24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

27 EKİM 2013 / SAYI 1440 5 ALISA AGAFONOVA Buzda muhteşem yüzyıl Kısa süre öncesine kadar buz pateni tarihinde yeri olmayan Türkiye son yıllarda başarılı sporcular yetiştirmeye başladı. Alper Uçar da bu isimlerin önde gelenlerinden biri. Ukrayna asıllı partneri Alisa Agafonova’yla tüm zorlukları aşarak Universiade’de kazandıkları madalyadan sonra, şimdi gözlerini olimpiyata diktiler. DENİZ ÜLKÜTEKİN Biz tarzı olan bir çiftiz lper Uçar’ın partneri Alisa Agafonova, olimpiyat öncesi hem kendine hem Uçar’a bir hayli güveniyor. Alper Uçar’la partnerliğiniz nasıl başladı? Önceki partnerimden ayrıldığımda Alper’in antrenöründen onunla kaymamı öneren bir telefon geldi. Bir haftalık deneme süresi sonunda onun insan olarak muhteşem bir karakter ve artistik olarak mükemmel bir dansçı olduğunu gördüm. Birbirimize gerçekten uyuyorduk. Türkiye Buz Pateni Federasyonu’yla bir sözleşme imzaladım ve başladık. Sizin için bu kararı vermek çok riskli olmalı çünkü Türkiye’nin neredeyse hiç uluslararası buz pateni tarihi yok. Evet gerçekten riskliydi ama Alper’in gözlerini gördüğümde, bir daha hiçbir partnerde onu bulamayacağımı anladım. Bunu gerçekten o kadar çok istiyor ve o kadar çok çalışıyordu ki karşı koymam imkânsızdı. Ben de projeye tüm kalbimle inandım. Ayrıca Türkiye’nin bir buz pateni geçmişi olmaması, bu alanda madalya kazanan ilk sporcu olma gururunu aşamamı da sağladı. Olimpiyata çok kısa zaman kaldı. Nasıl hazırlanıyorsunuz? Olimpiyattan önce Avrupa şampiyonasında yarışacağız. Ondan da önce en az iki yarışmaya katılmamız lazım. Böylece programımızı hiç gerilmeden yapabiliriz. Ancak dürüst olmam gerekirse, bütün sinirimizi seçmelerde geride bıraktık. Artık devamlı tekrar yapıp programı mükemmelleştirmeye çalışıyoruz. Olimpiyat bir yandan yeteneklerinizi ülkeniz Ukrayna’ya göstermeniz için de bir fırsat olacak mı? Önceki partnerimden ayrıldığımda ona “yarıştığım ülkeyi değiştireceğim” dedim. Çünkü orada birinci sırada olsak bile kimse bizi umursamıyordu. Türkiye bana kariyerim açısından büyük bir fırsat tanıdı ve ben de tüm dünyaya Türklerin buz pateni yapabildiğini göstermek istiyorum!!! Alper Uçar kıyafet seçimleri için çok detaylı bir araştırma yaptığınızı söyledi. Evet gerçekten alışveriş gibi bir şey. Benim için en ufak detaylar bile ilgi çekici. Biz tarzı olan bir çiftiz ve Alper’le bana uyacak bir şeyler yaratmaya çalışıyorum. Kostümlerimiz her zaman buz üstündeki şıklığımızı ve karakterimizi yansıtır. l A T ürkiye’ye buz pateni tarihinde ilk madalyayı kazandıran isimdi Alper Uçar. Buz pistindeki tüm o estetik ve zarafetin ardında ise oldukça zor şartları aşarak yarattığı bir başarı hikâyesi yatıyor. Ukrayna asıllı partneri Alisa Agafonova’yla birlikte 2014’te yapılacak kış olimpiyatı öncesi sıkı bir çalışma süreci içinde olan Uçar fırsatını bulunca bize hikâyesini anlattı. Şu anda çalışmalarınız ne yönde ilerliyor? Tamamen 2014 Kış Olimpiyatı’na odaklandık. Almanya’da katıldığımız olimpiyat seçmesinde ilk beşe girenler zaten doğrudan katılma hakkı kazanacaktı. Biz de ikinci sırada olimpiyat hakkı kazandık. Şu anda Rusya milli takımı başantrenörüyle birlikte çalışıyoruz. Buz pateni Türkiye’de pek ilgi görmeyen bir spor. Bu noktaya nasıl geldiniz? 2005’te yurtdışına gitmeye karar verdim. Ne yazık ki o dönem İstanbul’da bir buz pateni pisti yoktu. Eğitimimi Macaristan’a alarak çalışmalarıma devam ettim. Esasında birçok amatör spora göre çok köklü bir branş. Ancak aradaki boşluklar işi bayağı geciktirdi. Şu anda belli bir seviyeye geldik ama hâlâ başarılı sporcular yurtdışına gitmek zorunda. Bunun en iyi örneklerinden biri de Tuğba Karademir. Bu çok zor bir iş. Saat dokuzdan akşam dörde kadar, normal mesai gibi çalışıyorum. En önemli sıkıntı sponsor. Olimpiyata katılan sporcular içinde sponsoru olmayan tek ülke, Türkiye. Oysa dünyada bu spora ilgi inanılmaz fazla. Mesela Eurosport olimpiyat seçmelerini canlı olarak verdi. İşin ilginç yanı, İlhan Mansız da bizimle seçmelere katıldı, geçemedi ama onun Japon sponsorları var. Alisa’yla tanışmamıza gelirsek, 2009’da teklerde yarıştıktan sonra buz dansına geçtim. Önce ABD’li bir partnerim vardı. Federasyon 2011 Universiade Oyunları’na yönelik bir proje teklif etmişti. O sırada Alisa da Ukraynalı partnerinden ayrılmıştı. Bu projeye onunla devam etmeye karar verdik. Tabii Alisa için çok riskli bir seçimdi. Ancak projeye inandı. Başlarken yedi aylık bir süremiz vardı. Universiade’da ikincilik madalyasını aldık. Sochi için de bir umut ışığı yakmış olduk. Spor Bakanlığı yine destek veriyor mu? Evet bu süreçte kalma ve çalışma imkânları konusunda büyük destek veriyorlar. Ancak bir antrenör değişikliği talebimiz oldu. Biliyorsunuz olimpiyat Rusya’da yapılacak, antrenörün de lobi faaliyetlerinde etkin olması gerekiyor. Alper Uçar ve Alisa Agafonova çifti, Soçi’de yeni koreografileriyle izleyici karşısına çıkmaya hazırlanıyor. Bu işin bir de arka yüzü var. Saha içinde olduğu kadar saha dışında da büyük bir çaba şart. Özellikle buz dansında Türk hakemin olmaması elimizi kolumuzu bağlıyor. Belli ülkelere yanaşmanız gerekiyor. Bir tarafı seçmek durumunda kalıyorsunuz. Zaten küçük ülkeleri kim yanına toplayabilirse o daha fazla puan alıyor. Yani buzda Soğuk Savaş devam ediyor. Bu noktada beklediğimiz desteği bulamadık. Başarı kazandıktan sonra hâlâ kendini ispatlamak zorunda kalmak bir sporcu için çok kötü. Bürokratik bir sürü engelle karşılaşıyorsunuz. Milli takım sporcusu olarak belli kurumları gezip destek aramak benim için üzücü bir durum. Yine de radikal bir karar alıp her şeyi geride bırakarak antrenör değiştirmeye karar verdik. Sonunda antrenörün bir ay denenmesi ve Avrupa Şampiyonası’na gitmeyi talep ettik. Kabul gördü. Turnuvada buz dansında gelen 13.’lük kış oyunları tarihindeki en önemli derece oldu. Bu süreçten sonra federasyon yeni bir kontratı kabul etmek zorunda kaldı. Buz dansı sırf pistle sınırlı değil, işin kostüm ve müzik yönü de var. Bu noktada nasıl bir iş bölümünüz var? Alisa daha çok kostüm konusunda karar veriyor. Çalıştay gibi bir şey oluyor, bütün magazinleri teker teker inceliyor. En iyisini bulmaya çalışıyor. Benim kostümümü de o seçti. Terzisiyle birlikte oturup çizimlerini yaptı. Müzik konusunda da antrenörümüz öne çıkıyor. Alisa’nın ailesi, Türkiye adına yarışmasına nasıl baktı? Gayet açık ve rahat davrandılar. Kendileriyle defalarca telefonda konuştuk. Bir yabancı damat durumu olmadı o zaman. Yok, öyle demeyelim de. Benim onlara anlattığım bir hayalim vardı. Türkiye’yi dünyada üst noktalara getirmek. Buna inandılar. Bir de Türkiye hakkındaki önyargıları yıkmaya çalışıyorum. Açıkçası çok zorlanıyorum. Buz pateni camiası içinde laik ve demokratik bir ülkeden olduğuma insanları inandırmam gerekiyor. Bir ülkeye güvenilmesi ve başarıların devamı konusunda herkesin endişesi var. Buz dansında son yıllarda farklı müzikler de öne çıkıyor. Biz daha da farklı hale getirdik. Alisa’yla çalışmaya başladıktan sonra Muhteşem Yüzyıl’ın müziğini kullandık. Alisa da bu sebeple haber oldu Rusya’da, “Hürrem Buzda” diye. Zagreb’deydi yarışma ve gösterimiz sırasında herkes müziği tanıdı. Hatta hakemler bile “neyin müziğiydi bu” sormuştu. l denizulk@gmail.com Bağışlamak insanlığın giriş kapısıdır Yönetmen Mehmet Taşdiken için “bağışlamak insanlığın giriş kapısı” demek. Merhametsiz insan da uzak durulması gereken tek şey! Yeni filmi “Aşk Ağlatır”da ise bolca hüzün var. Taşdiken için hüzün insanın ham halini pişiriyor yani hamuru ekmek ediyor. Empatinin kapısını da hüzün açıyor. Zaten filminin derdi de vicdanla. önetmen Mehmet Taşdiken 20 yıllık bir yaklaşımı. Nasıl bir süreç? Hep kalbimizde olan, aradan sonra yeni filmi “Aşk Ağlatır” ile yapmak istediğimiz bir projeyi yazdık, yapmaya döndü. Başrollerini Ceyda Ateş ve Melih karar verdik ve çektik. Selçuk’un paylaştığı Aşk Ağlatır (Rüya Gibi Aşk Ağlatır’ın hikâyesi çok gerçek, belki Geçti) bir vicdan hikâyesi. de pek çoğumuzun yanı başında. Peki asıl Filmin kurgusu nasıl oluştu? Nasıl bir sizin anlatmak istediğiniz neydi? süreç yaşadınız? Anlatmak istediğim şey bağışlayıcı olmanın Bu çok eski bir hikâyedir. İlk gençlik ne denli gerekli ve önemli bir tavır olduğu. yıllarımdan beri etkilendiğim bir büyük ustanın Bağışlamak insanlığın giriş kapısıdır. Merhameti ALİ DENİZ romanı, Dostoyevsky’nin Ezilenler’ini hep bir olmayan insandan uzak durun. Merhametsiz USLU film olur diye düşünmüşümdür. Biraz geç insanlar, insanlık gardrobunun güveleridir. oldu ama şükür gerçekleşti. Kutsal kitaplar Mesaj vermek bazılarının küçümsediği gibi kötü üslubunda muhteşem bir anlatım ve ardında temiz ve bir şey değil. Ben kendi aldığım bir mesajı başkalarıyla da semavi bir yürek. Gerçeği olduğu gibi anlatan, olması paylaşmak istedim. Mesajı küçümseyenler kafa ve yaşam gerektiği gibi tolere eden bir analiz konforlarından korkanlar. Gündelik hayatın pratik mesajları kadar, sonsuz hayatın da kendine göre kutsal kitaplardan, romanlardan, felsefeden süzülüp gelen mesajları var. Ego şişmeye başladıkça bu mesajlar da insanı rahatsız eder. Vicdan her şeydir! İnsanı ideolojik, dini, kişisel kin ve nefret de dahil her türlü bağımlılıktan koruyan en önemli şey vicdan. Vicdanı olmayan insanın sevdiği, sadece kendisidir. Bu film bir vicdan hikâyesidir aynı zamanda. “Vefa”, “vicdan” bu topraklarda artık zor bulunuyor. Bu değerler toplumun gündeminde olmakla, sık konuşulmakla çoğalır, yücelir. Bugün yaygınlaşan kültürün içinde bunlara yer yok. Tabii sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde bir kültürsüzleşme süreci ve dönemi yaşanıyor. Vefa ve vicdan insanlık var oldukça ölmesi mümkün olmayan duygular. Ne kadar küllense de ufak bir esintiyle yeniden alevlenirler. Filmde çok fazla keder var gibi ama Mehmet Taşdiken (sağda). umut da sanırım buradan doğuyor. Y Keder, karamsarlık iyi bir şey değil. İnsanın kendisini olduğu kadar başkalarını da rahatsız eder ama bunu hüzünle karıştırmamak lazım. Hüzün başka bir şey. Hüzün, insanın ham halini pişirir, hamuru ekmek eder. “Hüznü” seviyorsunuz, sizde neyi ifade ediyor hüzün? Hüznü seviyorum. Ahmet Haşim “melali anlamayan nesle aşina değiliz diyor, ben de öyle. Ama artık kültürümüz bir hüzün kültürü değil. Hüzün, bizi başkalarını anlamaya, sevmeye yönelten bir ruh hali. Karamsarlıktan, kederden ayrı bir şey. İçimizi yıkayan, kalbimizin yelkenini şişiren ılık bir rüzgâr belki de... Nasıl bir yönetmensiniz, oyuncularla ilişkiniz, setteki ruh dünyanız nasıl? Heyecanlı ama stressiz ve sakin olmayı severim. Bu ikisi nasıl bir arada olabilir diyorsanız, ben de bu soruyu arada kendime soruyorum. Kendime hep şunu telkin ediyorum: “Sakin ol.” Sakin çalışan, heyecanlı insanları severim. Stresli ilişkilerden hoşlanmam ve mümkün mertebe stres yaratacak insanlardan da uzak dururum. Bu arada yıllar sonra kamera arkasına geçtiniz, nasıl bir histi? 20 yıl çok uzun bir süre değil mi? Evet, uzun bir süre. Çok alışılmış bir şey de değil. Ben bütün bu ara dönemlerde kalıcılık diye kendi kendime ne kadar gerekli olduğunu bilemediğim bir hedef koydum. Biraz mimari hobilerimle uğraştım, Beyoğlu’na Fransız Sokağı’nı yaptım. Doğduğum köyün yanı başına köy, bin yıl önce nasıl kurulduysa düz damlı kerpiç evlerden oluşan bir sanatçı köyü kurdum. Adına da “Sonsuz Şükran Köyü” dedim. Ressam, heykeltıraş, oyuncu, yazar gibi Türkiye’nin tanıdığı sanatçıları belediyeyle bir de dernek kurarak bir gönüllülük projesi olarak ev sahibi yaptık ve oraya yerleştirdik. Orada da yaşam başladı. Artık yedi/ yirmidört zaman vermem gerekmiyor. Bu süreçte her yıl bir film yapma arzusuyla senaryolar yazdım. Üstlendiğim sorumluluktan sıyrılıp gerçekleştirmek bugüneymiş. l C M Y B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear