Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
2 19 AĞUSTOS 2012 / SAYI 1378 AYŞE YILDIRIM Nostalji değil, bugünü yaşıyoruz stos yayınevi, kökleri Osmanlı dönemine kadar uzanan, ancak 1960’lardaki faşizan saldırılar nedeniyle kapanmak zorunda kalan Rumca yayıncılığı yeniden diriltmeyi amaçlıyor. Üstelik öyle, “Rumları geçmiş güzel günlerin sevimli bir yadigârı olarak gören” ya da “pasif bir nesne” konumuna koyan bir yaklaşımla değil. Bin yıllardır burada yaşamış ve hâlâ yaşayan bir milletin, bir kültürün sesini “diğer”lerine duyurabilmek için. Yayıncılığın da tekelleştiği bir dönemde, bunu yapabilmek kolay değil, farkındalar. Yayınevinin ismini “istos” yani “ağ” olarak seçmeleri bundan, çünkü bu amaçlara ancak kolektif bir çabayla ulaşılabilir. O, ağa sahip çıkmaya ne dersiniz? istos yayın ekibiyle konuştuk. Türkiye’de Rumca yayıncılığın nasıl bir geçmişi var, bu geçmişin kırılma noktası nedir? İstanbul’daki son Rum yayınevleri 1960’lı yıllardaki olumsuz koşullar içerisinde ESRA kapanmak durumunda Kökleri Osmanlı dönemine uzanan kalmıştı. Bugün yayımlanan AÇIKGÖZ iki Rumca gazete var. Rum yayıncılık geleneği yeniden Ancak geçmişteki yayın canlanıyor. Bir süre önce üç kitapla canlılığına kıyasla çok kısır bir üretim söz konusu. İstanbul Rum toplumu, 67 Eylül olayları, 1964 yayın hayatına merhaba diyen sürgünü ve Kıbrıs’ta gerginliğin arttığı 1970’li istos, bir yandan da demografik yıllarda ciddi bir demografik kırılma yaşadı. Önemli erozyon sonucu atalete bir nüfusun ülkeyi terk etmek zorunda bırakıldığı bu yıllarda Rumların kültürel ve sosyal hayatı da süreklenmiş Rum kültürel hayatını akamete uğradı. Kökleri Osmanlı dönemine canlandırmayı ve İstanbul Rum uzanan Rum yayıncılık ve matbaacılık geleneği de. istos’un kuruluş hikâyesi nedir? topluluğunun sesini kamuoyuna istos yayın bu yayıncılık geleneğini aktarmayı hedefliyor. canlandırmayı, Türkiye’de daha çoğulcu ve demokratik bir yayıncılık hayatının oluşmasına mütevazı bir katkı sunmayı amaçlıyor. Bir başka gayemiz de demografik erozyon sonucunda atalete sürüklenmiş Rum kültürel hayatını bir nebze de olsa canlandırmak, İstanbul Rum topluluğunun sesini kamuoyuna aktarmak. Her azınlık topluluğu maruz kaldığı milliyetçi politikalar neticesinde içe kapanır. Üzerinde çokça kelam edilen, ancak maalesef çoğu zaman pasif bir “nesne” konumunda olan bu toplumun sesini daha özgür ve eşit bir ülke arayışındaki seslere katmak İstos Yayınları’nın kurucuları bir arada... arzusundayız. Neden istos adını seçtiniz? istos, “ağ” demek. istos yayın sıradan bir ticari tebliğlerinden oluşmaktadır Hrant Dink’in ve yeni yayınevi değil. Elbette ve mecburen ticari boyutu Ermeni yayıncılığının açtığı öncü yolu sayabiliriz. Kuruluş amaçlarınızdan birini “nostaljiyle var. Ancak hepimiz bir tür kamusal sorumluluk, yetinmemek, nostaljiyi halihazırda devam eden hatta vazife bilinciyle hareket ediyoruz. Elli yıl pratikle ikame etmek” diye açıklıyorsunuz. Mesela? kesintiye uğramış bir geleneği canlandırmak, onu bugünün koşullarına uyarlamak kolay değil. Üstelik Rumlar İstanbul’a şehir anlamına gelen “Poli” yayın dünyasının giderek tekelleştiği, “ticari” derler. “Politis” tabiri ise hem yurttaş hem de şehirli yönünün iyice baskın hale geldiği, düşünceyi ifade anlamına gelir. Bu çoğul anlamlardan istifade etme özgürlüklerine getirilen sistematik ederek İstanbullu Rumların çoğul seslerinin hem kısıtlamaların arttığı düşünüldüğünde... Dolayısıyla “şehrin” hem de ülkenin hikâyesinin, yurttaşlar bugün yayınevinin çekirdeğinde bulunan insan toplumunun bir parçası olduğunu hatırlatmak sayısının çok ötesinde bir dinamiği seferber istiyoruz. Geçmiş güzel günleri yad etmeye dönük etmemiz elzem. “Ağ” kelimesini tercih etmemizin nostaljik bir girişim değil istos. Azınlıkların ve nedeni, işte bu kolektif çabayı, bu girişimin ancak elbette Rum topluluğunu “nostaljikleştiren”, sürekli olarak genişleyen bir insanlar ağının, “miraslaştıran” söylemin, Rumları geçmiş güzel dayanışmasının eseri olabileceğini vurgulamak. günlerin sevimli bir yadigârı olarak gören Aslında çok önce hayata geçirilmesi gereken yaklaşımın karşısındayız. Rumların, maruz bir proje değil miydi bu, neden geç kalındı? bırakıldıkları demografik erozyona, bütün sorun ve Murad ettiğimiz “ağ”ı oluşturabileceğimiz sıkıntılara rağmen, bu ülkenin canlı bir parçası olduğunu vurguluyoruz. Dolayısıyla da büyük bir koşullar ancak oluştu diyelim. istos her şeyden kültürel geleneğin taşıyıcısı olmuş bu topluluğun önce bağımsız bir girişim, kadrosunu ve ülkenin kültür hayatına bugün de katkı devamlılığını sağlayacak insanların yan yana sunabileceği, sunması gerektiğine inanıyoruz. gelmesi de birtakım esinlendiricilerin etkisiyle İlk olarak neden Nikos Kazancakis’ten Çileci, olabildi. Bunlar arasında özellikle 2006’daki Thomas Korovinis’ten Fahişe Çika ve İstanbul İstanbul Buluşması konferansını ki İstanbul Rumları Bugün ve Yarın’ını yayınlamayı seçtiniz? Rumları: Bugün ve Yarın kitabımız bu konferansın BİR ada İ Orpheus’un izinde Lezvoz rpheus, lirini çalmaya başladığında ağaçlar coşar, yırtıcı hayvanlar uysallaşır, kuşlar uçmayı bırakıp etrafına toplanırdı. Birçok mitolojik kahraman gibi Orpheus’un da kimin oğlu olduğuna dair çeşitli söylenceler vardır. Kimine göre babası Apollon’dur, kimine göre Irmak Tanrısı Oiagrus’tur, kimine göre de Zeus’tur. Annesinin ise esin perisi Kalliope olduğuna inanılır. Liriyle doğayı etkisi altına alan bu ozan; altın post peşindeki Argonautlar seferinde Karadeniz’in yalçın ve oynak kayalarına da söz geçirip onları yerine bağlar. Bu seferden dönünce de Trakya’ya yerleşir ve kral olur. Burada âşık olduğu eşsiz güzellikteki peri kızı Eurydike’yle evlenir. Ancak Eurydike bir gün bir çobandan kaçarken yılan tarafından sokulur ve ölür. Orpheus çok sevdiği karısının ölümüne dayanamaz. Lirini alır dağlara çıkar; uzun zaman acı içinde çalar, söyler. Sonunda karısını bulmak için Ölüler Âlemi’ne inmeye karar verir. Cehennem kralı Hades’in huzuruna çıkar. Lirini öyle bir çalar ki taş kalpli Hades bile yumuşar, karısını götürmesine izin verir. Ama bir şartı vardır; yeryüzüne çıkana dek arkasına bakmayacaktır. Razı olur Orpheus. Kendisi önde karısı arkasında gün ışığına doğru yürümeye başlar. Tam yeryüzüne çıkacakken dayanamaz ve dönüp karısına bakar. Ama Eurydike bir anda yok olur. Hades bir daha onun Ölüler Âlemi’ne inmesine izin vermez. Acısı daha da büyüyen Orpheus, yine dağlara çıkıp lirini çalmaya başlar. Acısı doğayı bile inletir. Bir söylenceye göre, insanlara müziğin kutsal gizlerini öğrettiği için Zeus onu yıldırımıyla vurarak öldürür. Başka bir söylenceye göre de Şarap Tanrısı Dionisos’un rahibeleri karısının anısına bağlı kalıp kendilerinin kutlamalarına katılmayı reddettiği için onu parçalar. Kayalardan yuvarlanıp ırmağa düşen başı ve liri Lesvos adasının kıyısına dek gelir. Bir mağara oyuğuna girer. Lesvoslular başını ve lirini alıp saklar. Bunun üzerine Orpheus kendisini onurlandıran Lesvos’u himayesi altına alır. Orpheus’un hamurundan geldiği söylenen Sapho, MÖ 617 ile MÖ 612 tarihleri arasında işte bu adada doğar. Antik çağın en önemli kadın şairi olan Sapho, Platon’a göre de sanatın “onuncu ilham perisi”dir. Aristokrat bir ailenin kızıdır, şiirle uğraştığı gibi siyasetle de ilgilidir. Bu nedenle sürgüne bile gönderilir. Döndüğü zaman adada kadınlara şiir, müzik ve dans dersleri veren bir okul açar. Okul açıldıktan sonra çevrede dedikodular başlar; okulda kadınlar eşcinsel bir yaşam sürdürüyor diye. Sapho bu iddialara hiçbir zaman cevap vermez. Sapho’nun ölümü de rivayetlere dayanır. Karşılıksız aşkı nedeniyle kendini kayalıklardan denize attığı söylenir. Kimine göre âşık olduğu kişi bir balıkçı, kimine göre bir kız öğrencisi, kimine göreyse Aşk Tanrıçası Aphrodit’tir... Aradan geçen yüzlerce yıldan sonra bile Sapho’nun cinsel tercihi tartışılır. Kimi lezbiyen olduğunu, kimi evli ve bir çocuğu olduğunu, kimi de biseksüel olduğunu söyler. Lezbiyen sözcüğü de onun doğduğu adadan alır adını; Lezvos’tan. Yunanca Lezboz okunur. Türkiye’de ise adaya Midilli denir. O Yunanistan’ın Ege’deki üçüncü büyük adasıdır Lezvos. Adanın başkenti olan Mytilini’de rıhtımında meydana adını veren Sapho’nun İngiliz şair Ross Macaulay tarafından şehre bağışlanan heykeli karşılar sizi, elinde liriyle. Ama Sapho’ya daha çok doğduğu köy Eressos’ta rastlarsınız. Çizimlerinin yer aldığı hediyelik eşyalar her taraftadır. Doğal olarak lezbiyenlerin uğrak yeridir Eressos. Ama adaya gidip gezenlerin çeşitli bloglarda yazdığı gibi her yer “Sapho’nun kızları”yla dolu değildir. Yalnız eylül ayında uluslararası bir festivale ev sahipliği yapıyormuş köy. Uzun bir kumsalın kenarında yüksek ayaklar üzerindeki kahve ve tavernalarla şirin bir tatil beldesi Eressos. Adanın tüm sahillerinde olduğu gibi hiçbir ücret ödemeden dilediği kahvenin ya da tavernanın önündeki kumsaldan denize girip, duşunu alıp, bir öğle kahvesi ya da birbirinden leziz mezeleriyle bir iki kadeh uzo içip tatilin keyfini süren insanlara rastlarsınız. Ekonomik krizde olmalarına rağmen üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye’nin sahil beldelerinde olduğu gibi size şezlongu, şemsiyeyi, duşu, tuvaleti parayla sunmuyorlar. Lezvos bir dönem şaraplarıyla da oldukça ünlü bir adaymış. Şimdiyse uzo cenneti. Yunanistan’ın meşhur içkisi uzo’nun yüzde 60’ı Lezvos’ta üretiliyor. 400’den fazla çeşidi olduğu söyleniyor uzonun. Hatta kimi aileler, özel formüllerle evlerinde kendi uzolarını üretiyorlar. Hal böyle olunca adada bir de Uzo Festivali yapılıyor. İki gün süren festivale ev sahipliğini ise adada Uzo’nun merkezi olarak bilinen Plomari şehri yapıyor. Sahilde kurulan stantlarda birbirinden değişik uzolar tanıtılıyor, ikram ediliyor. Belki en çok bilineni üzerindeki mini etekli kızıyla Mini markası olsa da Türklerin ağız tadına en çok Barbagianni’nin yakıştığı söylenebilir. Hatta Barbayani, eski fabrikasını Uzo Müzesi’ne çevirmiş. Ne yazık ki festival dönemi ya da “siesta saati” olduğu için birçok yer gibi müze de kapalı olduğu için gezemedik. Sadece uzoların tatları değil şişeleri de birbirinden değişik. Adanın şeklini alan şişede de fotoğraftaki ampul şeklindeki şişede de karşınıza çıkabiliyor. Ampul uzo’yu gören Türklerin önce bir “aaaa” nidası çıkarmasına artık adalılar da alışmış. Anlam veremeseler de zaten daha çok Türklerin satın aldığını söylüyorlar ampul uzo’yu. G Çok boyutlu bir yayın politikasını hayata geçirebilmeyi umuyoruz. Fahişe Çika, Tanıklıklar dizimizden, bu diziyle bu topraklarda varolmuş bir arada yaşama geleneğini anımsatmak arzusundayız. Bu hususta devlet katına ya da geçmişin kozmopolit bir elitine yoğunlaşmaktansa esas itibarıyla aşağıdakilerin, sıradan insanların seslerine kulak vermeyi hedefliyoruz. İstanbul Rumları, PolitikaHistorika dizimizden; şehrin tarihi/şehrin siyaseti üzerine akademik, yarıakademik metinler, araştırma ve incelemeler bu dizimizde yer alacak. Çileci’nin yer aldığı Elenika dizimizdeyse Yunan yazınının önemli eserlerini Türkiyeli okura birinci elden tanıtmak gibi bir gayemiz var. “Birinci el” derken; Türkiye’de Yunanca eserlerin çoğu maalesef ancak bir aracı dil vasıtasıyla yayımlanabiliyor. Yani bir Yunanca eser İngilizce, Fransızca baskıları vasıtasıyla çevriliyor. İki dil arasında ortak yaşanmışlığın kurduğu köprüleri, yani bu bir aradalığın yarattığı paralellikleri düşünecek olursak, “aracı dilleri” ortadan kaldırmak çevirilerin niteliğinde ciddi bir farklılaşma anlamına gelecek diye düşünüyoruz. Türkçe olduğu kadar Yunanca ve hem Türkçe hem de Yunanca yayınlarla geniş ve farklı bir okur kamuoyuyla buluşmak istiyoruz. Sırada neler var? Herkül Millas’ın TürkçeYunanca Ortak Kelimeler, Deyimler, Atasözleri Sözlüğü ve 50 yılı aşkın bir süre sonra İstanbullu bir Rum tarafından Yunanca yazılmış ve İstanbul’da Yunanca yayımlanacak ilk roman, Hristos Anagnostopulos’un Anavoles ke Katifori’si (SürüncemelerYokuş Aşağı Gözü Kapalı) ay sonunda raflarda olacak. Yayın programımızı www.istospoli.com’dan takip edebilirsiniz. G Cezaevine inat “Marks” öğretisine devam ltı yıla yakın bir zamandır F Tipi’nde tutulan Marksist iktisatçı Arif Çelebi’nin ikinci kitabı “Marksizm Nedir? Komünizm Ne Kadar Uzakta?” Akademi Yayınları’ndan çıktı. 12 Eylül yıllarında sosyalist mücadeleyle tanışan Çelebi, 97’de tutuklandı. Beş yıl sonra beraat etti. Bu sürede gördüğü işkence nedeniyle Türkiye’yi AİHM’de mahkum ettirdi. 8 Eylül 2006’da bir sol örgütün yöneticiliğini yapmaktan yeniden tutuklandı, dokuz arkadaşıyla birlikte. Yedi yıldır cezaevinde, yılan hikâyesine dönen bir davada tutuklu yargılanıyor. Duvarlara inat, boş durmuyor Çelebi, haftalık sosyalist gazete Atılım’da yazmaya devam ediyor. Cezaevinde olduğu süreçte “Komünizmin Şafağı” adlı bir kitaba da imza attı. Bu son kitabında, yeni dünya özlemiyle Marksizmi anlamak isteyenlere, basit ve anlaşılır bir okuma olanağı sunuyor. Marksizmi okumanın ve tartışmanın korkulduğu kadar karmaşık ve zor olmadığını göstermek için edebi bir anlatım dili tutturuyor. İlk sayfadan kendinizi Aristo’nun Assos’taki Felsefe Okulu’nda hissedip hararetli bir A tartışmanın içine giriyorsunuz. Tabii Çelebi’nin tercihi ne Assos ne de Fırat; Dicle’nin kıyısından yana. Neden mi? Yanıt kendisinden: “Fırat, hızlı ve uğultulu akar. Dicle, sessiz ve derinden. Bundan mıdır bilinmez, Kürtler erkek çocuklarına Fırat, kız çocuklarına Dicle adını verir. Biraz da bu yüzden tercihimiz Dicle’den yana. Komünizm bir bakıma kadında gizil olanın bütün özel mülkiyet çağlarının bıraktığı etkilerden arındırılarak açığa çıkarılması ve toplumsallaştırılması, dünyanın ruhu kılınmasıdır. Hepsi bu değil, varsaydık ki; Fırat pratiği, Dicle bilinci ifade eder. Bir an pratiğin uğultusundan biraz uzaklaşarak dingin ortamda çeşitli meseleler üzerine bazı tartışmalar yapmak istedik…” Yazar Arif Çelebi, tartışma ortamının kurallarını sıralarken, aslında okuyucuya düşüncede sonsuz bir özgürlük de sunuyor: “Oturaklarımızı nehrin kenarındaki çimenliğin üzerine suyun akışını görebilecek biçimde bir hilal gibi dizmişiz. Bir tartıştırıcı ve pek çok tartıştırmacı var. Her an herkes lafa girebilir, soru sorabilir ya da fikir belirtebilir. Komünal bir ilişki var aramızda. Katılmak istiyorsanız, ‘kapımız herkese açık’ diyemiyoruz, zira kapısız, penceresiz, duvarsız bir okul burası, dört bir yanımız açık, kalbimiz de. Zihninizi ne kadar açacağınız ise size kalmış. Tartışmamız bir nehir gibi, soyunun tüm giysilerinizden, nehir olun…” G C M Y B C MY B