Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
2 11 MART 2012 / SAYI 1355 AYŞE YILDIRIM Penisiniz sizi erkek yapmaz DENİZ ÜLKÜTEKİN nkara’da geçen hafta yapılan Seks İşçileri Konferansı’na video üzerinden yaptığı konuşmayla katılan Buck Angel, transseksüel erkek kitlesi içinde bile öteki olmakla mücadele etmiş bir isim. Bu mücadelesini porno film sektörüne taşıyarak kült bir kahramana dönüşmüş. Yaptığı filmler seks içeriğinin ötesinde kendisiyle aynı cinsel kimliği taşıyanlar için kendilerini ifade etmek adına bir ilham kaynağına dönüşmüş. Hayatınızın ilk yıllarından bahseder misiniz? Cinsel kimliğinizi belirlemenize yardımcı olan belli başlı olaylar nelerdi? Tabii, birçok insan transseksüel olduğum için kötü bir çocukluk geçirdiğimi düşünebilir, ama bu doğru değil. Çocukluğum tamamen normaldi. Ailem beni bir erkek gibi yetiştirdi. Amerika’da buna “tomboy” denir. Anormal bir şey yok. Çünkü pek çok aile çocuklarını böyle yetiştirir. Ancak sorunlarım ergenliğe girince başladı. Çünkü göğüslerim çıktı ve kızların yaşadığı diğer fiziksel değişimleri geçirmeye başladım. Kafam karışmıştı. Ötekiler O zamana kadar kendimi bir erkek gibi hissediyordum ve Cinsel içindeki ö teki; sonra uzun yıllar devam kimlik Buck Ang edecek alkol, uyuşturucu konusunun el için problemlerim başladı. 20’li politik tarafıyla en iyi tarif bu yaşlarımın sonuna kadar ne zaman olur. Cins cinsel kimliğimi tam tanıştınız? iyet olarak tanımlayabildiğimi Beş yıl değiştirdik t en söyleyemem. Çok öncesinde sonra cins utangaçtım; bir erkek yetişkinler için el gibi hissettiğimi film yapmaya organında n biliyordum ama başlayana kadar vazgeçme herhangi biriyle bunu farkında değildim. diği konuşmam mümkün Aslında politik işler için değildi. Ben de gay yaparken bile transseks kadınlarla takılmaya politika yaptığımın üeller başladım. Bu da farkında değildim. tarafından aslında pek kolay Fakat işlerim ilgi dışlanmış değildi, çünkü onların çekmeye ve insanlar . kimliğini de kendime “bacaklarınızın Mücadele sini oturtamıyordum. arasında var olan sizin beyazperd Yine de en yakın kimliğinizi tanımlamaz” ey e gördüklerim söylemimle daha çok taşıyarak bir onlardı. Cinsiyet ilgilenir hale geldikçe, popüler k değiştirene kadar filmlerimdeki güçlü ültür cinsel kimliğimi söylemi ve politik ikonuna tam olarak duyarlılığı fark etmeye dönüşmüş bulamadım. başladım. . Toplum Porno sektörüne nasıl tarafından girdiniz? İstekli bir karar yaratılan problemlerle nasıl mıydı yoksa şartlar mı sizi baş ettiniz? İçki ve alkol probleminizin zorladı? üstesinden gelmek kolay oldu mu? Tamamen gönüllü bir karardı. Aslında pek de olmadı. Kendimi Bunu yapmak istedim çünkü sektörde öldürmeye çalıştım ve defalarca pozitif anlamda benim gibi görünen vücudumu kestim. Olduğum kişiden kimse yoktu. Ayrıca benim gibi bir hiç memnun değildim. İçki ve adamın vajinasıyla nasıl mutlu uyuşturucular hiçbir şey hissetmememi olabileceğini ve bunun beni daha az sağlıyordu. Bugün yaşıyor olduğuma erkek yapmayacağını göstermek ben bile inanmıyorum. Yaşadıklarım istedim. Vücudumu sevmeyi ve seks hayatı daha da çok sevmeme ve yapmayı nasıl öğrenmiştim; bu benim diğerlerinin benim yaşadığım için çok önemliydi. transerkek cemaati depresyonu yaşamaması için yardım içindeki pek çok insan bu durumdan etmeme sebep oldu. hoşlanmıyor ve bugün bile vajinamla BİR kitap Bana fontunu söyle... “Budapeşte’de, cerrahlar 17 yaşındaki bir matbaacı çırağını ameliyat etti. Sevgilisini kaybedince üzüntüden kendini kaybeden Szabo, onun adını kurşun harflerle kalıba dizmiş ve yutmuştu.” 28 Aralık 1936’da Time dergisinde yer alan bu haberde harflerin fontu yani karakteri hakkında bir bilgi verilmiyordu. Ama bu kitabı okuduktan sonra o gencin hangi fontu tercih ettiğini merak ettim doğrusu. Son dönemde okuduğum en eğlenceli kitaplardan birinden söz ediyorum. Amazon’un “yılın en iyi kitaplarından” diye lanse ettiği Simon Garfield’in kaleme aldığı “Tam Benim Tipim, bir font kitabı”. Evet font kitabı ama sadece işi yazı çiziyle olanları ilgilendiren, sıkıcı bir kitap değil. Tam tersine gerçek öyküler üzerine kurulmuş alabildiğine bilgilendirici ve eğlendirici bir kitap. Font dünyasından şimdiye dek haberi olmayanların bile büyük bir merakla ve ilgiyle okuyabilecekleri cinsten. Guttenberg’den bugüne birbirinden çarpıcı örneklerle fontların ve onların yaratıcılarının olağanüstü serüvenini anlatıyor. Yeryüzünde 100 binden fazla font olduğunu biliyor musunuz? “Bize ne bundan” ya da “bu kadar font ne işe yarar?” diyorsunuz değil mi? Hüküm vermekte acele etmeyin. Belki farkında bile değilsiniz ama seçtiğiniz kitaptan izlediğiniz filme, aldığınız albümden mönüden yemik siparişinize dek günlük yaşamdaki seçimlerinizde tüm bu fontların etkili olduğunu söylesem ne dersiniz? Peki bu fontların hepsinin bir modası ve cinsiyeti olduğunu söylesem? A “Comic Sans Yasaklansın” sitesinden vurucu bir propaganda... Hadi bir kaçına göz atalım. Rahatsız edici, komik ve saygısız Comic Sans. Daha çok çizgi romanlarda kullanılan bu karakter önceleri gerçekten de komik gelmişti insanlara. Ama bir süre sonra kullanım alanının genişliği insanları kusturacak noktaya getirdi. Hatta internet üzerinden nefret kampanyaları başlatıldı bu karakter için. Öyle ki Holly ve Davit Combs çifti işi ticarete bile döktü, “Comic Sans Yasaklansın” yazılı bardak, şapka ve tişörtler satmaya başladılar. Gill Sans’a ne demeli peki. Bu karakter sadece görünümüyle değil (sıska, düzgün ve ketum bir şekilde gururluydu), kullanımıyla da yazıların en İngilizi olarak tarif edilir. İngiltere Kilisesi, BBC, Penguin’ın ilk kitap kapakları ve İngiliz Demiryolları da doğal olarak bu fontu benimsedi. Kendiliğinden güven verici bir fonttu, akıl karıştırmıyordu, tutarlı bir şekilde pratikti. Ama bu fontun yaratıcısı Eric Gill, skandalları ve tüyler ürperten cinsel deneyimleri nedeniyle mide bulandırıyordu. Öyle ki yakın bir zamanda yaratıcısının geçmişi yüzünden Gill Sans fontunun boykot edilmesi önerildi. Kitabı okuduğunuzda belki siz de aynı şeyi düşüneceksiniz. Londra’ya bir yazı karakteriyle karakterini veren adamın Edward Johnston olduğundan haberiniz var mı? Ya Obama’ya seçimi kazandıran İşte kusursuz birliktelik: font, dergi, başkan bir arada. Gotham’dan? Hem köklü, hem taze, hem onunla yazılan her şeyi dürüst ya da hiç olmazsa adilmiş hissi veren karakter olan Gotham, Obama’nın seçim propagandasının vazgeçilmez karakteriydi. Yasak tabelalarının Impact ya da Arial Black gibi kalın çizgileri olan ve dikkat gerektiren fontlarla yazıldığına hiç dikkat ettiniz mi? Electra’nın oturaklığına ne demeli peki? Okuduğunuz bu yazının karakterini mi merak ettiniz? O da dünyanın en çok kullanılan fontu Helvetica’ya benzer özellikler gösteren Nimbus ailesinin bir ferdi. Helvetica nasıl bütün dünyayı işgal edip “şehirlerin parfümü” haline geldi, kötü filmlerde neden hep Trajan kullanıldı merak ediyorsanız mutlaka alın bu kitabı okuyun. Bir fontu, bir ülkeye, bir dine, bir döneme, bir mesleğe ya da bir duyguya has kılan şeyleri öğrenince şaşıracaksınız. Belki siz de karakterinize uygun bir font yakalarsınız. BİR kampanya lmanya’da kadın gazeteciler kısa bir süre önce bir kampanya başlattılar ama bu haber Türkiye’de pek yankı bulmadı. Nedenini yazıyı okuyunca daha iyi anlayacaksınız. Önce söz konusu habere bir göz atalım: “Almanya’nın önde gelen kadın gazetecileri, medyada üst düzey pozisyonların en az yüzde 30’unun kadınlara tahsis edilmesi yönünde bir kota konulması için kampanya başlattı. Kadın gazeteciler Pro Quote ismini verdikleri kampanya çerçevesinde bir araya gelerek ülke Kadın gazeteciler çapındaki 250 medya yöneticisi ve yayıncıya bir mektup gönderdi. Mektupta, Almanya’daki 360 günlük ve haftalık yayında yönetici olarak çalışan kadınların oranının yalnızca yüzde iki olduğu belirtildi. Televizyon yayıncılığında ise 12 yöneticinin sadece 3’ünün kadın olduğu söylendi. Medyada en çok erkek gazetecinin görev yaptığı yayının ise haber dergileri olduğu vurgulandı. Kadın gazeteciler, ‘Artık bu durumu değiştirme zamanı. Beş yıl içinde, editoryal departmanlardaki yönetici kadrolarının en az yüzde 30’unun kadınlara ayrılmasını talep ediyoruz’ dedi.” Bu haber bianet’te yayımlandı. Türkiye’de gazetelerin yazıişleri müdürlerinin yüzde 15’inin, genel yayın yönetmenlerinin sadece 1’inin, köşe yazarlarının ise yüzde 17’sinin kadın olduğunu düşününce söz konusu haberin niye o kadar yankı bulmadığını anlamak kolay olur sanırım. Acaba Almanya’daki meslektaşlarla ortak bir kampanya yapılabilir mi? ayse@cumhuriyet.com.tr A gurur duyuyor olmamı hoş karşılamıyor. Bu da benim hoşlanmadığım türden bir cemaat politikası. Bence bu insanlar çok daha açık ve sevgi dolu olmalı, oysa tıpkı toplumun onlara yaptığı gibi diğerlerini bir kalıbın içine koymaya çalışıyorlar. Bu işi yapmamın bir sebebi de bu, bazı insanların, erkek olmanın gereklilikleri hakkındaki fikirlerini onaylatmak zorunluluğu hissetmekten kaçmak. Her ne kadar filmleriniz “porno kategorisi”nde değerlendirilse de dünya üzerindeki LGBT bireylerin kimlik mücadelesinde sembolik bir anlam taşıyor. Filmlerinizi farklı kılan nedir? Filmlerim seks içerikli olsa da sadece pornodan ibaret değil. Daha çok eğitim ve dünyaya yeni bir cinsel kimliği tanıtmak amacı taşıyor. Benim gibi kadın, erkek, gay, lezbiyen, siyah ya da beyaz bir kutuya konulup tanımlanmak istemeyen pek çok insan var. Benim filmlerim de bununla, standart kalıpları kırmakla alakalı. İnsanlara sadece anlaşılmadıkları için yargılanmak ya da öldürülme korkusu taşımadan istediklerini yapmaları için cesaret vermek. Türkiye’de sizin gibi bir cinsel kimliği benimseyenlere ne söylemek istersiniz? Umarım bir gün Türkiye’ye gelip insanlara herkese açık ve sevgiyle yaklaşmaları hakkında bir şeyler söyleme şansım olur. Bizler insanız ve istediğimiz gibi yaşamaya hakkımız var. Eğer Türkiye’deki insanlar da yeterli eğitim imkânına sahip olsalardı LGBT bireylere daha anlayışlı yaklaşabilirlerdi. denizulkutekin@gmail.com B ADNAN BİNYAZAR C M Y B C MY B Korkunun gözleri askı kuranlar, adaletin işleyişine ket vuranlar, devlet erkini yeteneksizlerin eline bırakanlar, kuklalar oynatarak toplumda korku yaratırlar. İp, erki elinde bulunduranın parmaklarının arasındadır; kuklalarına istediğini yaptırır. Kukla dediğin de eylemi başkasının elinde bir bez parçası; başını ayak yap de yapsın; ayağını baş yap de yapsın. Oysa kuklanın ömrü kısadır; bir de bakmışsın, kukla da kuklacı da tarihin kokuşmuş çöplüğünde can çekişiyor... Korkutanın korkusu, korkutulandan az değildir. Tarih, sayfalarında, adı cesura çıkmış nice korkağın öyküsüne de yer vermiştir. Orada korku yaratanların, sonunda kendi korkularının kuyusunda boğulduğu da anlatılır. Kesesi okşanarak avlanan laf bülbüllerinin sayısı kukladan da çoktur. Ortalarda yalancı pehlivanlar gibi dolaşan bu tilkiler, yel ters estiğinde, uyuz fareler gibi kaçacak delik ararlar. Korku varsa cesaret de vardır. İnsan, kendinden güççe üstün vahşi hayvanları korkusunu cesarete dönüştürerek ehlileştirip egemenliği altına aldı. Korkudan korkmamalı; Cervantes’in deyimiyle, korku, “yeraltındaki her şeyi yüzlerce gözüyle görür”. İnsan, bu gözlerle “zaman”a damgasını vurdu. Buluşların ardına düşen bilimcinin, taşı yontan sanatçının üretim aşamasında nasıl bir sonuçla karşılaşacağını düşünürken ne korkular geçirdiğini biliyor muyuz? Olanla yetinmemek, dayatılana boyun eğmemek, dünyayı değiştirip kendine göre biçimlemek insanın varoluş nedenidir. Buluşlar, sanatsal yaratılar, insanın kendini emeğiyle var etme çabalarının ürünüdür. Başlangıçta güçlü görünenler karşısında elbette korkulara kapılmıştır insan. Sonunda güçlüyü dize getiren yine o olmuştur. Bu bağlamda korku kavramının anlam alanının genişlediğini görüyoruz: Korkunun üreticisi var, körelticisi var. İnsana, varoluş gerçeğinden doğan direnme, arayıp bulma gücünü veren, üretici korkudur. Galata Kulesi’nden kollarına genişçe bir araç takıp Boğaz’ı geçerek Üsküdar’da Doğancılar Meydanı’na inen Hezarfen Ahmet Efendi havada kimbilir ne korkular geçirdi? Yıldırım, üstündeki canlıyla birlikte kömüre dönüştürür düştüğü yeri. Benjamin Franklin, bu ışık canavarını kuzuya çeviren paratoneri korkuyu korkuyla yenerek bulmadı mı? Yaşadığımız günlerden de belli; baskılar kurularak halkı sinikleştiren köreltici korku, insanca değerleri yok ediyor, yaratıcılığı felce uğratıyor, yetenekleri kör lambaya çeviriyor. Bertrand Russell’ın, “Korku boş inancın da zalimliğin de ana kaynağıdır. Bilgelik, korkunun üstesinden gelmekle başlar” dediği budur. İnsan, gelişiminin ilk aşamalarında, korkuyu yenerek attı uygarlığa adımını. Konfüçyüs’ün deyimiyle, korku toplumu yaratanlar, yani arkalarından ışık vurunca gölgelerini büyük gören küçük adamlar, beyinlerinin karanlık bölgeleriyle düşündüklerinden, batan güneşin ertesi gün daha bir şevkle doğacağını akıl edemezler, palavra sürüsü laflarının büyüsüne kapılarak baskılarını her gün biraz daha ağırlaştırırlar. “Düşünmeyen adamın düşüncesizliğini ancak düşünenler ortaya koyar” sözünü söyleyen de Konfüçyüs. Düşünce yoksunları, yılan gibi, sevgisizliği, kini, düşmanlığı, intikam duygusunu dişlerinin ucunda taşırlar. Onlar her çağda, kalabalıklardan güç alarak dişlerini göstermiş, Aydınlanma’nın, bilimin, sanatın düşmanı kesilmişlerdir. Köreltici korkunun hedefi; insanın yaratma, vicdan, erdem gibi iç değerleridir. İnsan beynini korkularla uyuşturmaya kalkan ne iktidarlar geldi geçti. Ama korkunun yüzlerce gözü bilimin, sanatın aydınlığı oldu, köreltti zulmün karanlık gözünü... binyazar@gmail.com