ortada yok! Ben başka yerlere kaydı. Zaten 45 yıllık ise kendimi bu başarılı kaybedenlerin arasında bir entelektüel hayat baştan sona sayamıyorum, ben onlar kadar iyi değilim, doğrularla olamaz. Herkes için ortalamayım. Tasfiye fırtınasında sözüne en geçerli bu. güvenilir olanlar, özgür düşünebilenler ortadan Yaftalamak ve söylenmiş tek silinirken zannettiler ki medya onlara kalacak! cümleden ideolojik olarak insanları Bazı şeylerin değiştiği ortada, peki mahkum etmek günümüzde moda. Siz ALİ DENİZ bildiğimiz basının sonu geldi mi? de hep bunun karşısında durdunuz? USLU Merkez medya çöktü, basın ahlakı da lüks. Hayatları tek bir cümleye, etikete Elbette basın ahlakına sadık meslektaşlarımız indiremezsiniz. Günümüzde geçmişe da var, onlar da ayakta kalma mücadelesi veriyor. Her yönelik revizyonist insafsızlık ve şımarıklık hat safhada. türlü yalanın ve iftiranın pervazsızca savunulduğu bir “Postal yalayıcılar”, “Kemalistler”... Mantıklı tartışmayı zamandayız, bu yalanların ve hakaretlerin adli biçimler engelleyen söylemler ve içerikler var. Geçmişle kazandığı bir korku dönemindeyiz. Beni Radikal’den insafsızca ve intikam duygusuyla hesaplaşıyorlar. tasfiye ettiklerinde, daha doğrusu attıklarında çok Herkes intikamın peşinde! Zaten biz bunları söylemek rahatladım. Çünkü sürekli tedirgin olmaktan, sansürden, istediğimiz için merkez medyanın dışına atıldık. onayonaysızlıktan rahatsız olacaktım. İçime sinmeyen Merkez medya siyahbeyaz. Değişimi ne şeylere tanık olmak istemezdim. Sonunda bazılarımız getirir? internet mevzilerine çekildi. Susmadık, kitaplarımızı yazdık. Bu biraz da eğitim sistemimizle ilgili. Ben “hain” Arada kaybolanlar da oldu. retoriğinden hiç hoşlanmadım. Ağır bir kavram Mesela Türker Alkan muhteşem bir yazardı, ve karşıtını üretiyor. Kültürümüzde de siyah beyaz Radikal’deydi, Cumhuriyet’te de yazmıştı. Radikal değerlendirme geleneği var. Dinde de öyle; Müslüman yönetiminin belirli listelere uyma kampanyasının olmayanlar kâfir, zındık, cehennem odunu... İşte neticesinde iki buçuk yıl önce susturuldu, köşesi elinden aydınlanma yoksa ya kahramansındır ya da hain! alındı. En ağır sansüre uğradı, yok edildi, buharlaştırıldı. Kahramanlardan ve hainlerden oluşan bir ülkeyiz. Pek çok insanın başına geldi bu. Abdülhamit dönemini Tablo sürekli dönüyor, her hain bir kahraman, her tekrar yaşıyoruz. Türk basınının en karanlık dönemi olarak kahraman da bir hain oluyor. Liberaller de nefret tarihe geçti 20072012. Biliyoruz ki karanlık dönemler üretiyor. İdeolojik çıkışlarının tam tersini yapıyorlar. l Poyraz rüzgârların en bilgesidir Bozcaada’da daha çok kalıyordunuz, kanalla birlikte şimdi yine şehrin koşuşturmasına dönmek nasıl? Radikal’den ayrıldıktan sonra hayatımın uzun dönemlerini Bozcaada’da geçirmek istiyordum. Hocalığıma da devam ediyordum ama buraya gelmeliydim. Çünkü tarihi anlamda önemi çok büyük Kanal Artı Bir’in. Kenara çekilip, uzaktan seyredemezdim. Sorumluluğu almamız gerekliydi. Haiku’lar yazıyorsunuz. Şiir yazmaya epey geç başladınız. Ne anlatıyorsunuz? Benim ki daha çok hayatın özünün keşfine dair cümleler. Keşif sürecinde geldiğim noktayı yansıtan damıtılmış su damlaları bunlar. Şiir yoksa vicdan açısından ağır kayıplar veriyordur insan. Çünkü bilinçaltını deşifre ediyor şiir, yalınlaştıkça da yoğunlaşıyor. Büyük dertleri anlatıyorsunuz. Ben zamanım olduğunda soluğu hemen Bozcaada’da alıyorum. Orasını anlattığım bir kitabım da var; “Poyrazaltı”. Bir yanım bahçıvan, bir yanım bağcı. Haiku da doğa demek zaten. Türk şairi doğayı tanımaz, bilmez. Doğa yağlıboya gibi bir arka plandır şiirde. Benim şiirimde ise doğa var. Poyraz ile farklı bir dostluğunuz var. Sert bir rüzgârdır poyraz değil mi? Bozcaada poyraz altındadır, kuzeydoğudan eser, serindir. Rüzgârların en bilgesidir. Çünkü hayatta olduğunu hatırlatır. Lodos gibi sersem etmez, imbat gibi yanağını yalamaz. Gerçektir, “Ben varım, sen de varsın” der. “Dertlerin var biliyorum, o da geçer” der. Farkındalığı da verir teselliyi. İşte Bozcaada durulduğum yer, hayat pastamın kremasının üstündeki çilekler ve kirazlar. l Toplum sersemlemiş durumda... Reyhanlı’yı nasıl değerlendirmeli? Reyhanlı karmaşanın vahim boyutlarını ortaya koydu. Toplum sersemlemiş durumda. Refleks gösteremiyor, tepki veremiyor. Kafası karışık, çünkü medya görevini yerine getiremiyor. Halk artık kimseye güvenmiyor. Siyasi ideolojisi ne olursa olsun ülkelerin referans gazetelere ihtiyacı vardır. Sağcının, solcunun, işçinin, patronun okuyabildiği bir medya olmak zorunda. İdeolojiyle haber yazılmaz, evrensel ilkeler önemlidir. İşte Reyhanlı’daki yasaklama kararı da tüm bu belirsizliğe tuz biber ekti. Şu anda kaos sürüyor. Bu iletişim krizi derin bir toplumsal krize işaret ediyor. İşte Türkiye bu yüzden çok zayıf ve çelimsiz bir ülke. Okurun, izleyicinin de inanmak istediği yalanlar var. Kimse hükümetin dediğinin arkasına bakmıyor, belli ki çekiniyor. Muhalefet de AKP’nin ekmeğine yağ sürmüyor mu? AKP 10 yıldır iktidarda, Başbakan’ın politika yapma tarzı “Kutuplaşma yaratmak, derinleştirmek ve saflarını konsolide etmek”. Her krizde saflarına yenilerini katma üzerine kurulu sistemi. İşin vahim tarafı karşı tarafta bu oyun tarzını benimsiyor. Salı sabah önce Başbakan sert salvosunun servisini yapıyor, bu arada hep sert atıyor servisi. Öğleden sonra diğer oyuncu ya ona yetişemiyor ya da ona çakmaya çalışıyor. Hep “çakmak” üzerine, “herkes herkese çakıyor.” Halk bir bu tarafa, bir o tarafa bakıyor ve sersemliyor. Solun kaybetmesinin nedeni de bu. Zamana uyma refleksini veremiyorlar. l ATAOL BEHRAMOĞLU Medyada yanlılık, yansızlık, utanmazlık “Hangi Haber Nasıl Verilmeli?” başlıklı yazımda (“Pazar Söyleşileri”, 26.05.13) merkez medyanın yansız olamayacağını, fakat gerçeği çok fazla saptırmayıp az çok tutarlı kalabileceğini anlatmaya çalışmıştım. Bu tutarlılığın temeli ve güvencesi ise kuşkusuz toplumun düzeyi, demokrasi yönünde almayı başardığı yoldur. Yazının asıl konusu ise, sol medyanın yansızlık ya da nesnelliğinin nasıl bir şey olabileceği idi. Bu günkü yazının giriş paragrafları özellikle bu konunun sürdürülmesi olsun… Sol, öteki medyayla yarışta ekonomik olanaklar bakımından ölçüsüz derecede geride, fakat gerçeği yansıtmaya yatkınlık ve yeteneklilik bakımından ondan çok ilerdedir. Solun gerçeklikle bir sorunu yoktur. Tersine, onu görür, olumsuz yanlarını vurgular ve düzeltilmesi için çaba harcar. Günümüz Türkiye’sinde solda yer alan medya bu işlevini ne ölçüde yerine getiriyor? Sorunu soldaki her medya kuruluşu kendi içinde sorgulamalıdır. Yanıtı da sanırım, öncelikle hitap edilen kitleyi saptamaktan ve onun beğeni ölçütlerini, beklentilerini, ekonomik olanaklarını iyi değerlendirmekten geçiyor. Şu anda Sol’da yer alan gazetelerimizin (Cumhuriyet, Aydınlık, Sol, Yurt, Sözcü) tirajının yarım milyonu geçtiğini tahmin ediyorum. Bu küçümsenemeyecek bir sayıdır. Yine de bu toplam tirajın çok daha arttırılması için yapılacak şeyler mutlaka olmalıdır. Görsel (ve işitsel) medya alanındaki yarışta ise, sol çok daha gerilerdedir. Yaşanan son toplumsal olaylarda merkez medya utanç verici bir suskunluk ve taraflılık sergilerken, sadece 2 TV Kanalı (Halk TV ve Ulusal Kanal) teknik yetersizliklere karşın çok güç bir onurlu görevi üstlenmiş, boşluğu ise “sosyal medya” diye adlandırılan iletişim ağları doldurarak bu çağdaş iletişim ağlarının çok büyük önemini kanıtlamıştır. *** Sağdaki medya kuruluşları için söylenecek sözümüz yok. Gerçeği kendi prizmalarından geçirerek, bu demektir ki çarpıtarak yansıtacaklardır. Yanlılık, yansızlık konusunda asıl sorun merkez denilen medya kuruluşlarına ilişkin olandır. Bu medya son toplumsal olaylarda bütün kuruluşlarıyla, bırakın nesnelliği ya da yansızlığı, utanç verici, tiksindirici bir yanlılık sergiledi. Suskunluk, görmezden gelmek, bazen gerçeği alçakça saptırmaktan bile daha alçakçadır. Burada, TV izleyicisi, gazete okuru büyük kitlelere görev düşüyor: Bu kanalları izlemeyi, bu paçavraları satın alıp okumayı reddetmek. Basın Ahlâk Kurumu, Gazeteciler Cemiyeti gibi kuruluşlara da bir şeyler yapma görevi herhalde düşmektedir… *** Son olarak magazin konusuna değinelim… Bu sözcük İngilizce, Fransızca vb. dillerde birkaç yüz yıl önce “depo”, “ambar” vb. anlamlarına gelen bir sözcükten uyarlanmış… Bugünkü gündelik kullanımıyla, günlük yaşama ilişkin sıradan, kışkırtıcı vb. haberlere ilişkin bir sıfat… Sol medya bu tür haberlere yer vermeli mi? Bence evet… Fakat kendine yaraşır bir ölçüde ve yine kendine yaraşır bir yorum ve sunumla… Sözü uzatmadan tek bir örnekle yetineyim: Soldaki medyada bir cinayet haberi verilirken “öfkeli koca”, “cinnet geçiren” vb… hafifletici, sulandırıcı haber başlıklarından uzak durulmalı; sağduyulu ve söz konusu haberin ciddiyetine uygun bir üslup kullanılmalı, fotoğraf konacaksa yine böyle bir tutum benimsenmelidir. Yazıyı, magazin haberciliği konusunda “Sol”da (1 Şubat 2013) yayınlanan bir yazıdan alıntıyla bitirelim: “Ocak ayında medyada 4 bin defa Cem Yılmaz, 3 bin 700 defa Hülya Avşar, 3 bin 300 defa Acun Ilıcalı, 3 bin defa İbrahim Tatlıses haberi çıktı…” Beyinlerin nasıl yıkandığının bu rakamlardan daha çarpıcı bir örneği olabilir mi? l ataolb@cumhuriyet.com.tr C M Y B